Ferdi Özgürlük
“Özgürlük (hürriyet)”, “insan”ın “esas”ına aittir, “insan”, kendi “varlığının esası”ndan kaynaklanan bir şekilde “özgürlüğü aramak ve “özgür” olmakla yükümlüdür. “Varlığının esasından kaynaklanmayan bir “özgürlük”, “insan”ın doğasına aykırı düşer.
Anadolu mayasında, “ferdi birey”in asli vasfı, “özgür” oluşudur. Oysa, Grek-Latin-Kilise diyarında, “birey”in “yığınsal” olarak oluşturulması, “birey”in “asli özgürlüğü”nün iptal edilmesine bağlıdır.
Grek-Latin-Kilise diyarında, “ferdi bireysel özgürlük” iptal edilir.
Bu diyarda, “bireysel özgürlük”, “yığınsal birey”ler arasında, “zıtlık” esasına dayanan bir “sınırlandırma-serbestleştirme” ilişkisidir; bu, Anadolu mayası açısından “sözde özgürlüktür. Grek-Latin-Kilise diyarında, “ferdi bireysel özgürlük”ün, kısacası “özgürlük” ün yolu “kapalı”dır.
Grek-Latin-Kilise diyarının yığınsal bireyine, yığın içerisinde, “sınırlandırma serbestleştirme” ilişkisi vasıtasiyle “sözde- özgürlük” verilir; esasında, bu özgürlük “Kilise” tarafından takdir edilir.
Bunun neticesinde, kendi esasına yönelmesi bu diyarda “kapalı” olan yığınsal birey, ait olduğu bu diyara “köle” kılınır; tekrar edelim; ait olduğu yığma değil, kendisini kuşatan ve ilişkilerini düzenleyen diyara “köle” kılınır.
Bu “kölelik”, “asli özgürlüğün” “kapalı” olması sebebiyle, Grek-Latin-Kilise diyarının “içerisinden” görülemez, farkedilmez.
Üstelik, yığın içerisindeki bireyin “serbestleştirilmesi” yoluyla da giderilemez. Grek-Latin-Kilise diyarı, bu anlamda, “sözde özgürlük” vasıtasiyle oluşturulan “köleliğin diyarı” dır.
İlginçtir; Fransız devriminde “vatandaş”ın (ki, bu diyarda “vatandaş”lık, yığınsal bireye, yığınsal mevzuat yoluyla takdir buyurulan bir vasıftır) “özgür” kılınması, aslında, Anadolu mayası itibariyle, yığınsal bireyin “vatandaş” sıfatı altında “yeniden köleleştirilmesi”dir.
Fransızlar aslında bir “devrim” yapmamışlar; Grek-Latin-Kilise diyarında, “Fransız devrimi” adı altında “yeni” bir “kölelik mevzuatı” geliştirmişlerdir. Fransızların, ettikleri bu işin farkında olduklarını söylemek pek de mümkün değildir.
Şimdi soralım: Anadolu mayasında, “ferdi özgürlük”ün esası nedir ?
Anadolu mayasında, “ferdi özgürlük”ün esası “gönül”dür. Anadolu mayasında, “birey”, “gönlünü bilerek” “özgür” olur.
Grek-Latin-Kilise diyarında “gönül”, esası “kapalılık”olan bir yasağa tabi kılınmıştır; bu diyarın bireyleri, bu diyarda böyle bir yasak olduğunun farkına varamaz. Bu diyarın edebiyatında, estetiğinde, fikriyatında “gönül”den sözedilmez. Bu diyarın dillerinde “gönül”e karşılık gelen bir sözcük bulunmaz.
Bu diyarda geliştirilen “Psikoloji” fikriyatında dahi, “gönül”den bahis edilmez.
Sadece, “bireysel bilinç”, “bilinç altı-bilinç üstü”, “kollektif bilinç” gibi kavramlar, “Psikoloji” adı altında, “iki ayaklı, tüy. süz, düşünen (rasyonel yeti sahibi) ve algılayan (idrak sahibi) şey”e ve bunlardan oluşan yığına “eklemlenerek”, bu şeye “iç”sellik ve, bunların yığınına “bireysel iç’sellik vasıtasiyle yığınsal bütünlük” kazandırmak yolunda bir hayli gayret sarfedilmiştir.
Anadolu mayası itibariyle, “rasyonalite”, “insan kimliği”ne “ait”tir; ancak, “rasyonalite”, “insan’ın kimliği”, “insan’ın esası” değildir. “Rasyonel yeti” vasıtasiyle “insan kimliği” tesis edilemez; çünkü, “kısmi belirlenim”, “kimlik” oluşturmaz.
“Rasyonel yeti”yi “taşıyan”, “açılmadan”, “insan kimliği” oluşturulamaz. Ancak, “rasyonel yeti”nin mahiyeti, kendisini “taşıyan”ı açmak için “uygun” değildir. Bu bakımdan, “rasyonel yeti”, “kendi esası”nı, “kendini taşıyan”ı “bulamaz”. Bu konuya ilerde kısaca değineceğiz.
Elbette ki, hangi diyarda, hangi dönemde bulunursa bulunsun, bizzat “kendisi” itibariyle, kendi “yaradılış”ı itibariyle “insan” m, “iç”i vardır. Bu “iç”in esası “gönül”dür. Ancak, örnek verelim, Eflatun’un anlattığı “yaradılış”da, yani “Eflatun kozmogonisinde bu manada bir “iç”den bahis yoktur.
Anadolu mayası açısından, “iki ayaklı, tüysüz, düşünen (rasyonel yeti sahibi) ve algılayan (idrak sahibi) şey” ancak “kısmi bir belirlenim”dir; “kimlik” değildir. Grek-Latin-Kilise diyarında, “insan kimliği” tesis edilememiştir.
Benzer olarak, bu diyarda “toplum kimliği” de esasen tesis edilememiştir. Birçok hususa temas edilmesini ve bunların açılmasını gerektiren bu konuyu ele almayacağız.
Grek-Latin-Kilise diyarının İngiliz “mütefekkir”leri, aslında cevher olmayan bu “şey”in, yani “iki ayaklı, tüysüz, düşünen (rasyonel yeti sahibi) ve algılayan (idrak sahibi) şey” in “cevher” olmadığını göremeseler de, her zamanki “analitik davranış”lariyle, bu “şey”in bir “cevher” olarak işe yaramadığını tespit etmişlerdir. Bu “mütefekkirlerin hatası, buradan hareketle, “cevher” kavramını bu diyarın “fikriyatından gidermeye uğraşmalarıdır .
“Gönül”e temas edememesi sebebiyle, yukarıda kısaca sö- zettiğimiz Grek-Latin-Kilise diyarındaki gayretler, yığınsal bireye, “iç”sellik kazandıramamıştır. Grek-Latin-Kilise diyarında, bu itibarla “yığınsal birey”in “iç”i yoktur.
Bu diyarda sözü edilen “iç”, ancak “dış” üzerinden belirlenir; bu, “asli iç” değildir. Bu diyarda yığınsal bireyin “iç”inin bulunmaması sebebiyle, “asli özgürlüğün” yolu, “ferdi bireysel özgürlüğün” yolu, yığınsal bireye “kapatılmış”tır.
Yukarıda değinilen bir hususu çok kısa olarak ele alıp “özgürlük” konusuna devam edeceğiz.
Grek-Latin-Kilise diyarı, esas itibariyle “eklektik” tir. Yani, bu diyarda “ilerleme ve gelişme”nin esası, “dönüşerek aşmak” değil, değişen koşullar itibariyle mevcut mevzuata “eklemleme” ler yaparak, mevcut zemini muhafaza etmektir. Bu diyardaki fikriyatın yaklaşık üçbin yıllık “kronolojisi”ne baktığımızda da, “ilerleme”nin, “eklemleme” yoluyla ortaya çıktığı ve mevcut zemini hep muhafaza ettiği görülür.
Grek-Latin-Kilise diyarında, “eklemleme” yoluyla açıklanamayan bazı “değişim”lerinin esasının “irrasyonel” olduğu kabul edilmektedir. Bu husus, mesela, “bilim felsefesi” ismiyle anılan düşünme faaliyetinde, aslen farklı mekanik kuramları üzerinden açıkça zikredilir.
“Dönüşerek aşma”nın bu diyarda mümkün olmayışı sebebiyle ortaya çıkan “asli daralma”, Grek-Latin-Kilise diyarında felsefe adı altında günümüzde yürütülen düşünme faaliyetini, öteki ni ‘ beriki”ni inceleyip tartışır hale düşürmüştür.
Bu diyarda bireyler ancak “sözde özgürlük” sahibidir. “Söz de özgürlük”, Anadolu mayasında, özgürlüğün “ferdi biıeyin varlık esası”ndan kaynaklanmasına benzer olarak, yığınsal bireyin esasından, özünden kaynaklanmaz; “sözde Özgürlük” Grek-Latin-Kilise diyarında “yığınsal mevzuat”, yani “kurum “lar, tarafından oluşturulur; bu “mevzuat” yoluyla “yığınsal birey”lere verilir, alınır, miktarı belirlenir. “Yığınsal mevzuat” da, ” Kilise” nin unsurudur.
Grek-Latin-Kilise diyarında “çeşitlilik” vardır. Yığma tanınan “serbestlik” esası üzerinde, düşünülenlerin ve yazılanların gösterdiği “farklılıklar ve zıtlıklar”, ve bunlar itibariyle oluşan “çeşitlilik”, ilk bakışta bu diyarda “fikri zenginlik” ve “özgürlük” bulunduğu izlenimi uyandırır. Bu hususu kısaca ele alalım.
“Serbestliğin” sağladığı “çeşitlilik” içerisinde, “zıt” olanların “ortak” zeminine temas imkanı bulunuyorsa, bu “çeşitlilik” bir anlam ve değer taşır. “Serbestliğin” sağladığı “çeşitlilik” içerisinde, “zıt” olanların “ortak” zeminine temas edilemiyorsa, ortak zemin “kapalı” kalıyorsa, böyle bir “serbestlik” ve “çeşitliliğin”, “özgürlük” itibariyle değeri olamaz.
Esas olan, serbestliğin sağladığı “çeşitlilik” değildir; bu “çeşitliliği” sağlayan “zıt”ların, “ortak zemin” ile, “esas” ile “ilişkisizdir; ve bu “ilişki”nin düşünceye “açık” olmasıdır. Grek-Latin-Kilise diyarında, “zıt”ların bu “ortak” zeminine “çeşitlilik” içerisinden temas edilememesi sebebiyle, bu çeşitliliği sağlayan “serbestlik”, “özgürlük” olarak kabul edilemez.
“Esas”ın “açılmasına” imkan vermeyen bir “serbestlik”, “özgürlük” olamaz. Bu konuyu kısaca açalım.
Mesela, bu bölümün başlangıcında Aristoteles’in ve Descar- tes’in “cevher” anlayışlarına biraz değindik. Grek-Latin-Kilise diyarında, Aristoteles’den Descartes’e yaklaşık ikibin yıl geçmiştir; hiç de az değil. Geçen bu kadar zaman içerisinde ve sonrasında, bu iki farklı fikriyatın zıtlıkları ve benzerlikleri ince elenip sık dokunmuştur. Ancak, “ortak zemin”, “esas” bu iki düşünür itibariyle açığa çıkarılamamıştır; yani, “cevher” olarak seçtikleri “şey”lerin “kimliklerinin bulunmaması sebebiyle, bu “şey”lerin “cevher” olamayacakları, “insan”ın esası itibariyle söz konusu edilememiştir.
Başka bir örnek verelim. Grek-Latin-Kilise diyarında, “nominalizm” ve “realizm” birbiri ile “zıt”, birbirine “aykırı” iki düşünce akımıdır. Bu iki akım, bu diyarın sağladığı “serbestlik” içerisinde oluşarak bir “çeşitlilik” sağlar.
“Nominalizm”e göre, bir “şey”, sadece “isim” olarak mevcuttur; oysa, “realizm”e göre, bir matematiksel nesne, mesela bir sayı, veya bir fiziksel nesne, “isim” olarak değil de, “bu alanların kendi varlık esasları”na göre mevcudiyet kazanır. Mesela, bir taş parçasının esası nominalism’e göre “isim”dir; realizm’e göre aynı taş parçasının esasının “isim” olması kabul edilemez. Bu taş parçasının esası, realizm’e göre, “uzayda ve zamanda yer kaplayan maddi cisim” olmasıdır.
Grek-Latin-Kilise diyarında, “nominalizm-realizm” ayrımı, zıtlık ve aykırılık içerisinde yüzyıllardır devam edegelmektedir. Her iki cenah da, kendi açılarından sağlam görünen “analiz ve argüman”lar geliştirmekte, ancak bu zıtlardan birini öbürüne tercih etmeyi sağlayacak bir noktaya veya bir “sentez”e, “ortak zemin”in, yani “esas”ın açılamayışı sebebiyle hiçbir şekilde ulaşılamamaktadır.
Benzer şeyleri, “idealizm” ve “materyalizm”, “nihilizm” ve “konservatizm” ayrımları için de söyleyebiliriz.
Ayrıca, unutmamak gerekir ki, “temel”de kabul edilen kadar, “temel”de reddedilen de bir “fikrin kimliği”ne aittir. Bir fikir, çoğu zaman açıkça görülemese de, “temel’de reddettiği”ni de, kimliğinin bir “esas”ı olarak muhafaza eder. Dolayısiyle, fikrin kimliği”nin, sadece esasına aldığı zemin vasıtasiyle oluşturulması için, bu kimlikte bulunmaması gerekeni, “reddetmeden ayıklamak” gerekir.
Esas olan, birbirine “zıtlık” gösteren, birbirine “aykırı” düşen fikirleri kendi “sözel” bağlamlarında tek tek açmak değildir,bu “zıt” fikirlerin tek ve aynı olan “zemin”ini, yani “esas”ı açık hale getirmektir.
Grek-Latin-Kilise diyarında, “zemin” ile ilgili araştırmalar, birbirlerine “zıtlık” ve “aykırılık” gösterenlerin kendi temellerine dair ayrı ayrı araştırmalardır. Zıt olanların “ortak zemini” nin, yani “esas”ın “açılması”nın yolu, daha önce de anlattığımız şekilde bu diyarda “kapalı”dır.
Grek-Latin-Kilise diyarında, bu diyarın doğası sebebiyle, “düşünce”nin, “zıtları kuşatacak ve ortak zemini, yani esası ortaya çıkartacak şekilde” açılma imkanı yoktur. Bu imkansızlık, “rasyonalite yeti”sinin bu diyarda “nihai zemin”, yani “esas” olarak alınmasından kaynaklanır. Bu hususu kısaca açacağız.
Daha önce de anlattığımız üzere, “zıtların ortak zemini”nin veya kısaca, “nihai zemin”in, yani “esas”ın “açılma imkanı”, bu “zemin”in ve bu “zemin”e bağlı olarak oluşturulanların “dönüştürülme”leri imkanını getirir. “Nihai zemin”in “düşünce” yoluyla açılma imkanının bulunması, “düşünce”yi aşar; bu “kavramsal teşrih” faaliyeti, neticede, esasın değiştirilmesini gerektiren bir “eylem” imkanı sağlar. Bu “imkan”, “zemin”in değiştirilmesi ile ilgili bir “zorunluluk” a dönüşebilir.
Ancak, Grek-Latin-Kilise diyarında, “nihai zemin”, yani “esas”, anlattığımız şekilde “kapalı”dır; bu itibarla, bu diyarda “asli değişim” in, yani “dönüşüm” ün yolu da kapatılmıştır. Bu diyarda oldukça itibar görmüş olan “dialektik”, aslında “sözde diyalektik”tir; “nihai zemin”e değil, iki zıttan herhangi birinin kendi içsel aykırılarına (zıtlarına) mahsustur.
Bu diyarda, “dialektik”in de “sözde” oluşu, bu kavramı esas alan veya kullanan düşünce akımlarının tamamı için geçerlidir.
Oysa, Anadolu mayasının esası, “dönüşmek” tir; aksi takdirde “maya” dan sözedilemez. “Özgürlük” ancak “dönüşerek” bulunur.
Prof.Dr.Yalçın Koç – Anadolu Mayası,syf:28-34