Ebû Hureyre’den rivâyet edildiğine göre Resûlullâh (a.s.) şöyle bu- yurdu: “Hayatım elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, Meryem’in oğlunun aranıza âdil bir hakem olarak inip haçı kırması, domuzu öt dürmesi ve cizyeyi kaldırması yakındır. O zaman mal öyle çoğalacak ki, kimse kabul etmeyecek.”

Konuyla ilgili pek çok rivâyet vardır. Klasik görüşe göre mütevâtir olduğu malumdur.

Önce Hz. îsâ’nın nüzûlüne yapılan itirazları belirtelim:

a-Hz. Isâ’nın refiyle ilgili Kur’ân’da açık bir nas yoktur.

b-Nüzûlü hakkında da sarih bir nas yoktur. Bu, Hristiyanlam inancıdır.

c-Konuyla ilgili hadîsler mütevatir değildir. Bunlarla akîde oluşmaz. Bunlar âhad hadîstir. Metinleri muztarib; manaları münker ve çoğunun râvîleri zayıftır.

d-Hz. îsâ’nın ruh ve bedeniyle diri olduğuna inanmak zorunlu bir şey değildir. Buna muhalefet eden kâfir olmaz.

Şimdi bunları değerlendirelim.

a-Hz. îsâ’nın ref’ine dair Kur’ân’da deliller vardır.

“Hani Allâh şöyle buyurmuştu: “Ey Isâ! Şüphesiz, senin hayatı­na ben son vereceğim. Seni kendime yükselteceğim. Seni inkâr eden­lerden kurtararak temizleyeceğim ve sana uyanları kıyâmete kadar küf­re sapanların üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.”(al-i imran,55)

Kahir ekseriyetin görüşü burada “dönüşünüz eveffâ”dan maksadın uyku ol­duğu yönündedir. Yani “Seni uyutacağım ve kendime yükselteceğim.” Katâde’ye göre âyette takdîm-te’hîr vardır. Yani “Seni kendime yüksel­teceğim ve (nüzûlden sonra) öldüreceğim.” Katâde, “teveffâ”yı ölüm anlamında değerlendirmiş, âyete de böyle mana vermiş. Doğrusu bu­na hiç gerek yoktur. Tevaffanın uykudaki gibi bir ölüm anlamına gel­diği söylenebilir.

“Vefât” kelimesi “Ölüm” ve “uyku” manasında kullanılır. Kur’ân’da şöyle geçer: “O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyu­tan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz ta­mamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır) ”(en’am,6)Diğer âyet şöyledir: “Ama gerçek koruyucu Allâh, insanların ruhları­nı Ölümleri  ise belirli bir süreye kadar salıverir. Muhakkak ki bunda, düşünen kimseler için ala­cak ibretler vardır.”(zümer,42) Bu sırasında, ölmeyenlerin ruhlarını ise uykuları sırasında alır. Hakkında ölüm hükmü verdiği rûhu tutar, vermediği rûhu âyetlerde “teveffâ”, uyku anlamındadır. Uy­ku hâli, ölüme benzemektedir. Bu durum teveffâ/vefât kelimesiyle ifa­de edilmiştir. Kur’ân’ın bu dilsel yapısı malumdur. Bir kelime yeri gel­diğinde 4-5 anlamda kullanılır. Nasıl ki, tevaffa burada uyku manasına geliyor, Hz. ısâ örneğinde de uyku anlamına gelmektedir.

“Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle göste­rildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyor. Onu kesin olarak öldürmediler. Fakat Allah onu kendisine yükseltmiştir. Allâh, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir ,”(Nisa,157-158) Bu âyet oldukça açıktır, Allâh Hz. îsâ’yı diri olarak katma yükseltmiştir. Hz. İsâ yeryüzünde ölüp defnedilmiş olsaydı ve ref ile maksat onun ruh/makamının yükseltimesi kastedilseydi, öldürme ve asmayı nefyederken kar­şıtı olarak ref in kullanılması herhalde hoş olmazdı. Zira öldürülme meşinin ve asılmamasının karşıtı diri olarak ref edilmesidir, ölmesi de­ğil. Aksi olsaydı, yani ölseydi, Allâh şöyle buyururdu: ‘‘Onu öldürmediler ve asmadılar. Bilakis, onu biz öldürdük.” Âyetten sadece ruhun refi nasıl çıkarılabilir! Allâh, onu öldürdükleri veya astıkları iddiala­rını boşa çıkarmak, iptal etmek için ref kelimesini kullanmıştır. Sade­ce ruhun ref i, öldürme ve asma iddialarını iptal etmez ki! Bir insan öl­dürülmüş veya asılmış olmakla birlikte ruhu Allah a yükselebilir. Ama âyet özellikle öldürülmediğini ve aşılmadığını vurgulamakta ve ardın­dan ref kelimesini kullanmaktadır. Burada ref ancak diri olarak yük­seltilmesi anlamına gelir.

Bunlarla birlikte Hz. îsâ’nın nüzûlüne delâlet eden âyetler de var­dır. Şöyle ki:

1-“O, beşikte de, yetişkin çağtnda da insanlarla konuşacak, silik­lerden olacaktır,”(al-i İmran,46)

“Ey Meryem oğlu îsâ! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nime­timi düşün. Hani, seni Rûhu’l-Kuds (Cebrâîl) ile desteklemiştim. Beşik­te iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun.’’

Âyette geçen “kehlen” kelimesi, kendinden önceki zarfın mutealIlkına ma’tuftur. Dolayısıyla onun hükmüne dahil olur. Bu durumda mana şöyle takdir edilir: “İnsanlarla beşikte bebekken ve yetişkin ola­rak konuşacaksın.” Hz. îsâ’nın bebekken insanlarla konuşması açık bir mucizedir. Yetişkinken de konuşması böyle olmalıdır. Ancak bir insanın yetişkin, orta yaşlarında insanlarla konuşması alışılmış bir şeydir, muci­ze değildir. Bununla birlikte orta yaşlarda konuşması da bebekken konuşması gibi mucize olması gerekir. Bu mucize de tam orta yaşlarında göğe yükseltilmesi, kıyamete yakın nüzûlü ve insanlarla konuşmasıyla gerçekleşebilir. Muhaddis ve tarihçilerin çoğunluğu Hz. îsâ’nın 33 ya­şında ref edildiğini kabul etmiştir.

2-“îsâ, sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve Isrâiloğulları’na ör­nek kıldığımız bir kuldur. Eğer dileseydik, içinizden yeryüzünde sizin yerinize geçecek melekler yaratırdık. Şüphesiz o Kıyâmetin (kopacağı­nın) bir bilgisidir. (Ve innehu le-ilmun li’s-sâ’a) Artık onun hakkında as­la şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur.’’(Zuhruf,58-60)

Âyette geçen “innehu”daki “hu” zamirinin Hz. îsâ’ya raci olma­sı en uygun olanıdır. Zira bir üstteki âyet, bunu desteklemektedir. Bu durumda onun nüzûlü kıyâmetin emarelerinden olur. Başka bir oku­yuş da bu anlamı te’yid eder: “Ve innehu le-alemun li’s-sâ’a.” Yani Hz. îsâ, kıyâmetin gerçekleşmesinin alamet ve delilidir.

3-“Ehl-i Kitâb’dan her biri, ölümünden önce ona muhakkak îmân edecektir. Kıyâmet gününde de o, onlara şâhid olacaktır.”

Burada “kable mevtihi” ifadesinde geçen zamirle ilgili olarak iki ihtimal vardır:

1-Hz. Isâ’nın ölümünden önce.

2-Ehl-i Kitâb olan insanlar ölmeden önce.

Taberî’nin ve çoğu müfessirin sahih kabul ettiği tevîl şöyledir: “Ehl-i Kitâb, muhakkak îsâ ölmeden önce ona inanacaktır.”

b-Hz. îsâ’nın nüzûlü ile ilgili hadîslerin mütevâtir olmadığı iddia­sına gelince; bu, doğru değildir. Bu hadîsler, pek çok sahabîden nakledilmiş ve manen tevâtür oluşmuştur. Ancak âhad olsa bile sıhhati sabit olduktan sonra ona inanmak gerekir. Zira bu ha­dîsler, kalpte bilgi ve itminan hâsıl edecek dereceye ulaşmıştır.

c-Metinlerin muztarib olduğu iddiası ise doğru değildir. Konuy­la alakalı bazı hadîslerde ayrıntı; bazısında ihtîsâr olabilir. Bu, onların muztarib olduğu anlamına gelmez. Ümmet, hadîslerin delâlet ettiği Hz. îsâ nın nüzûlü konusunda ittifak sağlamıştır .

d-Hz. Isâ’nın nüzûlüyle ilgili hadîslerin inkârına gelince; bazılarına göre bu durum, insanı kâfir kılar; bazılarına göre ise kâfir kılmasa da bid’at ve dalâlet sahibi kılacağı âşikârdır. Bize göre de gerekçesiz inkâr eden kâfir olur; ancak bir te’ville (Kurana aykırı, İsrâiliyyât vb.) reddeden bid’at işlemiş olur.

 

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

1 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

1 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

1 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce