Ona bu sıfatı çağdaşları veriyor. Aslında bizim cemiyetle hikâye ve romanın yeri yoktur. Hele romanın çıkışı, daha çok batının etkisi ile olmuştur. Tanzimatla başlayan yabancılaşma hareketi, romanda da kendini göstermiş, kendi öz aile hayatımıza ters düşen, doğrudan doğruya “adapte” bir roman türü ortaya çıkmıştır. Kahramanımızın esas veçhesi roman ve hikâyede ortaya çıkıyorsa da biz daha çok fikri ve inanç yapısı üstünde duracağız.
Tanzimatın getirdiği yabancılaşmayı bir ihtiyaç sayarak, medenî ve İçtimaî hayatta yenilik diye kabul etmiştir. “Avrupa medeniyetine girip, o medeniyetin içinde yaşayabilmek için Avrupa’nın ihtiyaçlarına göre” bir hayatın kurulması esas gayesi olduğu için, ilk roman denemeleri hep batılı hayan okuyucumuza getiren denemeler olmuştur.
İstanbul’da doğmasına rağmen babasının hizmeti hasebiyle gittiği İzmir’de bir Fransız mektebine girer. O mektepte Fransız kültürünü alır, dilini öğrenir. Fransız romancılarım çokça okur. Eserlerinden sonradan tercümeye başlar. Artık temel eğitim itibariyle Türkiye’deki hayata yabanadır. Tercümeleri gazete ve mecmualarda neşr edilir ve zamanla tercüme faaliyetine girişir. O devrin hastalığı olarak Fransız Edebiyatı’nın tesirinde kalır. Sadece isim ve mahal adlan değişik olacak şekilde, Batı’nın aristokrat hayatına benzer, hayalî aile ve köşk yaşayışlarını romanlarında iş.
“Nevruz”, “Ahenk” ve “Hizmet” gazetelerini kurdu. “Servet-i Fünûn” da yazılar yazdı. Bu adla şöhret bulan edebî ekolun önde gelenlerinden sayıldı. Arapça ve Farsça’nın yanında dört batı dili bilmesi onun geniş kültür ve düşünce alam içinde hareketini sağladı. Kendi eserleri olduğu için kurdukları edebî ekolü en iyi düşün-ce ve sanat hareketi olarak sundular. Geçmişin edebî ve sanat hayatını red ettiler. Bağdatlı Ruhî ile Füzûlî ve Şeyh Galipten gayri kimseyi beğenmemişlerdir. Eskileri dil ve düşünce bakımından dercedip geldiklerinden kendilerinden sonra gelenlere de kendilerini kabul ettirme çabasını gösterdiler. Yerleşmek ve sağlam esasa oturmak için geçmişi inkâr bu yeni edebiyatçıların tek kurtuluş vesilesi oldu. Zaten bu tür denemeler onlarca başlatılmıştı. Hep yabancı kafası ile düşündükleri için tesirleri İstanbul’un bir bakıma sosyetik ve azınlık muhitlerinde görüldü. Romanlarında köşk eğlenceleri, meşru olmayan aile tarzları işlenmiştir. Maî ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kadın Pençesi, Aşkı Beklerken, Hepsinden Acı gibi romanları klâsik aile faciaları ile bezenmiştir.
Romanlarında sosyete dedikoduları, kadın-erkek münasebetIeri, kadın-erkek mürebbî ve mürebbiyeler, musikî hocalarının çokça yer bulması, onun azınlık mekteplerinde ve batılı romanlarda gördüklerini bizim cemiyet hayatımızda da olacağı inancına saplanmasına sebeb olmuştur. Bir bakıma aristokrat bir hayat içinde edebî çizgisini tutmuştur. Zenginlerin yaşadığı yerlerde kışlamak, yazları adalarda dinlenmek, edebî mehafîlde sanat olayları ve yazarlarla ülfet temin etmek, hep halktan kopuşun, halktan uzak bir sanat ve edebiyat anlayışının örnekleridir.
Giderek yenilikte karar kılıp yeni edebiyat adı altında kendilerini şekilden şekile sokanların başında geldi Siyasî veçhesi yanında dil, vezin ve edebiyat konularında bir çeşit Türkçülük yaparak “millî hareket” olarak büyük harbin içinde kendini buldu.
Hatıralarını “Kırk Yıl” adı Altında neşredip gerçek hayatta karşı karşıya geldiği siyasi ve edebi esasları kendi zaviyesinden gelecek nesillere aktardı
Onun en çok dikkate şayan olan “Saray ve Ötesi” adlı siyasi görüş ve müşahedeleridir.
Fransızca hocalığı, edebiyat öğretmenliği, batı edebiyatı müderrisliği yanında, Reji müdürlüğü, mabeyn baş kâtibliği, ayan azalığı gibi siyasî makamları da işgal etti. Hele V. Mehmed Re-şad’ın Mabeyn Başkatibiiğl dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.lttihatçıların hakimiyet kurup on yıl devleti parmaklan arasında oynatmaları, Mehmed Reşad’ı da istedikleri gibi kullanmaları hatun
getirilirse, Mabeyn Başkatibinin de onlardan olmasını gerektirir.
Nitekim Mabeyn Başkâtibi Halid Ziya’nın da 1905de 39 yaşında: İttihat ve Terakki fırkasına girdiği görülür.
İşte Halid Ziya, romanlarında bizden bir parça bile olmayan hayat sahneleri çizerken, siyasî hayattta müşahede ettiği devlet idarecilerinin tavır ve tutumlarını kaleminde ele alırken din ve inanç sisteminde lâik bir batı kafası mantığı içinde bakar idareye ve hadiselere…
“Mevkiinden emin bir sanatkâr” ve “bir nesir babası” gibi sayılmışsa da, o dinde din alimlerinin aldıkları tavrı hiç mi hiç gerekli görmüyordu.
“Saray ve Ötesi “nde padişahın huzurunda her ramazan ayında verilen dersleri küçümser tarzda, devrin ileri gelen seçkin müderris-âlimlerini kendi düşünce mantığı içinde şöylece tahlil etmesi daha o günlerden itibaren insanımız ve sanatkârımızın dinî kaynaklar hakkında neler vehm ettiğinin açık vakıasıdır.
“Ben beklerdim ki, mukarrirler (ders anlatanlar) Kur’an’ın metninden ayrılmayacak, falan ve (İlân ayetten ilham alarak hitabelerde bulunsunlar. Buna mukabil onlar, hep tesirlerin iz’ana sığmayan açıklamalarım, hususiyle, “Buhar-î-i Şerif diye tanınan ve uydurma hadîslere İstinat ederek İsrail ve Hristiyan hurafelerinden intikal eden rivayetlere her türlü mantık ölçülerini aşacak genişlikler veren kitabın İçindekilerini esas tutuyorlardı. Artık onların dilinde İslam Dini peygamberin dininden başka oluyordu. Asıl Muhammed dininin üstünlüğünden, akla yatkınlığından bir şey kalmayarak bu güzel din, efsane şeklinde bir mahiyet almış oluyordu.” (Saray ve ötesi, sh: 230)
Halid Ziya’nın bu ifadeleri inanç ve din kültürü bakımından ne derece bir sağlamlığa sahip bulunduğunu göstermektedir. Zira, Kurani Kerimi açıkça tefsir ve izah eden tefsir kitaplarını Hristi-yan ve Yahudi saçmalıkları ile dolu olarak zikr ederken, müslümanların ikinci ana kaynağını teşkil eden hadislerin en sahihlerinin toplanmış bulunduğu “Buhari-Î Şerif’ bu derece dayanaksız, ithamkar bir tarzda “uydurma” hadislerle dolu olduğunu ifade etmesi bilgi ve kültür yönünden müslümanlara değil, onların dışında olan batılı zihniyetin Avrupa’lı temsilcilerine yakın olduğunu göstermekledir. Hele saraya kadar yükselen ve o devirde en yüksek siyasî makamlardan olan a’yan (senato) azdığına yükselmesi inkılaplara zemin hazırlama bakımından, İttihatçıların ne derece hizmet ettiklerinin açık belirtisidir.
Daha büyük devlet yıkılmamış, daha dinî hükümler tatbikten kalkmamış, amma romancımızla yandaşları geriliğin, yerinde saymanın ve çözüm bulamamanın tek sorumlusu imiş gibi din hizmetlerini göstermeleri nelerle meşgul olduklarını gösterir.
Çöküşü hızlandırmak için ne gelmişse elden yaptılar. Devlet ricali müesseseleri yıktı. İdarî ve mülkî erkân silsileyi bozdu. Maarif dışardan idare edilen bir teşkilât haline geldi. Basın ne idüğü belirsiz dönme ve mason güçlerin eline geçti. Roman ve edebiyatla uğraşanlar bohem hayatım yaşayarak ünlü batılı romancıların küçük putlarını cemiyet içinde dikmeye çalıştılar.
İslâm’da yasak ne varsa onu meşru kılmak için sözle ve yazı ile mücadele verdiler. Namaza,oruca, ibadete ve bütün dinî İçtimaî ve siyasi değerlere karşı tavırlar alıp hem memleketi ve hem de milleti unsurundan koparıp sonbahar yaprağı gibi batının rüzgârına terk ettiler.
Her sahada olduğu gibi romanda da hep batıyı taklit ettiklerinden “milli* olma vasfını alabilecek bir tek eser ortaya koyamadılar. Halid Ziya da onlardandır. Ve hatta bunların bağında gelir.
Halid Ziya nın romanlarında örnek aldığı cemiyet hayatı onun içinde bulunduğu ve yaşadığı gerçek hayatı aksettirmesi, o devrin yıkılışına önayak olan sınıfın bulunduğu perişan ve acıklı duruma ve dramı anlatır. Bu bakımdan o ve benzeri romana ve hikayeciler somadan gelenlere apaçık zemin hazırladılar ve onların her sahada öncüleri oklular.
Cumhuriyetten sonra Halid Ziya, “Uşaklıgil” soyadını aldı ve roman, hikâye, şiir, makale, tiyatro ve edebiyat üzerine kaleme aldığı eserleri üzerinde durdu. Yeni bir şekle, yeni bir dil anlayışına ayak uydurmak için eserleri üzerinde düzenlemeler yaptı.
Hakkı Tank (Us), Halid Ziya ile diğer basın mensuplarının ellinci hizmet yılını kutlamak için, toplanan heyette 1942de, Uşaklıgil için şöyle diyordu:
“Halid Ziya, romana soktuğu hayat ile bize medeni inkılabımızı müjdelemiş sayılmalıdır. Bir ucu Türk irfanının yükselmesine dokunup da Halid Ziya’nın ihatası dışında kalmış bir mevzu yok.”
Jübileden üç yıl sonra, Halid Ziya Uşaklıgil, 79 yaşında hayata gözlerini yumuyordu.
Sadık Albayrak – Kemalits Devrin Çakıl Taşları
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…