Kategoriler: İslam

Gazzâlî’nin Niyet Anlayışı

Muhammed Muhdi Gündüz

Giriş

Arapça kökenli olan niyet sözlükte genel olarak yönelmek (kastet­mek) ve sevk eden anlamlarına gelir. Yönelmek ileride olan bir ey­leme ilişkin olduğunda azim olarak adlandırılırken; eylemle beraber olduğunda ise kasd olarak isimlendirilir. Buna göre niyetin; azim, kasd ve sevk eden olmak üzere üç anlamı ön plana çıkmaktadır. Bu çalışmada niyetin bu anlamlarını göz önünde bulundurarak genel olarak Gazzâlî’nin niyet anlayışım; özel olarak ise bu anlayış çerçe­vesinde kişinin yaptığı eylemlerden ahlâkî açıdan sorumlu olduğu fikrini ele alacağız. Bunun için öncelikle Gazzâlınin niyet eden var­lık olarak gördüğü inşam, irade sahibi olması yönüyle inceleyip daha sonra niyetin kişinin gerçekleştirdiği eylemlerin ahlakı sorumlulu­ğunu üstlenmedeki fonksiyonunu irdeleyeceğiz. Son olarak da Gaz­zâlî’nin düşüncesinde “niyetin muhatabı ve mükellefi olan kişinin bir gaye ile eyleme yönelerek onun sonuçlarını üstlenmesi şeklinde anlaşılabileceğini iddia edeceğiz.

Gazzâlî’nin Niyet Anlayışının Genel Çerçevesi

Gazzâlî, insanın diğer canlılarla ortak olan beden ve onlardan farklı yönünü oluşturan ruhtan müteşekkil olduğunu düşünür. Ona göre insan ilk yönüyle ahlâk dışı bir varlık iken; ikinci yönüyle akıl sahibidir ve bu yüzden ahlâki açıdan yaptıklarından sorumludur. Bu itibarla insan hem kendisi hem eşyanın hakikati hem de Allah hakkın­da bir bilince sahiptir. Ancak bu niteliği ile artık değişmez, sabit bir varlık değil; olsa olsa bir hamle varlığıdır. Onun üstün ahlâkî hayatı da bu hamle sonucunda gündeme gelmektedir.[1]

Gazzâlî insanın özgür irade sorununu “Sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı” (es-Saffât, 37/96) mealindeki ayeti çerçevesin­de tartışmaktadır. O, konuya değişik yönleriyle, birbirinden fark­lı ve bazen de birbirleriyle çelişerek yaklaşan Cebriyye, Mutezile ve Eşariyye ekollerini el yordamıyla fili tanımaya çalışan üç köre benzeterek eleştirmektedir.[12] Öncelikle kulun eylemde bulunma ve bulunmama özgürlüğüne sahip olduğu inancını taşıdığını belirten Gazzâlî,insanın özgür olmasının, mutlak varlık olan Allah’ın her şeyi yarattığı anlayışıyla çelişmediğini ifade etmektedir.[3] Ona göre kişi­nin eylemde bulunma özgürlüğü Allah tarafından yaratılarak ken­disine verilmiştir. O, kişinin zorunlu olarak irade özgürlüğüne sahip olduğunu belirtmektedir. Bu konuda şunları söylemektedir: “İnsan kendisi için yaratılmış olan bu özgürlüğe zorunlu olarak sahiptir.’[4] Buna göre insan zorunlu olarak özgür irade sahibidir. Bu da kişiye eylemlerini özgür olarak gerçekleştirme imkânı vermektedir.

Gazzâlî, eylemde bulunma özgürlüğünden dolayı, kişinin, yap­tıklarından sorumlu “varlık” olduğunu belirtmektedir. Ona göre kişinin bu özelliği mutlak varlık karşısında onu “muhatap” kılmış­tır. Kişinin muhataplığı doğal olarak onu yaptıklarından sorumlu, dinî terminoloji ile ifade edilirse “mükellef” yapmıştır. Kişinin bu iki özelliği ona fıtratı itibariyle sahip olduklarını potansiyel olarak ortaya koyma imkânı vermektedir. Bu bakımdan Gazzâlî kişinin fitraten sahip olduklarını gerçekleştirebilmesi için eylemde bulunması gerektiğini belirtmektedir. Bununla bağlantılı olarak Gazzâlî fiilleri genel olarak üçe ayırmaktadır:

1.Tabii olan fiiller: İnsanın bedeniyle suyun üzerinde durdu­ğunda suyun dalgalanması, güneşin aydınlatması, ateşin ısıt­ması gibi.

2.Zorunlu olan fiiller: Kişinin iradesiz gerçekleştirdiği bi­yolojik ve mekanik nitelikli fiillerdir. Gazzâlî bunu şöyle açıklamaktadır: “Eğer insanın gözüne bir iğne ile yönelsek kirpikleri zorunlu olarak kapanır, açık tutmaya çalışsa bile yapamaz.”[5]

3.Aklî ve iradî olan fiiller: Yazmak, yürümek ve konuşmak gibi kişinin sorumluluk taşıdığı eylemlerdir.[6] Gazzâlî ye göre ki­şinin Allah karşısında mutlak olarak sorumluk taşıdığı ey­lemler bunlardır.[7] Bunun için Gazzâlî amelden, yani bilinçli olarak yapılan eylemlerden daima bunları kastetmektedir.

Gazzâlî zorunlu fiillerin öncesinde irade ve bilginin olmadığı, bunun için engellenemediklerini belirtmektedir. Buna karşın iradî eylemlerin marifet ve seçimden sonra gerçekleştiklerini vurgulamak­tadır.[8] O, bu şekilde kişilerin iradî olarak yaptıkları eylemden sorumlu olabilmeleri için onun faili olması gerektiğine işaret etmektedir. Ni­tekim eylemin bir kişiye nispet edilebilmesi; dolayısıyla ondan so­rumlu tutulabilmesi için kişinin gerçek anlamda onun faili olması ge­rekmektedir. Gazzâlî, kişinin hakiki anlamda yaptıklarından sorumlu olabilmesi için üç şart koşmaktadır.[9] Bunlardan ilki, kendisinden bir eylemin sadır olması; İkincisi bu eylemin seçme yoluyla yani iradeyle birlikte olması ve üçüncüsü öznenin, irade edilen şeye dair bilgi sahibi olmasıdır. Bu şekilde Gazzâlî, belirli bir hedef doğrultusunda, seçme yoluyla eylemde bulunma iradesine sahip olan kişiden sadır olanların gerçek anlamda faile nispet edilebileceğine vurgu yapar. Kişiyi de so­rumlu tutan kendisinden sadır olan bu hakiki eylemleridir

Gazzâlîye göre kişinin irade sahibi olması, eyleme yönelmesi anlamına gelir. İrade de ancak kişinin eyleme ilişkin eğilimi (nuzu) ile harekete geçer. Başka bir ifadeyle kişi eyleme yönelebilmesi için kendisini harekete geçirecek şehvet ve gazap türü fizyolojik arzu güç­lerine ihtiyaç duyar. Şehvet gücü, “zorunlu ve yararlı olma açısından hayal ettiği nesnelerden haz almak üzere, hareket etmeyi sağlarken”; gazap gücü ise, “zararlı veya ifsat edici olması açısından hayal edi­len şeye üstün gelmek için o yönde hareket etmeyi sağlamaktadır.”[10] Kişi bir eksikliği gidermek veya başına gelecek bir belayı def etmek amacıyla zihninde oluşan bilgiyle şehvet veya gazap güçlerini hare­kete geçirerek eyleme yönelir. Kişinin belirlediği bir gaye için bilinç­li olarak eylemde bulunması, Ebû Hâmid tarafından “irade” olarak nitelendirilmektedir. Buna göre irade, “kişinin şimdi veya gelecek­teki bir amacına uygun olan şeye yönelmesi”[11] anlamına gelir. Başka bir yerde ise iradenin “nefsin; eğilim (nuzu) kuvvesinin yöneldiği fiille uzlaşması, (bunun da) hayal kuvvesinde (oluşan) kendisine yarar getireceğine doğru hareket etmesi veya (zarar durumunda) ondan kaçınması”[12] anlamına geldiğini ifade etmektedir. Gazzâlî bu şekilde iradenin; fizyolojik, psikolojik ve felsefî boyutları bulunan bir kavram[13] olduğuna gönderme yapar.

Gazzâlî kişinin amacına uygun olana yönelmesinin hayvanlarda bulunan iradî eylemlerden farklı olduğuna özellikle vurgu yapmak­tadır. Ona göre kişinin iradî eylemleri sadece onun istek ve hevesle­rine uyanlar olmamakta bazen onun tersi bir yönde de olabilmekte­dir. Bu konuda şunları ifade etmektedir:

İrade, insan aklı ile bir işin sonunu anlayıp iyi tarafın nerede oldu­ğunu bildiği zaman, içinden o tarafa yönelir, sebeplerini temine çalışır ve onu irade eder. İşte bu, şehevî ve hayvani arzulardan baş­ka bir iradedir. Hatta bazen şehvet arzularının tersine olur.[14]

Bu pasajda düşünürümüz, kişinin yaptığı iradî eylemlerin hay­vanların eylemlerinden onları kontrol edebilmesi yönüyle farklı ol­duğunu belirtmektedir. Kişiye bu imkânı veren akıldır. Bu sebeple Gazzâlî, iradenin kişinin gerçekleştireceği eylemin kendisi için uy­gun olup olmadığım belirten muhakemenin sonucundaki bilgiye tâbi olduğunu vurgulamaktadır.[15] Ona göre kişinin bu bilinçlilik hali, eylemlerinden sorumlu tutulmasının sebebidir.

Gazzâlî’ye göre, bilinçli eylemler zorunlu olarak ilim, irade ve kudreti içermektedir. Ona göre kişinin eyleme yönelebilmesi için zorunlu olarak ona ilişkin yeterli bilgiye sahip olması gerekir. Bu bilgi de kişide bir gayenin oluşmasını sağlamaktadır. İrade, kişinin gayesine yönelimi iken kudret uzuvları ile onu gerçekleştirmektir. Bunların tümünü harekete geçiren de kişinin ihtiyaçlarıdır.[16] Böy- lece kişinin eylemi gerçekleştirme süreci ihtiyaç-ilim-irade-kudret şeklinde sıralanmaktadır. Kişinin eylemi gerçekleştirmesi doğal ola­rak tercihlerini gündeme getirmektedir. Nitekim her bilinçli eylem, kişinin şuurlu olarak yaptığı bir tercihin sonucunda oluşmaktadır.

Kişi aklıyla, eylemi gerçekleştirmeden önce sonuçlarına dair hükümler verir. Bu hükümler, kendisine menfaat sağlayan eylem- lere ilişkin olabileceği gibi kendisini zarardan koruyanlara yönelik e olabilmektedir. Kişi, eylemi gerçekleştirme kararlılığına sahip ol- j duğunda var olan çoklu seçenekleri teke indirerek eylemi tercih et­mektedir. Gazzâlî’ye göre kişinin kendisine yarar getireceğine veya kendisini zarardan koruyacağına inandığı şeyi elde etmek için çoklu iradesini teke indirmesi ihtiyâr olarak isimlendirilmektedir.[17] Onun düşüncesinde ihtiyarî eylemler daima kişinin bilinçli ve özgür bir irade ile gerçekleştirdiği eylemler demektir. Bu yönüyle bakıldığın­da ihtiyâr, iradenin özel bir hali olmaktadır. Kişi bu şekilde eylem sürecine aktif katılarak eylemin sorumluluğunu üstlenmiş olmakta bunun sonucunda gerçekleştirdiklerinden mesul olmaktadır. Bu da ahlâkı doğurmaktadır.

Gazzâlî kişinin ahlâkî bir varlık olma kuvvesiyle doğduğunu; bu özelliğe uygun şartlarda kesb edilerek sahip olunduğunu belirtmek­tedir. Onun, ahlâkı, “sahip olan insandan iyi fiillerin kolaylıkla sadır nlmasım ve kötü fiillerden de uzak durmasını sağlayan bir meleke”[18]’ olarak tanımlaması buna işaret etmektedir. Ancak Gazzâlî, kişinin ahlâkının bütünüyle kesbe dayanmadığını bir yönüyle cibilliyete dayandığım ve zorunlu olduğunu belirtmektedir. O, kesbe daya­nan yönüyle ahlâkın insanda oluşmuş olan bir meleke; ikinci tabiat olduğunu ifade etmektedir. Buna göre ahlâk, bir yönüyle insanda zorunlu diğer yönüyle ise gayreti ile kesb ettiği ikinci bir tabiat, bir meleke olarak karşımıza çıkar.

Gazzâlî’nin ahlâk tarifinden, bir eylemin ahlâkî olabilmesi için bazı şartlan haiz olması gerektiği anlaşılmaktadır. Ahlâkî eylem “ah­lâk açısından değerlendirilebilen, ahlâkı bir değere uygun düşen ya da ahlâkî bir amacı gerçekleştirmeye çalışan, niyetli bir karakter taşıyan, belli bir amaca yönelmiş olan eylemdir”[19] Ona göre bir eylemin ahlâkî olabilmesi için i) güzel veya çirkin (iyi veya kötü) olması, ii) ikisini kabul edebilecek kudrete sahip olması iii) ikisi ile de bilinmesi ve ı iv) nefsin, ikisinden birisine karşı temayülünün olması ve ikisinden , birinin nefse kolay gelmesi gerekmektedir.[20] Kişi bu şartlan aynı anda taşıyan eylemleri gerçekleştirdiğinde ahlâkî açıdan onların so­rumluluğunu yüklenmektedir. Burada ahlâkî sorumluluktan “belli bir konuda birine hesap vermek zorunda olmak, insanın bir görevi üstlenebilmesi ve gereğini kendi çabasıyla yerine getirebilmesi”[21] kastedilmektedir. Gazzâlî’ye göre kişi ahlâkî açıdan eylemlerin so­rumluluğunu eylemlere niyet ederek üstlenmektedir. Bu da bizi dü­şünürümüzün niyet anlayışına götürmektedir.

Gazzâlî, kişinin bir anhk aklına gelen fikirlerin veya bir düşünce­den başka bir düşünceye geçmenin niyet olmadığını belirtmektedir. Ona göre kişiyi eyleme sevk eden arzunun kuvvetli olması gerekir. Bunun için Gazzâlî, kişinin aklına gelen her fikrin niyet olarak ni­telendirmemesi gerektiğini belirtmektedir. Bu konuda, insanların yanlış bilgi sahibi olduğunu belirterek, niyetin cahil insanların ders, yemek veya ticareti esnasında kendi kendine “Allah için derse, ye­meğe veya ticarete niyet ettim’sözlerinden öte bir şey olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre niyet, “kişinin şu anda veya gelecekte faydalı olduğuna inandığı şeye gönlünün (kalbin) meyli ve yönel­mesi olan irade”[22] anlamına gelmektedir. Gazzâlî, niyeti iradeyi ta­nımladığı gibi tanımlasa da onun iradenin özel bir hali olduğunu ve sadece iradeden ibaret olmadığım özellikle vurgulamaktadır. Buna göre niyet, iradenin alt anlamlarından biridir. Ayrıca ona göre kişi­nin niyeti, kişinin iradesinin yanında kalbin eyleme geçirilmek iste­nene yönelik meyli anlamına da gelmektedir. Kişinin bu isteği kalp veya zâhir dille söylemeksizin oluşmaktadır. Gazzâlî, bu meylin ki­şinin doğasından kaynaklandığını belirtmektedir. Buna göre kişinin nefsinde onu eylemi gerçekleştirmeye iten kuvvetli eğilimler, niyeti olmaktadır. Gazzâlî bunu cihada giden kimsede mal toplama ya da Allah rızası için cihada gitme gibi eğilimlerden kuvvetli olanın onun niyeti olduğunu vurgulayarak[23] kişiyi “eylemi gerçekleştirmeye sevk eden eğilimlerin niyet” olduğunu belirtmektedir.

Eyleme Yönelmek Anlamında Niyet

Gazzâlî, kişinin eylem sürecini genel olarak iki temel kategoriye ayırmaktadır. Bunlardan ilki kişinin zihinsel olarak eyleme hazır- lanmasıyken, diğeri de eylemin davranış haline gelerek gerçekleş­tirilmesidir. Ebû Hâmid kişinin zihinsel olarak eyleme hazırlanma süreci ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

Bize göre bu meselede hak olan, başlangıcından âzâlarda zuhûruna kadar bütün tafsilatıyla kalbin amellerini bilmeden bu mesele üzerinde durmamaktır. Buna göre deriz ki (i) Kalbe ilk gelen ve uğrayan şeye “hatır” denir. Mesela birdenbire hatırına, arkasın­dan gelen bir kadının sureti canlanır, öyle ki, ardına dönüp baksa kadını görecek. İşte böyle bir şeyin kalbe gelmesine hatır denir, (ii) Heyecan, rağbet ye meyl-i tabiî, yani o kadına dönüp bakma­ya meyletmek tabiatında olan şehvetin harekete geçmesi demek­tir. Elbette bu, birinci derece olan hâtırdan doğar. İlkine “hadîs-i nefs” derler, (iü) Kalbin hükmü, yani kalbin, o arkadaki kadına bakmasına hüküm vermesidir. Tabiat bir şeye meylettiği zaman, maniler kaldırılmadıkça himmet ve niyet meydana gelemez. Çün­kü bazen utandığından ve bazen de korktuğundan maksadını ya­pamaz. İşte buna da i’tikâd denir. İ’tikâd, hâtır ve meylin ardından gelir, (iv) Bakmak için kati karar, azim, cezm ve niyet etmektir. Buna da bilfiil hemm, niyet ve kasd denir.[24]

Yukarıdaki pasaja bakıldığında kişinin zihinsel eylem sürecinin genel olarak dört aşamadan oluştuğu görülmektedir. Bunlardan ilki olan hâtır veya hadîs-i nefs aşamasında kişinin zihnine bir şey doğar veya kişi bir şeyi hatırlar. Gazzâlî’nin örneğiyle ifade edilirse bu aşa­mada sanki kişi arkasına dönse bir kadını görecekmiş gibi kalbine onun sureti doğar. İkinci olan rağbet ve meyilde insan doğasımn bir sonucu olarak önceki aşamada kalbe doğan hâtırlara karşı kişinin ar­zusunun harekete geçtiği aşamadır. Gazzâlî’nin örneğiyle ifade edi­lirse, zihne doğan kadın suretine bakma yönünde arzunun harekete geçmesi şeklinde tamamen duygusal ve tabiî bir ilgi olur. Gazzâlî, bu aşamayı insan doğasından kaynaklandığı için meyl-i-tabiî olarak isimlendirir. Üçüncü olan hüküm aşamasında ise, kişi, önce zihnin­de tasavvur ettiği sonra da doğası gereği ona karşı oluşan ilgi ve ar­zularının sonucunda eylemin gerçekleşmesine karar verir. Kişi eyle­me ilişkin kesin olmayan bir hükme varmadığından dolayı Gazzâlî tarafından bu aşama i’tikâd olarak isimlendirilir. Ancak bu aşama­da kişinin inanç, duygu ve kanaatleri çatışma halinde olduğundan onun eylemi gerçekleştirmek için mutlak olarak bir kararlılık sahibi olduğu söylenemez. Gazzâlî’nin örneğiyle devam edersek kişinin nefsinde oluşan kadına bakmak arzusu; utanma, korku, çekingenlik gibi daha başka duygular veya düşünüp taşınma şeklindeki aklı bir faaliyetinin sonucunda gerçekleşmeyebilir. Son olarak niyet aşama­sında kişi, eylemi gerçekleştirmek için kesin karar verir. Bu aşamada herhangi bir engelle karşılaşamadığında eylem gerçekleştirilir. Gaz­zâlî’nin örneğini sürdürürsek, kişinin kalbine bir hatır olarak doğan kadına bakma sureti, kişinin ilgi ve arzusunu ona yöneltmekte ve ar­kasına bakmak için bir yargıya varmaktadır. Bu yargı olumlu, kişinin zihninde oluşan ilk aşama olan hâtır canlı olduğunda ve herhangi bir engel olmadığında kişi arkasındaki kadım görmek arzusuyla arkası­na döner ve ona bakar. Bu şekilde eylem gerçekleşir.

Gazzâlî’ye göre ilk iki aşamada kişi eylemlerinden sorumlu de­ğildir. Çünkü bunlar insanların ihtiyarında değildir. Ona göre Hz. Peygamber’in “Benim ümmetim zihninden geçen şeylerden dolayı -onları söylemedikçe, yapmadıkça- bağışlanmıştır’[25] hadisi buna işa­ret eder. Ayrıca kişinin bundan sorumlu olması “teklifi mâ lâ yutâk* ’ (güç yetirilmeyen şeyler sorumlu tutma) olur. Üçüncü aşamada ise kişinin eyleme ilişkin hükmü iradî olabileceği gibi irade dışı da olabilir. Şayet kişi eylemi düşünüp taşınma sonucunda vermiş ise sorumludur. Aksine gelişi güzel verildiyse mesul değildir. Ona göre gelişi güzel verilenler sadece kişinin kendi arzusu ve temennisi ol­duklarından gayr-i ihtiyarîdir. Son aşamada ise niyetine bağlı olarak kişi eylemin sorumluluğunu üstlenmektedir. Şayet kişi eyleme karar verdikten sonra onu iyi bir niyet sonucu yapmamaya karar verirse karşılığında sevap bile alır. Çünkü Gazzâlîye göre bu aşamaya gel­miş olan bir iradeden vazgeçmek ciddi çaba istemektedir. Böyle bir durumda kişi niyetini eylemi yapmamaya dönük değiştirdiğinden, bu niyetinden dolayı da mükâfat ahr. Eğer kararlı ise ve kendisi dı­şında olan bir engelden ötürü yapamıyor ise eylemi gerçekleştirmiş gibi günah kazanır.[26]

Gazzâlî kişinin azmedip de yapamadığı eylemlerinden sorum­lu olduğu görüşündedir. Of çeşitli hadislerle görüşünü destekler.[27] Ona göre kişinin eylemlere azmetmesi eylemlerin sorumluluğunu yüklenmesi için yeterli olmaktadır. O bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Bir kimse sabah olunca bir Müslümanı öldürmeye yahut bir kadınla zina etmeye karar verse de kararından vazgeçme­den o gece ölmüş olsa niyetine göre haşrolunur ve o işi yapmadığı halde günahkâr kabul edilir.”[28] Gazzâlî bununla eylemin sorumlulu­ğunun, eylemi gerçekleştirmeye kararlı olmak anlamında niyet ile başladığına işaret etmektedir. Bununla bağlantılı olarak vakti giren namazı eda etmeye azmeden kişinin vakit çıkmadan ölmesi duru­munda ondan sorumlu tutulamayacağını ifade etmektedir.

Eyleme Sevk Eden Gaye Anlamında Niyet

Gazzâlî, kişinin eylemi kendisine fayda sağlayacağına veya onu bir zarardan koruyacağına inandığı bir gayeye uygun olarak gerçekleş­tirdiğini belirtmektedir. Başka bir ifadeyle kişiyi eyleme sürükleyen onun niyet ettiği amacı, maksadıdır. Ona göre amaç, yapan açısın­dan, bir şeyin yapılmasını yapılmamasının önüne geçiren şeyden ibarettir.[29]’ Dolayısıyla o kimse için gayenin varlığı yokluğundan daha fazla anlama sahip olmaktadır. Kişiyi eyleme sürükleyen gaye bir olabileceği gibi birden fazla olabilir.

Gazzâlî, eylemi gerçekleştirmeye sürükleyen gayeyi, bir veya birden çok olma durumuna bağlı olarak, iki temel gruba ayırmak­tadır. O, bunlardan ilkini, kişiyi eyleme sevk eden niyetinin tek olmasından dolayı ihlas olarak nitelendirmektedir. Örneğin aslanı gören kişinin ondan kaçması sadece ondan kurtulmak maksadıyla oldundan ihlaslı bir amel olarak kabul edilir. Çünkü kişiyi eyleme sürükleyen gaye bu örnekte sadece aslandan kaçmaktır.[30]

Gazzâlî, ikinci grubu, kişiyi eyleme sürükleyen gayelerin birden çok olmasını, kendi içerisinde üç kısma ayırır. O, bunlardan ilkinin, her biri tek başına yeterli olan gayelerin bir araya gelmesi sonucunda gerçekleşen eylemleri sayar. Bunu, hem fakir hem de akrabası olan kişiye zengin birinin sadaka vermesi örneği ile anlatır. Ona göre zengin olan kişi, sadakayı, bu iki durumdan biri, fakirlik ve akrabalık, olması halinde verecektir. Diğer bir anlatımla kişinin fakir olması veya zengin olanın akrabası olması zenginin ona yardım etmesi için tek başına yeterli sebep olur.[31] Başka bir yerde ise iki kişinin yalnız ola­rak kaldırabilecekleri taşları birlikte taşımalarına benzetir.[32] Gazzâlî bu tür gaye ile yapılan eylemleri, “nedenlerde ortaklık” (murâfaka li’l-bevâ’is) olarak nitelendirir.[33]

Gazzâlî, İkincisini ise, kişiyi eyleme sevk etmeye tek başına yeter­li olmayan gayelerin bir araya gelmesi sonucu oluşan amelleri sayar. Bunu, zengin olan bir kişinin, fakir ve akrabası olan birisine bu iki özelliği birlikte taşıdığından dolayı zekât vermesiyle örneklendirir. Şayet bu kişi, zengin olanın akrabası değilse ve fakir olmazsa, zengin olan kişi ona zekât vermeyecektir. Fakir olan kişiye zekât vermek ve akrabası olan kişiye yardım etmek gayesinin her ikisi birleşerek zen­gin adamı eylemde bulunmaya, zekât vermeye sevk etmektedir.[34] Gazzâlî, bu durumu iki zayıf adamın yalnız olarak kaldıramadıkları bir taşı beraber taşımalarına benzetmektedir.[35] Bunlardan biri tek başına eylemin gerçekleşmesi için yeterli sebep olmadığından Gaz­zâlî bu tür gaye ile yapılan eylemleri, “ortak eylemler” (müşâreke) olarak isimlendirir.[36

Son olarak Gazzâlî, kişiyi eylemde bulunmaya sevk eden gaye­lerden birinin tek başına yeterli olması; diğerlerinin ise eylemin ger­çekleştirilmesine kolaylaştırıcı bir katkıda bulunmalarını zikreder. Örneğin hem fakir olan hem de akrabası olan kişiye zengin birinin fakirliğinden dolayı yardım etmesi. Ancak fakir olan kişinin zengin olanın akrabası olması ona yardım etmede kolaylaştırıcı bir rol oy­nar.[37] Başka bir yerde ise tek başına bir taşı kaldırabilen adama kolay kaldırsın diye zayıf adamın yardım etmesine benzetir.[38] Gazzâlî bu tür gaye ile yapılan eylemleri, yardımlaşma eylemleri” (muâvenet) olarak nitelendirir.[39]

Gazzalı, ister tek gaye ile olsun isterse birden çok gayenin bir araya gelmesiyle olsun kişinin bütün eylemlerinin nihayetinde bir gaye ile gerçekleştiğini belirtir. Gazzâlînin dilinde bir veya birden fazla gaye ile yapılan eylemlere teşvik eden saikin kendisi kişinin niyeti olur. Buna göre kişinin bir gaye ile yaptığı eylemler niyetli ey­lemlerdir. Nitekim yukarıda dört çeşit gaye sonucunda ortaya çıkan eylemlerin her biri bilinçli bir yönelim ile gerçekleştiklerine atfen amel olarak nitelendirilir. Ona göre kişinin ameline değer katan da onun eylemi gerçekleştirme niyeti olur.

Gazzâlî, kişinin gaye açısından ahlâkî olarak eylemlerinden so­rumlu olduklarını belirtir ve bu sorumluluğu dinî terminoloji ile ifa­de eder. Ona göre kişinin sadece “Allah rızası” için bir eylemi gerçek­leştirme anlamındaki “ihlas” gayesi ile yaptığı eylemler iyi olurken; bunun dışında bir gaye ile yapılan eylemler ise kötüdür. Ancak Allah rızası ve diğer gayelerin birlikte sevk ettiği eylemlerde daha çok ola­na göre hüküm verilir. Başka bir ifadeyle Allah rızasının ön planda olduğu eylemler/ibadetler ahlâkî açıdan iyiye; diğerlerinin ağırlıklı olduğu eylemler kötüye yorulabilir.

Gazzâlî’nin bu görüşünden yola çıkarak kişiyi eyleme sevk eden gaye anlamındaki niyet, ahlâka konu olmaktadır. Kişiyi eyleme sevk eden gayenin kendisi ahlâkî açıdan iyi olduğunda eylemin de bu şekilde yorumlanmasına sebep olur. Ancak kötü olduğunda eylem mutlak olarak kötüdür. İkisinin bir arada olduğu eylemlerde ise ço­ğunluğa göre hüküm verilebileceği söylenebilir. Gazzâlî sadece iyi niyetin eylemi ahlâkî açıdan değerli kıldığı sonucunu kabul etmez.

O, iyi niyet kadar eylemin kendisinin de ahlâkî açıdan doğru olması gerektiği düşüncesindedir.

İmam Gazzâlî kişinin yapabileceği bütün eylemleri, Allah emrettiği için kişinin mutlaka yapması gereken itaat, nehiy ettiği için sakınması gereken masiyet ve kişinin seçimine bağlı olan mubah olmak üzere üç kısma ayırır. Ona göre niyet, itaat ve mubah olan eylemlerle ilgili olur. Gazzâlî niyetin masiyette meşru hale getirme yönüyle, hiçbir şekilde tesir etmediğini ve sadece sahih niyet ile on­ların meşru olamayacağını ifade eder. Gazzâlî, kişinin yapmak zo­runda oldukları anlamındaki itaatin Allah katında kabul olması için sahih bir niyete ihtiyaç duyulduğunu belirtir. Ona göre kişinin ni­yetteki bilinçlilik hali, gerçekleştirilecek eylemi etkilemektedir. Baş­ka bir ifadeyle kişi eyleme dair bilgisini artırarak ona ilişkin tutumu­nu çeşitlendirmekte ve buna bağlı olarak niyetini çeşitlendirebilme imkânına sahip olmaktadır. Gazzâlî, Allah’ın yasakladıkları anlamın­daki masiyâtta sadece sahih niyetin eylemi meşrulaştırma yönüyle tesir etmediğini belirtir. Bu konuda şunları söyler:

Hiçbir vakit günah, sevap niyeti ile günah olmaktan çıkamaz. Rasûlullah’m “Ameller niyetlere göredir” buyurduğundan böyle bir mana çıkarmaya çalışılmamalıdır. Belki cahil, masiyetin de ni- yede ibadete dönebileceğini sanabilir ki, bunun aslı yoktur.[4]

Gazzâlî, yukarıdaki pasajda kişinin yaptığı eylemlerin sadece sahih niyet ile meşrulaşmayacağını gündeme getirir. Bu da kişinin gerçekleştireceği eyleme dair bilgi sahibi olması gerektiğini gösterir. Sadece sahih niyetin masiyeti meşrulaştırmaması Gazzâlî’nin insa­nı ruh ve bedenden oluşan bir varlık olarak kabul etmesi anlayışıyla uyumludur, insanın iki yönlü olması gibi onun eylemleri de niyet ve amellerden oluşmaktadır. Bunun için ikisinin de sahih olması gerekir.

Gazzâlî, son olarak, kişinin yapıp yapmama konusunda özgür olması anlamındaki mubahlarda niyetin etkili olduğunu belirtir. Bu tür ibadederde, itaatte olduğu gibi niyet, kişinin bilinçlilik düzeyine uygun olarak çeşitlendirilebilmektedir. Gazzâlîye göre mubah olan eylemleri sahih bir niyetie ibadete dönüştürerek Allaha yaklaşılabilmektedir.

Sonuç olarak Gazzâlî, niyeti, yönelmek ve sevk eden anlamların­da kullanır. Yönelmek de eylemle olan ilişkisine göre azim ve kasıt manalarına gelir. Niyetin bu üç anlamında da kişi eylemin sorumlu­luğunu üstienmektedir ve ahlâkî açıdan ondan mesul olur. O halde Gazzâlî nin düşüncesinde niyet, “muhatap ve mükellef olan kişinin bir gaye ile eylemlere yönelerek onun sonuçlarını üstlenmesi” ola­rak anlaşılabilir.

Dini ve Felsefi Düşüncede Niyet – Kollektif,syf:149,165

Nobel Akademik Yayıncılık

Dipnotlar:

[1]   Mustafa Çağrıcı, Gazzâlıye Göre İslâm Ahlâkı (Teori ve Pratik), s. 88.

[2]    Ebû Hâmid el-Gazzâlî, İhyâu ‘ulûmi’d-dîn, IV, s. 7. (Bundan sonra bu esere sadece Öıyd olarak atıfta bulunup cilt ve sayfa numarası verilecektir.)

[3]    Gazzâlî, Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğu gibi kişinin bütün eylemlerinde tasar­ruf sahibi olduğunu belirtmektedir. O bu konuda, “(…) sen bir şey attığında onu sen atmadığını ve fakat Allah’ın attığını bilirdin. Çünkü kurtuluşunun taşı atmakta olduğuna dair, kuvvetli sebepler ve kesin olarak hâkim olan bir marifet musallat kıl­dı. Hatta marifet ve iradenin emrine amade olmaya zorunlu olan bir kudret doğdu. Ve böylece sen ihtiyarın kendisine zorunlu olduğunu bulursun onu eğer dilersen işlersin. Ve sen Allah dilediği zaman dilersin, kendin dile veya dileme” diyerek kişi­nin irade ve ihtiyarının da Allah’ın tasarrufundan olduğuna işaret etmektedir. Ebû Hâmid el-Gazzâlî, el-Erba’în fi usûli’d-dîn, s. 146.

[4]    Gazzâlî, İhyâ, IV, s. 5-6,254.

[5]    Gazzâlî, hy, IV, s. 254; Kimyâ-yı sa’âdet, s. 7S0-781.

[6]    Gazzâlî, îhyâ, IV, ş. 254; Kimyâ-yt sa’âdet, 780.

[7]    Gazzâlî,“Mi’râcü’s-sâhkîn” I, s. 126.

[8]    Gazzâlî, TMfütü’l-fllâsifl: Filozoflaş Tutarsızhğı, s. 267.

[9]    Gazzâlî, Tehâfutul-felâsife, s. 129.

[10]    Gazzâlî, hy, III, s. 6; Tehâfiitul-felâsife, s. 363; Mîzânü’l-amel,s.28-, Meâricul-kuds fimedâricimarifetin-nefs, s. 57.

[11]    Gazzâlî, İhyâ, IV, s. 365.

[12]    Gazzâlî, “Mi râcus-sâlikîn”, s. 119; “Ravzatu t-tâlibîn ve umdetus-sâlikîn”, II, s. 42.

[13]    Mustafa Çağrıcı – Hayati Hökelekli, “İrade” DİA (2000) XXII, s. 382.

[14] Gazzâlî, îhyâ, III, s. 8.

15.Gazzâlî, Kımyâ-yı saâdet,s. 781

[16]    Gazzâlî, Kımyâ-yı saâdet,s.473.

[17]   Gazzâlî, îhyâ, IV, s. 5-6,254.

[18]   Gazzâlî, İhyâ, III, s. 53.

[19]   Ahmet Cevizci, “Ahlâki Eylem”, s. 8-9.

[20]    Humeydât Meylûd, Ebu Hâmid el-Gazzâlî ve tesîsü felsefeti’l                       e ko

[21]    M. Abdullah Draz, Kur’ân Ahlâk., s. 105-106                            *                   ’    691

[22]    Gazzâlî, îhyâ, IV, s. 365.

[23]    Gazzâlî, el-Erba’în, s. 137.

[24]    Gazzâli, ihyâ, III, s. 41. Benzer ifadeler için bkz. Gazzâlî, Kimyâ-yı saadet, s. 724; “Ravzatü’t-tâlibîn ve umdetu s-sâlikîn’, s. 89-90.

[25] Gazzâlî, îhyâ, III, s. 42.

[26]    Gazzâlî, îhyâ, III, s. 42; Çağrıcı, Gazzâlîye Göre İslâm Ahlâkı, s. 150.

[27]   “Rasûlullah ‘Size bir söz söyleyeceğim, onu hafızanızda tutun dedi ve sonra şöy­le buyurdu: Dünyada dört sınıf insan vardır. Allah’ın kendisine mal, rızık ve ilim verdiği bir kul ki, bu kul, nimet içeresinde yolunu rabbi vasıtasıyla bulur, Müslü­manlarla ve akrabalarıyla irtibatını kesmez, o verilen nimette Allah’ın hakkı ne ise onu da bilir ve gereğini yerine getirir. Bu kul Allah katında en üstün derecededir. Yine bir kul ki, Allah ona ilim vermiş, mal vermemiştir. Bu kulun niyeti doğru­dur ve ‘Eğer malım olsaydı falanın yaptığı gibi yapardım’ der. işte o, niyetine göre karşılık görür, önceki kimse ile sevapta eşittirler. Yine bir kul ki, Allah kendisine rızık vermiş, fakat ilim vermemiştir, ilim ve bilgisizlik yüzünden malını dengesiz biçimde harcar, rabbine karşı sorumluluk bilinci duymaz, akrabası ve Müslüman­larla alakasını keser ve o malda Allah’ın hakkını da yerine getirmez. Bu kimse en kötü durumdadır. Yine bir kul daha vardır ki, Allah kendisine ne mal ne de ilim vermiştir. Bu kimse de ‘Eğer malım olsaydı ben de falan kimse gibi o malı kötü yollarda harcardım’ der. İşte o da niyetine göre karşılık görür, her ikisinin de günahı eşittir.* Bkz. Tirmizî, Zühd, 17; Ibn Mâce, Zühd, 8.

[28]    Gazzâlî, İhyâ, III, s. 42.

[29]    Gazzali,Makâsıdü’l felsefe,s. 122

[30]Gazzâlî, İhyâ, IV,S.365;Kimyayı Saadet,s.721

[31]    Gazzâlî, İhyâ, s. 365-366; Kimyâ-yı sa’âdet, s. 721.

[32]    Gazzâlî, Kimyâ-yı sa’âdet,s.722.

[33]    Gazzâlî, îhyâ, IV, s. 366.

[34]    Gazzâlî, îhyâ, IV, s. 366; Kimyâ-yı sa’âdet,s.722.

[35]    Gazzâlî, Kimyâ-yı sa’âdet, s.722.

[36]    Gazzâlî, İhyâ, IV, s. 366.

[37]    Gazzâlî, İhyâ, IV, s. 366; Kimyâ-yt sa’âdet, s. 722

[38]    Gazzâlî, Kimyâ-yt sa’âdet, s. 722.

[39]    Gazzâlî, İhyâ, IV, s. 366.

[40]    Gazzâlî, İhyâ, IV, 366-367; a. mlf., Kimyâ-yı sa’âdet, 726.

Kaynakça

Cevizci, Ahmet, “Ahlâki Eylem”, Felsefe Terimleri Sözlüğü, 2. bs., İstanbul: Paradigma Yayınlan, 2003.

Çağncı, Mustafa & Hökelekli, Hayati, “irade”,DİA (2000) XXII, 382.

Çağrıcı, Mustafa, Gazzâlîye Göre İslâm Ahlâkı (Teori ve Pratik), İstanbul: Ensar, 2013.

Draz, M. Abdullah, Kur’ân Ahlâkı, çev. Emrullah Yüksel, Ünver Günay, İstanbul: İz Yayıncılık, 1993.

el-Gazzâlî, Ebû Hâmid, “Mi* râcü s-salikîn, Mecmû atü resâili l-îmâm el- Gazzâlî içinde, Beyrut: Dâru’l-kütübfl-ilmıyye, 1986.

—-“Ravzatu t-tâlibîn ve umdetu s-sâlikîn”, Mecmu atü resâiliTtmâm el-Gazzâlî içinde, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1986.

—-el-Erbaîn fi usûli’d-dîn, thk. Muhammed M. Câbir, Kahire: el- Mektebetü’l-Cündî, 1963.

—–Gazali, İhyâu ‘ulûmi’d-dîn, Beyrut: Dâru’l-ma rife, 1983.

——, Kimyâ-yı sa’âdet, çev. Mehmet A. Müftüoğlu, İstanbul: Çelik Yayınevi, t.y.

——-, Makâsıdü’l-felâsife, nşr. Muhyiddîn Sabri, Kahire: yy, 1331.

——  Me’âricul-kuds fi tnedârici ma’rifeti’n-nefs, Beyrut: Dâru’l- I kütübi’l-ilmiyye, 1988.

———-Mîzânü’l-amel,Kahire: el-Mektebetü’l-Cündî, 1973.

—— Tehâfütü’l-felâsife: Filozofların Tutarsızlığı, nşr. Mahmut I Kaya, Hüseyin Sarıoğlu, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu I Başkanlığı, 2014.

Meylûd, Humeydât, “Ebû Hâmid el-Gazzâlî ve tesîsü felsefeti’l* I ahlâk”Dirdsdt, 18 (2011).

 

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce