Hülafa-i Raşidin ve Sünnet

Sahabe-AsrıSaadet Hülafa-i Raşidin ve Sünnet

a” Sabaheye Ait Sünnetin Varlığı

Hülefa-i Raşidin’in sünnetle ittibatına girmeden evvel önemli bir sorunun cevabını vermek yerinde olacaktır. Soru şudur: Sa habe sünneti var mıdır? Zira bu sorunun cevabı verildiğinde; Hulefa-i Raşidinin sünnetle ilgisi edilirken aynı zamanda kendilerinin de sünnet koyup koyamayacakları ortaya çıkmış olacaktır. Şatibi (790/ 1388), şöyle der: Peygamberimizin söz, fiil, ve takrirlerine genel anlamda sünnet dendiği gibi; ‘Sahabenin söz, fiil ve takrirlerine de sahabe sünneti denir.(475)Peygamberimizin, ‘Benim sünnetime ve Raşid halifelerin sünnetine sarılın ‘(476)ı hadisi de, temelde sahabenin bir sünneti olacağına işarettir.

Sahabenin ictihadlarının veya sünnetinin bize nakledilen sünnet içinde bulunmuş olma şartı aranmamalıdır. Zira Peygamberimizin sünnetini almış olan sahabe, bunu naklet mediği halde sonradan bir soruya cevab mahiyetinde ortaya koymuş olabilir.

Nitekim Şatibi (790/ 1388) de bu hususa işa ret ederek şöyle der: “Sahabenin ameline de sünnet denir. Bu ameli gerektiren hüküm Kitab veya Peygamberimizin sünnetin de ister bulunsun ister bulunmasın. Çünkü sahabe bunu ya bize naklolunmadığı halde kendilerine sabit olan bir sünnete dayana rak, ya da kendilerinin veya halifelerinin icma ettikleri bir ictihada uyarak yapmışlardır.”(477)

Şatıbi, bu sözleriyle sahabe sünnetini ikiye ayırmış oluyor. Bunlardan birincisi; temelde sahabeye ait olmayıp Resulul lah’tan duyulan bir hadise dayandırılan, ancak ortalıkta pek de bilinmeyen ve belki de sadece sünneti izhar eden sahabece bilinen sünnettir. Sahabe bu türden sünneti hayatında uygularken bazen Peygamberimize ait bir prensip olduğunu söylemeyebilir. Ama farklı yöntemlerle bunun Resulullah’ a ait olduğu bilinir. Mesela; gayb, ahiret, cennet, cehennem ve benzeri bir esasa ait sahabe sözünün kendiliğinden söylenmiş olması mümkün değildir. Çünkü bu hususlar ancak Resulullah’ın bildirmesiyle bilinebilir.

Şatıbi’nin işaret ettiği ikinci sünnet ise daha çok arnelle ilgili hususlarda olabilir. Sahabe veya Hülefa-i Raşidin bir hususta icma ederlerse, artık bu icma bağlayıcıdır, yani sünnettir. Zira böyle bir icmaya da mutlaka Kur’an ve sünnetin ruhuna uygun bir esastan hareket edilerek varılmıştır. Sahabede bir hadis refleksinin geliştiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Diğer bir ifadeyle sahabe, Resulullah’tan hadis duymadığı -adab gibi-bazı hususlarda, nebevi ölçünün ne olacağını tahmin edebiliyordu. Bunda Kur’an ve sünnet tecrübesi nin kendilerini yetiştirmesi önemli rol oynamıştır. Sahabenin Kur’an’la meşgul olduğu, Peygamberimizle her an beraber bulunduğu ve bu hususlarda sürekli olarak boşluğunu doldurduğu bilinen noktalardır. Sahabenin bazısının belli bir sureyi tam olarak ihata etmek için yıllarca çalıştığı rivayet ediliyor.

“İbn-i Mes’ud (32-652) ashabın Kur’an’dan on ayet öğrendiğinde onların manasını öğrenmeden ve uygulamasını yapmadan başka ayetlere geçmediğini rivayet eder.”(478) ‘Abdullah b. Ömer (73-692)’in Bakara suresini öğrenmek için sekiz sene bu süre ile meşgul olduğu rivayet edilmiştir. ‘(479)Bütün bu türden rivayetleri, sahabe Bakara veya başka bir sureyi ezberlemek için sekiz yıl uğraştı şeklinde anlamamak gerekir.

Bundan maksat şudur: Ashab Kur’an’ın bu suresini (Mesela, Bakara’yı) ve bu sure hakkında Resulullah’tan intikal eden sünneti, bütün tefarruatıyla bu kadar zamanda ihata edebiliyorIardı. Bunun diğer bir anlamı da şudur: Sünnetle oluşan yoğun ilişki neticesinde sünnet sahabenin bütün ufkuna hakim hale geldi. Sahabenin icmaı diye beliren tasarruflar işte bu irtibatın diğer bir şekilde ifade edilmesidir. ‘Sahabe sünneti’ kavramını, sahabenin hiç bir dayanağı olmayan şahsi görüşleri olarak kabul etmek tamamıyla yanlıştı. Çünkü sünnete karşı belirebilecek olan şahsi ictihadlarını sonradan bizzat kendilerinin nakz ettiğini sahabeden duyuyoruz.

Ebu Vail’den rivayet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir: ‘Sehl b. Huneyf (ra) Sıffından döndüğünde, durumu öğrenmek için yanına gittik. Sehl bize şöyle dedi: Din konusuna gö rüşünüze, -reyinize-güvenmeyin. Ben kendimi Ebu Cendel (Hudeybiye) günü Resulullah’ın emrini reddedebilseydim red deder gördüm. Bizi perişan edecek hiç bir iş için kılıçlanmızı omuzlarımız üzerine koymadık ki, mutlaka bizi bu işten önce bildiğimiz daha hayırlı bir işe götürmüş olmasın’ .(480)

Benzeri ifadeleri Hz. Ömer’den (Hudeybiye günü hakkında) duyarız.(481)Yani sahabe, sünnetin olduğu yerde ictihadını ön plana çıkarmıyordu. Sünnete karşı alternatif bir sahabe sünneti düşünmek söz konusu olamaz. Ancak Kur’an’ı; nüzul zamanı, ortamı, şartları itibariyle en iyi bilen sahabenin, bununla bağlantılı olarak Kur’an’la ilgili bir sünnet şuur ve yorumunun sahipleri olduğu şüphe götürmez bir vakıadır. Bu bağlamda Peygamberimizden mustakil bir sahebe sünnetinden bahsetmek mümkündür. İbn-i Mesud şöyle diyor: ‘Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın kitabındaki bir ayetin nerede, hangi hususta nazil olduğunu biliyorum. Şayet Allah’ın kitabını benden iyi bilen birini duyar ve binekle de ona ulaşacağıını bilseydim mutlaka onun yanına giderdim’.(482)

İbni Mesud’un kastettiği mana Kur’an’ın nassının sadece kendisince bilinmesi değildir. İbni Mesud (r.a), Kur’an ayetlerini; nerede, hangi olaydan dolayı, umum mu husus mu ifade ettiği ve benzeri bütün ilgili teferruatıyla bildiğini söylemek istiyor ki işte bu bağlamda bir sahabi sünneti olabilir. Nitekim nesh keyfiyeti de bu tarzdaki sahabi açıklamalarıyla bilinrniştir. Önceleri hangi ayetle muamele edildiğini, sonradan hangi ayetin gelerek daha önceki ayetin hükmünü kaldırdığını hep kendilerinden öğrenebiliyoruz.

İnceleyin:  Sünnetin Karşısında Olan Gruplar ve Ebu Hureyre (r.a)

Hz. Ali de aynı konuyu tasdik eder mahiyette şöyle diyor: ‘Bana sorunuz! Vallahi bana ne sorarsanız size o hususta bilgi veririm. Bana Allah’ın kitabından sorunuz. Allah’a yernin ederim ki, inen her ayetin gece mi, gündüz mü, ovada mı, dağda mı, indiğini bilirim. ‘(483) Anlattığımız bu nitelik sahabenin çoğunda görülüyordu. Tarık b. Şihab’dan nakledildiğine göre bir Yahudi Hz. Örnere şöy le diyor: ‘Ey müminlerin emiri! Şayet: ‘Bugün dininizi kemaIe erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak islama rıza gösterdim, ayeti bize inseydi biz o günü bayram edinirdik.

Hz. Ömer şöyle dedi: ‘Ben bu ayetin hangi gün indiğini en iyi bilenim. Cuma ya rastlayan arefe günü indi ‘(484) İşte saha be kendilerine sorulan bazı soruları; Kur’an’ ın inişi ve o esnada Peygamberimizin uygulamaları noktalarını esas alarak cevaplamış, yorumlamıştır. Bu anlamda bir ictihad geliştirilmiştir ki buna da sahabe sünneti demek mümkün olabilir.

b-Hülefa-i Raşidinin Sünneti Sordurması

Daha önceki sahabenin sünneti sordurması başlığıyla yetinir.Hülefa-i Raşidin’in sünneti sordurduğuna dair özel bir bölüm açmaya gerek görmeyebilirdim. Ancak Hüleffi’nın sünneti sor durması olaya daha farklı bir boyut getirmiştir. Çünkü Hülefa, Resulullah’ın ifadesiyle “sünnet ittihaz etme” yetkisine sahipti.

İşte bu vasıflarına rağmen sünneti sorduruyorlar ki, Resulullah’ın sünnetin Kur’an dışında hiç bir istisna kabul etmeden her türlü düşüncenin üzerinde olduğunu belirtmiş oluyorlardı. Furay’a’nın bir rivayeti bu konuda güzel bir örnek teşkil etmektedir. “Zeyneb bint-i Kab b. Ucra (ra.)den rivayet edildiğine göre, kocası Ebu Said-i Hudri’nin kızkardeşi Furay’a binti Malik (r. anha) şöyle demiştir: Kocam (kaçan) kölelerini aramaya çıktı. Ve Kadum (Medine’ye 6 mil uzaklıkta bir yer) tarafında onlara yetişti. Köleler kocarnı (orada) öldürdüler. Kocamın ölüm haberi geldi. Ben o sıralarda babamın evine uzak düşen Ensar’ın evlerinin birisinde oturuyordum.

Bunun üzerine Resulullah’a vararak; ‘Ya Resulullah! Kocamın ölüm haberi geldi. Ben babamın evinden ve kardeşlerimin evinden uzak olan evdeyim. Kocam ne bana harcanacak bir mal bıraktı, ne miras yolu ile sahip olduğum bir mal bıraktı ne de malik bulunduğu bir ev bıraktı. Babamın evine ve kardeşlerimin evine taşınmama izin verirseniz, şüphesiz bunu çok arzularım ve bazı işlerim yönünden iyi olur diye, müsade istedim. Efendimiz, “Dilersen ( taşınma işini) yap” buyurdu.

Furay’a demiştir ki, Resulullah (sav)ın dili ile Allah’ın benim için verdiği bu hükme sevinçli olarak Peygamberin huzurundan çıktım. Nihayet ben mescidde veya evin sahanit ğında iken Efendimiz beni (geri) çağırarak; ‘Sen nasıl söyledin’ buyurdu. Furay’a demiştir ki, ‘ben söylediklerimi tekrar anlattım. Bunun üzerine Peygamberimiz bana, ‘Yazılı (yani süresi Kur’an’da belirli) iddet süresi tamamlanın caya kadar, sen kocanın ölüm haberini aldığın evinde dur’ buyurdu. Furay’a demiştir ki, ben o evde dört ay on gün iddet olarak durdum'(485)

Furay’a demiştir ki: Osman b. Affan (ra) halife olunca, bana haber gönderip beni çağırttı ve bu meseleyi bana sordu. Ben de anlattım. Halife Osman, anlattığım hükme uydu ve bununla hükmetti.(486)’ Hz. Osman Resulullalı’ın hükmünü öğrenir öğrenmez kimseye danışmadan öyle hükmetmiştir. Bu arada Furay’ın şu sözüne dikkat çekmek istiyorum. Furay’a Resulullah’ın hükmünü öğrenince şöyle diyordu: “Resulullah’ın diliyle Allahın benim için verdiği bu hükme sevinçli olarak Resulullah’ın huzurundan çıktım”.

Demek ki sahabe Resulullah’ın hadislerini, verdiği hükümleri ilahi tasarrufun bir tezahürü olarak değerlendiriyorlardı. Hz. Ali diyor ki; Resulullah’tan bir hadis duyduğumda Cenab-ı Allah dilediği gibi beni bu hadisten yararlandırırdı. Peygamberin sahabesinden biri hadis ilettiğinde onu yemine verirdİm. Yemin ettiğinde ben de ilettiğini kabul ederdim …(487)’

Halifeler kendilerine ulaşan bir konuda Kur’ an ve sünneten herhangi bir hüküm bilemiyorlarsa; karar vermez, tavakkuf eder, sabaheye danışarak Resulullah’ın hadisine ulaşınaya çabalarlardı. Sorulan hususta Peygamberimizin hadisi bilinmediğinde, ‘Resulullah’ın sünnetinde senin için bir şey bilmiyorum’ diyebiliyorlardı.

Kubayse b. Zü’ayb’ın rivayet ettiğine göre birnine Hz. Ebu Bekir’e gelip mirasının durumunu sordu. Hz. Ebu Bekir, Allahın kitabında senin için bir şey yoktur. Resulullah’ın sünnetinde de senin için bir şey bilmiyorum. Ben konuyu insanlara soruncaya kadar (evine) dön, dedi. Hz. Ebu Bekir konuyu insanlara sordu. Muğıre b. Şube; Ben Resulullah’ın yanındaydım. Resulullah nineye altıda bir verdi, dedi.

Hz. Ebu Bekir (bunun böyle olduğunu işiten) senden başkası var mı? diye sordu. Muhammed b. Mesleme de Muğıre’nin dediğinin benzerini söyleyince Hz. Ebu Bekir bu konuda öyle hükmetti.(488)’ Çünkü Hz. Ebu Bekir Kur’an’ın, bazı ahkamı açıklamak görevini Resulullah’a yüklediğini biliyordu. Herhangi bir meseleyi Resulullah’a dayandırdığında zimmeti üzerinden attığınada inanıyordu.

Bu nedenle Resulullah’tan işitildiği beyan edilen hususu daha da tahkik etmek gayesiyle başkasına da soruyor ve tereddüt etmeden gereğine göre amel ediyordu. Hadis kitapları, Hülefa-i Raşidinin Resulullah’ın hadislerini soruşturduğu meselelerin örnekleriyle doludur. Karşılaştıkları bir problemde Peygamberimizin verdiği hükmü bilmeyen halifeler, mutlak manada ya Resulullah’ın zevcelerine veyahutta Cumhuru sabaheye müracaatla Resulullah’ın hükmünü öğren meye gayret göstermişlerdir.

c-Halifeler Hadisleri Duyunca İctihadlarını Değiştiriyorlar:

Hülefa-i Raşidin, zaman zaman kendilerine intikal eden meseleler hakkında -o zamana kadar kendilerine intikal eden bir sünnet olmadığı için -ictihadlarına göre hükmediyor ancak, benzeri bir hususta Resulullah’ın hükmü kendilerine ulaşınca da hemen sünnete dönüş yapıyorlardı. Hz. Ömer, darbeyle düşürülmüş ceninin durumunu öğrenmek için sabaheye Resulullah’tan bir şey işitip işitmediklerini soruyor. Hami b. Malik b. Nabiğa kalkıp şöyle diyor: ‘Benim iki cariyem vardı … Biri diğerine vurdu. Vurulan ölü bir cenin düşürdü. Resulullah bir ğurre ile hükmetti. Bunu duyan Hz. Ömer şöyle dedi: ‘Şayet bunu duymamış olsaydık bunun dışında bir şeyle hükmederdik. Neredeyse kendi reyimizle hükmedecektik. (489’ Halifeler verecekleri çok önemli kararlarda da aynı ölçüyü muhafaza ediyorlardı. Hz. Ömer Şam’a gitmek için yola çıktı. Şam yakınındaki Serğ köyüne varınca Şam’da veba hastalığının yayıldığı haberi kendisine ulaştı.

İnceleyin:  Ulemaya Istikamet Yaraşır

Bu arada Abdurrahman b. Avf (r.a), Hz. Ömer’e bir hadisi hatırlattı. Peygamberimiz (sav) bu hadisinde: “Bir yerde vebanın olduğunu duyarsanız oraya girmeyin, bir yerde olduğunuz halde orada vebanın yayıldığını görürseniz kaçıp da oradan çıkmayın” buyurmuştur. Bu hadisi duyan Hz. Ömer, Şam’a girmeden Serğ’den döndü.(490)

Hz. Ömer’in duyduğu hadis kaderle ilgili bir hadisti ve akideyle irtibatı vardı. Bu denli önemli bir konudaki haberi Hz. Ömer tartışmasız, tereddütsüz kabul ediyor ve arnelini ona göre düzenliyordu. Hz. Ömer mecusilerden cizye alınıyordu. Bu hususta Peygamberimizin herhangi bir uygulamasını bilmiyordu. Abdurah man b. Avf (r.a); ‘Resulullah (sav) Hacer mecusilerinden cizye aldı’ bilgisini verdikten sonra Hz. Ömer de mecusilerden cizye almaya başladı.(491)

Halifeler, bazen bilvesile Resulullah’ın hükmünü duyuyor ve hemen kendi reylerinden vazgeçip gereğini yapıyorlardı. Hatta bazı konuları sık sık zikrediyorlar ki belki de onun zıddına tesbit edilmiş bir sünnet getirilsin de, işin doğrusu ortaya çıksın düşüncesini taşıyor olabilirler. Hz. Ömer’in;· ‘Diyet akilenin hakkıdır. Kadın (öldürülmüş) kocasının diyetinden bir şey ala maz’ sözünü söylemesi de bu kabildendir. Nitekim bu fetvayı duyan Dahhak b. Süfyan, Hz. Ömer’ e şunu haber verdi. Resulullah (sav) bana, Eşyem ed-debal’nin diyetinden karısını miras kılmamı (emrederek) yazdı’. Bu olayı duyan Hz. Ömer kendi re’yinden dönüş yaptı ve Resulullah’ın hükmüne göre muamele etti :(492)

Sahih bir sünnetin tesbiti durumunda halifelerin kendi reylerini terketmeleri son derece tabiidir. Çünkü onların gayesi Allah’a kullukta iki esas kaynak olan Kitab ve Sünnetten hareketle ilahi maksadı yakalamaktı. Kendilerinin ictihadda bulunmaları ancak ifade ettiğimiz bağlayıcı kaynaklarda herhangi bir hüküm tesbit ederneme haline aitti. Esasen mehirlerin standart bir meblağa bağlanmasını emreden Hz. Ömer’in, bir kadın tarafından ikaz edilmesi üzerine kullandığı özür ve istiğfar cümleleri, halifelerin nebevi sünnete olan bağlılık ve teslimiyetini belgelemek için yeterli bir örneklik teşkil etmektedir.

d-Sünnet Duyulunca Hülefa-i Raşidinin İctihadları Terkediliyor

Hülefa-i Raşidinin sünnette bulamadıkları hususlarda içtihadda bulunuyorlardı. Ancak sahabe, Hülefai Raşidin’in ictihadlarının zıddına bir hadis bulunduklarında halifeleri ikaz edederdi. Ancak Resulullah’ın aynı konuda verdiği hüküm bazen daha sonra tesbit edilebiliyordu. Sahabe, sünneti duyulduğu hallerde halifelerin re’yini hemen terkediyordu:

Buna Hz. Ömer’in torunu Salim’le ilgili bir olayı örnek gösterelim. Hz. Ömer, kabenin tavatından önce ve cemrelerden sonra güzel koku sürünmeyi nehyetmişti. SaIim bu ictihadı Hz. Aişe’ye soruyor. Hz. Aişe, ‘ben kendi elimle ihraınından önce iliram için Resulullah’ı kokuladım. Ve (cemreler ile traştan sonra) İlıramdan çıkışı için kabeyi tavatından önce de onu kokuladım” Resulullah’ın sünneti (başkasından) uyulmaya daha layıktır.(493) cevabını veriyor. Şafii( 204/ 819) nin ifadesine göre; Salim, dedesi Ömer’in sözünü terkederek Resulullah’ın hadisiyle amel etmeye başladı.(494) Öyle anlaşılıyor ki sahabe, sahih bir rivayetin bulunmadığı hususlarda Resulullah’ın sünnetini araştırıyordu. Sünneti bulduğu durumlarda ise, o güne kadar tabi olunan rey, kimin olursa olsun hemen terkedip sünnetle amel ediyorlardı.

Nihat Hatiboğlu – “Kur’an’ın Anlaşılmasında Hadislerin Rolü,syf.150-158

Dipnotlar:

475-Şatıbi, Muvafakat, IV, 3

476-Davud, Sünnet 5, hd: 4607; Tirmizi, İlim, 5, 44; Mace, Mukaddime, 5.

477-Şatıbi, a. g. e, IV, 2.

478-Taberi, Camiü’l Beyan, I, 27; İbni Kesir, Tefsir, I, 13; zerkeşi, Bedrettin Muhammed b. Abdillah, el-Burhan fı ulumi’l Kuran I-IV, (Darül Türas, Kahire) II, 157

479-Cerrahoğlu, İsmaili, Tefsir Tarihi, I-II, (D. i, Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1988) I-74.

480· Buhari, Cizye, 18; İ’tisam, 7; Meğazi, 35; Müslim, Cihad, 95-96.

481-Süyuti, miftah, s. 63; Beyhaki, Ebu Yala’dan.

482-Taberi, Camiü’l Beyan, 1, 2R; Zerkeşi, Burhan, II, 137

483-Zehebi, Dr. Muhammed Hüseyin; et-Tefsir ve’l Müfessirun, I-III (Mektebetu Ve h be, Mısır, 1985) I, 90

484-Buhari, İ’tisam, hd. 6840

485-Mace, Talak, 8

486· Davud, Talak, 44; Tirmizi, talak, 23; Nesai, Talak, 60; Malik, Talak,

487-Ahmed, I, 10

488-Tirmizi, Feraiz, 10, hd. 2100-2101; Mace, Feraiz, 4

489-Davud, Diyat, 19; Nesai, Kame, 12; Mace, Diyat, 11: Darimi, Diyat, 20; Ahmed, I, 364; lV, 80

490-Buhari, Enbiya, 54; Tıbb, 30; Müslim, Selam, 92-98, 100; Davud, Cenaiz, 6; Ahmed, I, 194; V, 201

491-Buhari, Cihad, Ebvabu cizye,1

492-Davud, Feraiz, 18; Tirmizi, Feraiz, 18; Diyat, 18; Mace, Diyat, 12

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir