Enam 38: “Biz kitabta, hiç bir şeyi eksik bırakmadık” -Edip Yüksel’e Cevab

indir-4-2 Enam 38: "Biz kitabta, hiç bir şeyi eksik bırakmadık" -Edip Yüksel'e Cevab

Edip Yüksel: Hadis ve sünnet izleyicileri, Kuran’ın tamam, mükemmel ve tam detaylı olduğunu bildiren bir çok ayete rağmen(6:19,38,114,115), altmış cildi aşan hurafeler ve yalanlar külliyatının Kuran’ı tamamlamadığını iddia etmektedirler. Yukarıdaki 12:111 ayetinde Allah, bizim uydurma hadislere ihtiyacımız olmadığını, Kuran’ın bir rehber olarak tam anlamıyla her şeyi açıkladığını bildirmekle hem Hadisi ve hem de Hadisçilerin temel iddialarını mahkum etmiştir. Allah, onlara sorar: “Allah’tan ve ayetlerinden sonra başka hangi hadise inanıyorlar?” (45:6). Onlar şöyle cevap verirler: “Allah’ın ayetlerinin yanında, Buhari’ye, Müslim’e, Tirmizi’ye, Ibni Hanbel’e, Ibni Mace’ye, Ebu Davud’a, Ibni Kesir’e, Kafi’ye, Mecmüatül Abbasi’ye, Nehcül Belağa’ye ve daha nicelerine inanırız!” Allah, onlara meydan okur: “Doğru sözlüler iseler ona (Kuran’a) benzer bir hadis getirsinler!” (52:34). Cevap olarak, Ebu Davut adlı kutsal hadis kitaplarıyla peygambere iftira ederler: “Bana Kuran, ve bir de benzeri hadis verildi.” Allah, geçmişin ve geleceğin haberlerini içeren Kitabında (11:49; 6:5; 38:88) hadis izleyicilerini şöyle tanımlar:

“Halktan öyle kimseler var ki bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu küçük düşürmek için boş hadisleri izlerler. İşte onlara küçük düşürücü bir azap vardır.” (31:6). Kuran, peygambere iftira edenlerin ve Kuran’ın tamam ve detaylı olduğuna inanmayanların aslında ahirete kesinlikle inanmadığını bildirir (6:112-116). Bu yüzden apaçık ve kolay olan Kuran’ı anlayamazlar ve onun zor ve kapalı olduğunu iddia ederler. Kuran’a göre, Allah’ın hükmüne, insanların hükmünü ortak koşan putperestler, Kuran’ı anlayamazlar. Böylece, bu iddiaları aslında kendilerinin gerçek müminler olmadığının bir itirafıdır. (http://kizilotesii.blogspot.com.tr/search/label/01-KURAN%27DAN%20BA%C5%9EKA%20HANG%C4%B0%20HAD%C4%B0SE%20%C4%B0NANIYORSUNUZ)

********

Ayette “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” buyuruluyor. Buradaki ki­tap birkaç şekilde anlaşılmıştır. Bir görüşe göre bu kitap levh-i mahfuzdur. Yüce Allah, alemde olmuş ve olacak şeyi her varlığı ve her olayı, ilm-i ezelisinin bir ifadesi olarak, levh-i mahfuzda bütün ayrıntı ve kanunlarıyla tespit ve tayin et­miştir. Âlemde vuku bulan her şey O’nun ilmi, O’nun kurduğu düzen içinde ger­çekleşmekte, İlmine ve kudretine şahadet etmektedir. Daha zayıf olan diğer bir gö­rüşe göre bu kitap, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü Kur’an’da insanların muhtaç oldu­ğu pek çok bilgi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayı gerekli kılan yeteri ka­dar delil mevcuttur. Buna rağmen inanmayanlar, Kur’an’da eksik bilgi verildiğin­den değil, İnatlarından veya İslâm’ın getirdiği hükümleri kendi menfaatlerine ay­kırı bulduklarından dolayı inanmamaktadırlar. Fakat sonunda onlar rablerinin hu­zurunda haşrolunacaklar ve birbirlerinden gördükleri zarar, ziyan ve acıların kar­şılığını bulacaklardır.

[Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: II/318-319]

 

Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir

Her Türlü İlme Ait Meselelerin Kur’ân’da Yer Alıp Almaması

…Bunun böyle olduğu sabit olunca, birisi şöyle diyebilir: “Kur’ân’da, tıp ve cebir ilimleri ile, diğer birçok konuların ve ilimlerin detaylı bilgileri bulunmadığı halde ve yine âlimlerin usul ve fürû ilmine dair mezhepleri ile delillerinin tafsilatı bulunmadığı halde, Cenab-ı Hak niçin “Biz o kitapta, hiçbir şeyi eksik bırakmadık” buyurmuştur?” Buna şu şekilde cevap verilir: Hak Teâlâ’nın bu buyruğu “bilinmesi gereken şeylerin beyan edilmiş olması” manasına has olmalıdır. Bunu şu iki şekilde izah ederiz:

 

1-a) “Tefrit” (eksik bırakma) kelimesi, olumlu veya olumsuz yönden, ancak beyan edilmesi gereken şey hususunda kullanılır. Çünkü hiç kimsenin, yapmaya ihtiyaç duymadığı şeyleri yapmamada, tefrit yaptığı veya kusurlu davrandığı söylenemez. Bu kelime ancak, kişinin yapmaya ihtiyaç duyduğu şeylerde kusurlu davrandığında kullanılır.

2-b) Kur’ân’ın bütün veyahut ekseri ayetleri, bu kitabın indirilişinden maksadın, dini açıklamak, Allah ile O’nun hükümlerini tanıtmak olduğuna, mutabakat, “tazammun” veyahut da “iltizam” olarak delalet etmektedir. Bu kayıt, Kur’ân’ın tamamından anlaşıldığına göre, bu ayetteki mutlak ifade, bu mukayyet manaya hamledilir.

Kur’ân’ın bütün ilimlerin usul ve fürûunu (prensiplerini ve tafsilatını) kapsamamasına gelince biz şöyle deriz: “Bütün usul ilmi Kur’ân’da mevcuttur. Çünkü asli deliller Kur’ân’da en beliğ bir şekilde zikredilmiştir. Fakat mezheplerin rivayetine ve görüşlerin tafsilatına gelince, bunların Kur’ân’da bulunmasına ihtiyaç yoktur.” Füru ilminin detayları için de söyle deriz: “Alimlerin bu hususta iki görüşü vardır: Birinci görüş: Onlar söyle derler: “Kur’ân, icmâın, haber-i vahid’in ve kıyasın şeriatta bir delil olduğuna delalet etmektedir. Binaenaleyh bu üç asıldan birinin delalet edip ortaya koyduğu her şey (her hüküm), aslında Kur’ân’da mevcut demektir.” Vahidî (r.h), bunun böyle olduğuna şu üç misali göstermiştir:

Birinci misal: Rivayet olunduğuna göre, İbn Mes’ud (r.a), “Dövme yapan ile yaptıranı ve peruk yapan ile takanı kastederek, “Allah’ın kitabında lanet ettiği kimseye, ben niye lanet etmeyeyim ki…” demiştir. Yine rivayet edildiğine göre bir kadın bütün Kur’ân’ı okumuş, sonra Abdullah İbn Mes’ûd (r.a)’a gelerek “Ey İbn Ümml Abd, dün gece Kur’ân’ın iki kapağı arasındaki her şeyi okudum ama onda dövme yapan ile yaptırana lanet edildiğine rastlamadım” dedi. İbn Mes’ûd (r.a) dedi ki: “Eğer gerçekten okumuş olsaydın, onu bulurdun. Nitekim Cenâb-ı Hak, “Peygamber size ne verdiyse onu alın” (Haşr, 7) buyurmuştur. Resûlullah’ın, bize verdiği şeylerden birisi de, “Allah, dövme yapan ve yaptırana lanet etti” [1] buyurmuş olmasıdır.”

 

İmam Şafiî’nin Mes’eleleri Kur’ân’a İrca Etmesi

İkinci misal: Bildirildiğine göre Şafii (r.h), Mescid-i Haram’da oturup: “Bana ne sorarsanız sorun, mutlaka ona Allah’ın kitabı ile cevap veririm” demiş. Bunun üzerine bir kimse, “ihramlı birisi bir eşek arısı öldürürse, bunun hükmü nedir?” deyince, Şafii (r.h), “Bu kimseye bir şey gerekmez” dedi. Adam da, “Bu, Allah’ın kitabının neresinde?” diye sordu. O, “Allah, “Peygamber size ne verdiyse onu alın” buyurmuştur” der. Sonra Hz. Peygamber (s.a.s)’e isnat ederek O’nun, “Benim ve benden sonraki Hülefâ-i Raşidin’in sünnetine yapışın”[2] dediğini; daha sonra Hz. Ömer (r.a)’e isnat ederek, Hz. Ömer’in, ihramlı kimse eşek arısını öldürebilir” dediğini söylemiştir.

Vahidî: “Şafii bu kimseye, Kur’ân’dan, üç merhalede istinbatta bulunarak, cevap vermiştir” der. Ben derim ki: “Burada, bundan daha kısa şöyle bir başka yol daha vardır: Müslümanların malları aslında ma’sum, mukaddes, korunmuştur. Nitekim Cenâb-ı Hak, “(Herkesin) kazandığı (hayır) kendi faydasına, yaptığı (şer) kendi zararınadır” (Bakara 266); “O, sizden mallarınızı da istemez” (Muhammed, 36) ve “Birbirinizin mallarını, haram yollarla yemeyin. Ancak onun, karşılıklı rıza ile olan bir ticaret olması müstesna…” (Nisa, 29) buyurmuş ve böylece ticaret yolu dışında bir yolla insanların mallarını alıp yemeyi yasaklamıştır. Binaenaleyh ticaret söz konusu olmadığı zaman, bu malların (başkasına) haram oluş aslı üzere kalması gerekir. İşte bu umumi prensipler, eşek arısını öldüren ihramlıya, herhangi bir cezanın gerekmeyeceğini gösterir. Çünkü bu umumi prensiplere tutunmak, bunun hükmünün de aynı durumda olmasını gerektirir. Şafiî’nin takip ettiği yol, şu dört derecede, umûmî ifadelere sarılmadır:

 

1-a) Hak Teâlâ’nın, “Peygamber size ne verdiyse onu alın” (Haşr, 7)ayetinin umûmî manasına tutunmaktır. Peygamber (s.a.s)’in emirlerinin içine giren şeylerden birisi de, Hulefâ-i Râşidin’e uymaktır.

İnceleyin:  İnanmak için de gerçekten "saflaşmak" lazım

2-b) Hz. Peygamber (s.a.s)’in, ‘Benim ve benden sonraki Hulefâ-i Raşldîn’ln sünnetine yapışın”[3] hadisinin umûmî manasına tutunmaktır.

3-c) Hz. Ömer (r.a)’in Hulefâ-i Raşidîn’den oluşunu beyan etmeye tutunmadır.

4-d) Hz. Ömer’in bu meselede herhangi bir ceza gerekmediğini rivayet etmeye tutunmadır. Böylece, bizim söylediğimiz yolun daha kısa olduğu sabit olur.

 

Üçüncü misal: Vahidî şöyle demiştir: “Zinakâr Useyf hadisinde rivayet edildiğine göre, Useyf’in babası Hz. Peygamber (s.a.s)’e “Aramızda Allah’ın kitabı ile hükmet” deyince, Hz. Peygamber (s.a.s), “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, aranızda Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim”[4] buyurmuş ve sonra, Useyf’e celde (sopa) vurulup, sürgüne gönderilmesine; zina yaptığı kadının ise, eğer itiraf ederse, recmedilmesine hükmetmiştir. Halbuki Kur’ân’da açık olarak, sopa ile birlikte sürgün cezası geçmemektedir. İşte bu da gösteriyor ki, Hz. Peygamber (s.a.s)’in hükmettiği her şey Allah’ın kitabının aynısı olur.”

Ben derim ki: “Bu misal doğru ve gerçektir. Çünkü Cenâb-ı Hak, “İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatsın diye sana (kitabı İndirdik)” (Nahl, 44) buyurmuştur. Hz. Peygmaber’in beyan ettiği her şey, bu ayetin hükmüne dahildir. Böylece bu misallerle, Kur’ân-ı Kerim, icmâ’nın, haber-i vahidin ve kıyasın bir delil olduğuna delalet edince; yine, bu üç yoldan birisiyle sabit olan her hüküm de gerçekte Kur’ân ile sabit olmuş gibi olunca, işte o zaman Cenab-ı Hakk’ın: “Biz o kitapta, hiçbir şeyi eksik bırakmadık” beyanının doğru olduğu sübut bulmuş olur. İşte bu görüşün izahı budur ve bu görüş, cumhur-u fukahanın ekserisinin desteklediği görüştür. Bir kimse şöyle diyebilir: Bu izahın neticesi şudur: Kur’ân-ı Kerim, haber-i vahid ve kıyasın bir delil olduğuna ve bu iki temel asılla sabit olan her hükmün de, gerçekte Kur’ân-ı Kerim ile sabit olmuş gibi olduğuna delalet etmiş olsa bile biz şöyle diyoruz: “Biz o kitapta, hiç bir şeyi eksik bırakmadık” ayetini bu manaya hamletmek caiz değildir. Zira, “Biz o kitapta, hiç bir şeyi eksik bırakmadık” buyruğunun gayesi, bu kitabı ululamak, yüceltmek ve onu iyice medh-ü sena etmektir. Binaenaleyh, bu ayeti bu manaya hamledersek, bundan, onu tazimi ifade eden bir şey elde edilmez…

İkinci görüş: Bu ayetin tefsiri hususunda bir diğer görüş de şöyle diyenlerin görüşüdür: “Kur’ân bütün hükümlerin açıklamasını ihtiva etmektedir. Bunu şöyle izah ederiz: “Berâet-i zimmet”, bütün mükellefler için asıldır. Mükellefin zimmetinin meşgul (başkalarına karşı sorumlu) olması ise, ayrı bir delilden dolayıdır. Hakkında mükellefiyet bulunmayan her şeye delil getirmek imkânsızdır. Çünkü hakkında mükellefiyet bulunmayan şeyler sınırsızdır. Sınırsız ve sonsuz olan şeyleri delillendirmek ise imkânsızdır. Delillendirmek, sınırlı-sayılı şeyler hakkında mümkündür. Mesela Allah’ın kulları üzerinde bin mükellefiyeti vardır ve bunları O, Kur’ân’da zikretmiş, Hz. Muhammed (s.a.s)’e de bu bin teklifi insanlara ulaştırmasını emretmiş ve bundan sonra da, “Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” buyurmuştur. Binaenaleyh bu ifade, “Allah’ın insanlar üzerinde bu bin mükellefiyetten başka bir mükellefiyeti yoktur” manasındadır. Daha sonra Cenâb-ı Hak bu ayeti, “bugün sizin dininizi kemale erdirdim” (Maide 3) ayeti ve “yaş ve kuru her şey istisnasız hepsi apaçık bir kitaptadır” (Enam, 59) ayeti ile te’kid etmiştir.” İşte bu görüştekilerin izahları bundan ibarettir. Bu konuda meseleyi detaylı olarak ele almak ancak usul-ü fıkha uygun düşer. Allah en iyi bilendir…[5]

[1] Müslim, Libas, 119(111/1677)

[2] Müsned, HI/424.

[3] Müsned, 111/424.

[4] Buhâri, Sulh, 5.

[5] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 9/419-422

 

******

Soru: “En’âm suresinin 38. ayetinde Allah, ‘Biz Kitab’da hiçbir şeyi eksik bırakmadık.’ buyurmaktadır. Dolayısıyla sünnete ihtiyaç yoktur.” şüphesine nasıl cevap verilir?

Cevap: Bu ayeti okuyanlar Hz. Peygamber’e itaatle ve ona beyan yetkisi­nin verilmesiyle ilgili ayetleri de okumalıdır. Bu ayetleri okuyan sahabe şeksiz Hz. Peygamber’e uymuş, ilk ayete dayanarak Hz. Peygamber’e uymayı reddetmemiştir. O halde En’âm suresinin ayeti doğru anlaşıl­malıdır. Bir kere ayet sünnete uymamakla ilgili olarak inmemiştir. Ay­rıca bu ayeti mutlak olarak alırsak iki şeyle çelişir. Biri akılla. Akıl her şeyin Kur’ân’da olmadığına hükmeder. İkincisi Kur’ân’la. Kur’ân’da, “Bilmiyorsanız zikir ehline sorun.” ayeti geçmektedir. Demek ki, her şey Kur’ân’da yoktur. O halde burada maksat -bazı cüz’î meseleler ol­sa da- Kur’ân’da her şeyin değil, esasen genel ilkelerin ve temel pren­siplerin bulunduğudur. Diğer taraftan hiçbir şeyi eksik bırakmadık der­ken kastedilen iman, tevhid ve nübüvvet konularıdır. Son olarak kitap­ta hiçbir şey eksik değilse kitaptan levh-i mahfuzu anlamak da müm­kündür. Orada gerçekten her şey kayıtlıdır. Hangi ihtimal olursa olsun ayet kesinlikle sünnete uymamakla ilgili değildir. (Prof. Yavuz Köktaş, Günümüz Hadis Problemleri, İnsan Yayınları, s. 163-164.)

******

Eksiksiz Bir Kitaptır, Kur’an

Bir hidayet kitabı, kavl-hadis-kelam olarak Kur’an eksiksizdir. Yüce Allah gaye edindiği rehberlik için indirdiği kitabını, beşeri düşüncelerin payandası olmak gibi eksikliklerden korumuştur. Kur’an’da bu hakika­tin dillendirildiği kavramları inceleyerek konuyu izah etmeye çalışalım: [1]

 

1- Mufassal Bir Kitap Olarak Kur’an

Bölüm bölüm açıklanmıştır. Kur’an’ın genel mesajı her bölümde bıktırmayacak şekilde tekrar edilmiş, açıklanmıştır. Mücmel değildir. Kendi bütünlüğü, gayesi ve özgün yapısı itibariyle kapalı ifadeler de­ğil apaçık bir mesaj taşımaktadır. Yeryüzünde müminlere rehberlik edece Kitap ve hikmete ilişkin yeterince açıklama yapan Rabbimiz onu genişçe izah etmiş, gerektiği kadar açıklamıştır. Hidayet amacı­na uygun olarak gerekli her konuda temel açıklamalar yapan Yüce Allah, müminlere hayatın tüm sorunlarını çözecek bir perspektif kazandıracak kadar bilgi vermiştir. Öyleyse Kur’an, hiçbir düşüncenin yedeği, hiçbir ideolojinin yaması olarak kullanılamaz. [2] ayeti örnek olarak okuyalım:

“Böylece mesajlarımızı mufassal olarak/açık şekilde anlatıyoruz ki, mücrimlerin/günaha batmış olanların yolu (dürüst ve erdemliler­den) ayırt edilebilsin.” [3]

 

2- Musarraf Bir Kitap Olarak Kur’an

Evirip çevirip, türlü türlü biçimlerde açıklanmıştır. Rabliğinde ortak tanımayan, hakimler hakimi olan Yüce Allah mesajını dönüp dolaşıp türlü şekillerde, çokça unutan insanoğluna tasrif etmiştir. İlahi kelam, temel mesajı az sözle çok şey anlatacak biçimde dile getirmektedir. Bu yüzden insanların kendilerince anlam takdirine, izahına ihtiyaç duyma­maktadır. Kelime sıkıntısı çekmeyen Rabbimiz evirip çevirip mesajını anlatmaktadır ki, insanların fıkh ederek anlamakla ilgili bir bahaneleri kalmasın. Bu bağlamda Kur’an; tekrarlardan kaçınan, mekanize edil­miş çıplak bilgi vermeyi gaye edinen beşeri çalışmalardan çok farklıdır. Çünkü ilahi kelam ile Rabbimiz salt bilgi vermeyi değil; bilinç, inanç oluşturmayı, eyleme yöneltmeyi dilemiştir. Bilindiği gibi okuma parçası metni olan Kur’an konuşma dili olan “hitap” şeklinde indirilmiştir. Yazıya geçirildiği halde, bu üslubunu ha­len korumaya devam ediyor olması onun hem i’cazına hem de ko­runmuşluğuna delalet etmektedir. Beşeri eserlerde evirip çevirip bir konu üzerinde durmak, okuyanları dinleyenleri sıktığı halde Kur’an için böyle bir sorun yaşanmamaktadır. Çünkü O, ilahi bir kitaptır. Kur’an’ın musarraf sıfatını vurgulayan bir örnek ayet okuyalım:

