Genel Olarak Anlama
Yaşadığımız çağda bilim, gittikçe dallanıp budaklanmış ve artık önceleri bir bilim dalının alt konusu niteliğindeki bir alan, müstakil bir bilim dalı hüviyetini kazanmıştır. Buna paralel olarak “anlama” da müstakil bir bilim halini almış ve adına “anlambilim” denilmiştir. Onun için burada kısaca anlama ve hadîsle olan bağlantısından bahsedilecektir.
1.Anlama
Anlama kısaca; bir şeyi gerçeğiyle tanımak amacıyla, bütün halinde, zekâ ile kavramak veya; gösterilen, ispatlanan, açıklanan ve kabul edilen şeyin, tam ya da daha derin bilgisini kazanmak şeklinde tanımlanmaktadır. İnsanın bir şeyin sadece açık fikrine sahip olması, onu hayalinde tasavvur etmesi anlamak değildir. Çünkü anlamada en küçük bir subjektivism bulunmamalıdır. Buna göre anlama, yargı ve aklın katıldığı bir fiil olmalıdır.(912)
Anlama faaliyeti, anlamın ortaya çıktığı süreçle de bağlantılıdır. Bu nedenle bir ucunda söyleyenin (muhatıb), diğer ucunda da kendisine söylenenin (muhatab) bulunduğu iki yönü vardır. Anlatan özneden hareketle bu çaba anlatım (hitab) adını alır ve anlatılanın kavranması, anlatımın kavranmasıyla da alakalı olur. Anlam ise, bu iki tarafın “söyleyen ile kendisine söylenen” arasında, yani “söylenen”dedir. Söyleyen taraf, anlamı iletmek isteyen taraf olduğundan, “anlatan” konumunda; söylenen de “anlatılan” konumundadır(913).
Anlamın anlamı ve çeşitleri yanında, esas üzerinde durulması gereken husus, doğru anlamadır. Ortada bir anlatılan ve bir de anlaşılan varsa, ve bu ikisi birbirine tekabül etmiyorsa, yani anlatılan ile anlaşılan farklı anlamlar içeriyorsa, ya da ortada bir anlatılan ve fakat birden fazla anlaşılan varsa ve bu anlaşılanlar birbirlerinden farklı ise, bu takdirde ortada bir yanlış anlama var demektir(914). Eğer, anlatılan ve anlaşılan birbirine tekabül ediyorsa, bu anlama doğru anlama olmaktadır.
Ancak doğru anlamanın gerçekleşebilmesi için anlambilimciler bazı şartların gerekliliğinden bahsederler. Meselâ Rickman’a göre, anlamanın gerçekleşebilmesi için epistemoloji (bilgi nazariyesi) ile ilgili üç şart gerekmektedir. Bunlar: İnsan tabiatını bilmek, kültürel ortam hakkında bilgi sahibi olmak ve bağlamı bilmektir(915).
Modern anlambilimcilerin, gerek anlama, gerek doğru anlama ve gerekse bu anlamanın gerçekleşebilmesi için gereken şartlar vs. gibi konulardaki çalışmaları, teorileri, önerileri gelişerek devam etmektedir. Bugün hadîsi anlama teşebbüsünde bulunanların bu bilimlerden istifade etmesi kaçınılmaz bir hal almaktadır. Ancak burada, öncelikle hadîs ve anlamanın geçmiş dönemlerdeki tezahürlerinden bahsedilip, daha sonra günümüz anlama çalışmalarına değinilecektir.
1-Hadîs-Fıkıh ve Anlama
Hadîsçiler, hadîs malzemesini tesbit, tedvin ve tasnif ederken, Hz. Peygamber’le ilgili her şeyi kayıt altına almaya çalışmışlardır. Hatta bu rivâyetlerin, sahabe ve tabiîn nesilleri tarafından nasıl anlaşılıp değerlendirildiğine dair nakilleri de kaydetmişler ve hadîs terimini bütün bunlara şamil olacak şekilde kullanmışlardır. Bu, bir anlamda hadîsin bütünlük içerisinde anlaşılmasına yardımcı olacak şekilde, hadîsle ilgili bütün parçacıkların kayıt altına alınması anlamına gelmektedir. Bu parçalar, daha sonraki nesiller tarafından bütünleştirilip, çeşitli açılardan değerlendirilme imkânı sunmaktadır. Hadîsçilerin bu tavrı, bazen; “hadîsçiler faydasız birçok rivayet ediyorlar (916)şeklinde eleştirilere de maruz kalmıştır. Ancak unutulmamalıdır ki; anlama, sadece birkaç satırlık bir hadîsi,Arapça bilgisine dayanarak tercüme etmekten ibaret değildir. Sözün (hadîsin) niçin, ne zaman, nerede, neden, kime nasıl hangi şartlarda vs. söylendiği, doğru anlamanın ön şartlarındandır. Bu tür bir anlama ise bazen, lüzumsuz gibi görülen rivâyetlerin bütünleştirilmesiyle mümkün olabilmektedir.
Tarihi süreç içerisinde bakıldığında; “Hadîsçiler ilk dönemlerde daha çok rivâyetlerin tesbitiyle, fakîhler de anlamayla meşgul olmuşlardır” şeklinde bir genelleme mümkün görünmektedir. Fakîhlerin anlama konusundaki mesâilerini aslında “fıkh” ve “fakîh ” kelimelerinin lügat anlamları da teyid etmektedir.
Fıkıh, kelime anlamı itibariyle, Kur’ân’da; bilmek (ilim) (917) , mutlaka anlamak (918) , kavramak, idrak etmek, zekâyla anlamak, akletmek (919) gibi anlamlarda kullanılmaktadır. (920) İslâm alimlerinin bu kelimeye; anlamak, bilmek, keskin bir kavrayışla kavramak, somuttan hareketle soyut bilgisine ulaşmak ve konuşmanın gayesini bilmek şeklinde mana verdikleri de belirtilmektedir.(921)
Istılah anlamında fıkıh ise; ameli işlerle ilgili hükümleri ayrı ayrı delillerinden elde eden ilim olarak tarif edilmektedir.(922) Bununla bağlantılı bir başka ıstılah olan Fıkıh Usûlü ise, kısaca fıkıh istinbatını mümkün kılan kaideleri ve icmâlî delilleri bilmek veya kaideler ya da icmâlî deliller olarak tarif edilir .(913) Bu ilmin gayesi; müçtehidin yanlışa düşmeksizin şer’î-amelî hükümlere ulaşmasını temin için kaide ve metotları tespit edip ortaya koymak (924) olarak anlatılmaktadır. Buna göre, Fıkıh, şer’î delilleri anlamayla; Fıkıh usûlü ise anlama metodolojisiyle ilgili olmaktadır. Ancak bu anlama, şer’î olan nasslarla sınırlı olmaktadır. Halbuki hadîslerin hepsi “şer’î’ diye vasıflanamaz. Bu durum bir anlamda, fıkhın anlama alanı dışında kalan hadîslerin bulunduğunu da göstermektedir.
Halbuki hadîs ilminin gayesi, kısaca; bazı kurallarla, sened ve metnin halinin yani sahîh olup olmamasının bilinmesini sağlamaktır. Dolayısıyla konusunu, hadîsin sened ve metni oluşturmaktadır(925). Hadîs ilminin alt bilim dalları olan Rivâyetü’l-Hadîs; “Rasûlullah’ın söz ve fiillerinin naklini, onların rivâyeti ve zabtını ve lafızların takririni incelemektedir”. Dirâyetü’l-Hadîs ise; “Rivayetin hakikatini, şartlarını, çeşitlerini, hükümlerini, râvîlerin hallerini ve şartlarını, rivâyetlerin sınıflarını ve bununla ilgili durumları inceleyen ilimdir”(926). Buna göre Hadîs İlminin daha çok râvî ve merviyle, Fıkıh İlminin de anlamayla ilgilendiğini söylemek mümkün görünmektedir. Daha açık bir ifadeyle, hadîsçiler, öncelikle Hz. Peygamber’in hadîslerini tesbit etmek, onları tebdil ve tağyirden korumak ve gelecek nesillere bu şekilde nakletmek arzusunda olmuşlardır. Hatta onların bu tavrı, zaman zaman gündeme getirilmiş ve bu konuyla ilgili olarak, eczacı-doktor benzetmesi yapılmıştır.
eş-Şâfi’î’nin, bazı hadîsçilere (ashâb-ı hadîs); “Siz eczacılarsınız, biz de doktorlarız”(927) şeklindeki sözünden; hadîsin zabt ve tesbit edilerek tebdil ve tağyirden korunmak suretiyle gelecek nesillere aktarılmasını sağlamak amacıyla, bir araya toplanmasının hadîsçilerin görevi, bu malzemenin zaman, zemin vs. gibi faktörleri göz önüne alarak kullanılması ve güncellemesinin de fakîhlerin görevi olarak algıladığı anlaşılmaktadır. Zira eczanede, farklı dertlen derman olabilecek değişik ilaçlar bulunmaktadır. Bunların hepsi “ilaç” olmasına rağmen, her ilacın her bir derde şifa olduğunu düşünmek yanlıştır. Doktorlar ise, hangi derde hangi “ilaç”ın dev olduğunu bilir ve buna göre tedbirler alırlar. İlaçsız doktor, doktorluk görevini hakkıyla yerine getiremeyeceği gibi, doktorsuz ilaç da derman verici özelliğini tam olarak icra edemez(928). Dolayısıyla Hz peygamber’e nispet edilen her türlü söz, fiil ve takririn tesbit edilip muhafaza altına alınması işi hadîsçiler tarafından yerine getirilmiş ve çeşitli eserler oluşturulmuştur. Ancak bu eserlerdeki her bir hadis (ilaç), fakîhler (doktorlar) tarafından uygun bir şekilde değerlendirilerek dönemin Müslümanlarının istifadesine sunulmaya çalışılmış veya çalışılmaktadır.
Hadisçi ve fakihlerle ilgili söz konusu yaklaşım, sadece eş- Şâfi’î’ye ait değildir. Meselâ Ebû Ca’fer et-Tahâvi; Ebû Süleyman’ın hadîs eserlerine bakmış, onları incelemiş ve; “Ey Ebû Süleyman! Siz eczacılar, biz de doktorlarız” demiştir.Yine kendisini hadisçi sayan eş-Şa’bî, fakîhleri kastederek; “Ey Fakîhler! Siz tabip, biz de eczacılarız” demiştir(930). Hatta onun bu sözü, şu olaydan dolayı söylediği rivayet edilmektedir: “Bir adam A’meş’e gelerek bir soru sordu. A’meş’in yanında Ebû Hanîfe de vardı. A’meş Ebû Hanife’ye dönerek; “Nu’man; konu hakkındaki görüşünü söyleyiver” dedi. O da gereken şeyleri söyledi. Bunun üzerine A’meş; “Bütün bunları nereden söyledin?” diye sorunca Ebû Hanîfe; “Senin bize anlattığın hadîsten” diye cevap verdi. Bu durumda A’meş; “Bizler eczacı, (931)siz de doktorlarsınız” dedi .
Yine ed-Dihlevî’nin ashâb-ı hadîs ve ehl-i reyin farkını anlattığı bir konuda naklettiği İmâm eş-Şâfi’î’nin, Ahmed b. Hanbel’e söylediği; “Siz (ehl-i hadîs), hadîsleri bizden (ehl-i rey) daha iyi bilirsiniz; eğer sahîh bir haber olursa, onu bize bildirin ki, biz onunla amel edelim”(932) şeklindeki sözü de bu ayırımın daha ilk dönemlerde olduğunu göstermektedir.
Bu durumu daha bariz bir şekilde ifade edenler de bulunmaktadır. Buna göre; muhaddislerin görevi, rivâyetleri önceki nesillerden alıp, sonraki nesillere nakletmektir. İçlerinde rical tenkidi, başka bir ifadeyle sened tenkidi ile meşgul olarak hadîsin sahihini zayıfından ayırt etmek ve metinlerin zıtlık ve ihtilaflarını göstermek vazifesini yapanlar olsa da, mana ve delâlet itibariyle metnin anlaşılması onlara ait değildir. Metnin anlaşılmasıyla uğraşan fukaha ve onların başında bulunan müçtehitlerdir. Bununla beraber, bir muhaddis fakîh de olabilir. Nitekim bu gibi zülcenaheyn din imamları da çoktur. Bir çok fukaha da vardır ki, bütün dikkat ve himmetlerini istinbat-ı ahkâma hasretmişler ve bildikleri hadîsleri zaruret olmadıkça rivâyete teşebbüs etmemişlerdir. Muhaddislerin bir vazifesi de, tafsilî delillerin bir kısmını ortaya koymak suretiyle müçtehitlere hizmet etmektir .(933) Bu görüşler daha sonra eleştirilse de(934), aslında geleneksel anlamda yapılanla, kısmen de olsa örtüşmektedir. Hatta bazı eserlerde, hadîslerden hüküm istinbatında, fakîh ve hadîs râvîleri arasında geçen bazı ilginç olaylar, bu durumu teyit edercesine nakledilmektedir .(935)
Bütün bunlar, ilk dönemlerde hadîsçilerin daha çok hadîslerin yazılı ve sözlü tesbiti, tedvini, sıhhatinin araştırılması ve rivâyetiyle meşgul olduklarını, fakîhlerin ise, bu malzemeyi anlamaya ve hayata sokmaya yönelik çalışmalar yaptığı şeklinde bir anlayışın olduğunu göstermektedir. Daha basit ifadesiyle, ilk dönemlerde, hadîsçiler ile fakîhler belli bir ölçüde de olsa uzmanlık alanlarını sınırlandırmışlardır. Hatta muhaddisler ve fakîhler arasındaki farkın normal olduğuna işaret maksadıyla; “Allah, her ilim için (uzman) insanlar yaratmıştır… (İnnellâhe haleka li-külli fennin rical…)” şeklinde sözler de söylenmiş, fakîhlerin senedsiz ve muhaddislerin tenkidinden geçmeyen hadîslerinin kabul edilemeyeceğini, hadîsçilerin de fıkıh konusundaki görüşlerinin kabul edilemeyeceğini belirten ifadeler kullanılmıştır ‘.(936)
Bununla beraber hadîsçilerin yoğun olarak hadîsleri anlamayla uğraştıklarını söylemek doğru olmadığı gibi, bu işle hiç uğraşmadıkları da söylenemez. Derecesi, derinliği ve amacı farklı da olsa, anlama çalışmalarında bulunan hadîsçilerin varlığı da tarihen sabittir. Başka bir ifadeyle, ondört asırdan beri yapılan hadîs usûlü çalışmalarının bile tamamının isnâd merkezli olduğunu düşünmek doğru değildir .(937) Zira anlamanın farklı boyutları bulunmaktadır. Kısaca ilk, orta, ileri diye nitelendirebileceğimiz anlama boyutlarından hiçbirisiyle hadisçilerin ilgilenmediklerini söylemek gerçekçi olmayacaktır. Hadisi duyan herkesin zihninde şekillenen bir takım anlamların oluştuğu gerçeğinden hareketle, uğraşısı hadis olan kişilerde, en azından ilk ve orta dereceli bir anlamanın varlığı kabul edilmeli ve yukarıda uzmanlık alanıyla bağlantılı olarak gündeme getirilen ayırımın, daha çok ileri derecede anlama faaliyetleriyle ilgili olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Ancak bugün gelinen noktada, hadîsçilerin ve fakîhlerin mesaisinin birleştirilmesinin anlamada önemli olacağı yönünde görüşler serd edilmektedir(938). Bunun anlamaya katkısı kabul edilmekle beraber, bu metodun bütün hadîslerin anlaşılmasını sağlayacak bir yöntem olamayacağı ifade edilmekte ve bunun sebepleri de anlatılmaktadır(939). Zira böyle bir durum, daha çok fıkhî hadîslerin anlaşılması yönünde bir çaba olacaktır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, bütün hadîsleri fıkhı bağlamda düşünmek ve bu şekilde anlamaya çalışmak bütüncül anlama için yeterli olmayacaktır.
Hadîsçilerin râvî ve mervi merkezli çalışmaları, aslında beraberinde, her bir isnâdın müstakil bir hadîs kabul edilmesi, zamanla o isnâdın metninin de bizatihi gerçekliğin tamamı veya kendisiymiş gibi algılanmasına yol açmıştır. Bu da “bütünün parçalanması”veya “parçanın bütün gibi algılanması ‘ diye tanımlanacak bir durumu ortaya çıkarmıştır. Zira her râvî, rivâyetten ulaşabildiği, ihtiyaç hissettiği veya muhafaza edebildiği kadarını rivâyet etmiştir. Bu ise, bir seferde sarf edilen bir sözün ya da ortaya konulan bir eylemin yalnızca bir parçasını ve bir yönünü bize aksettirmiştir. Aynı doğrultudaki içeriklerin farklı versiyonlarla gelmesinin bir sebebi budur. İsnâdın bizatihi bağımsız bir hadîs olarak kabulü, aslında bir bütünün parçası olan metnin de adeta bağımsız bir gerçeklikmiş gibi algılanmasına yol açmıştır(940) . Bunun sonucu olarak, konunun uzmanlarınca bilinen ve devamlı göz önünde bulundurulan bu durum, daha çok alan dışındakilerin hadîs anlamalarında yanılmalara neden olabilmektedir.
Sahâbe ve tabiûn döneminde başlayan anlama çalışmaları ve bunların “hadîs” kavramına dahil edilip hadîs kitaplarında yer alması, daha ilk başlarda görülen bir durumdur. İlk musannef eserlerdeki bab başlıkları (teracim), hatta bazılarındaki; “Rasûlullah’ hadîsinin yorumlanması babı”(941) gibi spesifik tercemelerin kullanılması, bazı müelliflerin hadîsten anladıklarının fıkıh bablarında saklı olduğunu belirten “fıkhu’l-Buhârî fî terâcimihi”(942) şeklindeki ifadeler, bunlara parelel olarak yazılan “garîbu’l-hadîs‘”, “müşkilu’l-hadîs”, “haşiye” ve “şerh” türü eserler, hadîsçilerin giderek anlama faaliyetlerine giriştiklerini göstermektedir. Buna ilâveten, daha sonraları, “Kabul ve red yönünden sened ve metni inceleyen ilim” diye tarif edilen Dirâyetu’l- Hadîs’in, aslında ilk dönemlerde, hadîsin anlaşılmasıyla ilgili bir bilim olduğu yönünde bilgiler de bulunmaktadır. Özellikle mütekaddimûnun Dirâyetül-Hadîs’i; “Arap dili kaidelerine, şeriat esaslarına binaen ve Rasûlullah’ın ahvâline uygun olarak hadîsin lafızlarından anlaşılan ve kasdedilen manayı araştıran ilim” şeklinde tanımladığı belirtilmektedir(943). Bu manada, Hadîs ilmini] mücerred rivayetten ibaret olduğunu söylemek doğru olmadığı gibi, onun mücerred dirayetten ibaret olduğunu söylemek de (944) doğru değildir .
Hadîsçilerin giderek uğraşmaya başladıkları anlama faaliyetleri, fakîhlerin anlayışlarının tekrarı olabildiği gibi, onlarınki kadar metodik olmasa da farklılıklar da gösterebilmektedir. İlk dönemlerde, meselâ “fıkhu-l-Buhârî” denilirken mutlak yorum ve anlama kastedilirken(945), daha sonraki fıkıh (anlama) daha ziyâde, Fıkıh ilminin konularıyla sınırlı kalmıştır. Bu anlamda fıkıh, hadîslerin anlaşılması konusunda katkıda bulunurken, zamanla anlaşılmayı bekleyen hadîslerin sınırlarını daraltmış da olabilmektedir. Başka bir ifadeyle bazı hadîsler, fıkhın kapsama alanı dışında bırakılmıştır. Bu durumda, özellikle şarihler, bazı hadîslerin şerhini yapabilmek için aslında ilgili olmamasına rağmen, bir şekilde alaka kurup onları fıkıh alanına çekmeye çalışmışlardır.
Bu durum bazı alimlerin de dikkatini çekmiş ve bunun doğru olmadığı yönünde ifadeler kullanmalarına sebep olmuştur. İbnu’l-Kayyım’ın “Kitâbu’r-rûh” adlı eserindeki şu ifadesi bu açıdan önemlidir: “Noksanlaştırma ve aşırılaştırmaksızın Rasûlullah’ın muradını anlamak gerekir. Onun kelâmı, ihtimali olmayan bir konuya hamledilmemelidir. Onun muradı, kastettiği hidayet ve beyandan uzaklaştırılmamalıdır. Bu prensiplerin ihmali veya bunlardan dönmek, insanı doğrudan yanlışa götürür…”(946).
Burada öncelikli olarak Hadîs ilminin kapsamı ve hadîsçinin araştırma alanını tayin problemi önem arz etmektedir. Hadîs ilmi, dolayısıyla hadîsçi; “hadîsin nasıl araştırılacağı ve değerlendirileceği konusunda, metodoloji mi geliştirir?”, “Hadîsçi, sadece hadîsin sübut problemiyle mi uğraşır?”, “Hadîsçi, sübut problemi yanında, hadîsin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda kıstaslar mı koyar?”, “Hadîsçi, hadîsi en geniş anlamda anlamak ve değerlendirmekle de sorumlu mudur?” gibi sorular, hadîs araştırmalarının alanını belirlemede cevaplanması gereken önemli problemlerdir. Bugün için bu soruların cevaplanması konusunda, varılmış ve varılacak sonuçların müttefakun aleyh cinsinden olmadığı bilinmektedir.
“Hadîsi anlama” ile ne kastedildiği, öncelikli olarak aydınlatılması gereken bir problemdir. Bununla, yüzeysel ve hadîs metninin ilk defa işitildiğinde insan zihninde canlandırdığı anlamlar kastediliyorsa, sadece hadîsçi için değil, hadîsle uğraşan ve bir şekilde ondan istifade eden herkes için böyle bir anlamadan bahsedilebilir. Nitekim Hz. Peygamber’in; “Allah, bizden bir söz (hadîs) işitip onu tebliğ edene kadar koruyanın yüzünü ak etsin. Zira (bilgiyi) kendisinden daha fakîh olana ulaştıran nice bilgi taşıyıcıları (hâmili fıkh) vardır. Ve (yine) nice bilgi taşıyıcıları vardır ki, fakîh değildir”(947) şeklindeki sözünden, anlamanın ilk ve ileri aşamada olmak üzere en azından iki kısımda değerlendirilmesi gerektiğini anlaşılmaktadır.
Bunu belki üç kısımda ele almak da mümkündür: İlk, orta ve ileri düzeyde anlama. Bunların kesin sınırlarını ve tanımlarını yapmak mümkün olmamakla beraber, bir hadîsin duymakla ilk anda akılda oluşan anlamların ilk, bunların fıkıh bağlantılı olarak ve yaşama geçirilmek üzere anlaşılmasını orta ve bunların sadece birer dini metin olarak değil, hayatın her alanıyla ilgili önemli veriler olarak kabul edilmesi, ve her bir bilim dalının kendisiyle bağlantılı olarak kabul ettiği hususları derinlemesine incelemesi, ileri derecede bir anlama olarak tanımlanabilir.
Hadîs, sadece Hz. Peygamber’e nispet edilen söz, fiil ve takrir olarak anlaşılsa dahi, onun ileri derecede anlaşılma ve yorumlanması ideal olmakla beraber, günümüzdeki uzmanlaşma durumu göz önüne alındığında, böyle bir anlamanın bir hadîsçi tarafından yapılabilmesinin mümkün olmadığı söylenebilir.
Bu bakış açısına göre meselâ “misvak” hadîslerinde anlamayla ilgili şu hususlar gündeme gelecektir:
1-Bu rivâyetlerin Hz. Peygamber’e aidiyet derecesi nedir? (Bu tamamen hadîsçinin uzmanlık alanına girmektedir)
2-Hz. Peygambere ait olduğu tesbit edilen bu rivâyetlerden ilk önce ne anlaşılmaktadır? (Bu da hadîsi her duyan kişinin ilk önce anladığı şeydir. Dolayısıyla bu şekildeki bir anlamadan hadîsçi kendisini müstağni kılamadığı gibi, hiç kimse de kılamaz)
3-Bu hadîsler bugün bizim için ne ifade eder? Bağlayıcılık derecesi nedir? Misvak kullanmak, farz mıdır?, sünnet midir? vs. Burada kastedilen ağız temizliği mi, yoksa bizzat misvakın kullanılması mıdır? Bütün bu sorular, hadîsçi ve fıkıhçı işbirliğiyle cevaplanabilir. Bu, orta derecede bir anlama sayılabilir.
4-Ancak aynı misvak olayı, bir diş hekimi akademisyen tarafından, tamamen sağlık açısından ve laboratuar şartlarında; misvak ağacının maddesi, içerikleri, ağızdaki mikro-organizmalarla etkileşimi açısından incelenmesi ve misvağın sağlık açısından temizlik dışında, bizim vâkıf olamadığımız başka faydalarının olup olmadığının araştırılıp ortaya konulması, ileri bir anlama ve yorumlama olarak değerlendirilebilir. Bu tür bir anlama, ne hadisçi ne de fıkıhçının yapacağı iştir.
23 Yıl boyunca Allah’ın kendisine verdiği risâlet görevini yerine getiren Hz. Peygamber’in, bu süre içerisinde karşılaştığı çok değişik durumlar karşısında söylediği, yaptığı ve hatta sustuğu durumları, kuşatıcı ve derinlemesine değerlendirmek için, hayatın her alanını ilgilendiren bilim dallarını bilmek ve meseleye bu şekilde bakmak gerekmektedir. Zira, iktisat, ekonomi, eğitim, sosyoloji, psikoloji, tarih, hukuk, iletişim, tıp vs. gibi bütün bilim dallarını ilgilendiren unsurlar, onun hayatında doğal seyri içerisinde yer almıştır.
Bütün bunlara istinaden, bir hadîsçinin hadîsi anlamasını, daha sonraki ve değişik bakış açılarına kaynaklık edebilecek tarzda, daha çok malzeme sunumunu yansıtan türde ve orta seviyede bir anlama olması gerektiği söylenebilir. Başka bir ifadeyle bir hadîsçi, hadîsi, farklı bilim dallarını ilgilendiren unsurlarıyla beraber bir araya getirmeli, bütünleştirmeli, hem hadîs metnini kendi iç siyakı, hem de sosyal-kültürel, ferdî-psikolojik, fizikî-coğrafî, zaman-zemin vs. bağlamlarını oluşturan harici siyak bütünlüğünde sunmalıdır.
Bu sunum yapılırken, anlamadan müstağni kalınamayacağı aşikar olmakla beraber, bu anlamanın ileri derecede, son ve nihai olduğu da söylenemez.
c-Yeni Anlama Metodolojilerine Doğru
Son dönemlerde hadîs anlama metodolojisi geliştirme yolunda bazı çalışmalar yapılmaktadır(948) . Bu çalışmalarda anlamanın teorisi geliştirilmeye çalışılmış, özellikle hadîsi bütünlük içerisinde anlayabilmek için dikkat edilmesi gereken noktalara da temas edilmiştir. Örnekleme açısından, sadece iki çalışmada serdedilen genel ilkelere atıfta bulunmak yerinde olacaktır.
1-Bir görüşe göre, anlamada şu beş kategori göz önünde bulundurulmalıdır.
a-Bunlardan birincisini zihin belirler. Bomboş bir zihin, böyle bir faaliyette bulunamaz. Onun doğruluğunu belirleyecek şey, zihinde var olan doğru ön fikirler olmalıdır. Bu ön fikirlerin anlama kategorilerinin tümünden sonra, anlama faaliyetinin tüm unsurları göz önünde bulundurularak elde edilen sağlam fikirler olmasına dikkat edilmelidir. Şu kadar var ki, bu öncüller, tek başına bir şey ifade etmezler. Sadece anlama yolunda ilk adım atılmış olur. Anlama yolunda oluşan metodolojiler, başta Buhârî olmak üzere birçok musannifin, hadîsleri serdetmeye başlamadan önce attıkları başlıklar (teracim), yahut bölüm başında yer verdikleri âyetler bu vazifeyi görürler(949). Bu ön bilgilerin doğru anlamaya yardımcı oldukları gibi, yanlış anlamanın da başlıca sebebi olabileceği de akılda tutulmalıdır(950).
b-Anlamanın ikinci kategorisi, hadîsi dil bütünlüğü içerisinde anlamaya çalışmaktır. Bir kelimenin anlamı belli bir cümle ya da cümlelerin yer aldığı metinle ve bu kelimenin ait olduğu dilin bütün yapısıyla belirlenir. Dolayısıyla bir hadîsi doğru anlamak için, dildeki şu ilişkiler bütünlüğüne dikkat edilmelidir.
–Hadîsteki kelime ve cümlelerin dil ile olan ilişkisi,
–Hadîsteki tek tek kelime ve cümlelerin dil ile olan ilişkisi,
–Bir hadîsin, aynı konudaki tüm hadîsler ve o husustaki uygulamalar ile olan ilişkisi,
–Hadîsin sünnetin geneliyle olan ilişkisi,
–Hadîsin başta Kur’ân olmak üzere dinin bütünü ile olan ilişkisi(951).
c-Her sözün etkileşim yönünde iki süreci vardır; biri, hangi şartlardan etkilenerek söylendiği, diğeri ise hangi dış şartları etkilediği. Buna kuvvet kategorileri(952) adını veren anlam bilimciler de vardır.(953)
d-Hadîsin bağlayıcılık derecesini belirlemek
e-Hadîsi son olarak mekâsidü’ş-Şerî’â bağlamında, yani dinin genel esas ve ilkeleri doğrultusunda bir değerlendirmeye tabi tutmaktır. Yani Şârî’in genel maksatları ile, ümmetin maslahatlarına uyup uymadığını tespit etmektir .(954)
2-Bir başka görüşe göre, hadîsin doğru anlaşılması ve yorumlanması konusundaki genel ilkeleri şu şekilde özetlemek mümkündür.
a-Hadîslerin söyleniş sebeplerini araştırmak,
b-Aynı konudaki hadîsleri bütünlük içerisinde değerlendirmek,
c-Görünüşte birbirine zıt olan hadîsleri değerlendirmek,
d-Hadîslerde kastedilen mana, ilke ve amaçları belirlemek,
e-Hadîsin metnini tahlil etmek.
Bu genel prensiplerden sonra, fıkhî hadîslerin sağlıklı bir şekilde tahlili için dikkate alınması gereken bazı esaslar şu şekilde sıralanabilir:
1-Metnin Çeşitli öğelerini dikkate almak
a-Metnin dili,
b-Metnin görünmeyen öğeleri,
c-Metnin ait olduğu sosyal bünye,
d-Metnin arka planı,
e-Metnin ait olduğu tarihi çevre,
2-Metnin bazı esaslara arz edilmesi
a-Rivâyet metninin akla arzı,
b-Rivâyet metninin genel kural ve kıyasa arzı .(955)
Bu iki örnekten de anlaşılacağı gibi, son zamanlarda hadîslerin anlaşılması ve yorumlanması konusunda yapılan teorik çalışmalar, bu manada bir sürecin başladığını göstermekle beraber, bittiği anlamına da gelmemektedir. Yukarıda zikredilen her iki yaklaşımdaki bazı hususların örtüşmesi, bazılarının da farklılık göstermesi, bu konudaki çalışmaların henüz kemâle ermediği anlamına gelmektedir. Nitekim bu konuda farklı çalışmaların yapılmış olması da bunu göstermektedir(956) . Bunun doğal karşılanması gerektiğini ayrıca belirtmeye gerek yoktur. Zira yeni bir metodoloji ortaya koymak veya bunun alt yapısını oluşturmak, birkaç çalışmayla halledilebilecek bir konu değildir.
Bu bölümde, konunun felsefi ve aklî dayanakları üzerinde değil, hadîslerin bütünlük içerisinde anlaşılma ve yorumlanması için, olmazsa olmaz bazı hususlar üzerinde durulacaktır. Bu kriterleri çoğaltmak mümkün olmakla beraber, burada sadece en önemlileri üzerinde durulmakla iktifa edilecektir.
Bize göre hadîsi bütünlük içerisinde anlamanın olmazsa olmaz unsurlarını; onun dil bütünlüğü, bağlam bütünlüğü ve bağlayıcılık bütünlüğünde anlaşılması oluşturmaktadır. Bunlardan özellikle bağlam; sebep ve bağlayıcılıkla girift bir durum arz etmektedirler. Bağlamla ortam, sebeple bağlam, ve bunlarla da bağlayıcılık, dişlilerin birbirine geçmesi gibi girifttirler. Sebep, bazen bağlam, bazen ortam, bazen de bunların dışında bir şey olabilmektedir. Bunun için sebebi, bağlamın içerisinde değerlendirmek daha uygun olacaktır.
Bir hadîsi bütüncül bir şekilde ve doğru anlamak için gereken bağlam ve bağlayıcılığın tespiti, bazı soruların cevaplandırılmasına bağlıdır.
1-Hadîsi söyleyen veya yapan kimdir
2-Hangi sıfatla söylemiş ve yapmıştır?
3-Kime söylemiş veya kime yapmıştır?
4-Ne sebeple söylemiş veya yapmıştır?
5-Hangi amaçla söylemiş veya yapmıştır?
6-Ne/neyi söylemiş veya yapmıştır?
7-Nasıl söylemiş veya yapmıştır?
8-Ne zaman söylemiş veya yapmıştır?
9-Nerede söylemiş veya yapmıştır? .(957)
Bütün bu soruların cevabını sadece bir hadîs metninde bulmak oldukça güçtür. Ancak, aynı konudan bahseden hadîsler veya bir hadîsin farklı varyantları bütünleştirildiğinde bunların büyük bir kısmına cevap bulunabilir. Yine de cevapsız kalabilen sorular olabilir. Onlar da değişik tarihi bilgiler ışığı altında cevaplandırılabilir.
Bu sorular, şu sırayla sorulabilir: Kim + hangi sıfatla + kime + ne sebeple + neyi + nasıl + ne amaçla + ne zaman + nerede söylemiş veya yapmıştır? Bu sıralamayla sorulan sorulara alman cevaplara (dış siyak), hadîsin dil bütünlüğü (iç siyak) de eklenirse, bir hadîsin bütünlük içerisinde anlaşılması için gerekli olan temel unsurlar sağlanmış olur.
Prof.Dr.Selçuk Coşkun – Hadise Bütüncül Bakış,ifav,syf;267-281
Dipnotlar
912- Özcan, Zeki, Teolojik Hermenötik, Alfa Yayınları, İstanbul 1998, s. 104.
913- Cündioğlu, Dücane, Kurânı Anlamanın Anlamı, Tibyan Yayınları, İstanbul
914- Cündioğlu, Kur’ân’ı Anlamanın Anlamı, s. 20.
915- Bkz. Rickman, H.R, Anlama ve İnsan Bilimleri, A.Ü. Basımevi, Ankara 1992, s. 52-62.
916- Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 481.
917- Bkz. ll.Hûd,91
918- Bkz. 18. Kehf, 93
919- Bkz. 4. Nisa, 78.
920- Hallâf, a.g.e, s. 51.
921- özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 9
922- Hallâf, a.g.e, s. 185
923- Zeydan, Fıkıh Usûlü s. 33.
924- Zeydan, a.g.e, s. 33.
925- el-Kâsımî, a.g.e, s. 75.
926- el-Kâsımî, a.g.e, s. 75-76.
927- ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, X, 23.
928- Bkz. el-Leknevî, er-Ref’ ve’t-Tekmîl, s. 91.
929- İbnu’l-Kayserânî, a.g.e, III, 997; ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, XVI, 441.
930- İbn Hibbân, es-Sikât, VIII, 468.
931- es-Saydâvî, Ebu’l-Huseyn Muhammed b. Ahmed, Mu’cemu’ş-Şuyûh, Thk. Ömer Abdusselâm Tedmirî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1405 h., I, 80; İbn Adiy, el-Kâmil, VII, 7.
932- ed-Dihievî, Şah Veliyyullah, Huccetullahi’l-Bâliğa, Dâru’t-Turâs, Kahire Tsz., I, 148.
933- Bkz. Ahmed Naim, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1976,1,10.
934- Bkz. Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Hadîs Metodolojisi, s. 54.
935- Bkz. el-Kevseri, Muhammed Zâhid, Te’nîbu’l-Hattb ala mâ Sâkahu fi Tercemeti Ebî Hanîfete Mine’l-Ekâzîb, 1990, s. 12-14.
936- el-Hâtib el-Bağdâdî, Muhtasaru Nasihati Ehli’l-Hadîs, Tik. Yusuf Muhammed Sıdık, Dârul-Esâle, Sudan 1998, s.177-178.
937- Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Hadîs Metodolojisi, s. 55.
938- Bkz. Kahraman, Abdullah, Fıkhî Hadîslerin Doğru Anlaşılıp Yorumlanması Hususunda Bazı Esaslar”, CÜİF Dergisi, Cilt: V, Sayı: 2, Yıl: 2001, s. 173.
939- Bkz. Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadîsin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu ve Yeni Bir Metodoloji İçin Atılması Gereken Adımlar”, İslami Araştırmalar, Cilt: 10, Sayı: 1-2-3, 1997, ss. 32-34.
940- Ozafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 195.
941- Dârimî, Mukaddime, 50 (II, 10)
942- Bkz. İbn Hacer, Mukaddimetü Fethi’l-Bârî, s. 11.
943- Güler, Zekeriya, “Hadislerin Anlaşılmasında Rivâyet-Dirâyet Bütünlüğu, İlam Araştırma Dergisi, Cilt: 1, Sayı:2, 1996, s. 115; Aydınlı, a.g.e, s. 47.
944- Güler, “Hadislerin Anlaşılmasında Rivâyet-Dirâyet Bütünlüğü”, s.126.
945- Bkz. İbn Hacer, Mukaddimetu Fethi’l-Bâri, s. 9-10.
946- el-Kâsımî, Kavâid, s. 92.
947- Ebû Dâvud, İlm, 10 (II, 346).
948- Bkz. Görmez, a.g.e; Özafşar, a.g.e; Tekineş, a.g.e; Sancaklı, a.g.e.
949- Görmez, a.g.e, s. 202-203.
950- Rickman, a.g.e, s. 31.
951- Görmez, a.g.e, s. 203.
952- Rickman, a.g.e, s. 33.
953- Görmez, a.g.e, s. 204.
954- Görmez, a.g.e, s.204-205.
955- Bkz. Kahraman, a.g. m., ss. 153-175.
956- Meselâ Bkz. Özafşar, a.g.e, Sancaklı, a.g.e, Tekineş, a.g.e.
957- Bkz. Görmez, a.g.e, s. 206.
957- Bkz. Görmez, a.g.e, s. 206.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…