Herkesin Sevabı ve Günahı Kendine mi ?
1-İbn Mes’ûd anlatıyor: “Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki: “Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki kâtilin günahından bir misli, Hz. Âdem’in ilk oğluna (Kabil’e) gitmemiş olsun. Çünkü o, öldürmeyi sünnet kılan (haksız öldürme yolunu ilk açan)dır.’ (Buhârî, Diyât 2, Enbiyâ, 1, İ’tisam 15; Müslim, Kasâme, 27; Tirmizî, İlm, 14.)
2-“Her kim İslâm’da güzel bir çığır açarsa, o çığırın ecri ile kendisinden sonra o çığırla amel edenlerin ecirlerinden hiçbir şey noksan edilmemek şartıyla sevapları kendine aittir. Ve her kim İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o çığırın vebali ile kendisinden sonra onunla amel edenlerin vebali hiç bir noksanları olmamak üzere ona aittir.”
3-“Bir hayra öncülük yapana, onu yapan gibi ecir vardır.”
4-Buhârî’nin naklettiği rivâyete göre Hz. Peygamber, Bizans kralı Heraklius’a bir davet mektubu göndermiştir. Bu mektupta şunlar ifade edilmiştir: “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Allâh’ın Resûlu Muhammed’den Rumların büyüğü Herakl’e. Hidâyete uyanlara selâm olsun. Ben seni İslâm’a davet ediyorum.
Müslüman ol, selâmete erersin, Allâh sana iki kat mükafaat verir. Eğer dönersen halkının vebali senin boynunadır. ‘Ey Kitâb Ehli! Bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin, Allâh’tan başkasına tapmayalım, O’na hiçbir şey ortak koşmayalım…”. ”(Buhari,Be’dül Vahy,6)
Bütün bu hadîslerin şu âyete aykırı olduğu ileri sürülmektedir: hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. ”(isra,15)
Oysa başka âyetlerde dalâlet önderlerinin kendi günahlarını ve başkalarının günahlarım yüklendikleri yer almaktadır. Şu âyetler buna örnektir:
“İnkâr edenler îmân edenlere‘Yolumuza uyun da sizin günahlarınızı yüklenelim.” derler. Hâlbuki onların günahlarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir. Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır. And olsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyâmet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir.”(Ankebut,12-13)
İbn Kesîr’e göre, “Onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağtr yükleri yükleneceklerdir” ifadesi, küfür ve dalâlete çağıranların kıyâmet günü hem kendi günahlarını hem de saptırdıkları insanlar sebebiyle başkalarının günahlarını yükleneceklerini haber vermektedir. Nitekim, şu âyet de bu duruma işaret etmektedir: “Böylece kıyâmet gününde kendi günahlarını tam olarak, bilgisizce saptırdıkları kimselerin günahlarının da bir kısmını yüklenirler. Dikkat et, yüklendikleri ne kötüdür.” (Nahl, 25)
İbn Kesîr’in bu görüşünü te’yid eden âyetler de vardır. Mesela: “İnkâr edip de (insanları) Allâh yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız” (Nahl, 88).
Nahl Sûresindeki âyette azabın kat kat artırılmasının hikmeti, onların işledikleri iki ayrı isyanlarına karşılıktır. Bunların birinci suçları; Allah’ın indirdiği İlâhî vahyi inkâr edip küfre sapmalarıdır. İkincisi ise,başka insanları Allâh yolundan alıkoymalarıdır. Bu her iki suça karşı ayrı bir azap söz konusudur. Bu azaplardan birinin dünyada, diğerinin ise âhirette verilen cezalar olduğunu söyleyenler de vardır.
Dolayısıyla, yukarıda geçen “Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. ” âyetini başka türlü anlamamız gerekir. Buna göre, âyette, günah işleyenin başkasına sebebiyet vermediği, kötü örnek olmadığı sürece sadece kendi günahından sorumlu olduğu vurgulanmaktadır. Şöyle de denilebilir: Bir kişi bir suç işlemişse, suçun şahsiliği prensibi gereğince, sadece suçlu cezayı çeker. Baba, kardeş, akraba vs. bir başka kimse o suçtan dolayı ceza çekmez.
Bu noktada, ilginç bir âyetin üzerinde durmak istiyoruz. Bu âyet, Peygamberin hanımlarıyla ilgilidir. Allâh şöyle buyurur: “Ey Peygamberin hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, onun cezası iki kat verilir. Bu, Allâh*a göre kolaydır.” (Ahzab, 30) Kötü örnek oluştan dolayı azap iki kat artırılmaktadır. Aslında burada bir espri vardır. Aynı suçu bir başkası yapıp örnek olursa iki kat cezası vardır. Aynı suçu Peygamber eşi yaparsa, cezasının katmerleştiği söylenebilir. Diğer bir ifadeyle, üç katı ceza görür. Burada haşa, Allâh’ın iki kat dediğine, üç kat demek istemiyoruz. Ama aynı suçu işleyenden daha fazla ceza çekeceğini belirtmek istiyoruz. Bu suçu -olmaz ya- Peygamber işlerse dört katı ceza görür. Kişinin konumuna göre, ceza da artar. Bir günahı âlimin işlemesiyle câhilin işlemesi bir değildir. Kamuya açık, kötü örnek oluşturacak tarzda, âlimin işlemesi durumunda cezanın katmerleşeceği açıktır. Tersi durumda, bunların yapacağı hayırda sevabın da katmerleşeceği bir vakıadır.
Burada son olarak bir âyet üzerinde daha durmak istiyoruz. Bu âyet, zahiriyle herkese aynı azabın verileceğini ima etmektedir: Allâh şöyle buyurur: “Allâh, şöyle der: ‘Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin’ Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, ‘Ey Rabbimiz! Şunlar bizi sapttrdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver’ derler. Allâh, der ki: fHer biriniz için bir kat daha fazla azap vardtr. Fakat bilmiyorsunuz.” (A’râf, 38)
Bu âyetten, zahiren saptıranlarla, sapanların aynı azabı hak ettikleri sonucu çıkar. Ancak, sapanların özelliklerine dikkat edilmelidir. Sapanlar sadece saptıranlara kanıp inkârla yetinmemişler, saptıranları övmüşler, yüreklendirmişler, desteklemişler, onlar için mücadele vermiştir. Bu açıdan, tapanların da azapları iki kat olmaktadır: Bir, saptıkları,.iki, saptıranları yüreklendirdikleri için. İnsanlık tarihi boyunca Allahın âyetlerini ve peygamberlerini yalanlayıp sapık inançlar ve ideolojiler türetenlerle, bunları benimseyip yaşatanlar âhirette bir araya gelince, artık inkarcıların kendi kendilerinin aleyhlerinde şâhidlik edecekleri ölçüde hak ve bâtıl, iyi ve kötü apaçık ortaya çıktığı için sonrakiler öncekilere veya inkârları ve kötülükleri yaşatanlar bunları türetenlere, kendilerini ayartıp saptırdıkları gerekçesiyle lanet okuyup suçlarının iki katıyla cezalandırılmalarını isterler; diğerleri de onların kendilerinden farklı yanlarının bulunmadığını yani onların da kendileri kadar suçlu olduklarım belirtirler.
Mutlak hâkim olan Allâh da buyurur ki: “Zaten hepiniz için bir kat daha azap vardır.” Çünkü iki kat suç işlemişlerdir; yani öncekiler ve önderler hem kötü oldukları hem de kötülük yollarını açtıkları için, diğerleri ise onlara uymaları yanında, fikirleri, malları, güçleri, mevkileri, tutum ve davranışlarıyla onları destekleyip yüreklendirdikleri, güçlerine güç kattıkları, bâtıl ideolojilerini yaşatıp yaydıkları ve sonrakilere kötü örnek oldukları için iki kat suçludurlar ve iki kat ceza göreceklerdir. Sadece saptıranlara kanıp sapanlar, şayet inkârlarının propogandasını yapmaz, saptıranları yüreklendirmez ve inkârlarıyla baş başa kalıp bir hayat sürerlerse onların azabı AJlâhu a’lem diğerleri gibi iki kat olmayacaktır.
Kabil olayına gelince, şunları söylemek mümkündür: Geçmiş ulemânın ortak kanaati, Kabil’in öldürme günahından pay alacağı şeklindedir. Onun pişman olması tevbe pişmanlığı değil, karşılığını görmediği ve katlanmak zorunda kaldığı vicdanî eziyettir.
Günümüzde ise bu hadîs, “Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenemez” ilkesince “Allâh’ın adaleti”ne aykırı görülerek tenkîd edilmiştir. Oysa hayra veya şerre vesile olan, bizzat o fiili yapmasa da ondan sevap veya günah alır. Burada adalete aykırı bir şey de yoktur. Ancak, yine de Kabil meselesinde izahı zor noktalar vardır. Bugün, “Kabil, öldürme güzel bir şey demedi, kıskançlığına mani olamadı, çığır açmak için böyle yapmadı, günah işlemiş oldu, katil olmakla insanlara katli öğretmiş değil, dolayısıyla bütün lcatl olaylarından günah alır diyemeyiz” denilerek meseleye ihtiyatlı yaklaşanlar da vardır.
Bununla birlikte -iyi veya kötü olsun- ortada bir eylem yokken onu ilk ortaya koymanın, o eylemi deşifre etmenin bir sorumluluğu olsa gerektir. O eylemi görenler ondan esinlenir veya cesaret alır, onu yaparlar. Kabil’in öldürme olayı da böyle olmalıdır. Burada mesele, onu öldürme olayını gören veya duyanların olup olmadığıdır. Yani Kabil Habil’i öldürmüş, onu hiç kimse görmemiş veya duymamış ise sonra- ki öldürme olaylarıyla hiçbir bağlantısı yok demektir. Bu durumda, öldürme olayı kendiyle sınırlı kalır, bir başkasından da sorumlu olmazdı. Ama tüm kutsal kitaplar, bu öldürme olayını anlatmaktadır. Dolayısıyla, olay çok meşhurdur. Herkes bunu bilmektedir.
Burada akla şöyle bir soru gelmektedir: Kabil, tüm öldürme olaylarından mı yoksa sadece içinde kıskançlık olan öldürme olaylarından mı pay alır? Burada niyet devreye girmektedir. Öldürme olayı çeşitli niyetlerle gerçekleşebilir. Kişinin, o olaydan bir pay alması için baasının şekilsel olarak o olayı gerçekleştirmesi yeterli midir? Mesela adamın biri yaylada Allâh rızası için bir çeşşkme yaptırır. Onu gören biri “ne kadar güzel!” deyip “ben de yaptırayım, gelip geçene buradan satıp para kazanayım” dese ilk çeşme yaptırana buradan bir pay var mıdır? Kanaatimce, çeşme ay m amaca hizmet etmedikten sonra bir pay yoktur.
Kabil’in öldürme olayına gelince; onu kıskançlığından dolayı yaptığı açıktır. Mesela, toprak meselesinden veya ülke işgal ederek ya da haksız yere başka amaçlarla bir adam öldürüldüğünde bu öldürmelerden Kabil pay alır mı? En doğrusunu Allâh bilir; bu öldürmelerden pay almaz. Onun pay alacağı öldürmeler, kıskançlık sebebiyle işlenen cinayetlerdir. Bunun yanında, teorik olarak şunu da söyleyebiliriz: Kabil, öldürme olayında, ondan bir şekilde cesaret alanların, onun kötü örnekliğinden etkilenenlerin yaptıklarından pay alır. Zaman dilimi içerisinde, “etkilenme”de bir kopukluk meydana gelip Kabil’in kötü örnekliği ortadan kalkmışsa, yine sonrakilerden pay almaz. Bu söylediklerimizi hadîste geçen | l*o y Jis- ” ifadesi de te’yid eder. İfadedeki ¡f teb’iz içindir, yani ba’ziyet anlamına gelir. Bu, Kabil’in tüm öldürmelerden değil, bazılarından pay alalacağı anlamına gelir. Allâhu a’lem, yukarıda ifade ettiğimiz durumlar bu ba’ziyete dahildir.
Yavuz Köktaş-Kurana Aykırı Görülen Hadisler