Evlilik

ideal-evlilik-yasi_1584623849_thumb-300x200 Evlilik

Çok da eski olmayan bir tarihe dek evlilik uzun süreli kutsal bir birliktelik olarak görülüyordu. Bugün ise birçok insan için bir çeşit dönemsel anlaşmaya, vazgeçilebilir bir şeye dönüştü. Aşka ruhsal esenliğin yegâne biçimi olarak bakılıyor, aşktan o kadar çok şey bekleniyor ki… Neredeyse bir tür seküler kurtuluş addediliyor aşk. Modern Batı top- lumlarında hayatın neşeli anlarının sorumluluğu artık evli­lik bağının omuzlarında. “Evliliğinde mutlu musun?” sorusu, mutluluğun karşı konulamaz bir mecburiyet olarak telakki edildiği günümüz toplumunda giderek kolay bir vazgeçişe kapı aralıyor. Tahammül kayıplara karışıyor. Metafizik bir gücün bizi izlediğini düşünmüyorsak eğer, hayatın haz ve zevklerine balıklama dalmamıza kim mani olabilir?

Modern toplumda iş ve aile temel tatmin kaynaklan olarak öne çıktığında, birindeki mutsuzluk kolaylıkla di­ğerine de tercüme edilebilir hale geldi. Boşanma ve bekâr yaşama oranlan arttıkça “başarılı bir evlilik” insanlar için gurur kaynağı olmaya başladı. Günümüzde evlilik, ilahi bir buyruk doğrultusunda hayatı tanzim etmeyi değil, modern toplundan kemiren güvensiz­lik ve yalnızlığı iyileştirmeyi vaat etmektedir. Kapitalizm, duygusal bağları da elden ge­çirmiş durumdadır. Duygusal kapitalizm, modern toplumda duygusal bağlan akılcılaştırıp metalaştırmıştır. İlişkiler maliyet-fayda analizi üzerinden değerlendiriliyor artık. “Sen bana ne veriyorsun ve verdiğin şey sana katlanmam için değer mi?” Değişen cinsiyet rolle­riyle birlikte kafa karışıklığı da artıyor. İlişkilere bir de çe­lişkiler zinciri ekleniyor. Kadınlar iş ve ev yaşamı arasında mütemadiyen yer değiştiriyor. İş yaşamının katı çalışma ko­şullan kadınların işini zorlaştırıyor. Erkekler cephesinde de çok şey değişti: Duygusallıktan uzak, sert erkek imajı artık makbul değil. Kadınların işgücündeki çarpıcı artış, erkek­lerin ve kadınların aile içinde ve dışında ne yapmaları ge­rektiğine dair eski tanımlara meydan okuyor. Kadınlar aile gelirine katkıda bulunmada önemli bir rol üstlendikçe, babaların ev işlerine ve çocuk bakımına daha fazla katılımıyla ilgili bir fikir değişimi gerçekleşiyor. Sanayileşmiş ülkeler­de yapılan araştırmalar, modern babaların günlük aile et­kinliklerine geçmişin babalarından daha fazla katılmasına rağmen (eşlerin her ikisi de tam zamanlı çalışıyor olsa bile) aile işlerinin ve çocukların bakım yükünün büyük kısmını kadınların taşımaya devam ettiğini ortaya koyuyor. Çalışan annelerin çoğu evde, eve “ikinci vardiya”ya geldiklerini ifade ediyor. Kankocalar bu sorunlarla boğuştukça, eğer ilişkile­rini onarmanın yollarım bulamazlarsa, birbirlerine düşman hale gelebiliyor. Eşler hem çocuk yetiştirmek hem de hayat arkadaşlarının kendilerine bir duygusal sıcaklık sunmasını beklerken büyük bir düş kırıklığı ve tükenmişlik girdabına yuvarlanabiliyor.

İnceleyin:  Sağlıklı Aşkın İlk Şartı:Sevme Becerisi

Evlilik her ne kadar toplumdan topluma, kültürden kül­türe, hatta aileden aileye bazı yapısal farklılıklar gösterse de tarih boyunca tüm toplumlarda varlığını sürdürmüş ve insan hayatında, aile kurarken birçok bireyin tercih ettiği önemli bir sosyal kurum olmuştur. Evlilik aile kurma yol­culuğundaki ilk ve önemli duraklardan biri olma özelliğini günümüzde de hâlâ koruyor. Evlilik, içinde çocuklarımızın büyüdüğü, toplumsal ilişkilerde çeşitli rollerde yer alma­mızı sağlayan, çocuklarımızı topluma hazırladığımız uzun soluklu bir yolun başlangıç noktası. Evliliğinin hukuki ve resmi olan boyutunun yanı sıra bir de duygusal boyutu var: Uygurlar evliliği “kavuşmak” anlamında kullanıyorlar. Evli­liği anlamlı kılan da kavuşmak ve bu duygusal beraberliğin devamıdır. Bu duygusal beraberlik iki bireye de iyi gelmeye devam ettiği sürece, o beraberlikten doğacak çocuklar ruhen ve bedenen sağlıklı olarak gelişeceklerdir.

İnsan ancak bir başkasının varlığıyla serpilip gelişen bir varlık. Kurduğumuz ilişkiler bize kim olduğumuzu, korku­larımızı ve güçlü noktalarımızı, neyi gerçekten istediğimizi öğretir. Karşılaştığımız her insan bize mutluluk veya mut­suzluk, sevgi veya çekişme getirme potansiyeline sahiptir. Sorun, günümüzde romantik ilişkilerden neredeyse her şeyi ister hale gelmemiz: Mutluluk, aşk, arkadaşlık, güvenlik, tat­min ve yoldaşlık. İlişkilerimizin bizi onarmasını bekliyoruz;

bizi kederden çekip çıkarsın ve bize neşe versin. Hayatımı­za giren o “özel kişi”nin bizi onarmasını beklemek bir ma­sala inanmaktır. Oysa Elizabeth Kübler-Ross’un söylediği gibi, “Bütünlük ve tamlık se­nin kendinden gelmeli.” Kişi önce kendi hayatının tamircisi olmalı. İnsanın ancak dışarıdan alınacak “takviye sevgi”yle mutlu olabileceğini sanmak saflık. Eşlerimizin bizi daha çok sevmesini dilemek yerine biz sevilmeye daha layık insanlar olalım. Şunu soralım kendimize: Almak istediğim kadar ve­rebiliyor muyum? Sevilmeye değer olmadığımı bildiğimde dahi sevilmek istiyor muyum? W. H. Auden’in o enfes dizele­rinde dile geldiği gibi: “Denk düşmeyecekse duygular birbi­rine/ Bırak, daha çok seven ben olayım.” Neden kuzum, daha çok seven sen olmayasın?

Bunun yanı sıra “boşanmak” da insan dünyasının bir ger­çeği. Evlilikler, ancak iki tarafın karşılıklı rızasıyla kurula­bildiği gibi, yine karşılıklı rıza ile idame ettirilebiliyor. Bo­şanmanın stres yükünü kaldırmak elbette kolay değil ancak pek de fark edilmeyen başka bir durum, evlenmenin stres yükünün de boşanmayla eşit miktarda olduğu. Daha başla­madan biten evliliklerin hikâyelerini dinliyoruz. Her şey yo­lunda giderken o stres yüküne dayanamayıp takı, eşya, konut vs. evlilik öncesi meselelerle başlama aşamasında bitiveren evlilik girişimleri dahi oluyor. Kimse bir piyango çekilişinde %50 kaybedeceğini düşünerek piyango bileti almaz. Bugün dünyadaki boşanma oranlan %50’leri, hatta Batı dünyasın­da %60’lan zorlamasına rağmen insanlar hâlâ evleniyorlar. Umudun tecrübeye karşı bitmeyen zaferi. Boşanmalar art­sa bile boşanan birçok insan yeniden evleniyor. Çünkü yer­yüzünde bizi yaşatan umuttur. Yapılan araştırmalara göre, evliliğinde mutlu olanlar, evli olmayanlara göre daha sağ­lıklı, daha uzun ve daha huzur içinde yaşıyorlar. Bu tarz bir evlilik yaşam kalitelerini artırmakla kalmıyor, yaşamlarım daha doygun ve anlamlı kılıyor. Evliliğin sevilmek, sayılmak, değer görmek, paylaşmak, yani deneyimler elde etmek, üret­mek, hayatına yeni anlamlar katmak gibi insana iyi gelen ta­rafları insanların içinde var olan umutlarım yeşertiyor. Ve bu umut devam ettikçe evlilik müessesi de devam edecek gibi görünüyor.

İnceleyin:  Sevgi ve Nefret

Bilhassa son yüzyılda hızlanan ölçeklerde kentleşme, pazar ekonomisi, sanayileşme; sonrasında yaşanan bilim­sel ve teknolojik gelişmeler ve nihayet modernleşme kültürü gibi bir dizi etken, evliliklerin oluşum ve yapışım değiştir­di. önceleri görücü usulü ya da aile büyüklerinin karan ile yapılan evliliklere, modern dünyada çiftlerin birbirini tanı­ması, bireysel kararlar, evlenme yaşındaki değişimler, farklı tanışma şekilleri eklendi; hatta bunlar daha ön plana çıktı. Farklı kültürlere göre, “aşk evliliği”, “görücü usulü evlilik” ve ara yelpazede farklı çeşitlerle tanımlanan evlilik yöntemleri bazı kültürlerde diğerlerine nazaran daha baskındır. Muha­fazakâr toplumlarda ailelerin gözetimindeki görücü usulü evlilikler önemini korurken, değişimlerin hızlı ve yoğun ol­duğu Batılı toplumlarda bireylerin tercihine bağlı aşk evlili­ği daha popüler hale gelmiştir.

Bir aile kurmak, başkalarının önceden boy vermediği derinlikteki meçhul sulara çivileme dalmak anlamına ge­lir. Sonucun öngörülmesi imkânsızdır. Aslında, evliliklerin kurulması aşamasındaki tanışma yönteminin de evliliğin devamlılığı açısından çok fark yaratmadığı söylenebilir. Bu açıdan görücü usulünü kötülemek mümkün değil. Hatta gö­rücü usulünde devrede olan, muhit kontrolü ve ailenin daimi gözetimi gibi dinamikler sebebiyle, tahammülü zor evliliklerin dahi ölünceye kadar sürmesi oldukça muhtemel. Batı’da yapılmış bir çalışma sonucuna göre, insanların evlilik önce­si flört dönemi uzadıkça evlilikte hayal kırıklığına uğrama ya da birbirinden sıkılıp bıkma ve evliliğin kopma İhtimali artıyor. Evlilik öncesi uzun zamanı birlikte geçirmiş olmak, evliliğin sağlamlığına değil, çabuk sıkılıp kopmaya bir işaret olarak da algılanabiliyor. İki öğrencinin beş on sene bütün sorumluluklardan azade olarak görüşmesi başka bir şey; iş başa düşüp evi birlikte idame ettirmeleri, yeni sorumluluk­ları taşıyabilmeleri ise bambaşka bir şey.

Kemal Sayar – Hatıraların Evi
Günümüzde Aile,syf:57-62

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir