Giyim Ve Kuşam Adabı

74798594_tn70_0 Giyim Ve Kuşam Adabı

Durum böyle olduğuna göre âyet-i kerime değerli elbiselerin giyilebileceğine, Cuma ve Bayramlarda insanlara karşı çıkılacağı vakitlerde, kardeş­lerin ziyaretine gidileceği zamanlarda bunlarla süslenilebileceğine delalet et­mektedir. Ebu’l-Âliye der ki: Müslümanlar biribirleriyle ziyaretleştiklerinde gü­zel elbise giyerlerdi.

Müslim’in Sahih’inde Ömer b. el-Hattab’dan rivayete göre o, mescidin ka­pısı önünde Siyerâ denilen (saf ipekten), kendisine sarınılarak örtünülen bir elbise görür. Ey Allah’ın Rasulü, bunu cuma günü ve huzuruna geldikleri va­kit elçilere karşı giyinmek üzere satın alsan. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Bunu ancak âhiretten payı bulunmayan kimseler giyer.” [1]

Görüldüğü gibi tiz. Peygamber, Hz. Ömere güzel giyinme teklifine kar­şı değil, satılan bu elbisenin Siyarâ diye bilinen elbise oluşundan dolayı kar­şı çıkmıştır.

Temim ed-Dâri de bin dirheme bir elbise almış ve bununla namaz kılar-mış. Malik b. Dinar da kaliteli Aden elbiselerini giyermiş. Ahmed b. Hanbel’in elbisesi yaklaşık bir dinara satın alınırmış.

Şimdi bunlar nerede, keten ve yün gibi kaba elbiseleri tercih edip bu sö­zü edilen tutumlardan yüz çeviren, onlara iltifat etmeyen ve: “Takva elbise­sine gelince o daha hayırlıdır” (el-A’raf, 7/26) diyenler nerede. Heyhat! Acaba sözünü ettiğimiz bu kimseler takva elbisesini terketmiş kimseler miy­di? Allah’a yemin ederim ki hayır, bilakis onlar, hem takva sahibi kimseler­di, hem bilgili ve akıllı kimselerdi. Onun dışında kalanlar ise kuru iddiala­rın sahibi kimselerdir. Kalplerinde takva namına birşey yoktur.

Halid b. Şevzeb der ki: el-Hasen’a Ferkad’ın geldiği bir sırada yanların­da idim. el-Hasen, elbisesini alıp ona uzattı ve Ey Fureykad (Ferkadcik), Ey Um Fureykad’in oğlu, şüphesiz iyilik bu elbiseye bürünmekte değildir. İyi­lik kalbe yerleşen ve amelin tasdik ettiği şeydir.

Maruf el-Kerlıî’nin kardeşinin oğlu Ebu Muhammed, üzerinde yünden bir cübbe bulunduğu halde Ebu’l-Hasen b, Yesar’ın huzunna girdi. Ebu’l-Hasen ona şöyle dedi: Ey Ebu Muhammed, sen kalbini mi yüne bürüdün, yoksa be­denini mi? Sen onun yerine kalbini yüne bürü ve isterse Kûhî (diye bilinen) Kuhistan’dan gelme elbiseleri üst üste giyin.

Bir adam da eş-Şiblî’ye şöyle demiş: Arkadaşlarından bir topluluk geldi ve bunlar şu anda camide bulunuyorlar. O da yanlarına çıkıp gittiğinde üzerle­rinde yamalı elbiselerin ve peştemallerin olduğunu görünce, şu beyiti okumuş:

“Çadırlara gelince, şüphesiz ki onların çadırları gibidir.

Fakat gördüğüm kadarıyla mahallenin hanımları asıl hanımları değildir.”

Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiş: Ben de peştemale bürünmeyi ve yamalı elbiseler giyinmeyi şu dört sebep dola­yısıyla mekruh görüyorum:

1- Evvela bu, selef-i salibin giyindiği şeylerden değildi. Onlar, zaruret do­layısıyla elbiselerini yamalıyorlardı.

2- Böyle bir giyim fakirlik iddiasını ihtiva eder, Halbuki insan, Allah’ın üze­rindeki nimetlerini göstermekle emrolunmuştur.

3- Güya zahidlik gösterisidir Oysa biz zahidliğimizi örtmekle emrolunduk.

4- Bu, şeriatten yana kayıp uzaklaşan kimselere bir benzeme isteğidir. Bir kavme benzemeye çalışan ise onlardandır.

Taberî de der ki: Kıl yününden yapılmış elbiseleri giyinmeyi, pamuk ve ketenden -helalinden bunları giyinebilme imkânını bulabilmekle birlikte – ya­pılmış ebliseleri giyinmeye tercih edenler hata etmiştir. Aynı şekilde bakli­yat ve mercimek yeyip bunu buğday ekmeğine tercih eden de, kadınlara kar­şı arzu duyar korkusuyla et yemeyi terk eden de hata etmiştir.

Bişr b. el-Haris’e yün giyinmeye dair soru sorulmuş, böyle bir soru ona ağır gelmiş ve hoşlanmadığı yüzünden anlaşıldıktan sonra şöyle demiş: Şe­hirlerde yün giyinmektense ipek ve uspurlu elbiseleri giyinmeyi daha çok se­verim.

Ebu’l-Fcrec de der ki: Selef orta halli elbiseleri giyinirlerdi. Ne çok paha­lı ve kaliteli, ne de oldukça kalitesizleri. En iyi elbiselerini de cuma, bayram ve kardeşlerle karşılaşacakları vakitlere ayırırlardı. Daha iyi olanı tercih etmek onlar tarafından çirkin bir şey olarak görülmüyordu. Kişiyi küçük düşüren el­biseye gelince, bu da zahidlik ve fakirlik izharı (gösterişi) ihtiva eder. Ve san­ki Allah’tan bir şikâyet tavrı gibidir. Giyenin de küçük görülmesine sebep teş­kil eder. Bütün bunlar ise mekruhtur ve yasak kılınmış şeylerdir.

İnceleyin:  Hz. Âdem Yaratılışı ve Bütün İsimlerin Ona Öğretilmesi Hakkında

Birisi dese ki: Güzel elbise giyinmek nefsin bir isteğidir. Biz ise nefsimi­ze karşı cihad etmekle emrolunduk. İnsanlara karşı da süslenmektir. Oysa biz fiillerimizi insanlar İçin değil Allah için yapmakla emrolunduk.

Böyle bir itiraza verilecek cevap şudur: Nefsin arzuladığı her şey yerile­cek türden değildir. Aynı şekilde insanlara karşı kendisiyle süslenilen her şey de mekruh değildir. Bunlardan, eğer şeriat yasaklamış ise yasaklanılır, yahut din hususunda bunlar riyakârlık olsun diye yapılırsa yasak kılınır. Şüphesiz insan, güzel görünmeyi arzu eder. Ve bu nefsin bir payıdır, bundan dolayı da kişi kınanmaz. Bundan dolayı kişi saçını tarar, aynaya bakar, sarığını dü­zeltir, elbisenin kaba gelen astarını iç tarafına, güzel görünen dış tarafını da dışa giyinir. Bütün bunlardan mekruh görünen veya yerilen her hangi bir şey yoktur.

Mekhûi, Âişe(r.anha)’dan şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (sav)’ın ashabından bir topluluk onu kapıda bekliyorlardı.

O da yanlarına gitmek üzere dışarı çıktı. Evde içinde su bulunan bir de­ri kap (küçük bir kova) vardı. Suya bakarak sakalını ve saçlarını düzeltme­ye başladı. Ben: Ey Allah’ın Rasulü sende mi bunu yapıyorsun diye sordum, şöyle buyurdu: “Evet, kişi kardeşlerinin yanına çıkacağı vakit kendisine bir çeki düzen versin. Şüphesiz Allah güzeldir, güzel olanı sever.” [2]

Müslim’in Sahih’inde de İbnMes’ud’cUın Peygamber (sav)’ın şöyle buyur­duğu kaydedilmektedir: “Kalbinde zerre ağırlığı kadar kibir namına bir şey bulunan kişi cennete girmeyecektir.” Bir adam dedi ki: Kişi, elbisesinin, ayak­kabısının güzel olmasını ister. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Muhakkak Al­lah güzeldir, güzel olanı sever. Kibir de hakkı reddetmek ve insanlara yukar­dan bakıp onları küçük görmektir.” [3]

Bu anlamda hadis-i şerifler pek çoktur. Hepsi de temizliğe ve güzel gö­rünüşe delalet etmektedir. Muhammed b. Sa’d şunu rivayet etmektedir: Bi­ze el-Fadl b. Dukeyn haber verdi, dedi ki: Bize, Mende!, Sevr’den anlattı, o, Halid b. Ma’dân’dan dedi ki: Rasulullah (sav), tarak, ayna, yağ, misvak ve sürmesini yanına alarak yolculuk yapardı. İbnCüreyc’den ise, “kendisiyle taran­dığı fildişi tarak” dediği nakledilmekledir. İbnSa’d der ki: Bize, Kabisa b. Uk-be haber vererek dedi ki: Bize, Süfyan anlattı, o, Rabi’ b. Sabih’ten, o, Ye-zid er-Rukaşi’den, o, Enes b. Malik’ten dedi ki: Rasulullah (sav) başına çok­ça yağ sürer ve sakalını su ile tarardı. Bize, Yezid b. Harun haber verdi, bi­ze, Abbâd b. Mansur anlattı, Abbâd, ikrime’den, o, İbn Abbas’tan dedi ki: Ra-sulullıah (sav)’ın uyuduğu vakit hor bir gözüne üçer defa sürme çektiği bir sürmedaniığı vardı.[4]

 

  1.  Temiz Ve Hoş Rızıkdır:

 

Yüce Allah’ın: “Temiz ve hoş rızıklar” buyruğundaki; “: Temiz ve hoş şeyler” kazanç ve tat itibariyle hoş ve temiz şeyler hakkında kullanı­lan umumî bir isimdir. İbn Abbas ve Katade derler ki: Temiz ve hoş rızıklar ile cahiliyye dönemi insanlarının haram kıldıkları Bahîre, Sâibe, Vasîle ve Hamlar kastedilmektedir. Bundan kastın, kendilerinden lezzet alınan bütün yiyecekler olduğu da söylenmiştir.

İnceleyin:  Mevla ve Veli Lafızları Hakkındadır

Hoş ve temiz şeyleri terketmek ve lezzetlerden yüz çevirmek hususunda farklı görüşler vardır. Kimileri, böyle bîr tutum Allah’a yakınlaştırıcı bir amel değildir. Çünkü, mubah olan şeylerin yapılması da terkedilmesi de mü­savidir, demişlerdir.

Kimileri de böyle bir iş, bizatihi Allah’a yakınlaştırıcı değilse de dünya­da zahidliğe, uzun emelli olmamaya ve dünya için kendisini külfete sokma­yı terk etmeye götüren bir yoldur. Bu ise menduptur. Mendup olan bir amel de Allah’a yakınlaştırıcıdır, demişlerdir.

Başkaları da şöyle demektedir: Ömer b. el-Hattab (r.a)’dan şöyle dediği nakledilmektedir: Eğer istesek, hiç şüphesiz közde et pişirebiliriz, ince ek­mek ve kuru üzüm ile birlikte hardal bulundurabiliriz. Fakat ben, yüce Al­lah’ın bir takım kimseleri yererek: “Siz bütün hoş şeylerinizi dünya hayatı­nızda bitirdiniz” (el-Ahkaf, 46/20) diye buyurduğunu gördüm.

Bir başka kesim de bütün bunların kendisini külfete sokarak bir araya ge­tirilmesiyle, külfetsiz bir araya gelmeleri arasında fark gözetmişlerdir. Hoca­larımızın hocası, Ebu’l-Hasen Ali b. el-Mufaddal et-Makdisî der ki: -yüce Al­lah’ın izniyle de sahih olan bu görüştür- Peygamber (sav)’den hoş ve lezzet­lidir diye her hangi bir yemeği yemediği asla nakledilmiş değildir. Bilakis o, helva, bal, kavun, taze hurma yer, bununla birlikte dünyanın zevk verici ar­zulanan şeyleriyle uğraşıp alıiret işlerinden alıkoyması dolayısıyla da bu mak­satla külfete girmeyi hoş görmezdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

Derim ki: Kimi sufiler, temiz ve lezzetli şeyleri yemeyi mekruh görmüş ve Ömer (r.a)’ın şu sözünü delil göstermişlerdir: Et yemekten uzak durun. Çünkü, et de tıpkı şarabın alışkanlığı gibi bir alışkanlık yapar.

Buna şöyle cevap verilir: Bu, dünyada nimetleri tercih edip, arzularının peşinden devamlı koşmayı, nefsi zevk aldığı şeylerden yana rahatlatmayı ter­cih edip ahireti unutarak dünyaya yöneleceğinden korktuğu kimseler hak­kında söylenmiş bir sözdür. Bu bakımdan Ömer (r.a), valilerine ve komutan­larına (amirlerine) şu şekilde mektup yazardı: Nimetlere gark olmaktan, Acemlilerin elbiselerini giyinmekten uzak durun. Bunun yerine sıkıntılı ve zalıidane yaşayışı tercih edin.

Ömer (r.a) bu sözleriyle hiç bir zaman Allah’ın helal kıldığı şeyi haram kıl­mayı, yahut da ismi yüce ve mübarek Allah’ın mubah kıldığı bir şeyi yasak­lamayı düşünmemiştir, Diğer taraftan yüce Allah’ın buyruğu, uyulan ve da­yanak alınan sözlerin en hayır)ısıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı zineti temiz ve hoş rızıkları kim haram kılmıştır?” Peygamber (sav) da şöyle buyurmuştur: “Dünya ve ahirette en iyi katık ettir.” [5]

Hişam b. Urve’nin babasından, onun Aişe (r.anha) dan rivayetine göre Pey­gamber (sav) kavun ile taze hurmayı birlikte yer ve şöyle dermiş: “Bunun sı­cağı bunun serinliğini, bunun serinliği de bunun sıcağını kırıyor.” [6]

el-Maide Sûresi’nde (5/87. âyet, 1, 2. başlıklar ve devamında) iyi olmayan yiyecekleri tercih edenlerin kanaatlerine redde dair açıklamalar geçmiş bu­lunmaktadır. Bu âyet-i kerime de, başka âyet-i kerimeler de bu kanaate sa­hip olanların kanaatlerini reddetmektedir. Allah’a hamd olsun.

 

[1]-Müslim 2068/8, Buhari 857

[2]Hadisi bu lafızlarla tespit edemedik. Ancak son bölümü bir sonraki hadiste geçmektedir,

[3] Müslim, İman 147; lirinizi, Birr 61.

[4]İbnSa’d, Tabakaat, I. 484.

[5] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, V. 35.

[6] Ebu Davûd, Et’inıe AA. Yalnızca ikisini beraber yediğini belirtip sebebini açıklayan lafız­ları kaydetnıeksizin: Tirmiaî, Elime 36; İbnMâce, Et ime 37.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir