Hadislerin Yazılmasının Yasaklanışı Hakkında
Yukarıda söylendiği gibi, bazı hadisler vardır ki, ya Resul-i Ekrem’in söylediklerini nakleder, yahut hadislerin yazılmaması mânâsında olanlar hakkında ashabdan bazılarının görüşlerini belirtir. Bu nokta izah edilmezse tartışma eksik kalır.
Bununla ilgili en önemli haber, Ebu Saîd el-Hudri’nin (r.a.)(1) Peygamber (s.a.s)’e atfettiği şu sözdür:
“Benden Kur’an’dan başka (işittiğinizi) yazmayınız. Kim ki benden Kur’an’dan başka (işittiğini) yazdı ise onu imha etsin.”
Aynı hadis, Ebu Hureyre tarafından da rivayet edilmiştir.(2) Ebu Saîd el-Hudri’nin yukarıda zikredilen hadisi, bir başka hadiseyi(3) de nakleder. Şöyle ki: “Hadis yazmak için Resulüllah’tan izin istedim, fakat reddetti.” Aynı haber Dâremi’nin Sünen’inde(4) şu mealdedir: “Bazı kimseler Resulullah’tan (işitilenleri) yazmak için izin istediler, fakat o reddetti.” Bununla beraber aynı zatın diğer bir rivayeti olumludur, kapıyı açık bırakır. Şöyle der(5) “Biz Kur’an’dan ve teşehhüdden başkasını yazmadık.”(6)
Zeyd ibn Sâbit’in rivayeti(7) şöyledir: “Allah’ın Resulü bize hadisten hiçbir şey yazılmamasını emretti.”
Bir ve aynı hadise ile ilgili olan bu rivayetlerin hiçbirinde açıkça beyan edilmiş bir emrin nedeni veya bağlamı belirtilmemiştir. Bağlamından yoksun bir metin bazan gülünç durumlar yaratabilir. Kur’an’ın 4:43 ayeti, eksik bir şekilde alıntılanırsa “namaza yaklaşmayın (namaz kılmayın)” emri ortaya çıkar.
Yukarıdaki haberler, hadislerin yazılmaması hakkındaki emrin sebeplerini izah etmiyor. Fakat madem ki biz Ebu Hureyre’nin adının geçtiğini görüyoruz, bunun sebeplerini izah için elimize bir ipucu geçmiş oluyor. Ebu Hu- reyre Hicret’in yedinci senesinde Hayber savaşı esnasında İslam’ı kabul etmiş ve Yemen’den henüz gelmişti.(8) Malumdur ki, Hicret’in üçüncü senesinde Zeyd ibn Sâ- bit’le Ebu Sâîd el-Hudri, Uhud savaşma gönüllü olarak iştirak etmek istedikleri zaman yaşlarının küçük olmasından (on, oniki yaşlarında idiler) Resul-i Ekrem (s.a.v.) efendimiz onların bu isteklerini reddetmişti.(9) Ebu Hureyre tarafından rivayet edilen diğer bir olay -aradaki ra- vi Abdur Rahman ibn Zeyd her ne kadar zayıf sayılsa da- meseleyi bir dereceye kadar aydınlatıyor. Rivayette şöyle deniyor: “Biz hadis yazmakla meşgul iken (bir gün) Allah’ın Resulü (s.a.v.) odasından çıktı, bize “ne yapıyorsunuz” dedi. ‘Senden işittiğimiz hadisleri yazıyoruz’ dedik; şöyle buyurdular: Allah’ın kitabından başka bir kitap mı istiyorsunuz? Sizden önceki kavimler (dinlere dair) Allah’ın kitabından başka kitap yazdıkları içirt yollarından saptılar.” ikinci bir rivayette şöyle bir fazlalık var: “Ebu Hureyre ilave etti: Bunun üzerine bütün bu yazılanları topladık, açık bir yerde onları yaktık.” Yine başka bir metin benzer şekildedir ve daha açıklayıcıdır: “Allah’ın kitabına eş olacak bir kitap mı? Allah’ın kitabını saf tutun (bozmayın), bulaştırmayın.”(10) Yukarıda adı geçen
Abdürrahman ibn Zeyd tarafından nakledilen Ebu Hureyre’nin bir başka rivayeti şöyledir: Resul-i Ekrem kendi sözlerini, bazı kimselerin yazdığını işitti, bunun üze- rine(mescitte) minbere çıktı. Cenab Hakk’a (mutad olan) hamdü senasını okuduktan sonra şöyle dedi: “Yazdığınızı işittiğim bu kitaplar nelerdir? Ben bir insanım, kimde böyle bir şey varsa (onu bana) getirsin” dedi.(11)
Bütün bu haberler, Hicret’in yedinci senesinde (628 M.) yahut ondan bir süre sonra bir gün Peygamber (s.a.v.) efendimizin alışılmışın dışında mühim bir konuşma yaptığını gösteriyor. Görünüşe göre Aleyhissalatü vesselam efendimiz, İslam’ın gelecekteki başarıları üzerine gaipten gördüklerine ve bildiklerine dair bazı haberler verdi ki, onların izleri bu Sahife’nin 22, 25, 29, 125 ve 127 no.lu hadislerinde görülür. O sıralarda Yemen’den bir gemi dolusu insan henüz gelmiş ve İslamiyet’i kabul etmişlerdi; ve memleketlerinde emniyet yokluğundan ve İslam’a karşı duyulan nefretten şikayet etmişlerdi. Bunun üzerine efendimiz (s.a.v.) Yemenlilerin hamiyet ve gayretlerini övmüş ve Yemen’in çok geçmeden İslam toprakları arasına gireceğini haber vermişti. Bu Yemenlilerden bazıları okuma yazma biliyorlardı. Onlara okuyup ezberlemeleri için Kur’an- ı Kerim’in surelerinden cüzler verildi. Bu insanlar bahis konusu olan sözleri işittikleri zaman onları da Peygamber efendimize olan bağlılıklarından dolayı yazmak istediler ve bazıları ellerindeki Kur’an sayfalarının kenarlarındaki boş yerlere yazdılar. Belki buradan “Allah’ın kelamını saf tutun, bulaştırmayın”(12)mealindeki emir çıktı. Hidayete ermiş bu kişilerin -her ikisi de aynı dilde olduklarından- Kur’an metniyle hadis metnini birbirlerine karıştırmalarından korkulması oldukça doğaldı.
Eğer şu varsayım doğru ise ve bahis konusu olan şey gaibe ilişkin idiyse, Peygamber (s.a.v.) efendimizin gayb aleminde gördüğü bazı şeyler geleceğe ve bunlar da kadere dair şeyler idiyseler, insanları, gereğini yapmaktan aıkoymamak için bunların sıradan kimselerin anlayışına bırakılmaları elbette doğru olmazdı. Bundan başka vahiy ile, gayb aleminde Cenab-ı Hakk’ın takdirini ruh gözü ile gizlice görüş arasında, yalnız zeki ve olgun insanların kavrayabildikleri büyük fark vardır. Peygamber (s.a.v.) tarafından gayb aleminde görülen şeylerin şekilleri şüphesiz ki doğrudur. Bununla beraber onlar oldukları gibi alınamazlar; bunlar tıpkı rüyada görülen şeyler gibi özel ve derin anlamları olan, yorum ve kavrayışa ihtiyaç gös- teren şeylerdir.
Hadisleri yazma yasağını nakleden, dinin emir ve yasaklarını gözetmedeki hassasiyetiyle tanınan bir zat olan Ebu Hureyre’nin “hadis üzerine pekçok kitap” yazması bu varsayımı kuvvetlendirmektedir. Peygamber (s.a.v.)in emri kesin, daimi ve kapsamlı olsaydı ve bir özel durum ya da geçici bir iş için olmasaydı, Ebu Hureyre çapında bir zatın bizzat kendisinin kitap üstüne kitap yazması dahi tasavvur edilemezdi.
Aynı şey, Peygamber (s.a.v.) hayattayken henüz çocuk olan İbn Abbas için de doğrudur. Hadislerin yazılmaması hakkındaki rivayetleri nakledenler arasında o da vardır. Bununla beraber yukarıda onun, çok sayıda hadis kitabı yazmak suretiyle diğerlerini geçmiş olduğunu gördük.(13)
Müslüman Araplar arasında okuma yazma öğrenme merakı, İslam’ın ilme verdiği önemle başladı. Kur’an o zamana kadar Arapça olarak yazılan ve manzum olmayan ilk eserdi. Peygamber’in sözleri de aynı dilden idi ve üslup benziyordu. Kur’an vahy halinde inmeye devam ediyordu ve Araplar da birbiri arkasından Müslüman oluyorlardı. Kur’an kitlenin dimağında kökleşmemişti; başka bir yazı ile karışacak olsa -suyun yağdan ayırdedildiği gibi- derhal farkedilemeyecekti.
Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak, o zamanın yazısının genellikle kaba ve gelişmesi için uzun bir zamana muhtaç olduğu söylenebilir. Ben, başka bir fikir ortaya atmaya cesaret ediyorum: Acaba Arap yazısı Yemen’de biliniyor muydu? Bu şüphelidir. Ebrehe, Peygamber (s.a.v.)’in bir çağdaşıdır ve onun Yemen’deki yazısı Müs- ned yahut diğer bir ismiyle Himyerî yazısı idi; Arap yazısı değildi. (Acaba Ebu Hureyre Medine’ye geldiği zaman Arap yazısını biliyor muydu?). Medine’ye gelince, bu şehirde, komşu Arapların çocuklarına yazıyı öğretenlerin Yahudiler olduğuna dair deliller vardır.(14) Zeyd ibn Sâ- bit’le Ebu Sâîd el-Hudri’nin İbrani yazısını bilmeleri ve (Arap dilini yazmak için) başlangıçta onu kullanmış olmaları ve Arap (Mekke) yazısının Medine’ye sokulmasının, Bedir savaşından sonra, yukarıda söylendiği gibi savaş esirlerini salıvermenin şartı olarak Müslüman çocuklarına okuma yazma öğretmeleri yoluyla gerçekleşmiş olması mümkün değil midir?
Kur’an’ın bütünlüğü ve doğruluğunu korumak arzusu,Peygamber (s.a.v.) efendimizi ortam ve şartların gerektir diği ihtiyat tedbirlerini almaya şevketmiş olabilir. Bunların mahiyetleri itibariyle geçici olmaları tabiidir.
Şu da kaydedilebilir ki, bizim bir elimizde hadis yazmayı yasak eden hadisler varsa, öteki elimizde de yazılmasına müsaade edenler vardır. Medine şehir-devletinin sınırları Peygamber (s.a.v.) tarafından yazılı olarak tesbit ettirilmişti ve bu belge Râfi’ ibn Hadic tarafından muhafaza edilmişti. Bir sahabe şöyle rivayet eder: “Ya Resûlal- lah! dedik, biz senden birçok şeyler işitiyoruz, onları yazabilir miyiz?” Şöyle cevap verdi: ”Onları yazın, hiçbir sakıncası yoktur.”(15)
Biraz önce Abdullah ibn Ömer ibn el-As’m hadis yazma alışkanlığı olduğuna işaret etmiştik. Bu işe nasıl başladığını şöyle izah eder: “Resul-i Ekrem’e gittim ve ya Resu- lallah, dedim, senin söylediklerini başkalarına nakletmek istiyorum, bunun için aklımdan yardım aldığım gibi elimin yazdığından da yardım almak istiyorum, şu şartla ki bu hususta senin de onayın olsun. Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdi: “istediğin bu ise, hadisi ezberle, sonra elinden yardım al ve aklından yaz.”(16)
Bütün bunlarda sözkonusu olan kaygı, Peygamber’e yanlış ve eksik bir şey atfetmemek gibi görünüyor. Bir metni ezberlemek ve yazmakta hata ve unutma ihtimali mevcuttur. Beşer kabiliyetinin sınırları içinde, hatadan kaçınmanın yolu, her iki metodu birden aynı zamanda kullanmaktır; böylelikle birinde bir kusur olursa diğerinden faydalanılarak onun düzeltilmesi mümkün olur.
Daha ihtiyatlı bir metod, okuma-dinleme yöntemidir.Başka bir ifade ile istinsah (kopya) edilen nüshanın, yazarının yahut aslının yetkili bir uzmanının huzurunda asliyle karşılaştırılmasıdır. Bunun önemi, ashab zamanında çok erken anlaşılmıştı. Hişam ibn Urve şöyle der: “Babam bana sordu: Kopya etmeyi bitirdin mi? Evet, dedim; sözüne devam etti: Aslıyla karşılaştırdın mı? Hayır dedim, Bunun üzerine babam fikrini şöyle dile getirdi: O halde sen onu sanki kopya etmemiş gibisin.”(17)
Bu tartışmaya ilmi bir cevap İbn el-Kayyim tarafından verilmiştir: “Bazı sahih hadislerin, hadis yazmanın Peygamber tarafından yasak edildiğini ve başka hadislerin de yazmaya izin verdiğini rivayet ettiği doğrudur. Fakat izin veren hadisler öbürkülerden sonra gelir. Dolayısıyla bu hadisler, yasak eden hadisleri iptal etmiştir.”(18)
Sonuç: Peygamber (s.a.v.)in, hadislerin yazılmasına ve yazılmamasına dair birbiriyle çelişen emirlerinin mevcut oluşu, ashab ta bir hayret uyandırmadığı gibi, bizde de uyandırmamalıdır. Herşey kendi bağlamı içinde mütalaa edilmelidir ve yegane hedef, hakikate giden yol ne olursa olsun hakikati ve yalnız hakikati meydana çıkarmak olmalıdır. Peygamber (s.a.v.)’in hadis yazılmaması hakkındaki emri, genel ve kesin olsaydı, Hz. Ebu Bekir’in ve Hz. Ömer’in ondan haberleri olmamasına imkan yoktu. Yukarıda gördük ki bu iki yakın sahabesi hadisleri yazmışlar yahut yazmak istemişlerdi. Birinin yazdıklarını silmesi, diğerinin de yazma fikrinden vazgeçmesi bir hakikat olsa da, bunlardan hiçbiri Peygamber (s.a.v.)’in bir emrine dayanmıyordu. Bu vakıa, hadis yazmamak hak- kmdaki emrin ne genel, ne de geniş kapsamlı olmadığının bir ispatıdır.
Dipnotlar:
(1)Hatib el-Bağdadî, Takyid el-Ilm (Şam baskısı, 1949, s. 29:32; aynı eserin yayıncısına göre ve Ibn Kuteybe’ye göre Muhtelif el-Hadis, s. 365; İbn Hanbel’in Müsned’i III, 31; Kitab el-Mesahif (İbn Ebi Davud ?) yaprak 2b; ed-Dâremi, Sünen, I, 119 (ikinci bölüm).
(2)- Mecma ez-Zevaid, I, 151, (yukarıda adı geçen Takyid’in yaymcısı tarafından zikredilen).
(3)-El-Hatib el Bağdadi, Takyid el-Ilm (Şam baskısı 1947) s. 32-33; et- Tirmizi, Sünen, 39:12 (Kitab el-llm, bab Kerahiyat el-llm).
(4)-Mukaddime, 42. Bölüm
(5)-Ebu Davud, 24:3 (Kitab el-llm, bab fi kitab el-Ilm).
(6)Teşehhüd, bilindiği gibi iki rekatın sonunda veya son tahiyyatta okunan duadır ki, hadistir, Kur’an değildir
(7)El-Hatib el-Bagdadi, Takyid el-llm s 35
(8)-İbn Abdel Berr, Istiab, Kûna (künyeler) md. 375.
(9)-El-Makrizi, Imta’ el-Esma, I. 119.
(10)-Bütün bu metinler için el-Hatib el-Bağdadi’ye bkz, Takyid el-Ilm- 5:33-34; ibn Hanbel’in Müsned’i, 111, 12-13.
(11)-El-Hatib el-Bagdadi, yukarıda adı geçen eser, s. 33-35.
(12)-Halife Ömer ibni Hattab (r.a.)’ın da buna benzer sözü vardır:
Kuran-ı Kerimi, başka herşeyden ayrı tutunuz.” İbn Sa’d, Taba- kat. VI 2.
(13)-El-Hatib el-Bagdâdi, Takyid el-llm, s. 36-40.
(14)-Belâzuri, Fütuh, s. 473.
(15)-El-Hatib el-Bağdâdi, yukarıda adı geçen eser, 72-73.
(16)-Ed-Dâremi, Sünen, Mukaddime, 43. bölüm.
(17)-Menazır Ahsen Gilani, Tedvin Hadis, s. 199; el-Hatib el-Bağdâdi, Kifaye, s. 237.
(18)- ihtisar el-Münziri li-Sünen Ebi Davud, V, 245-6; yeni baskısında İbn Hanbel’in Müsned’inde 6510 no.da zikredilmiş.
Kaynak:Muhammed Hamidullah-Muhtasar Hadis Tarihi