Fatihler ve Zalimler
Büyük fetihler, büyük irade hareketleridir, insanın gerçek değerini teşkil eden sonsuzluğa yöneltilmiş irade, sonsuz fetihlerin iktidarına sahiptir. Hayati menfaatlere ve heveslerin emirlerine boyun eğen imansız irade ise, sonsuzluğu kaybetmiş, onunla rabıtayı kesmiştir. Dünya nimetlerine köle olur; menfaatlere esir, heveslere hizmetkâr olur. Serveti, devleti, tahakkümü, zevklerle dolu gururu sever. Farkında olsun olmasın kendini müminlerin mürşidi sanar, kendi benliğine tapar.
İradenin böyle düşüş devirleri, milletlerin yıkılış devirleridir. İradenin iflâsı, insanın iflâsıdır. Böyle devirlerde yeryüzü zulüm ve yalanla dolar. Halkı kandırmak için kürsülerden müdahaneci ve gösterişçi nutuklar yükselir. Zümrelerin cebini dolduracak altınlar dağıtılır. Bir yanda zulüm ilerlerken öte yanda mazlumların haline deva olsun diye harekete geçenler, mazlumları da zalimlerin mertebesine yükseltici mağrur sesler çıkarırlar; mazlumlara müdahane sanatile omuzlarda taşınır, başların üstüne yükseltilirler. Bunlar da ötekiler kadar zalimdir. Ezilen iman safından yükselen gurur naraları kendilerine teselli oldukça zalimler kadar ve onlar gibi kuvvetli olacaklarını, bir gün zalimlerin yerine geçebileceklerini düşünerek zulmü taklid ederler ve ilk fırsatta kendi etraflarında zulüm denemeleri yapmaktan çekinmezler. Kendi kazanç ve şöhret hırslan uğrunda halkı istismar edenler, halkı zalimlerin hizasına getirmek isterler. Zulmün dâvası, hakkın dâvası olur, Fatih, kendini kaybettiği anda zalim olur. Onun zalim olmamak için bir an bile kalbini kaybetmemesi lâzımdır. En büyük fetih esnasında irade sonsuzlukta rabıtasını kestiği anda en büyük musibeti doğurabilir. İşte İskender’lerin Sezarlar’ın, Cengiz’lerin fetihleriyle insanlığa getirdikleri felâketlerin sebebi budur.
Sonsuzluğun iradesinden ayrılmayan gerçek fatihler ise insanlığa rahmet getirirler, İslâmın ruhunu, eserlerinde tanıtan vasıflardan birisi de fütuhatıdır. İnsanlığın tarihinde İslâm devletlerinin fütuhatı gibi yayıldığı yerlere rahmet getirmiş, hakikaten kurtarıcı olmuş fetihler yoktur. İşte eski Asur ve Mısır orduları, İran ve Yunan harbleri, Hunlar ve Romalılar; işte Napolyon istilâları, İngilizlerin mazlum milletlere saldırılan; işte varlıklariyle insanlığı ürperten Rusya ve Amerika. Bunların yaptığı fetihlerde ruhumuzun önderleri Halife Ömer’lerin, Büyük Muaviye’lerin, ulu atalarımız Fatih’lerin ve Yavuz’ların insanlığa rahmet getiren harblerindeki ruh ve dâva, onlar-daki kılıcı kullanan kalb kuvveti yoktur. Fethettikleri beldelerin halkını selâmetlere garkeden, ruhlar kurtaran müslüman orduları, kan dökücü değil, kalb kurtarıcı olmak dâvasiyle savaşmışlardır.
Midesine dolan nimetleri alkışlatmışlardır. Fatih Sultan Mehmed’in Bizans halkına bağışladığı hürriyeti, zamanımızın doğu demokrasileri, muazzam maaşlarına yan bakanlarmaktan başka irade kuvveti olmayan büyük, küçük bütün zâlimlerin karşısında gerçek fâtihler, hürriyeti alkışlata karşı bile yaşatmamaktadır. Gerçek hürriyetin şartı, insana verilen değerdir. Kur’an’ın ve gerçek dindarlığın ölçüsünü verdiği ve Allah tarafından takdir olunan bu insan değeri, hepimizi eşit haklarla hürriyetlere sahip kılıcıdır. Cemaatin selâmeti endişesinden başka hiçbir şey hürriyetlerimizi sınırlandırmaya sebeb olamaz. Bu cemaatin içinde her ferdin hakkı bizden istenirken hepimiz aynı derecede âciz durumdayız. Zira hakka karşı koyulacak hiçbir haklı kuvvet olamaz. Hakka karşı gelen âsîdir, şakidir. İçimizden birinin hakkını ararken, herbirimiz hepimizden daha kuvvetliyiz.
Cemaat içinde mazlumların hakkını arayan bir ferde karşı kuvvetin direnmesi, iktidar sahiplerinin yumruk kullanması ise zulümdür, şenaattir. Hakka karşı koyulan isyan ile hakkı koruyana yapılan zulmün ikisi de Allah’a kulluğun inkârıdır, ikisi de Allah’sız davranıştır. Haklarımızın hududunu kadar kimsenin dokunmaya hakkı olmayan hürriyetimiz, cemaatin haklarına tecavüz ettiği yerde şiddetle karşılanır ve durdurulur. İşte insan hürriyetinin hakiki mahiyeti olan hürriyetle disiplin birbirinin öz kardeşidir. Hakka hürriyet bağışlayan fatihler, kalblerin fatihi oldular. Zülme sonsuz hürriyet sunanlarsa insanlığın gerçek düşmanlarıdır. Büyük çoğunluğu teşkil eden bu sonuncular, sahip oldukları az veya çok kuvvetle hodkâm ve hasis emelleri uğrunda haklan çiğnemekten usanmıyorlar: Zümreci oluyor, zulmediyor; partici oluyor, zulmediyor; dinci geçiniyor, zulmediyor; zulüm ediyor; zulüm görüyor, zulüm ediyorlar.
Bugün Islâm’ın ufuklarını saran havada zulüm teneffüs ediliyor: Maddeyi temsil eden zümre zalim, “gençlik benim” diye harekete geçen kuvvet zalim, din uğruna mücahitlik yapar görünenler zâlim. Bütün bir riyayı kullanan ve sinsi kuvvet hazırlığı yapan sözde muhafazakâr zümre, komünizmin kullandığı bütün vasıtaların taklidini hazırlamaktadır. Sözde ruhçular, ruh dâvasının selâmeti için maddecilerin silâhlarına sarılıyorlar: Cehalet, riyâ, sahtekârlık, sürü taassubu, hoyrat saldırma, gösteriş, propaganda, bunların hepsi maddeyi muzaffer kılmak için kullanılırken kendini ruhçu sayanların ruhun zaferi yolunda kullanmaktan çekinmedikleri vasıtalar haline geldi. Bu hal, onların hezimeti ve dâvalarının iflâsı demektir. Ruh dâvası, bohça öpenlerle üstad övenlerin değil, insan oğluna Allah’ın kulu diye hörmet etmesini bilen, ilimle ahlâktan başka yol tanımayanların dâvasıdır.
Sahte Fâtih’lerin bir kısmı iştihaları fethederek insanlığa yaranırlar. Halkın iştihalarına hürriyet sunar ve bilhassa ruhu zincirlenerek iştahlan akim zincirlerinden boşanmış genç zümreleri minnettar bırakırlar. Bunlar zâlimlerdir. Bazıları ise insanların içinde gizlenen ve zorlandığı için yaşatamayan hırsları fethederler ve hırslara hürriyet bağışlamak için bağırırlar, tepinirler, yazarlar, saldırırlar. Kendilerine idealist dedirten bu sahte mürşidler de evvelkiler kadar zâlimdir. Çünkü esir olan insanlara hürriyet sunmak idealiyle ruhu ayaklar altına alırlar. Evvelkiler zulmü gerçek yapanlar, bunlar zulmü ideal edinenlerdir. Bütün halkı zâlim yapmak idealiyle hareket ederken her adımda kendi nefislerinden taşan zulmü yapmaktadırlar.
Zulüm bazı imtiyazlı ellerle yapılırken o kadar büyük, o kadar korkunç değildir, lâkin ufak ufak ufalanıp da bütün halkın eline geçerse pek tehlikeli, pek korkunç, pek müthiş bir şey olur. Ve böyle bir dünya, içerisinde yaşanamayacak kadar korkunç bir dünyadır.
Gerçek fatihler nefislerinin ve halkın nefsaniyetinin takdisine hizmetkâr olmadılar. Zümrelerin menfaatini yumruklaştırıp karşı zümrelere saldırtmadılar. Sultan Mehmed Han’ın, fetihten sonra Bizans’ın Rum halkına galip ve muzaffer müminlerle aynı muameleyi yapması, onlara eşit haklar tanıması ve gönüller sultanının kalbleri fethederken meyus kalblere bazı imtiyazlar bağışlamasından bize gelecek ders, mâzimizin sunduğu hikmet ve hakkın gerçek yolu olmalıydı. Öyle iken onun âdil ve otoriteli devlet anlayışı, onun gönüller fetheden kalb dâvası, devlet iradesi önünde, vezirleri ve kıralları dize getiren hak mefkuresi, büyük fethe hazırlanırken kumandanlardan önce şeyhine danışan Allah idealizmi çoktan unutuldu. Onun insanlığa şeref olan büyük mirasından; asırlar geçtikten sonra bize yalnız bu şehrin yaşattığı bir tabiat harikası kaldı. Geriledik, çok geriledik. Bir kısmımız bu gerileyişten meyus ve hüsran içinde bunalmış olarak düşman iradelere, düşman ruhlarına sığınıyor; esareti süslüyor, garblılaşma diyor, garp dillerinde yapılan öğretim diyor, garp sanayii diyor, garp terbiyesi diyor. Bu da az gelince esaret solcu dâva ile besleniyor, siyonizmin insan haklan maskesine bürünüyor.
Diğerleri ise bu soysuzlaşmaya karşı sanki cidal açarak gerilere, daima daha gerilere çekiliyorlar. İnsanlığın en geri sınıflarına sığınarak orada buldukları cehaletle taassubu, soysuzlaşmaktan korunmanın çaresi sanıyorlar. Geri ley işlerinde kullandıkları iptidai gurur bunları acınacak hale koymakta ve zaman zaman zâlimyapmaktadır.
Bir taraf, geri saflarda kalmamak, aşağılık duygularından kendini kurtarmak için düşmana iltica ederken öbür taraf geriliğinde selâmet arıyor; hurafelerin ilmini, riyânın sanatım ve taassubun ahlâkını yaymaya çalışıyor. İki taraf da hüsrandadır; her ikisi de mağlûptur. Atamız Fâtih’lerin vaktiyle bizi ulaştırdıkları saflarda gerçek yerimizi almak için her iki tarafın sürüklediği uçurumdan korunmamız lâzım geliyor. Ancak o zaman yeni hayatın gerektirdiği yeni fetihler bize de müyesser olacaktır.
Tohum, 11/20, Mayıs 1965.
Nurettin Topçu,Büyük Fetih