Sorunun cevabına gelmeden önce bu soru üzerinden oluşturulmak istenen algıya temas etmekte fayda var. Günümüz bilim insanlarının çoğunun ateist olduğunu iddia edenler böylesi bir iddia üzerinden dinin cahil insanların kendilerini avutmak maksadıyla saplandıkları bir inanç keyfiyeti olduğu ve bunun’ aksine; okuyan, evreni inceleyen bilim insanlarının araştırdıkça dinden uzaklaştıkları ve tümüyle bu manzaranın bizi bilinçlenmenin dinden uzaklaşmayı gerektirdiği sonucuna götürdüğünü öne sürmektedirler. Yani sorunun altında çok temel bir nedensellik ilkesi yatmaktadır. Buna göre din insanlığı bilimsiz ilkel bir topluluk olmaya itmekte, bilim ise aynı insanlığın dinin sultasından kurtulmasına ‘neden’ olmaktadır.
Bu soruyu iki başlık altında ele alarak cevaplamamız mümkündür: Birincisi, soruda yer alan “bilim adamlarının çoğunun ateist olduğu” iddiası üstün körü bir bakışla ve günümüz dünyasındaki bilim algısından hareketle ortaya atılmış olan bir hipotezden ibarettir. Evet, bu bir hipotezdir ve kolerasyonu yoktur. Bu iddiayı güdenler, günümüzde natüralist bilim anlayışının hâkimiyetinden dolayı popülist bir söylem haline gelmiş olan “bilim-din uyuşmazlığı” ön yargısına dayanmaktadırlar. Nitekim bugün bilim adamlarının çoğunluğunun ateist olduğu veya bilimsel çalışma yapmanın ateizme zorunlu biçimde kapı aralayan bir faaliyet olduğuna dair elde mevcut istatiksel hiçbir somut çalışma yoktur. Bu sebeple sorudaki iddiayı ortaya atanlar iddialarını destekleyecek bir veri ortaya koyamamaktadırlar.
Bu sadette yapılan çalışmalara baktığımızda, bilim insanlarının iddia edilenin aksine kendilerini ateizmin mukabili olacak şekilde ‘dindar’ olarak tanımladıklarını görmekteyiz. Söz gelimi bugün internet üzerinden de PDF’sine ulaşma imkanımızın olduğu Elaine Howard Ecklund’a ait Science vs. Religion What Scientists Really Think isimli çalışma dünya genelinde bilim insanlarıyla yapılmış mülakatlardan müteşekkil bir çalışmadır. Elaine, bu çalışmasında birçok farklı ülkeden bilim insanlarıyla görüşmüş ve kendilerini inanç bağlamında nasıl değerlendirdiklerini sormuştur. Tezin giriş kısmında şu ifadelere yer verilmiştir: “Şimdiye kadar hiç kimse din ve maneviyatın ülkenin en iyi üniversitelerindeki bilim insanlarının hayatlarına nasıl girdiğini araştırmadı. Ne bir polemik ne de bir manifesto olan bu kitap, bilim insanlarının kendilerinden bilimsel olarak toplanan bilgilerin dengeli bir değerlendirmesini sunuyor. Bu sayfalar, ülkenin en iyi araştırma üniversitelerindeki yedi doğa ve sosyal bilim disiplininden seçkin bilim insanlarının farklı görüşlerini sunmaktadır. Onların hikayelerini anlatmak için, 2005-2008 yılları arasında Akademik Bilim İnsan- lan Arasında Din (RAAS) çalışmasının bir parçası olarak yürüttüğüm dört yıllık yoğun araştırma sırasında toplanan verilerden yararlanıyorum; yaklaşık 1.700 bilim insanıyla yapılan bir anket, 275’iyle bire bir görüşmeler ve üst düzey bilim insanlarının inanç meseleleri hakkında konuştuğu konferanslar ve halka açık etkinliklerden notlar. Bu bilim insanları yaptıkları görüşmelerde ve ankete verdikleri yanıtlarda din, maneviyat, dinin öğretimdeki rolü ve din ile bilim arasındaki güncel tartışmalar hakkında ne düşündüklerini ortaya koymuşlardır. Bu verilerin merkezinde, bu bilim insanlarının hayatlarından düşündürücü ve zaman zaman da dokunaklı hikayeler yer alıyor.
Dört yıllık bir araştırma sonucunda en azından bir şey netleşti: Seçkin bilim insanlarının inanç yaşamları hakkında inandıklarımızın çoğu yanlış. Bilim ve din arasındaki “aşılmaz düşmanlık” bir karikatür, bir düşünce klişesi, belki grup düşüncesi üzerine bir hiciv olarak yararlı, ancak gerçekliği pek temsil etmiyor. Bilim insanları hem kamusal hem de kişisel olarak çok sayıda dini zorlukla karşı karşıyadır ve bu zorluklara karşı çok çeşitli yanıtlar vermektedir.”[98]
Çalışmanın devamında bilim adamlarıyla yapılan görüşmeler sonucunda varılan kanaatin, meşhur ateist Dawkins’in bilimin Allah’ın varlığını yanlışladığı hipotezini boşa çıkardığına da şöyle temas edilmiş: “Oxford Üniversi- tesi’nden evrimsel biyolog Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı nda bilimin “Tanrı hipotezinin yanlışlığını kanıtladığını savunuyor. Ancak Dawkins’in bilim temelli ateizminin geniş halk kitleleri arasında kabul görmesi zor. (Konuştuğum bilim insanlarının çoğu da Davvkins’in halk arasında bilim davasını ilerletmek için çok az şey yaptığını düşünüyor.) Yine de, seçkin araştırma üniversitelerindeki bilim insanlarının yaklaşık yüzde 64’ü ya Tanrı’ya inanmadığından emin, yani klasik ateist görüşte ya da Tanrı’nın var olup olmadığını bilmiyor, yani klasik agnostik görüşte. Doğa ve sosyal bilimciler bu konuda benzer düşünmektedir. Radikal bir farklılık göstergesi olarak, genel halkın yalnızca yüzde 6’sı kendisini ateist ya da agnostik olarak görmektedir. Tersinden bakıldığında, halkın yüzde 60’ından fazlasına kıyasla, bilim insanlarının yalnızca yüzde 9’u Tanrı’nın varlığından şüphe duymadıklarını söylemektedir. Bu tutarsızlık bir sır değildir. Ancak bu mevcut duruma ne sebep oldu?
Aşağıdaki ifadelerden hangisi Tanrı hakkında inandığınız şeyi ifade etmeye en yakın olanıdır? | Bilim Adamları | Amerikan Halkı |
“Tanrıya inanmıyorum.” | %34 | %2 |
“Bir Tanrı olup olmadığını bilmiyorum ve bunu öğrenmenin bir yolu yok.” | %30 | %4 |
“Ben yüce bir güce inanıyorum, ama Tanrı değil.” | %8 | %10 |
“Bazen Tanrı’ya inanıyorum.” | %5 | %4 |
“Bazı şüphelerim var, ama Tanrı’ya inanıyorum.” | %14 | %17 |
“Tanrı’nın varlığından hiç şüphem yok.” | %9 | %63 |
Genel Halkla Karşılaştırıldığında Bilim İnsanlarının Tanrı İnancı
Tarihçi Susan Budd’ın anlattığı (on dokuzuncu ve yirminci yüzyılın başlarındaki İngiliz toplumundaki) ateistler ve agnostikler gibi, günümüz bilim insanlarının da inancı reddetmek için sayısız nedeni vardır. Bilim insanları yekpare bir inanç grubu değildir.
Bazıları için inanmamanın bilim hakkında daha fazla şey öğrenmekle ilgisi vardır. Diğerleri içinse, inanmama kararlarında bilimin kendisinin çok az etkisi olmuştur. Aslında, görüştüğüm bilim insanlarının çoğunluğu için onları dinden uzaklaştıran şey bilimin kendisiyle uğraşmak değil. Daha ziyade, inançsızlık nedenleri diğer Amerikalıların içinde bulundukları koşulları yansıtıyor: dindar bir ailede yetişmemişler; dinle ilgili kötü deneyimler yaşamışlar; Tanrı’yı onaylamıyorlar ya da Tanrı’nın çok değişken olduğunu düşünüyorlar. Diğerleri için ise din, hayatlarının tutkusu olan bilimle alakasız.”99
Bu alıntılardan sonra şunu bir daha ifade edelim: Farz edelim ki dünyanın belli bölgelerinde yapılmış şu araştırmanın dünya genelinde de rakamsal olarak bu minvalde bir sonuç verdi. Yine de bu, ilgili soru üzerinden bilim yapmanın ateizme yönelmenin zorunlu bir nedeni olduğunu ispatlamaz, zira görüldüğü gibi yapılan araştırmalarda rakamsal olarak daha fazla olduğu görülen ateist bilim insanlarını bu noktaya iten şey de dini araştırmaları değil, tamamen dış faktörlerdir. Dolayısıyla çok yaygın şekilde sorulan bu soru üzerinden varılmak istenen sonuç çıkmamaktadır. Meselenin birinci başlığında söyleyeceklerimiz bu kadar.
Gelelim ikinci başlığımıza… Bilim insanlarının çoğunluğunun ateist olduğunu varsaysak bile bu durum az önce bahsettiğimiz bilim ve ateizm nedenselliğini ispat edici bir nitelik taşımaz. Zira bilim insanlarını ateizme götüren şeyin keşfettikçe ateizme yaklaşma olduğunun ispat edilmesi gerekmektedir. Oysa bugünün natüralist bilim anlayışını değerlendirdiğimizde ideolojik yönelimlerin, yetişme tarzındaki keyfiyetin, yaşadığı çağın popülist algısının ve çevresel faktörlerin bilim yapmaya doğrudan etki ettiği görülecektin İdeolojilerin mahiyeti açısından her dönem böylesi bir etkiye sahip oldukları inkâr edilemez bir gerçektir. Diğer bir deyişle “ideolojiler, çeşitli türdeki amaçlara hizmet eden araçlar şeklinde bir işleve sahiptirler. İdeolojik düşünen, yani düşüncesine temel olarak bir ideolojiyi alan kişi, ilk bakışta ideolojiyi nihai amaç edinmiş gibi görünür. Hâlbuki ideoloji, “başka amaçlara ulaşmayı sağlayacak bir araç” olarak işlev görür.”[100]
Bu açıdan bilim tarihine de baktığımızda bilim felsefesi açısından her dönem belli bir düşünsel temanın daha baskın şekilde ön planda olduğunu görürüz. Bu önceki dönemler açısından kimi zaman pozitivizm olmuş, kimi zaman materyalizm ve günümüz açısından da natüralizm. Bilim Tarihi ve Felsefesinde başka bir kilometre taşı 19. yy’da Au- guste Comte olmuştur. Comte’un pozitivist felsefesinde insan zihninin gelişiminde üç hal yasasından söz edilir. Buna göre, teolojik, metafizik ve pozitif haller vardır. Bu üç hal yasası, tüm temel kavramlarımızın her birinin, her bilgi branşımızın ardı ardına üç farklı teorik halden geçmesine dayanır. Yani insan zihni tüm araştırmalarında bu üç felsefe yapma yöntemini kullanır. Birincisi insan zihninin zorunlu hareket noktasıdır; üçüncüsü insan zihninin sabit ve belirgin halidir; İkincisi yalnızca bir geçişi teşkil eder.’
“19, yy’da gelişen bu pozitivist/bilimci anlayış Marxizm’de de vardır. Marxizm’de de bilimsel olan metafizik olanın kar- çıtıdır ve bilimselliğin temelinde de diyalektik ve tarihsel materyalizm vardır. Buna ek olarak gerçeklik ve nesnel bilginin olanağına duyulan bir inançtan söz edilebilir.”
“20. yy’dan bazı bilim felsefecilerine bakıldığında (Pop- per, Lakatos, Feyerabend) temelde bilim ve rasyonaliteden bir dünya görüşü/ideoloji anladıkları görülmektedir/[101]
Bir inancı nefyederek salt bilim yapma iddiasında olan bilim adamları esasen daima bu tür inançlarla bilim anlayışlarını şekillendirmişlerdir. Bu tarz akımların kesif şekilde propagandası altında kalmış olmanın onları dine inanma noktasında ön yargıya ittiği gerçeği de ıskalanmamalıdır. Dolayısıyla tüm bunlar, bilim adamlarının dindar olmaması hususunda dinin kendisinden kaynaklanmayan, tamamen dış faktör sayılabilecek unsurlardır. Kendi dillerince “Tanrı tanımazlık” olarak da ifade edilen bu durumun sebeplerine dair meşhur filozof ve bilim insanı Francis Bacon’un şu ifadelerine burada yer verelim:
“Evet, sığ bir felsefe bilgisi insanı tanrı tanımazlığa yöneltir ama derin bilgi de gelir, en sonunda dine dayanır; çünkü insan kafası olayları dağınık olarak tek tek incelediği zaman çoğunlukla ikinci derecede şeylere saplanır kalır, ilerleyemez, ama ayrı durumları birbirine geçmiş halkalardan oluşan bir bütün içinde görürse ister istemez her şeye yeterli bir Tanrı’nın varlığına inanır. Tanrı tanımazlıkla en çok suçlandırılan Leukippos, Demokritos, Epikuros felsefe okulu bile dinin gerekliliğine en iyi kanıtları vermiştir, çünkü sonsuz bir düzen içine yerleştirilmiş dört değişken öğe ile değişmez bir tözün bir Tanrıyı gereksinmeyeceğine inanmak, gelişigüzel saçılmış sonsuz küçük yuvarın ya da parçacığın bu düzeni bu güzelliği tanrısal bir güç olmadan yaratabileceğine inanmaktan bin kez daha kolaydır. (…) Tanrı tanımazlığın insanların gönlünden çok dilinde olduğunu en güzel gösteren şey, tanrı tanımazların inançlarından kuşkuları varmışçasına başkalarına hep kendi düşüncelerinden söz etmeleri sanki onların da katılmasıyla daha bir güven kazanmaya çalışmalarıdır. Üstelik tanrı tanımazlar başka mezheplerde olduğu gibi kendilerine çömez de toplamaya çalışırlar. En önemlisi bunlardan kimisinin işkencelere katlanıp da gene inançlarından dönmemeleridir. Oysa Tann’mn olmadığına gerçekten inansalar bunca sıkıntıya girmelerinin ne gereği kalır? Epikuros u, “kutsal yaratıklar vardır ama kendi keyiflerine bakar, dünyanın yönetimini hiç umursamazlar’ dediği için ün kazanmak amacıyla iki yüzlülük etmekle suçlarlar, oysa dediklerine göre zamanında hoş görünmek için böyle konuşuyor gerçekte gizliden gizliye Tanrıya inanıyordu. (…) Büyük tanrı tanımazlar gerçekten iki yüzlüdürler, kutsal şeylerden alabildiğine duygusuzlukla söz ederler hep, en sonunda da sırım gibi duygusuz kalırlar. Tanrı tanımazlığın bir nedeni de dinde birçok ayrılıkların baş göstermesidir, çünkü tek bir ana bölünme iki yana da hız verir ama birçok bölünmeler tanrı tanımazlığa yol açar. Başka bir neden papazların yüz kızartıcı davranışlarının St. Bernard’ın dediği duruma varmasıdır. (…) Üçüncü neden, kutsal şeyleri bayağıca hor görme alışkanlığıdır, bu yavaş yavaş din saygısını ortadan kaldırır. Son neden de barış ile mutluluk içindeki yakın zamanlardır, çünkü kargaşalıklarla sıkıntılar insanın düşüncesini dine daha çok yöneltir.”[102]
Çokça referans aldıkları bilim insanlarından birinin kaleminden, bahsinde olduğumuz konuya farklı yönleriyle ışık tutacak olan bu satırlar, düşünenler için elbette ki birçok flu noktanın daha belirgin hale gelmesinde yardımcı olacaktır.
Buraya kadar aktardığımız malumatı özetleyecek olursak:
a.Bilim adamlarının çoğunun ateist olduğu varsayımı belli bölgelerde yapılan somut çalışmalarla lokal olarak ispatlanmış olsa da dünya genelinde bunun böyle olduğu henüz belirli bir çalışmayla ispatlanmış değildir.
b.Bilime çalışmanın; bilim adamı olmanın seri şekilde icra edilen deneysel tecrübelerden sonra dine mesafeli olmayı gerektirdiği şeklindeki iddialar tamamen varsayımdan ibarettir. Hiç şüphesiz bu varsayımda günümüzde bilimin amentüsü haline getirilmiş olan natüralizm akımına popülerlik kazandırma çabasının büyük payı vardır.
c.Bilim adamlarının çoğunun ateist olduğu ispatlansa bile bu durumu dinin eksikliği; demode oluşu gibi nedenlere bağlamak, objektiflikten uzak yanlı bir tutum olacaktır. Zira geride ispat ettiğimiz gibi bilim adamlarının ateist, deist ve agnostik olmalarındaki ana sebeplerin neredeyse tamamı dinle alakası olmayan dış faktörlerdir. Dolayısıyla “Bilim Adamlarının Çoğunun Ateist Olması İslâm’ın Yanlış Olduğunu Göstermez mi?” sorusuyla “bilimin dinden uzaklaştırdığı ve bunun sebebinin de dinin eksikliği olduğu” şeklindeki iddianın ne konuyla ilgili ortaya konulan veriler ne de meselenin pratikteki karşılığı açısından hiçbir gerçekliği yoktur.
Ömer Faruk Korkmaz – Sorun Kalmasın 2,syf:91-99
———————
98.Elaine Howard Ecklund’a ait Science vs. Religion What Scientists Really Think,Oxford University Press,New York-ABD,2010,S.5
99 Elaine Howard Ecklund, a.g.e., s, 16.
[100] Ali Rıza Saklı, “İnsana Ve Topluma Etkisi Bakımından İdeolojiyi Anlamak” Uluslararası Ekonomi, İşletme ve Politika Dergisi, s. 115.
[101] Adviye Erbay, “Bilim ve İdeoloji: Tekniğin İktidarı”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 11, Sayr II 2009 s 67. ’
[102] Francis Bacon, Denemeler, (Çvr: Akşit Göktürk), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2013, Baskı: X, s. 52-53.
0 Yorumlar