İnceleyin:  Edip ve Reşad'ın Kıyamet Vakti ile ilgili kehanetleri

“… Bakın mesajlarımızı nasıl musarraf/evirip çevirip çok yönlü olarak dile getiriyoruz. Ama hala küçümseyerek yüz çeviriyorlar.” [4]  Kur’an bir hidayet kitabı olarak öğüt almak isteyenler için haya­tın tüm alanlarına ilişkin olarak genel bakış açısı kazandıracak ölçü­lerin temel öğelerini vermektedir. Bu yönü ile Kur’an’a eksiklik isnad etmek mümkün değildir. Onun mufassal, musarraf sıfatları bu haki­kati dile getirmiştir. Ancak Kur’an’ın eksiksiz olması, onun amacı dışındaki konularda “yaş-kuru” her şeyden haber vermesi demek de­ğildir. Hidayet etme gayesi dışında ondan beyanda bulunmasını bek­lemek doğru değildir. Amaçla ilgili her konuda Allah’a karşı duyarlı­lıklarını muhafaza etmek, arınmak ve onunla arındırmak isteyen mü­minler için bütün sorunların çözüm kaynağı Kur’an’ıdır. Kur’an’ın mufassal bir kitap oluşu, yeterliliğine ilahi vahyin dilinden bir ka­nıttır. Bu da göstermektedir ki, ilahi mesaj vicdanlara ve salt mabedlere hapsedilemeyecek kifayette kılavuzluk ölçüleri ile donatılmıştır.

“… (Kur’an’a gelince) o hiçbir şekilde uydurulmuş bir söz ola­maz. Fakat o, kendisinden önceki vahiylerden doğru ve gerçek adı­na ne kalmışsa doğrulayan ve inanmak isteyen insanlara her şeyi açık seçik bir biçimde dile getiren hidayet ve rahmet (bahşeden ila­hi bir metin)dir.” [5]

 

3- Müfesser Bir Kitap Olarak Kur’an

Kur’an’ın en iyi ve en sahih tefsiri, yine Kur’an’ı rehber ittihaz ederek yapılanıdır. Bu nedenle Kur’an’ın anlaşılmasında birinci de­receden ilk kaynak Kur’an’ın kendisidir. Kur’an’ın bir ayetindeki kapalılık başka bir ayetinde beyan edil­mektedir. Yeter ki, beşeri müdahalelerle özgün mesaj bulandırılma­ya, gölgelenmeye çalışılmasın. Bu nedenle “tefsir” adı altında yapı­lan kadim ve modern tahrifleri ortaya çıkarmanın ilk başvurulması gereken yolu da yine Kur’an’a tabi olmaktan geçmektedir.

“Bunun içindir ki, hangi soruyla karşılarına çıkarlarsa çıksınlar, Biz sana mutlaka asıl doğru olan neyse onu ve en güzel tefsiri/açık­lamayı getirmekteyiz,” [6]

 

Kur’an’ın Musarraf, Mufassal, Müfesser Oluşunun Boyutları ve”hevasını ilah edinen mealci”

Kur’an’ın bu sıfatları kendi yapısı içinde hikmetler taşımaktadır. Onun mücmel olmaması, sözlü vahiy oluşu itibariyledir. Yoksa ken­di bağlamı, iniş ortamı, vahyi insanlara taşıyan, şahitliğini yapan Rasulullah’la ilgisinin olmadığı anlamında değildir. İlahi Hikmet’in vermeyi amaçladığı, takdir etmeyi dilediği kadarı ile Kur’an mücmel değil, mu­fassaldır. Fakat bir iletkene değil, insan bir elçiye indirilen Kur’an ile, Yüce Allah’ın bildirmeyi gaye edindiği mesajın şahitlik boyutu Muhammed (s) ile tamamlanmıştır. Bu nedenle sünnet olmadan Kur’an müc­meldir; sünnet olmadan somut değil soyuttur. Kur’an ile insan hayatın­da gerçekleştirilmek istenen somut hedefler; Rabbani bir denetim altın­da oluşmuş bulunan Sünnet’in bütünlüğünde mündemiçtir. Rasulullah’ın ilk muhataplar olan sahabelerle birlikte gerçekleştir­dikleri ilk şahitlik bu nedenlerle çok önemlidir. Bu şahitlik olmadan da doğru anlamanın ve sahih bir Kur’ani şahitlik ortaya koymanın imkanı yoktur. Ancak hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir boyut da, şahitliğin temel ilkelerinin en ince ayrıntısına kadar ila­hi vahiyde açıklanmış olmasıdır. Kısacası, şahitlik gerektiren konularda Kur’an’ın mücmelle­ri/Sünnette açıklanması gereken yönleri vardır. Namazın nasıl kılına­cağı, hacc’ın ne zaman, nasıl yapılacağı gibi konular örnek olarak verilebilir. Fakat sözlü bir vahyin sınırları bakımından ve amaçlanan konuların en ince ayrıntılarına varıncaya kadar apaçık anlatılması bakımından Kur’an mücmel/kapalı değil, musarraf, mufassal, mü­yesser, müfesser ve mübîndir.

Ancak mufassal sıfatı sözlü vahiy oluşu ile sınırlıdır. Sözün yetme­diği alanda muhtasar/özet bilgi veren bir kaynak olan Kur’an’ın şa­hitlik ve tatbik görevi Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s)’e veril­miştir. Rasulullah’ın şahitliği bazı özet bilgilerin tebyini, tefsiri, tatbiki ve teşhidi için Yüce Allah tarafından örnek gösterilmiş ve ona/sün­netine itaat, Kur’an’a itaatte eş tutulmuştur. Bu nedenle Kur’an’ın açık, anlaşılır olma vasıfları amaçlanan temel konularda ortaya konu­lan ilkelerle ilgilidir. Yoksa şahitliğin şeklini, şimalini, resimlerini, gö­rüntülerini ilahi kitapta aramak abesle iştigaldir. Kısaca, mubîn, mu­fassal, musarraf, müfesser gibi sıfatlar temel ilkelerin açıkça beyan edilmiş olduğunu, mücmel olmadığını ifade eder. Fakat Rasulullah’ın şahitliği olmadan ayetlerin verdiği “söze dayalı özet bilgi” mücmel­dir/kapalıdır; tefsire, tebyine, teşhide muhtaçtır. Kur’an’ın genel ilke­lerini Rasulullah’ın şahitliğinden koparıp elçiliği postacılıkla özdeşleştiren evrenselci-mealci okuma yöntemleri çaktırmadan mücmel ilan ettiği ayetleri, kendi seküler aklı ile tefsir etmeye kalkmakla bü­yük bir ihanet içerisine girmektedir. Çünkü bu durum “hevasını ilah edineni görmedin mi?” ilahi uyarısına muhatap olacak bir handikapı ifade etmektedir.

Kur’an’ın mücmel olmaması demek, onun yaş-kuru her konuda sı­nırsız bilgi vereceği anlamına gelmemektedir. Kur’an’dan gayesi dışın­daki konularda da bilgi vermesini bekleyenler, kendilerine [7] ayeti delil ittihaz etmişlerdir. Oysa bu ayet levh-i mahfuzdaki Allah’ın takdirlerinin sicil kayıtları anlamına gelmektedir. Kur’an’ın ek­siksiz olması her konuda yerli yersiz açıklama yapması, ya da her bir harfinde yüz binlerce anlam taşıması anlamına gelmemektedir. [8]

 

[1] Fevzi Zülaloğlu, Temel Kaynağımız Kur’an, Ekin Yayınları: 348-349.

[2] En’am: 6/55.

[3] Kur’an’ın mufassal oluşunu defalarca vurgulayan Rabbimiz, öğüt almak isteyenler için yeter­li açıklamaları içeren bir kitap indirmiştir; Enam: 6/97, 98, 114, 119, 126; Araf: 7/32, 52, 145, 174; Tevbe: 9/11; Yunus: 10/5, 24, 37; Hud: 11/1; Yusuf: 12/111; Ra’d: 13/2; İsra: 17/123; Rum: 30/28; Fussilet: 41/3, 44.

Fevzi Zülaloğlu, Temel Kaynağımız Kur’an, Ekin Yayınları: 349.

[4] Kur’an’ın musarraf sıfatını vurgulayan bir çok ayet vardır: Enam: 6/65, 105; Araf: 7/58; İsra: 17/41, 89; Kehf: 18/54; Taha: 20/113; Furkan: 25/50; Sad: 38/87; Ahkaf: 46/27; Ka­mer: 54/17, 22, 32, 40; Kalem: 68/52; Tekvir: 81/7. Bıktırmayan, o şiirsel tekrarlara Rah­man suresi’ni örnek verebiliriz: Rahman: 55/13, 16, 18, 21, 23, 25, 28, 30, 32, 34, 36, 38, 40, 42, 45, 47, 49, 51, 53, 55, 57, 59, 61, 63, 65, 67, 69, 71, 73, 75, 77. Enam: 6/46.

[5] Kur’an’ın bir hidayet kitabı olarak eksiksiz oluşunu, yeterliliğini vurgulayan diğer bazı ayet­ler şunladır: Maide: 5/3; Yunus: 10/37; Kehf: 18/54; Rum: 30/8. Kur’an’ın Mufassal oluşu­nu vurgulayan ayetler için bkz. Enam: 6/55, 97, 98, 114, 119, 126; Araf: 7/32, 52, 145, 174;Tevbe: 9/11; Yunus: 10/5, 24, 37; Hud: 11/1; Rad: 13/2; İsra: 17/123; Rum: 30/28; Fussilet: 41/3, 44. Yusuf: 12/111. Fevzi Zülaloğlu, Temel Kaynağımız Kur’an, Ekin Yayınları: 349-350.

[6] Kur’an’ın müfessir sıfatının ve kendi kendini açıklamasının bazı örnekleri için, aşağıdaki ayetlere bakılabilir Furkan: 25/30-34; Muhammed Suresi(47), 15. ayette geçen cennet hamrı’nın tefsiri Saffat Suresi(37), 45-47. ayetlerde açıklanmaktadır; Kâria suresinde geçen “Haviye” ve “Karia”, aynı sure içinde açıklanmıştır; Beled Suresi’nde geçen Akabe’nin tefsiri aynı sure içerisinde açıklanmıştır: Beled: 90/13-17. Hutame’nin tefsiri, Hümeze Sure­si’nde geçmektedir. Sekar’ın tefsin geçtiği yerin bağlamında/siyak sibakında yer almakta­dır: Bk. Müddessir: 74/26-31. Furkan: 25/33. Fevzi Zülaloğlu, Temel Kaynağımız Kur’an, Ekin Yayınları: 351.

[7] Enam: 6/38.

[8] Fevzi Zülaloğlu, Temel Kaynağımız Kur’an, Ekin Yayınları: 351-352.

 

devamı: http://ahmednazif.blogspot.com.tr/2015/02/enam-38-biz-kitabta-hic-bir-seyi-eksik_18.html

***

(1) http://kizilotesii.blogspot.com.tr/search/label/01-KURAN%27DAN%20BA%C5%9EKA%20HANG%C4%B0%20HAD%C4%B0SE%20%C4%B0NANIYORSUNUZ

(2) Prof. Yavuz Köktaş, Günümüz Hadis Problemleri, İnsan Yayınları, s. 163-164.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir