Evliyâ, Melek ve Sıradan insanlar

images-3 Evliyâ, Melek ve Sıradan insanlar

Beşerî vasıfları evliyânın kubbeleridir: Diğer insanların İhtiyaç duyduğu her şeye o büyükler de ihtiyaç duyar. Velî olmaları onları ihtiyaç hâlinden çıkarmaz. Diğer insanlar gibi, onlar da öfkelenirler. Enbiyânın seyyidi Hz. Rasûlüllah efendimiz -ona ve diğerlerine salât ve selâm olsun- “ Diğer insanların kızdığı gibi ben de kızarım”(1) buyurmuşsa, evliyâ niçin öfkelenmesin? Aynı şekilde, diğer insanlar gibi o büyükler de yeyip içer, âile efrâdı ile ilişki kurup, onlara yakınlık duyar. İnsan olmanın gereklerinden olan bu vasıflar, avâm ve havâsta her zaman mevcuttur. Allah Sübhânehû enbiyâ -Hz. Muhammed’e ve diğerlerine salât ve selâm olsun- hakkında, “Biz onları, yemek yemeyen birer (cansız) ceset olarak yaratmadık”(2)  buyurur.

Bakış açıları sâdece dış görünüşe ayarlı olan kâfirler, “ Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor…’ dediler”(3)  Gözleri ehlullahın sâdece dış görünüşüne takılı kalanlar, mahrum olurlar. “O dünyâyı da âhireti de kaybetmiştir.”(4) ص âyeti onları anlatmaktadır. Bakış açılarını sâdece dış görünüşe çevirmeleri, Ebû Cehil ve Ebû Leheb’i İslâm devletinden mahrum edip ebedî perîşânlık içine atmıştı. Saîd (cennetlik olan), bakışını ehlullahın dış görünüşünden çeken ve te’sîrli nazarlarını onların bâtınî vasıflarına çevirip sâdece ona münhasır kılan kişidir. Onlar Mısır’ın Nil’i gibi nasîbsizlere belâ, sevgililere tatlı sudur.

Beşerî sıfatların ehlullahta diğer insanlardan daha fazla görülmesi hakikaten acaiptir. Bunun sebebi şudur: Azıcık bir zulmet ve bulanıklık, az olmasına rağmen, temiz ve berrak yerde daha belirgin ve çok görülür. Ama temiz olmayan mahaller öyle değildir. Oralarda karanlık ve bulanıklık çok bile olsa o kadar belirgin görülmezler. Beşerî sıfatların zulmeti, avâmın tamâmına sirâyet edip onların kalıp, kalb ve ruhlarını sardığı hâlde havâsın sâdece kalıp (ceset) ve nefslerinde, ehass-ı havâssın (en husûsî insanlar) ise sâdece kalıbında olur. Onların nefsleri o sıfatlardan temizlenmiştir. Bu zulmetin neticesi, avâmda hüsran ve noksanlık; ha- vâsta parlaklık ve tercîhtir. Havâsın zulmeti avâmın zulmetini yok edip kalblerinde tasfiye ve nefslerinde tezkiyeye vesîle olur. O zulmet olmasaydı, havâsın avâmla bir münâsebeti olamaz; ifâde ve istifâde yolu kapanırdı. O zulmet, havâsta uzun süre kalıp onları sıkıntıya sokmaz. Hattâ arkasından bir pişmanlık ve istiğfâr hâli görülür ve başka zulmet ve bulanıklıkları yıkayıp temizleyerek terakkîye vesîle olur. O zulmet meleklerde olmadığı için onlara terakkî yolu kapalıdır.

İnceleyin:  Tasavvuf ve İslam

Buradaki bahsedilen şeye zulmet demek kötülemeye benzeyen bir övgüdür. Avâm enâm gibidir. Onlar ehlullahtan sâdır olan sıfatları kendi sıfatları gibi sanır ve bu inançlarından dolayı onla rın bereketinden mahrum olurlar(5).

Gaybı (görünmeyeni) görünene kıyâs etmek fâsittir. Her makamın bir husûsiyeti,her mahallin kendine âit gerekleri vardır. Hak dîne tâbi olanlara ve efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya uymayı lüzûmlu görenlere ve onun âline salât ve selâmlar olsun.

Imam Rabbani – Mebde ve Mead Risalesi,syf.131-134

Dipnotlar:

1-Müslim, Sahîhu Müslim, Kitâbu’l-Birri ve’s-Sıle, Bab no:25, hadîs no:2601.

2-Enbiyâ, 21/8.

3-Furkân, 25/7.

4-Hac, 22/11.

5-İmâm-ı Rabbânî (Kuddise sirruh) hazretlerinin Hoca Muhammed Hâşim’in sorularına cevâb olarak yazdığı uzunca bir mektûb içer sinde avâm ve havâs farkını bir başka açıdan beyân ettiği şu satırlar, aynı zamanda onun en değerli ölçüsünü belirtmesi bakımından da ehemmiyet arz etmektedir: “ İkinci olarak şunu sormuşsunuz. Tarîk-ı Nakşibendiyye-i Aliyye’de sünnet-i seniyyeye uymaya devamlılık esastır. Hâlbuki Rasûlüllah (Sallallâhü aleyhi ve sellem) efendimiz den, meselâ şiddetli açlık gibi şaşırtıcı derecede riyâzât ve şiddetli mücâhedeler görüldüğü hâlde bu tarîkatte riyâzâtı yasaklıyorlar.

Hattâ riyâzât neticesinde sûrî keşifler zuhûr ettiği için zararlı bu lanlar bile var. Doğrusu sünnete ittibâ etmenin zararlı olabileceğine ihtimal vermek şaşırtıcıdır. Sevgili dostum, bu yolda riyâzâtın yasak olduğunu kim söylemiş? Nakşibendîlerin riyâzâtı zararlı gördüklerini kim duymuş? Bu yolda sünnet-i seniyyeye -sahibine salât, selâm ve tahiyyetler olsun- ittibâ etmekte devamlılık esastır. Ahvâli gizlemek, orta hâlde olmayı tercîh etmek ve yiyecek, giyecek ve diğer fiillerde itidâle dikkat etmek meşakkatli riyâzât ve şiddetli mücâhedelerdendır.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Avâm en’âm gibidir. Onlar bizim bu saydıklarımızı riyâzât kabûl edip mücâhede olarak görmezler. Onlara göre riyâzât ve mücâhede açlıktan ibârettir. Aç kalmayı büyük iş kabûl ederler. Zîrâ onlara göre yaşayan canlı sıfatıyla beslenmek, en mühim iş ve en büyük maksattır. Bu bakımdan onlara göre bu fiilleri terk etmek meşakkatli bir riyâzât ve şiddetli mücâhededir. Ama sünnet-i seniyyeyi muhâfaza ve ona ittibâ etmekte devamlılık ve benzeri fiiller öyle değildir. Zîrâ bunlar avâma göre değersiz olup güvenilecek şeyler olmadıklarından, onları terk etmeyi münker (şer’an tasvip edilmeyen) ve tahsîl etmeyi riyâzât olarak kabûl ede- mezler. Bu yolun büyüklerine yakışan, ahvâli gizlemeye çalışmak ve avâm çok değer verdiği için insanların kabûlüne sebep olacak, büyük âfetlere yol açacak şöhrete götüren riyâzâtı terk etmektir. Rasûlüllah (Sallallâhü aleyhi ve sellem) efendimiz, “Allah’ın korudukları dışında, kişiye şer olarak insanların kendilerini din ve dünyâlarıyla alâkalı bir husûsta parmakla göstermeleri yeter.” buyururlar. Bu fakîre göre de şiddetli açlık, yiyecekleri bir ölçü içersinde yemeye çalışmaktan kolaydır. Hâllerin orta olmasına dikkat etmek, çok acıkarak riyâzât yapmaktan fazîletlı’dir. Babam (Kuddise sı’rruh), şöyle buyurmuştu: “Sülük ilmine dâir bir risâle örmüştüm. Onda şunlar yazılıydı: ‘Yiyeceklerde îtidal ölçülerine dikkat ve orta hâlde devamlılık, matlûba erişmek için kâfidir.’ Bunlara dikkat ettikten sonra zikir ve fikre gerek yok. Gerçekten yiyecek ve giyeceklerde, hattâ bütün işlerimizde orta hâili olmak çok güzel ve hoştur (Mektûbât, C.1, m.313, s.379). Mektûbun tamâmında aynı meselenin farklı yönleri ele alınmıştır.

İnceleyin:  Hangi Tasavvuf

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir