Güzelliğe hadd ü kenar olmaz. Her ayrıntı, her detay güzelliğin asli unsuru olabilir. Güzellik o meşhur ifadeyle “bölünmez bir bütünlüktür.” İnsanın ruh, beden ve melekelerine dair her incelik, her fizik ve metafizik unsur güzelliğe dâhildir. Güzel, bir metin bütünselliği içinde hasletlerini bozmadan onlar arasındaki insicamı ve irtibatı sağlama çabasındadır. Bu çaba, sürekli bir çabadır. Güzel, bir boyutuna değil bütün dikkatiyle iç bütünlüğüne özen gösterir. Suretini siretinden, bedenini ruhundan, aklını kalbinden bağımsız düşünürse parçalanacağını bilir.
Yalnızca gözün gördüğüyle sınırlı bir güzellik tanımı insan için eksik, hatta yanlıştır. İnsan yüzünde, sözünde, bakışında taşıdığı anlam ve derinlikle güzeldir. Hâl ve tavırlarında, davranışlarında, duyuşunda, sözünde zekâ pırıltısı taşıyandır “esas güzel.” Güzellik zıtlıklar içindeki uyum, benzerlikler içindeki başkalıktır. Bu yüzden güzellik, seyredilesi olmaktan daha çok düşünülesi, dikkat edilesi bir şeydir.
İnsanın insanlara iyi, güzel ve temiz görünmek istemesi tabiidir. Aksi hâl ise kendini ihmal etmektir. Ne var ki insanın kendi görünümüne ilgisi arttıkça kendiliğine dair asli/manevi ilgileri azalır. Güzellik dışta arandığında ve dış görünüşle sınırlandığında “görüntü” “içe”, “fotoğraf” “gönüle” galebe çalar. Dış güzelliği içeride besleyen safi bir güzellik yoksa o güzellik aldatıcı, donuk ve metalik bir güzelliktir. Bu güzellik, insanı hüsrana uğratabilir.
Dış güzelliğin iç kusurları görünmez kılması, dıştaki kusurun içteki güzelliği görünmez kılmasından fenadır. Hazin olan, insanın kendini aldatmasıdır. Güzelliğin sakladığı sahtelik aşikâr olduğunda muhabbet kesilir ve insan, kendi aldanışıyla yüzleşir. Güzellik bazen hileli olabilir, buna karşı daimî ihtiyat gerekir. İçinde “güzellik” olmayan ne kadar çok “güzel” var. Kendinden öte bir güzellik taşıyansa ne kadar nadidedir. Güzel, kendisini anlayana muttasıl tazelenen bir muhabbet verir.
Güzel, hariçten belirlenen güzellik ölçülerini aşarak kendi güzellik ölçütüne bağlı kalandır. Kendinin farkında olan, asaletine, vakarına, iç bütünlüğüne sahip çıkan kimse endüstrinin, tüketimin, modanın ruhunu rehin almasına izin vermez. Çünkü o hiçbir standarda tâbi tutulamaz. Güzelliğin göreceli olduğu her zaman söylenir ama ondan bir meta gibi söz edilemez. Bu bahiste son sözü göz değil, bakış söyler. Güzelliği algılamak onu gören gözün bakışına bağlıdır. Güzellik, bir kez bakılmakla güzelliğine kanaat edilen bir şey değildir. Güzellik sevilir. Sevilir, çünkü güzelliği keşfin sonu yoktur. İnsan güzele baktıkça oluşun/yaratılışın her an yenilendiğini, yeniden yaratıldığını hisseder.
Güzeller birbirine ruhça benzeyebilir ve birbirinin aynı davranışlar sergileyebilir. Fakat birinin diğerini taklit ettiği yerde yok olur güzellik. Estetik müdahale ile elde edilen güzellik, hakikatli ve sahici olmadığından ruhsuz ve içtenliksizdir. Estetik müdahalenin bu kadar sıradanlaşması güzele olan inancı zedeler. Öyle ki bugün hemen her doğal güzelliğin ardında “küçük dokunuşlar” diye masumlaştırılan hileler düşünülüyor. Güzelleşmek adına yapılan ve bir türlü sonu gelmeyen her dokunuş, güzelliğe inancı sarstığı gibi insanı estetik endüstrisinin kölesi hâline getirir. Estetik güzelliği tüketir.
Güzellik bahsi belki de daha ziyade ahlakın konusu olarak ele alınmalı. Ruhun sadeleşmesi ve arınması, olumsuz düşüncelerden kurtulması şüphesiz dinin, felsefenin, ahlakın en önemli meselesidir. Bu bahiste ilaveten söylenecek şey, arınmanın bir gereğinin de güzellik bilgisiyle mümkün olduğudur.
Güzelliği anlamayan, kendini/ruhunu güzelleştirmek için bir çabaya girmez. Hem kendine hem de güzel olarak gördüğüne hoyrat ve kaba davranır. İnsanın kumaşını güzele bakışı ele verir. Güzellik konusunda hususi tercihler yapmayı başaramamış insanların, ahlaki tercihlerinin de isabetli olamayacağını söylemişti İsmet Özel. Güzelin rengini merhametten aldığını düşünen şair, güzelliğe de elbette bu zaviyeden bakar.
İnsan düşünce ve davranışlarını sürekli terbiye ederek, kendini sürekli denetleyerek, bakışını sürekli incelterek güzellik anlayışını da ruhuyla birlikte geliştirir, olgunlaştırır. Güzellik bahsinde yoğunlaşmak insanın kendisi hakkında düşünmesini sağlar. Her insan, her varlık yaratılış/oluş itibariyle bizatihi güzeldir. Bazıları bunu fark eder, bazıları da kendinin dahi farkına varmaz.
Fatma Aliye’nin “Refet”i güzelliğin toplum içinde nasıl algılandığını daha çocukken anlar ve kendinde olmadığını düşündüğü güzellikle acımasızca yüzleşir. Toplum nezdinde saygı görmenin, kendini sevdirmenin, ilim öğrenmenin ve iş sahibi olarak toplum yararına emek ve değer üretmenin yüz güzelliğinden daha öte bir kıymet olduğunu ısrarla savunur hayatı boyunca. Dış güzellik vefasızdır, gelip geçicidir. Üstelik iyi ve mutlu olmanın, sevmenin ve sevilmenin garantisi de değildir.
“Har içinde biten gonca gül” misali, insan çektiği zorluklarla, biriktirdiği hikâyelerle güzelleşir. Kökünü suyun derinliklerine salarak suyun yüzeyine çıkmayı başaracak kadar güçlü ve dirençli bir nilüfer temsil eder güzelliği. Şule Gürbüz, güzelin güzel olmak ve güzel kalmak için ödediği bedeli ne güzel ifade eder: “Hangi taş ezdi seni, tadın böyle güzelleşmiş.” Biz de nadiren hayran kaldığımız güzellikler karşısında tam da bunu demek istemez miyiz?
Zorluk gördüğünde kaçmayan, elverdiğince güçlüklerle beraber yürüyen, küçük güzelliklerin kendini kıymetli bir yere taşıdığını kavrayan insanlar çabuk olgunlaşır. Onlar vakitsiz açan çiçekler gibi erkenden solmaz; bir kere açmışsa sonrası hep direnmektir onun için. Refet, diğer kabiliyetleriyle güzelliğin çok boyutlu ve çok sesli olduğunu kavramıştır. Biz de eğer içimizdeki Refet’e kulak verebilirsek bir insanı dünyada farklı (ve esasında güzel) kılan şeyin kendine özgü keyfiyeti olduğunu duyar ve görürüz.
Güzelliğe dair söz uzar gider. “Bu aşk bir bahri ummandır, buna hadd ü kenar olmaz” vesselam.