Hadisler Konusunda Önemli Bir Uyarı
Hanefî mezhebi ulemasından hadisçiliğiyle tanınan Molla Aliyyü’l-Kârî, Tezkiratü’l-mevzûât adlı kitabında “Kim Ramazan ayının son Cuma gününde farz namazlardan birini kaza ederse bu kaza namazı ömründe kılmadığı namazları yetmiş yıla kadar telafi eder” şeklindeki rivayete yer verir. Kimilerinin hadis diye aktardığı bu rivayetin bâtıl ve asılsız olduğunu ifade ettikten sonra şöyle der:
“en-Nihâye eserinin yazarının [yani Sığnâkî’nin] ve el-Hidâyeyi şerheden diğer âlimlerin hadis konusundaki nakline itibar edilmez. Zira bunlar hadisçi olmadıkları gibi, naklettikleri bu rivayeti hadis tahric eden herhangi bir kimseye de isnad etmemişlerdir.”
Bu bilgiyi, el-Vikâye adlı eserin şerhinde [Umdetü’r-riâye] nakleden Leknevî de şu yorumu yapar:
“Aliyyü’l-Kârî’nin bu sözleri çok önemli bir hususu ifade etmektedir ki o da şudur: Fıkıh kitapları her ne kadar füru fıkha ilişkin meselelerde haddi zatında muteber olsalar ve bu kitapların yazarları muteber ve fıkıhta kemale ermiş âlimlerden de olsa onların kitaplarında naklettikleri hadislere tam anlamıyla itimad edilemez. Onlarda yer alan hadislerin sırf o kitaplarda yer alıyor diye kesin olarak sahih ve sabit olduğu söylenemez.
Nice muteber fıkıh kitabında uydurma veya çelişik hadisler nakledilmiştir. Örnek olarak “cennet ehlinin dili Arapça ve Dürrî Farsçası’dır”, “takva sahibi bir âlimin ardında namaz kılan kişi sanki bir peygamberin ardında namaz kılmış gibi olur”, “benim ümmetimin âlimleri İsrailoğulları’nın peygamberleri gibidir” gibi rivayetleri zikredebiliriz.
Şayet bu fıkıh kitaplarının yazarları aynı zamanda muhaddis ise işte o zaman kitabında zikrettiği hadise itimad edilebilir. Yine kitabın yazarı hadisi, hadis kitaplarından birine isnad ettiğinde de eğer naklinde güvenilir ise onun sözü esas alınabilir.
Bu işin sırrı şudur: Yüce Allah, her bir makama uygun bir söz var etmiş, her bir ilim dalı için ona ehil kimseler var etmiş, yarattıklarından her bir gruba, sadece onlarda bulunup başkalarında bulunmayan özel bir faziletler lütfetmiştir.
Kimi hadisçiler vardır onların tek işi hadisleri anlamaksızın ve sırrına vakıf olmaksızın rivayet etmektir.
Kimi fıkıhçılar vardır, hadis rivayetleri konusunda herhangi bir becerileri olmaksızın sadece fıkha ilişkin meseleleri zabtederler.
Bunlardan her birini kendine uygun makamda değerlendirmemiz, onların mertebeleri üzerinde durmamız gerekir.
(Leknevî, Umdedü’r-Riâye alâ Şerhi’l-Vikâye, I, 64-65)
DEĞERLENDİRME
Molla Aliyyü’l-Karî ve Leknevî’nin bu sözleri, ilim muhitlerinde yaygın olarak yapılan bir yanlışa parmak basması bakımından son derece önemlidir. Zira çoğu zaman bir ilim dalında üstad ve mahir olan bir zat, başka bir ilim dalında böyle olmayabilir. Onun bir ilim dalındaki ustalığından yola çıkarak her bir alanda böyle olduğunu düşünmek hatalıdır. Fıkıhta üst derecelerde olan bir âlim, hadis konusunda böyle olmayabilir. Bu durumda güvenilir bir hadis kaynağına isnad ederek rivayette bulunmadığında sırf fıkıhtaki üstünlüğüne bakarak rivayet ettiği hadislerin sağlam olduğuna kanaat getirmek doğru olmaz. Aynı şeyi tefsirler için de söyleyebiliriz.
Söz gelimi Kadı Beyzavî tefsir, fıkıh ve usulde üstaddır ama tefsirinde surelerin faziletleriyle ilgili hadis ulemasının ittifakla uydurma olarak gördüğü pek çok rivayete yer vermiştir. Şu halde her bir ilmi kendi üstadından edinmeli, hadis kitapları dışındaki kaynaklarda yer alan hadisler konusunda o kitapların yazarı ne kadar büyük âlim olursa olsun işin erbabına müracaat etmelidir. Vallahu a’lem.
(Soner Duman /8.Receb.1439/26.03.2018/Pazartesi)