Buraya kadar bedenî ve rûhî vazifelerde -bazı istisnalarla beraber- erkek ve kadın nevileri eşittir. Bundan sonra erkek ve kadınlara mahsus muayyen ve belli vazifeleri özellikle insanın fıtratına uygun ictimâî hayatı beyan ediyoruz. Mesela Allah Teâlâ cihadı erkeklere, evin içinde vakar şartıyla oturmayı da kadınlara tahsis etmiştir. Bunun gibi her bir nev’e ayrı ayrı vazifeler vardır. Kadın erkeğin, erkek de kadının vazifesini görmeye kalkışırsa mutlaka aralarında bir anarşi meydana gelir. Çünkü erkek ve kadın nevi’leri ayrı ayrı olduğu gibi, vazifeleri de ayrıdır.*“..Erkek kadın gibi değildir…” [Âl-i imran 36] mealindeki ayet-i kerîmede, zat ve sıfat olarak erkek ve kadının bir olmadığı açıkça tasrih olunmaktadır.
İnsan kelimesi bir ism-i cinstir. Her bir ism-i cins en az iki nevi’den mürekkebdir. Şu halde insan lafzı, cins olduğu itibarıyla iki nevi’den ibarettir: Biri erkek diğeri kadındır. Demek vazifeleri de ayrı ayrıdır.
Kadın ve erkeğin, cinsine nazaran müşterek vazifeleri olduğu kadar, nevi’lerine nazaran da ayrı ayrı vazifeleri vardır. Maateessüf beşer cinsinin müşterek ve nev’inin farklı cihetlerini birbirinden tefrik edemeyen birçok gençlerimiz: “İslamda kadın, kadın hakları, eşitlik ve eşit haklar nedir?” diye durmadan soru sormaktadırlar. Bu çok tuhaf! Bir taraftan hak versek de, diğer taraftan böyle soruları soranları tenkid etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü bir kere bu soruları soranlar, Garb kitablarını, gayri müslim tarihlerini ve birçok romanları okuyorlar, amma islamdan haberleri yok. Sadece soru sorarlar. Tuhaf!..
Hayatımdan; rastlamış olduğum bence ibretli hadiselerden biri şöyledir: Bir vakit Diyarbakır’da kitabcılık yapıyordum. Dükkanıma bir genç girdi. Gözleri dolu. Esmer, dolgun ve çok zeki. Alnına baktım: İpek. Boyu bosu çok güzel, yakışıklı. “Buyrun.” dedim. “Sen de ‘Firavunun Rüyası, Şeytanın Gülmesi’ adlı roman var mı?” diye sordu. Ben: “Şu anda yok, amma gelecek.” dedim. Bunun üzerine ağlarcasına döndü, fakat peşimi bırakmadı. Takriben on – on beş gün her gün saat beş civarında uğrar, sorar: “Kitab geldi mi?” Ben: Hayır, diyorum, gelecek. Bir gün sabahın erkeninde geldi. İçeriye girince selam yok. Ve şöyle dedi: “Yahu insaf, beni maraz ettin. Kitabım geldi mi, gelecek mi?” dedi. “Gel otur.” dedim, oturdu. Çay ısmarladım. “Genç, nerde okuyorsun?” diye sordum. “Ankara Tıb Fakültesi’nde.” dedi. “Kaç dil biliyorsun?” soruma: “Beş dil biliyorum” cevabını verdi. Şaştım! “Bunlar hangisi?” “Ortaokulda iken mükemmel İngilizce öğrendim. En çok babamdan. Lisede Almanca öğrendim, üniversiteye geçtim Fransızca öğrendim. Türkçe biliyorum, Kürtçe biliyorum.” dedi. “Arabca niye öğrenmedin?” soruma da: “Ben ne yapacağım Arabcayı.” karşılığını verdi. Ben ona, Arabcadan birkaç kelimenin tahlilini söyledim ve bu arada dîninden sordum. Şöyle dedi: “Dil çok güzel amma anlayamadım, bana zevk veriyor. Ah şu dîni karıştırmasan işe öğreneceğim.” Bu sefer başladım ona dinden bahsetmeye. Sordu cevablandırdım.
Nihayet namaza başladı. Tatil zamanlarında Arabca da öğrendi, iyi bir dindar oldu; kırk günde Kur’ân’ı hatmetti, birçok sûreleri ezberledi. Bilahare birgün ağlayarak dükkana geldi. Üzüntüsünü hissettim, sebebini sordum. “Hâkim babam ve avukat annem, camiye gidersin, gece kalkıp namaz kılarsan haftada beş lira, bırakırsan günde elli lira sana harçlık vereceğiz, dediler. Kavga ettiler ve beni kovdular.” demesin mi! Hayret ettim. Her ne ise şu anda kendisi bir profesördür ve yabanda çalışır. Anası babası mütekâid, gece gündüz geçmiş hayatlarına ağlamaktadırlar. İşin garib tarafı bu genç ehli beyt idi. Şükürler olsun şu anda hepsi İslâmî olarak yaşıyorlar. Konuya dönelim.
Daha evvelden “İnsan ve Vazifesi” adlı eserimizde, ictimâî hayatın tahlil ve tahrîrini va’detmiştim. Şimdi Cenâb-ı Feyyâd-ı Mutlak lütfetti. Ezelî inayetinin yardımıyla konuya başlıyoruz, muvaffakiyeti O’ndan dileriz. Cenâb-ı Hâlık Teâlâ:*“Andolsun bürünüp örttüğü zaman geceye, açıldığı zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana, ki sizin gerçekte sa’yi(amel, çalışmak ve vazife)niz çeşit çeşittir.” [El-Leyl 1-4] buyurmuştur.
Ayet-i kerîmede iki cinsten bahsedilmektedir. Birinci cins, zamandır; nev’inin biri gece, diğeri gündüzdür. İkinci cins, insandır; birinci nev’i erkek, İkincisi dişidir. Gece ve gündüzün vazifesi ayrı ayrı olduğu gibi, özellikle “sa’yiniz çeşit çeşittir.” buyurmakla, cins ve nevi’ olarak müşterek ve ayrı vazifeleri de beyan buyurmaktadır. Mesela, insanın hayr ve şer ameli olmak üzere iki türlü ameli olduğu gibi, her bir erkek ve kadının da ayrıca kendi nevilerine mahsus ve şahsî çalışmaları da vardır diye ifade etmektedir. Nitekim gece ve gündüzün cinsi -mesela zaman- birdir. Ama nevi’ olarak gece, canlı mahlukatı kendi vazifesiyle yarım ölüme mecbur kılar, ki bu uyku istirahatidir. Lâkin bu ölümden ibaret uykuyu kâmil bir istirahatın vasıtası kılmıştır. Öyle ya zifir karanlık daimi olsaydı kim, nerede, nasıl iâşesini temin edebilirdi? İşte birinci nev’in birinci vazifesi.
Zamanın ikinci nev’inin vazifesi şöyledir: Allah Teâlâ gündüzü parlak aydınlatıcı olarak yaratmış ve kazanca mahal, hayat ve yaşamak vesilesi kılmıştır. Bu iki nevi’ aynı işe mahal ve sebeb olmadığı gibi, insan nev’inden olan kadın ve erkeğin çalışmak sistemi de bir değildir. Erkek hayat şartlarının dairesinde çalışmak ve cihad etmekle, kadın da çocuğunu beslemek, evi temiz tutmak ve erkeğin kazanmış olduğu malı korumakla mükelleftir. İşte bu iki nev’in iki ayrı vazifeleri. Fıtrat bunu icab ettirmiştir. Allah’ın yaratmış olduğu tabiî kanun, yani Sünnetullah da buna müsaiddir. Amma kadın erkeğin dış hayatına, erkek kadının iç hayatına bağlandığı müddetçe huzur, refah, mutluluk ve bağlılık sayesinde ikisi de bahtiyar olur. Artık hangisi diğerinin hayatına karışırsa şübhesiz o anarşiyi meydana getirmiştir. Nitekim gece gündüz de karışırsa canlı varlıkların hayatları felce uğrar.
Zaman bakımından gece ve gündüzün asılları birdir; nevi’leri ve vazifeleri ayrı ayrıdır. İnsanda ruh ve nefs olarak erkek ve kadın birdir, gıdaları birdir, amma vazifeleri, çalışma sistemleri ayrı ayrıdır. Her bir nev’in kazancı da şahsına mülktür. Nitekim hayatı da kendisine mülktür. Demek her birinin kendi el emeğiyle, avlanmak veya mirasla kazanmış olduğu malı, din ve itikadı gibi, şeref ve haysiyeti gibi kendi şahsına mahsus mülktür. Çünkü ikisi de hürdür. Her biri kendi irade ve aklına kabiliyet ve şahsiyetine sahibdir. İstediği şekilde mülkünde tasarruf eder.
İşte beşer cinsinin devamına sebeb de bu mülkiyettir. Eğer iki nevi’den biri diğerinin mezkur mülklerinden birine el uzatırsa, zulmetmiş olur. Şübhesiz zulüm huzursuzluk, geçimsizlik ve Sünnetullah’ı bozmak ile ifade edilir. Erkek dış işlerini, kadın iç işlerini görür, sû-i istimalde bulunmazlarsa tayyibe hayata kavuşurlar. Şu halde gündüz kadını dışarıda çalıştırmak, gece de ona çocuğu besletmek, babasından miras aldığı malı gasbetmek zulümdür. İslam dîni bu zulme asla cevaz vermemiştir. Binaenaleyh müslüman bir kadını gayrı müslim kadınlarına, müslüman bir erkeği gayrı müslim erkeklerine kıyas etmek ayrı bir zulümdür. İslam bu zulme de karşıdır.
İslam dîni erkeğe değer verdiği kadar kadına da değer vermektedir. Mesela namus. En kıymetli mal namustur. Namustan üstün bir cevher yoksa, kadın namusun cevheridir. Kadın erkeğin annesi, koruyucusu, yardımcısı olduğu için muhteremdir. Kadın kelimesi düşünmeye muhtaç bir kelimedir. Kadının evde oturması evi tenvîr eder ve cennet kılar. Demek namuslu bir kadın, evin ve cemiyetin fânusudur. Fânussuz bir ev neye yarar? Kadın erkeğe hayrı ilham eden bir melek gibidir, ya da evi yıkan bir şeytan gibidir. Nitekim erkekler de böyledir. Amma erkeğin şerefi kadının elindedir. Şu halde kadın ve erkeğin ikisi de içeride veya- hud ikisi de dışarıda çalışmaları Sünnetullah’a ve şu âlemin nizamına son derece muhaliftir. Nitekim hayvanat âleminde de aynı vazifeler tahakkuk etmektedir. Hiçbir zaman bir erkek kendini kadına, bir kadın kendini erkeğe benzetemez. Eğer bu işi yaparsa şübhesiz lanetlenmiştir.
Zaman ve insan cinsinin, nevi’leriyle birlikte Kur’ân-ı Hakîm’de beraberce zikir edilmesinde birçok hikmetler vardır. Mesela,”O (Allah), İçinde sükûnet ve istirahat etmeniz için geceyi (karanlık), gündüzü de (içinde çalışıp kazanmanız için) ziyâdâr kılmıştır…” [Yunus 67] buyrulmuştur. Bu ayet-i kerîmede gecenin yaratılmasının hikmeti istirahat ve uyku olarak beyan olunmaktadır. Demek gündüzün insana vermiş olduğu yorgunluk, bitkinliklerin giderilmesine gece vesiledir. Çalışanlar gece sükun bulurlar. Kısa ifade ile, gece sükûnet, gündüz hareket için yaratıldığı gibi, Cenâb-ı Allah Teâlâ erkeği hareket, kadını da sükun bulmak için yaratmıştır. Bu da Allah’ın ayetlerinden ibaret bir sünnettir. Nitekim,*“Size nefsleriniz(cinsleriniz)den kendilerine ısın (ıp sükun bul)manız için zevceler yaratmış olması aranızda bir sevgi ve esirgeme, O’nun ayetlerindendir. Şübhesiz ki bunda fikrini iyi kullanacak bir kavim için elbette ibretler vardır.” [Er-Rûm 21] buyrulan ayet-i kerîmede Allah Teâlâ canlıların sükun bulmaları için zarf olarak geceyi, zat olarak kadınları yaratmıştır, diye tasrih olunmaktadır. Birinci ayette,*”onda sükun bulmanız için” cümlesi ikinci ayetteki * “ısınıp sükun bulmanız için” cümlesine mukabil düşünülürse şu hakikatler anlaşılır:
Kadın ve erkeğin hatta bütün canlı varlıkların istirahatleri gecede, özellikle erkeğin ruhunun rahat ve sükûneti de zevcesinde bulunur. Bu sükun bulma, iki eş aralarında sevgi, aşk ve bağlılığı meydana getirir. Eğer kadın da beyi gibi, gündüz evi bırakır, dışarıda çalışmaya giderse, iki eşin huzur, refah ve istirahatleri yok olur, nihayetsiz bir harekete sükunsuz bir geceye girerler. Bu giriş, meskenlerini yok ettiği gibi, huzurlarını da ortadan kaldırır. Erkeğin menfaati veya zararı, yalnız şahsına mahsustur. Amma kadının zarar ve menfaati milletinedir. Milletinden de ekseriyet eşinedir. Binaenaleyh zevk ve sokak kadınından hiçbir fayda yoktur. Ev kadını ise aksine ruha rahatlık veren bir cevherdir.
Şu halde kadından cevherini erkeğe, erkekten cevherini kadına benzetenlerin benzeyişleri her ne suretle olursa olsun -nizâm-ı âleme ve Sünnetullah’a muhalif olduğundan- toplum hayatına küllî bir zararı getirir. Malum, bunun için lanetlenir, Allah’ın yaratmış olduğu tabiî kanuna karşı geldiği için lanetlenir.
“Allah erkek(nevi’lerin)ten kendini kadınlara yahud kadın (nevilerin) dan kendini erkeğe benzetene gazab etmiş, rahmetinden uzak* laştırmıştır.” mealindeki hadîs-i şerifte, zat ve sıfat olarak herhangi bir nevi’ kendini diğer nev’e benzetirse lanetlenmiş oluyor. Bırak fiilî benzeyişler; temennisi bile yasaklanmıştır. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
*“Allah’ın kiminizi kiminizden üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri temenni etmeyin. Erkeklerin kazandıklarında kendilerine bir pay vardır. Kadınların da kazandıklarında nasibleri vardır…” [En-Nisâ 32] Yani erkek için hususî kazanç yolları olduğu gibi, kadınların da özel kazanç yolları vardır. Her iki nev’in de kendi açısından çalışmak yolları ayrı ve bellidir. Hırsa, hasede, kibirliliğe, zulme ve saireye sirayet edebilecek temennileri yapmayın demektir. Amma merhamete sirayet edebilecek yardımı yapın. Çünkü Peygamber aleyhisselam da kendi ev hanımlarına yardım etmiştir. Ashab hanımları da fedakârlık babında nadiren bahçelerinde kocalarına yardım etmişlerdir. Amma bu yardım, mülklerine hürriyetlerine sirayet ederse zulüm olur. Şu halde bir kadının cihada, harbe gitmek için temennisi caiz olmadığı gibi, erkeğin de onun kabiliyetini temenni etmesi caiz değildir. Her biri diğerine yardım ettiği takdirde de kendi nev’inden çıkmamalıdır. Eğer çıkarsa, aralarındaki sevgi ve aşk nefrete döner.
Hülâsa erkek sabah kalkar kalkmaz, zevcesi yardımında bulunur, kahvaltısını hazırlar, saygıyla, dua ile onu dışarıya ve iş sahasına iteler ve uğurlar. Uğurlama esnasında latîfeler söyler. Akşam beyini çalışmaktan eve çeker, kapıdan karşılar, selamını alır, yorgunluk ve bitkinliğini giderir, moral verir, istişarelerde ona yol gösterir. Çünkü kafası sakindir, işte İslam Medeniyeti bu.
İNSANDAN KADIN VE ERKEĞİN MÜŞTEREK MUTLAK VAZİFELERİ ALTIDIR
Esas itibarıyla kadın ve erkeğin müşterek vazifeleri çoktur amma biz altısını burada izah eder, diğer yetmiş müşterek vazifelerini yerinde beyan ederiz.
Beşer cinsinin iki nev’inden ibaret erkek ve kadınlardan her biri itikad ve dîninde serbest ve hürdür. Ancak bu hürriyetin namusu lekeleyecek derecede olmaması şarttır. Bir erkek evladına baba olduğu gibi, bir kadın da çocuğuna annedir. Hatta annenin hakkı daha fazladır. Bir kadın kendi mülkünün tasarrufunda hürdür, meşru hakkını kullanır, özellikle anne, ailesinin ilk mürebbisi ve muallimidir. Eğer kadının hiç bir vazifesi olmasa, onun mürebbiliği ve muallimliği kendisine kâfi bir şereftir.
*“Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan ve ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabb’iniz(e karşı gelmek)den sakının. Kendisiyle birbirinize dilekte bulunduğunuz zaman Allah’tan ve akraba(lık bağını kırmak) dan sakının. Çünkü Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.” [En -Nisa 1] buyrulmaktadır. Bu ayet-i kerîme ilk insan Âdem’den, zevcesinin yaratılmasından, kadının aslının erkek olduğundan bahsetmektedir. Demek kadın da erkek gibi insan nev’indendir. Kadının aslı erkek olduğundan, kadın erkeğe daha fazla meyletmektedir. Ve bu hikmetten dolayıdır ki, erkek kadına ısınıp onda sükun bulur. Nitekim
*“Şübhesiz kadın eğri olan kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğini doğrultmak dilediğinde onu kırarsın. (Yani boşarsın, amma yumuşaklık ve latîfeleri söylemekle) Onu İdare et ki daimi olarak onunla yaşayasın.” mealindeki hadîs-i şerîfte, kadının aslının erkek olduğu tasrih olunmaktadır. Ayrıca gerek ayet ve gerek hadiste, onun idare edilmesi de tavsiye buyrulmuştur. Demek kadın da insandır ve muvakkat bir eğlence değildir, kıymetli ve şereflidir, evin çırası, hayatın cevheridir, aslının yardımcısıdır. İş böyle olunca, bir anne ve babadan başlayan ve yayılan akrabalık bağının, büyük bir ehemmiyeti taşıyan ailevi yuva kurmanın hikmeti de anlaşılmıştır. Kahrolsun o feylesoflar ki, kadında ruh yoktur fikrini ortaya koydular; kadınlara zulmettiler. İnsaf ehli feylesoflarsa bunlara karşı gelerek kadında ruh vardır dediler ve kadın hakları fikrini ortaya koydular. İşte bu zulüm olayının tarihini okuyan zavallı gençlerimiz de müslüman kadını gayrı müslüman kadına kıyas etmekle İslam sistemini gayrı müslim sistemine benzeterek kadın hakları diye feryadı koparırlar. Öyleyse her müslümanın bilmesi gerekli olan, kadın ve erkeğin müşterek vazifelerini beyan edelim:
1-Kadın itikadında hürdür, erkek de hürdür. Birbirine icbar edemezler. Nitekim, Nuh ve Lut aleyhimesselâm’ın hanımlarının kendilerine iman etmediklerini Kur’ân-ı Hakîm beyan etmektedir. Demek oluyor ki bir müslüman erkek ehli kitabdan bir kadınla evli olursa, hanımını müslüman olmaya icbar etmez. Bilakis ona hüsn-ü muaşerette bulunur. Bu güzellik İslam dîninin dışında herhangi bir sistemde bulunmamaktadır.
*“Allah küfredenlere Nuh’un karısıyla Lut’un karısını misal olarak gösterdi. Onlar kullarımızdan iki salih kullarımızın (nikahı) altında idiler. Böyle iken hainlik ettiler. Nihayet o iki (zevç), onları Allah'(ın azabın)tan hiçbir şeyle kurtaramadılar .0(iki kadı)na ateşe girenlerle beraber siz de girin denildi.” [Et-Tahrîm 10] buyrulan ayet-i kerîmede düşünülsün. Nuh ve Lut Peygamberlerin yüceliğini sonradan kafir olan hanımların kıssasından anlıyoruz ki, itikadda kadın ve erkek serbesttirler. Bu kıssa, karısı kendi itikadında olmayan erkeklere bir teselli ve irşad yolu olduğu gibi, firavunun karısı Asiye’nin de Mûsâ’ya iman edip hâlis mü’mine olduğundan onun zulmüne uğradığı hakkındaki kıssa da mü’minelere bir misal olarak beyan buyrulmuştur.
Gerçek şu ki, müslüman bir kadın veya erkek, eşine hüsn-ü muamelede bulunur, amma kafir eş müslüman eşine sû-i muamelede bulunur. Demek itikadî meselelerde erkek hür olduğu gibi kadın da hürdür ve icbar yoktur. Kadınların iffetine musallat olan zalimlerin, müslümanlıkta kadın esirdir şeklindeki fikirleri son derece yanlıştır. Bu İslamı bilmemekten ileri geliyor.
Nuh ve Lut peygamberlerin kıssaları, konumuzun örneğidir. Müslüman olup da eşine zulmedene gelince, bu da onların fikirlerine kaymaktan ileri geliyor. Eşitlik iddiasında bulunanlar da kadınlara zulmetmektedirler. Çünkü fıtratlarına uygun olmayan birçok vazifeleri onlara yüklemektedirler, amma müslüman olanlar ise ancak dînin kadının fıtratına uygun gördüğü vazifeyi yükler. İzah edilecektir.
2- Fikirde kadın ve erkeğin müşterek vazifeleri vardır. Bunu da Belkis ve Süleyman aleyhisselâm’ın kıssalarında bulmak mümkündür. Kur’ân-ı Hakîm bundan haber vermektedir.Süleyman aleyhisselam, Hüdhüd kuşuyla bir mektubu Sabâ hükümdarı Belkls’e göndermiş; Belkis mektubu alıp okuduktan sonra etrafındaki siyasî ve ileri gelenleri ile bir toplantı yapmıştır. Belkis görüşünü şöyle ortaya koymaktadır: “Hakîkaten bana çok kıymetli bir mektub gelmiştir.
*“Gerçekten o Süleyman’dandır. Ve O hakîkaten Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (her işe başlar ve hüküm eder. Hükmü de şudur:) Bana karşı baş kaldırmayın ve müslüman olarak bana gelin diye.” yazmıştır. [En-Neml 30-31] Ey görüş sahihleri, bana bu iş hakkında görüşlerinizi beyan edin. Sizlerle istişare etmeksizin ben bir hüküm vermiyorum.”
Görüş ve hüküm sahibi olanlar şöyle dediler: “Ey emîre, hüküm ve emr size aiddir. Bizler elimizdeki kuvvetlerle emrlerinizi bekliyoruz.” Belkıs:*“…Siz bana bir işin akıbetini göstermeden ben (kendi başıma) hüküm etmem.” [En-Neml 32] dedi. Ayetin bu cümlesinden anlaşılıyor ki, kadın kısmı fikri beyan etmekte erkek gibidir, ancak hüküm etmek erkeklere aiddir. Çünkü ayet-i kerîmede bu mana “Ben hüküm etmem.” cümlesiyle beyan buyrulmuştur. Böylece hükmü erkeklere tevdi etmiş ve görüşünü beyan etmiştir. Bundan dolayı cumhur-u ulemâ, hukukî işlerde hüküm erkeklere aiddir, diye ittifak ettiler. Burada erkek ve kadının müşterek vazifeleri olan istişarede kadının kendi fikrini beyan etmesi tasrih olunmaktadır. Nitekim Belkis şöyle fikir beyan eder: “Padişahlar bir yere girdikleri andan itibaren, o yerin azizlerini zelil kılarlar. Eğer bunlar da Sabâ şehrine girerlerse aynısını yapacaklardır. Şu halde ilk tedbir olarak ben onlara bir hediye göndereceğim ve elçilerin bana ne gibi haber getireceklerini bekleyeceğim. Bakayım akıbette ne olacak.” Nitekim
*“Ben onlara bir hediye göndereyim de, elçilerin ne ile döneceklerine intizar edeceğim.” [En-Neml 35] mealindeki ayet-i kerîmede, kasdetmiş olduğumuz bu mana anlaşılmaktadır. Bu kıssadan birçok müfessirler şu dört hükmü çıkarmaktadırlar:
a-Siyasî işlerde fikri beyan etmek, görüşleri ortaya koymak, erkek ve kadınlara müşterek vazifedir.
b-İtikad ve hürriyeti ifade edecek bütün manalarda erkek ve kadın müşterek vazife görmektedirler.
c-Kadın da erkek gibi, servetine sahibdir ve tasarrufunda hürdür.
d-Kadın da müsteşar olur, şahid olur.
İşte burada ve daha ilerde, kadın ve erkeğin eşit oldukları yerlerdeki müşterek vazifelerini tekrar izah edeceğiz. Ancak bu kıssadan, kadının tek başına hukukî meselelerde hüküm edemiyeceği anlaşılmıştır. Bu da izah olunacaktır.
3-Erkek ve kadın, fazileti kazanmak vazifesinde müşterektirler. Yani hayr işleyen kadın da erkek gibi Cenâb-ı Hakk’ın nezdinde makam alır, velî olur. Şu kadar ki, kadın peygamber olarak gelmemiştir. Amma
bunun dışında *“…Ey Meryem, muhakkak Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Seni tertemiz büyüttü ve âlemlerin kadınları üzerine de mümtaz kıldı.” [Âl-i imran 42] mealindeki ayet-i kerîmeden de, kadınların makam da alabilecekleri tasrih olunmaktadır. Nitekim Hazreti Ayşe, Hazreti Fatıma gibi birçok faziletli kadınlar gelip geçmiştir. Menkıbe kitablarında kıssaları meşhurdur. Fazileti kazanmak aslanlığında erkeklik ve dişilik söz konusu değildir. Aslan aslandır.
4-Mâlî cihad yapmak, erkek ve kadına müşterek vazifedir. Ancak kadın çok kıymetli olduğundan ve namusu, haysiyeti söz konusu olması bakımından can ile cihaddan men edilir. Zaten cihad onun için yapılır.
5-Kazanç vazifesi erkek ve kadınlara müşterek vazifedir. Demek kadının kazancı kendi şahsına mülktür. Teferruatı gelecektir.
6-Miras paylaşmak vazifesinde de, bazı istisnalarıyla kadın da erkek gibidir.
İşte bütün bunlar, kadın hakkı iddia edenlerin altı cihetle fikirlerini reddetmektedir. Çünkü İslamiyet kadınlara muayyen hak vermiştir. O halde hangi hakları verilmemiş ki o iddia edilir. Demek bu iddia altı cihetle yanlıştır:
a-Müslüman bir erkeği gayrı müslime kıyas etmek, b-Hür bir kadını hürriyeti elinden alınmış ve hayatta çalışmak mecburiyetinde kalmış kadına kıyas etmekle, doğrusu müslüman bir kadının hürriyetini sezmemekle,
c-Bedenî cihaz olarak kadının erkekten noksan yaratıldığını bilmemekle,
d-İslam dîninin kadınlara verdiği hakkı inkar etmek, doğrusu İslam dînini bilmemekle,
e-Kadınlık kabuğunda gizlenmiş namus cevherinin hakîkatini idrak etmemekle,
f-Kadın ve erkeğin ruhânî cazibe kanunlarını ve her bir nev in kendisine mahsus his ve idrak kabiliyetini anlamamakla, hataya düşmektedirler. Gelecek başlığı da oku.
Devamı için bkn:
2– http://ilimcephesi.com/on-bes-yerde-erkek-ve-kadin-musavidir/
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…