Güzel itibarını Ruhundan Alır

images13 Güzel itibarını Ruhundan Alır

‘Güzelden ve güzellik’ten bahsederiz ama güzeli ve güzelliği çevreleyen, inşa eden aslî unsurları, kav­ranılan, erdemleri, değerleri ya görmezden gelir ya da onlardan pek söz etmeyiz. O kadar ki güzelin güzel­liği yok etmesi, dilediği her şeyi yapmayı, mesela haddi aşmayı, vicdansızlığı kendine hak olarak görmesi gibi çarpık bir noktaya geliriz. Güzellik, insanın içindeki cevherdir ya da bir şeye baktığında gördüğü inceliktir. Güzel ise o cevheri lâyıkıyla işleyen ve taşıyandır. İn­san kendisini kendisi yapan şeyi bulur ve onu ince ince dokursa güzelleşir. Güzelleşmenin sayısız yolu vardır. Mühim olan insanın hangi güzellik algısına sahip ol­duğudur. Güzellik algısı şekilden ibaret olan, güzelin ruhunu anlayamaz, ona anlatılamaz da.

Güzellik algısı hayli tahrip olmuş insanların ça­ğında safi güzele, ruhunu koruyan bir güzelliğe rast­lamak neredeyse imkânsızdır. Vücut gibi artık bakış­lar da deforme olmuştur. Bozulan bakışlar, baktığının ruhuna eğilemez, göze ilk çarpan şeye dikkat kesilir ler. tik gördükleri güzel de olabil ir, kusurlu da. Güze­lin karşıtına çirkin derler ama güzelin karşıtı biçimsiz leşen, doğasını, anlamını kaybedendir.

Her insan aynı ölçülerde yaratılmamış, her insana aynı ölçüde kendinden memnuniyet duygusu veril­memiştir. İnsanın yüzünü, rengini seçemeyişi adalet­sizlik değil, insanın yüzü ve rengi sebebiyle üstün bir varlık olarak görülmesi adaletsizliktir. Aksi hâlde gü­zellik bir zulüm enstrümanı olurdu. Çünkü hiçbir var­lık aynı derecede ve eşitlikte güzel değildir. Bununla birlikte insana emanet olarak verilen bütün güzellikler ödünçtür, hepsi geçicidir çünkü insan, bedeninin hiç­bir zerresini kendi çabasıyla elde etmemiştir. Buna mu­kabil ruhunda yeşerttiği güzelliklerin hepsinde kendi hissesi vardır. İşte insanı insan kılan da o güzelliklerdir.

İnsan denilen varlık seçemediği yüzüyle değil, kal­binden haline yansıyanla değerlidir. Yüz ruha öyle ait­tir, ruhtan öyle bir parçadır ki ancak sahici bir yüzü olan ikiyüzlülükten, cahillerden ve cehaletten yüz çevi­rebilir. Yeni bir dünyanın başlangıcı olan hakikat günü geldiğinde ancak ‘bazı yüzler güzelliği ile panldaya cak’, ışıl ışıl olacaktır. O gün ‘bazı yüzlerse’ ruhlarında taşıdıkları şey sebebiyle ‘kararacak’, bazıları da ağara­caktır’. Yüz, ruhun aynasıdır. Bu aynanın cilası, şahsi­yetli bir ruhun öz bakımından yani ruhundaki incileri döküp «açmayışından, değerini yere dökmeyişinden kaynaklanır, itibar, saygınlık, kendine yakışanı yapma, zarafet, hâl, tavır ve hareketlerine dikkat etme, kendini ince ince işleme, karakterini inşa etme, kendini de âlemi de kalbiyle düşünme gibi hasletler ruhuna özen göster­mekle kazandır. Yeryüzü insan için yürüme derslerini icra etme mekânıdır. İnsan insandan istikametiyle ay­rılır. Kimileri yürüdükçe kabalaşır. Kimileri de yürü­dükçe incelir, burada misafir olduğunu idrak eder ve dikkatle bütün adımlarım güzele yöneltir.

Sırf estetik müdahalelerle sonradan seçden, başka­sına benzeme arzusuyla değişim geçiren yüzler sadece yüzlerine değd, karakterlerine de müdahale eder, kişi­liklerinin değişmesine sebep olurlar. İnsanın kendi yü­züne, onu önceki hâlinden bambaşka bir hâle çeviren bir müdahalede bulunması o insanın psikolojik an­lamda da kendini dönüştürmesi, ‘ben o değilim’, ‘ben buyum’ demesi anlamına gelir. Elbette insanın haya­tım kabusa çeviren ve estetikle ‘düzeltilen acil vakalar burada konu dışıdır. Tamamen keyfî, arzular ve bazlara uyarak yaradılışıyla oynanan yüzler, insanı kimlıksiz- leştirir ve nihayetinde sonu gelmez isteklerinin kölesi kılar. Efemine tavırların artması, kadının kadın ve er­keğin de erkek olmaktan çıkma eğilimleri, estetik mü­dahalelerin yaygınlaşmasıyla doğrudan ilgilidir. Güzel­liği gençlikle’ sınırlandıran ve daima genç kalmanın güzellik olduğunu dayatan anlayış, güzelliği de her türlü anlamdan soyutlar.

Güzelliğin bir kriteri yoktur ve güzel alternatifi ol­mayandır. Ancak güzelin üstünde güzel vardır, tıpkı akim üstünde akıl olması, elin üstünde el olması gibi. Güzeller de kendi içinde merhameti, sevgisi, şefkati, görgüsü, insanlığı, inceliği, işaret ettiği, sözü sohbe­tiyle birbirinden ayrılır. Neden bazı insanların yeri kal­bimizde başkadır? Neden yüzü güzele kırk günde do­yulur da huyu güzele kırk yılda doyulamaz denmiştir? Sûrete takılıp kalanlar, hakikatte saldı olan güzelliği, sîreti göremezler. Bir insanın, bir eşyanın, bir çiçeğin ruhuyla konuşamaz, onun varlığını hissedemezler. Bazı yüzler vardır, insana aradığı, unuttuğu tadı ve anlamlı hisleri hatırlatır. Bazı insanları görme arzumuzun ge­risinde adı konmayan bu hisler vardır. Bizi bir insana meftun eden o insanın yüzüne yerleşen, kalbinden suretine yürüyen anlamdır.

İnceleyin:  Bedenin Rüyası

Divan şairleri, güzeli tasvir ettikleri şiirlerinde, onu daha çok fiziki özellikleriyle anlatırlar. Güzelin ya­nakları rûh, hat, levh ve ruhsârdır. Parlaklığı hurşîd, mâh ve âteştir. Güzeli tarif eden renkler gül, gülgûn, nesrin, âl, gülberg ve lâledir. Güzel hep taze ve gerçek olamayacak kadar peridir. Divan şairleri, güzeli gör­mede ustalaştıkları gibi onu tasvir etmede de son de­rece cömert davranmış, onu anlatmak için mazmun­lar geliştirmişlerdir. Divan şiirlerinde güzel, gönle hitap ettiği kadar göze de hitap edecek şekilde anla­tılır. Güzelin kirpikleri, ok gibi câna batar ama onu
o yüksekliğe koyan mâşukun ona bakışıdır. Sevenin muhabbeti olmasa sevilenin güzelliği ehemmiyetsiz­dir. Güzel, ruhunun kaynaklarıyla güzelleşir fakat bu­yandan da güzele güzel denmesi, bakanın onda gör­dükleriyle de ilgilidir.

Sanat, güzeli herkesten ayn bir gözle temaşa etme ve onu ortaya çıkarma, anlama ve anlatma çabasıdır. Edebiyatsa güzeli dil ile icra sanandır. Edebiyat dışında matematik, fizik, felsefe, müzik, resim gibi başka sa­nat ve ilim alanlarına bakıldığında bunların her biri­nin, güzelin mahiyetini kavrama konusunda bir araç olduğu görülür. Güzelin mahiyetini kavrayan varlık üzerine düşünür, aşkın bir varlığın olduğunu kabul eder ve metafizik denilen madde ötesi alanda düşünce yürüyüşlerine çıkar. Mutasavvıfların “devir nazariyesi” olarak nitelendirdikleri varlık felsefesi, insanın tekamül yolculuğundan harekede her şeyin bir gün aslına rücu edeceğini, “Ondan geldik, yine Ona gideceğiz” anla­yışını, güzellik ve estetik ışığında ele alır. Buna göre yaratılmış her güzellik, mudak güzellikten bir pay al­mıştır. Güzellik maddî olana değil mânâ âlemine aittir. Maddî güzellikler biçim değiştirir, dönüşür, başkalaşır yok olur ama o güzelliği vücuda getiren yok olmaz, de­ğişmez ve ebedîdir. Bu hakikati ufuk edinen, kendini var edene sadakade bağlanır ve yalnız Ona iltica eder. Kendine verileni de dünyada gördüğü güzelliklerin de iHDilık Vaırhka ait olduğunu idrak eder.

Heidegger Ay’ın bizzat parıldayarak doğmadığını ancak ödünç alınan ışıkla doğduğunu ve parladığını söyler. (1) Demek ki güzel, başkasına muhtaç olmaktan imtina etmez, ötekinin varlığına ihtiyaç duyar. Gü­zel olan taklitçi değildir ama başkasından aldıklarını kendi karakterine göre şekillendirir. Başkasının kop­yası olmaz ama kendinden başka güzellerin izine ba­karak kendi yolunu inşa eder. Kendini en iyi, en güzel ve biricik zanneden insan hem ruhunu sakatlar hem de

kendindeki güzellikleri heba eder. Galenos, kendinin olağanüstü olduğunu sanan, başkasına akıl danışmayı ve başkasına ihtiyaç duymayı hakir gören kimselerin büyük yanlışlar yapmaya daha meyilli olduğunu söy­ler. [2 Kendini tanıyan, ruhuna eğilen, aczini, kusurunu, eksiğini bilen insanlarsa başkalarına danışmayı, başka izlere bakmayı önemli bir vazife olarak bilirler. Yani ‘kendilik bilinci’ ve ‘kendini tanıma^ ‘kendini bilme’denilen şey, kişinin kendindeki güzellikleri hissetmesi ama bunlardan kendine büyüklük, üstünlük payesi çı­karmamasıdır. Güzel sahip olduğu değerlerin farkında­dır, izzetinefsine, itibarına düşkündür. Kendini itibar­sızlaştıracak, değersizleştirecek söz ve eylemlere karşı daima teyakkuzdadır. Ruhunu incitenden, şahsiyetine hürmeti olmayandan hızla uzaklaşır.

Güzel, vaktini ziyan etmeyen, bilincini açık tutan, harekete geçen, eylemi kuşanandır. Zaman, en iyi ha­reketle algılanabilir. Durgun vakitlerde zaman hiç geç­mez, hareketli vakitlerdeyse zaman su gibi akıp gider. Güzel vakti zarifleştirir, onunla sohbet etmek kitap okumak gibi zamana derinlik katar. Kalp hatıralarda, gezinirken bu zarif vakitlerin serinliğini yeniden du­yar. Zamanın kokusu denilen şey, vaktin ruhunu his­settiren insanların dimağımızda bıraktığı etkidir. Gü­zel, sonu gelmez telaşelerin esiri olmaz, her dem kendi vaktini anlandı kılar.

Güzel bazen karanlıkta, bazen aydınlıktadır. Gü­zel, kavranması zor olan, kavramak için ince işçilik is­teyendir. Güzellikse bütünüyle anlamdır. Anlamsızlık ondan uzaktır. İsrail’in attığı bombaların kapsüllerine çiçek eken Filistinli kadının nasırlı elleri, dünyanın en güzel elleridir. O eller, kendisine bakanla konuşur, söy­leşir, dertleşir. Bomba kapsüllerini saksı yapan, onlara çiçek diken, o saksdan toprağa özenle yerleştiren ka­dın tepeden tırnağa asalet ve zarafettir. Asalet de za­rafet de güzeli çevreleyen, yalnız güzele ait olan has­letlerdir. Zarafet, hiçbir kalıba dökülemez. Irk, soy, makam, mevki, zenginlik, şöhret gibi suni değerlerin hiçbiri asaletin ve zarafetin semtine yaklaşamaz. En çok kadınlar üzerinden dile getirilen, kadınları tek tip bir kalıba dökmeyi amaçlayan ve kadına dayardan güzellik algısı, sorgulanmalı ve reddedilmelidir. Güzelliğin iade-i itibarı yani hayatımıza geri dönüşü sahte, plastik, sentetik güzellik anlayışının ve bu anlayışı pazarlayan endüstrinin tam karşısında durmakla mümkündür.

İnceleyin:  Savaş Ş.Barkçin - Kalbin Aklı ''Alıntılar''

‘Yeryüzü, güzel ve iyi olanı kötü, sahte, plastik, amorf ve çirkin olandan ayırt etmek için yaratılmıştır. ‘Kim lerin daha iyi davranışlarda ve güzel işlerde bulunaca­ğını denemek’ maksadıyla çeşitli güzelliklerle süslenip insana imtihan olarak verilmiştir.3 Yeryüzü, kıyamete değin hak ile bâtılın, iyi ile kötünün, güzel ile güzele düşman olanın birbiriyle mücadelesine şahitlik edecek­tir. Bütün ağırlıklar, sorumluluklar, zorluklar güzelin yoluna çıkacak ama o yaşadığı her güçlüğü bir imti­han bilip yoluna devam edecektir. Başkasının dünya­sını, hanesini, yerini ve yurdunu gasp eden, hem zâlim olup hem de mazlum muamelesi görmek isteyen, narsist, bencil ve kendini özel yaratılmış, seçilmiş bir var­lık zannederek Israillileşen her şeye karşı başkaldıra­caktır. Bir kere kendini güzelleştirmeye niyet etmişse insan, kendini var edene hürmeti artar. Zorluklar, yo­kuşlar, çetin yollar onu yıldıracağı yerde gücüne güç verir, şahsiyetini derinleştirir. Bir yerde herkes kırı­lır, gücenir ama yalnızca bazılarımız işine ve yoluna bakar. Kırıldığı anda kalmak insana hiçbir fayda ge­tirmez, üzüntüleriyle birlikte yola çıkmayı, onlardan kendine korunaklı bir alan örmeyi ve içindeki insanla konuşmayı öğrenmeli insan, ruhen güzelleşmenin yolu biraz da buradan geçer.

Walter Benjamin, büyük kentlerde yaşamanın ve modernliğin bir sonucu olarak gözün etkinliğinin, kulağın etkinliğine oranla daha fazla ve daha etkili olduğunun altını çizer.4 insanlar arasındaki karşılıklı ilişkileri belirleyen gözün etkinliğidir. Birbirini hiç ta­nımayan insanlar otobüste, tramvayda, metro, tren ve kafelerde birbiriyle tek kelime olsun iletişime geçme­dikleri halde birbirine bakmak, birbirlerini incelemek “zorundalar.” Birbirine bu denli maruz kalan, anlamlı ilişkiler kuramayan, insanın şekline, tarzına ve tipine dair çok fazla fikri olan ancak insanın ruhuna ilişkin merak duymayan bir toplumda güzel de lâyıkıyla an­laşılamaz. Böyle bir toplumda endam zekâya, ahlak­sızlık edebe, vicdansızlık vicdana, kabalık tevazuya ga­lebe çalabilir. İnsan haysiyetiyle oynayan teknik ilerleme çağında robotlar ve yapay zeka, insana galebe çalabi­lir ve insan kendinden şüpheye düşebilir. Nitekim ya­pay zekâ insanın yerine düşünüyor, şiir de yazıyor, gü­zellik de pazarlıyor.

“Güzellik seyredenlerin nasibidir”5 der Halil Cibran. Öyledir fakat güzellik yalnız seyirlik bir varlık  değildir. Güzel olan tefekkürü harekete geçirir. Bir kez güzeli anladıysa insan, Gül’ü gül ile tartmak, dağı da dağın üstüne, heybetli olanın yanma koymalı. Her şey dengiyle güzel. Her şeye yaradılışına uygun bir üs­lupla yaklaşılmak

Güzelin saygınlığı zaman zaman savrulmalar, da­ğılmalar, gerilemeler yaşasa da aslma dönmek için ver­diği çabadan, kendi özünü kavramak ve korumak için gösterdiği sürekli gayretten ileri gelir. Güzelin kıyası ol­maz, güzellik kıyaslanmaz. Kıyas kendini geliştirmek, olgunlaşmak, güzelliğe erişmek, huylarım güzelleştir­mek içinse iyidir. Aksi hâlde her tür kıyas hasedi, fe­sadı, kötülüğü, huzursuzluğu, mutsuzluğu getirir ve inşam aşağı çekerek değersizleştirir.

Hatice Ebrar Akbulut – İncelmiş Vakitler,syf:

Dipnotlar:

1.Martin Heidcgger, Kendileyiş, Çev.: Ömer Faruk Pek.«A Dergah Yay., 2022, İst., s. 56.

[2] Galenos, Ruhun Duygulanımlarının ve Hatalarının Teşhis Tedavisi, Çev.: Nur Nirven, Albaraka Yay., 2023, İst., s. 46

3-Kehf,18/7

4.Benjamin, Pasajlar, Çev.: Ahmet Cemal, YKY, 2017, İst, B2.

5.Halil Cibran, Bir Gözyaşı Bir Gülümseme, Çev.: Kenan fc- nalioğlu, Türkiye tş Bankası Kültür Yay., 2023, İst, s. 26.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir