Ebubekir Sifil Hoca’dan Abdülaziz Bayındır’a… “Mâide Sûresi/117 ve Nüzûl-i İsa(a.s.) Üzerine”

(Uzun ama önemli bir makaledir, okuduğunuza değecektir inşaAllah.)

İnternette tesadüf ettiğim bir videoda Abdülaziz Bayındır Nüzûl-i İsa(a.s.) meselesi hakkında konuşuyor. Sadece belli bir kesitinin verildiği anlaşılan konuşmasına Bayındır, “İsa aleyhisselam tekrar inecek diye bir inanç vardır biliyorsunuz” diye başlıyor ve şöyle devam ediyor:
“(…) Ebubekir Sifil bir yazı yazmış, nüzul-i İsa diye. Bunu bir söyleşi şeklinde dergilerinde neşretmişler. Ali Rıza Demircan bunlara (üsluba bakın!!) diyor ki: “Siz neden Maide suresinin 117. ayetini yazmamışsınız?” Çünkü Maide suresinin 117. ayetini yazarsanız tüm sistem çöküyor. Çok ısrar ettiği halde hâlâ yazmış değiller….”

Daha sonra “teveffî” kelimesini ela alıyor ve bu kelimenin manasını tayin için 11/Hûd suresinin ilk ayetine başvuruyor. Buradan hareketle Kur’an’da iki farklı manayı (uyku ve ölüm) anlatmak üzere geçen “teveffî/vefat” kelimesinin yine Kur’an tarafından açıklanmış olması gerektiğini, bu açıklamanın da Mâide suresinin 117. ayeti tarafından yapıldığını söylüyor.

Arkasından bu ayeti okuyarak meallendiriyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “(…) Bak mahşer günü ne diyor İsa aleyhisselam: “Sen beni vefat ettirdiğin zaman…” O zaman buradaki (3/Âl-i İmrân, 55 ayetindeki) vefat kelimesi hangi anlama geliyormuş? Ölüm anlamına geliyormuş. Artık “uyku”ya (uyku anlamına gelmesine) bir ihtimal var mı? İsa aleyhisselamın vefattan sonra dünyaya gelmesine ihtimal var mı?”

Ve final: “Ama bu ayetleri yazdığınız zaman İsa aleyhisselam tekrar gelecek diyemiyorsunuz. Bunu demek için bunları yazmamanız gerekiyor; gizlemeniz gerekiyor. (…) Ali Rıza hoca ısrarla söylediği halde, internete de baktım, yazılmamış. Şimdi tekrar ayetimize dönüyorum…”

Bayındır burada, belli ki daha önce üzerinde durduğu 2/el-Bakara, 159. ayetine getiriyor. “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder” mealindeki bu ayet, benim “nüzul-i İsa (a.s)” konusundaki tutumumla birleşince ortaya benim, Allah Teala’nın Kitap’ta açıkladığı delilleri/ayetleri gizleyen, dolayısıyla Allah Teala’nın ve lanet edicilerin lanetini hak etmiş bir kimse olduğum şeklinde bir netice çıkıyor!!

Elbette bu tüyler ürpertici iddiayı cevapsız bırakacak değilim. İnşaallah bir sonraki yazıda konuyu genişçe ele alacağım. Ama burada bir şey söylemem lazım: Bir tarafta bu Ümmetin -yazdıklarının ve söylediklerinden haberdar olabildiğimiz ve görüşlerine ulaşabildiğimiz- uleması, öbür tarafta Bayındır ve onunla aynı çizgide saf tutan şirzime. Bayındır, hitap ettiği kitlenin gözünün içine baka baka, “nüzul-i İsa (a.s)” meselesinde kendisi gibi düşünmeyen bütün bir ümmeti Allah’ın ayetlerini gizlemekle, dolayısıyla lanete uğramış olmakla itham ediyor! Gerçekten “ürperti verici” bir savruluş…

el-Mâide, 117. ayeti Hz. İsa (a.s)’ın göğe çekildiği ve kıyamete yakın yeryüzüne tekrar ineceği inancını (Abdülaziz Bayındır’ın tabiriyle “sistemini”) “çökertecek” bir muhtevaya sahip midir?

Bunu söyleyebilmek için bu ayette geçen “teveffî”nin “mevt” anlamına geldiğinin “kesin biçimde” ortaya konulması gerekir. Bayındır’ın kurgusu şöyle: Madem ki Allah Teâlâ’nın hitabı ve Hz. İsa (a.s)’ın cevabı bu ayete göre mahşer günü vuku bulacaktır. O halde Hz. İsa (a.s)’ın buradaki “felemmâ teveffeytenî: Sen beni vefat ettirdiğin zaman” ifadesi, “Sen beni öldürdüğün zaman” anlamına gelmektedir.

Hadise nedir? Alla Teâlâ Hz. İsa (a.s)’a, “İnsanlara beni ve annemi Allah’ın yanında iki ilah edinin diye sen mi söyledin?” diye sorduğunda Hz. İsa (a.s), “Sen bana neyi emir buyurduysan ben onlara ancak onu söyledim: “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” dedim. Ben içlerinde bulunduğum sürece onlara şahit olmuştum. Beni vefat ettirdiğin zaman üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun” diye cevap veriyor. Buradaki “Beni vefat ettirdiğin zaman” ifadesini niçin “Beni öldürdüğün zaman” diye anlamak zorundayız?

Bayındır’ın cevabı: Çünkü “vefat/teveffî” kelimesinin hangi anlamlara gelebileceği, Kur’an’da 39/ez-Zümer, 42. ayeti tarafından açıklanmış. Bunlar ya “ölüm” veya “uyku”dur. 5/el-Mâide, 117’de “uyku” kastedilmiş olamayacağına göre, Hz. İsa (a.s) “beni vefat ettirdiğin zaman” demekle, “beni öldürdüğün zaman” demiş olmalıdır.

O halde soralım:

1. “Vefat/teveffî” kelimesinin Kur’an’da biri “ölüm” ve diğeri “uyku” anlamında olmak üzere münhasıran iki anlamda kullanıldığını söylemek ne kadar doğrudur? Kelimenin anlamlarını tayin çalışmasında niçin 39/ez-Zümer, 42. ayetiyle sınırlı hareket etmek zorundayız? Yahudilerin “İsa’yı öldürdük” tarzındaki iddiasına cevap sadedindeki, “Onu ne öldürdüler, ne de astılar. Bilakis Allah onu kendisine yükseltti” diyen ayetlerde[1] geçtiği şekliyle “ruhu ve bedeni birlikte almak/yükseltmek” anlamını, işin içine “yorum” katmadan nasıl devre dışı tutabiliriz? Demek ki Kur’an’da “vefat/teveffî” kelimesi iki değil, üç anlamda geçiyor: Ölüm, uyku ve ruhla bedenin birlikte alınması.

2. Hal böyle olunca 5/el-Mâide, 117’de geçen “felemmâ teveffeytenî” ifadesinin, “Sen beni öldürdüğün zaman” anlamında değil, “Sen beni ruhumla bedenimle yeryüzünden aldığın zaman” anlamında olduğunun söylenmesi gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaz mı?

3. Abdülaziz Bayındır, bir önceki yazıda aktardığım ifadelerinde 3/Âl-i İmrân, 55. ayetini okuyor, ama ayette geçen “ref’”, “tathîr” gibi kelimeler üzerinde hiç durmuyor. Başka herhangi bir peygamber hakkında varit olmadığı halde Allah Teala sadece Hz. İsa (a.s)’a hitaben “Seni vefat ettireceğim, kendi (nezdi)me yükselteceğim ve kâfirler(in hile ve sinsi emellerin)den temizleyeceğim” buyuruyor. Ayetin bu hususiyetleri ve Hz. İsa (a.s) ile ilgili diğer ayetler bir bütün olarak ele alındığında gerçekten de Hz. İsa (a.s)’ın durumunun diğer insanların ve hatta diğer peygamberlerin durumundan farklılık arz ettiği hemen dikkat çekiyor. Bayındır bu ayetin bu hususiyetleri ve ilgili diğer ayetler üzerinde niçin hiç durmuyor?

4. Diyelim ki Kur’an’ın herhangi bir ayetinin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda ihtilafa düştük. Mü’min olma sorumluluğunu hakkıyla üzerinde taşıyan kişinin, meseleyi Hz. Peygamber (s.a.v)’e götürmek gibi bir mükellefiyeti yok mudur? Abdülaziz Bayındır, Hz. İsa (a.s)’ın öldüğünü ve artık yeryüzüne gelmeyeceğini açık ve kesin bir dille ifade eden bir hadis ve/veya Sahabe’den ve Selef’ten bir tek kişi gösterebilir mi? Bu ümmet 1400 yıl boyunca meseleyi sürekli olarak Hristiyanlarla münakaşa mevzuu ettiği halde, onların “İsa ölmedi” iddiasına mukabil niçin “Hayır, o öldü” dememiştir? Selefiyle, sonra gelen nesilleriyle bütün bir ümmet Mâide, 117’yi gizleyerek “İsa gelecek” derken Allah’ın ve lanet edicilerin lanetine müstehak oldu da bir tek Bayındır mı kurtuldu? Bu “cinnet” ve “hızlân” değilse nedir?..

Demek ki ortada Mâide, 117’nin çökerttiği bir sistem falan yok, Abdülaziz Bayındır’ın kurgusu tamamen indî/sübjektif yorumu var!

***

Abdülaziz Bayındır nüzul-i İsa (a.s) meselesi üzerinde dururken önce 11/Hûd suresinin başında yer alan ayetlere dayanarak şu tarz bir kurgu yapıyor: Eğer bir Kur’an ayetinde birden fazla anlama gelen bir kelime yer almışsa, hangi anlamın kastedildiği, mutlaka bir başka ayette açıklanmıştır.

3/Âl-i İmrân suresinin 55. ayetinde geçen “teveffî”nin ya “ölüm” veya “uyku” anlamında olabileceğini, hangi anlamın kastedildiğininse 11/Hûd suresinin başındaki ayete göre yine Kur’an’da belirtilmiş olması gerektiğini söyleyen Bayındır, sözü 5/el-Mâide, 117. ayetine getiriyor ve bir kısmını bir önceki yazıda aktardığım çıkarsamaya gidiyor.

Bu “kurgu” birçok bakımdan problemli.

1. Bayındır 11/Hûd suresinin ilk ayetinde geçen “uhkimet” ve “fussılet” kelimelerinin anlamlarını daraltıcı bir yoruma tabi tutarak, adeta kısırlaştırarak indî kurgusuna uygun hale getiriyor. Yer darlığı sebebiyle bu kelimelerin hangi anlamlara gelebileceği konusuna burada giremiyorum. Tefsirlerden bakılarak tahkik edilebilir.

2. Kur’an’da geçen müşterek kelimelerin geçtikleri yerlerde anlamlarından hangisinin kastedildiğinin münhasıran Kur’an’da aranması gerektiği şeklindeki bu kurgunun hiçbir ilmî değeri ve tutarlılığı yoktur. Ben burada Abdülaziz Bayındır’ın işlediği cürmü işleyip kendisini, Hz. Peygamber (s.a.v)’e itaat ve ittibaı emreden, O’nun emrine muhalefet etmekten sakındıran, ihtilaflı işlerde O’nun hakemliğine başvurup verdiği hükme tam anlamıyla teslim olmadıkça iman iddiasının geçersiz olduğunu ilan eden… ayetleri gizlemek[2] suretiyle Allah’ın ve lanet edicilerin lanetine uğramakla itham etmeyeceğim. Ama bu tutumunun kendisine “acemi hırsız” mahcubiyeti yaşatmaktan öte bir neticesi olmayacağını söylemeliyim.

Abdülaziz Bayındır’ın bu “kurgu”su, küçük bir denemeyle gayri ciddiliği ortaya çıkarılabilecek kadar nahif ve sanaldır: Mesela Bayındır bize boşanmış kadınların bekleyeceği iddetin süresi bağlamında 2/el-Bakara suresinin 228. ayetinde geçen “kurû’” kelimesinin yahut 80/Abese, 31. ayetinde geçen “ebben” kelimesinin ya da 108/el-Kevser suresinde geçen “kevser” kelimesinin hangi anlamlarda olduğunu (örnekler çoğaltılabilir) sadece Kur’an’a dayanarak söyleyebilecek midir?

3. Bu kurgu, Abdülaziz Bayındır’da somut örneğini gördüğümüz üzere insanları kendi heva ve heveslerini Kur’an’a söyletme noktasına kadar götürebilecek kadar tehlikelidir.

Hz. İsa (a.s)’ın kıyamete yakın yeryüzüne ineceği inancı, ilgili Kur’an ayetlerinin delaleti yanında Efendimiz (s.a.v)’den tevatüren gelen rivayetlere dayanır ve Sünnîsiyle bid’isiyle bu ümmetin hemen tamamı bu inançtadır. 72’si merfu, 47’si gayri merfu olmak üzere toplam 119 rivayet bize “İsa gelecek” derken ve bu güne kadar “İsa gelmeyecek” diyen bir tek rivayet gösterilebilmiş değilken Abdülaziz Bayındır ve onunla aynı çizgiyi paylaşanlar bunun aksini söylüyorsa, durum tam da Abdülaziz Bayındır’ın söylediği gibidir:

“Açıklamayı Allah yapmaz da insanlar yaparsa, kim olursa olsun, karşı taraf bunu Allah’ın açıklaması zanneder; Allah’a itaat ettiği düşüncesiyle bir insana itaat eder. O insan kendisini Allah’ın yerine koymuş olur…”

Abdülaziz Bayındır, bu bayat numarayı daha ne kadar sürdürür bilemem; ama bildiğim bir şey var:

“Hz. İsa (a.s) kıyamete yakın yeryüzüne inecek” diyen hiç kimse, Kur’an’ın ilgili ayetleri hakkında kendi kafasından açıklama yapmıyor; tam aksine onlar Kur’an hakkında konuşma konusundaki en yetkili isme, Hz. Peygamber (s.a.v)’in açıklamalarına, mütevatir hadislere dayanıyor. “Açıklamayı yapan kim olursa olsun…” diyerek örtülü biçimde Sünnet-i seniyye’yi hedef tahtasına oturtmaya yeltenen, insanları –”Allah’a itaat” görüntüsü altında– kendi indî görüşlerine itaate çağıran ve Sünnet’i ve hadisleri bu ümmetin hayatından çıkarmaya çırpınan çağdaş bid’at ehli kendi seleflerinin yolunda yürüsün, Sünnet ve Cemaat ehli de kendi seleflerinin…

***

Abdülaziz Bayındır’ın, benim nüzul-i İsa (a.s) meselesi bağlamında 5/el-Mâide, 117. ayetini “gizlediğim” şeklindeki iddiası üzerinde durarak bu seriye son vereceğim.

Önce bir nokta üzerinde duralım: 2/el-Bakara, 159. ayeti, Kitap’ta indirilen “beyyinât” ve “hüdâ”yı insanlardan gizleyenlerin laneti hak ettiklerini haber vermektedir. Peki ben “beyyinât” ve “hüdâ”yı nasıl gizlemişim? Abdülaziz Bayındır’ın iddiasına göre, Hz. İsa (a.s)’ın nüzulü meselesi üzerinde dururken 5/el-Mâide, 117. ayetini gündeme getirmemiş olmak, onu gizlemek oluyor! Allah Teâlâ’nın indirdiği beyyinât ve hüdâ’yı gizleyenler laneti hak ettiğine, bu ayet de beyyinât ve hüdâ cümlesinden olduğuna göre nüzul-i İsa (a.s) bağlamında onu zikretmemek Allah Teala’nın ve lanet edicilerin lanetine uğramak için yeterli!

İmdi;

1. “Beyyinât” ve “hüdâ”, eşyanın tabiatı gereği açıklık, kesinlik ve delalette “tartışma dışı” olmalıdır. Oysa 5/el-Mâide, 117. ayetinin “İsa (a.s) ölmüştür, tekrar gelmeyecektir” tarzındaki nev-zuhur iddiaya delaleti hakkında böyle bir durum söz konusu değildir. Bu serinin ilk yazısında da değindiğim gibi, mezkûr ayetin yer aldığı bağlamda Hz. İsa (a.s) hakkında “vefat-/teveffî” kelimesi geçiyor. Yani Hz. İsa (a.s), “Sen beni öldürdüğün zaman” demiyor; “Sen beni vefat ettirdiğin zaman” diyor. Dolayısıyla Hz. İsa (a.s)’ın kavmi üzerine şahitliğinin ölmek suretiyle değil, göğe çekilmek suretiyle son bulduğunu söylemenin hiçbir engeli yok. Hz. İsa (a.s)’ın göğe çekildikten sonra kavminin ne yapıp ne ettiğinden haberdar olmamasından daha tabii ne olabilir?

el-Hasenu’l-Basrî, “vefat” kelimesinin Kur’an’da “uyku”, “ölüm” ve “göğe kaldırılmak” şeklinde üç anlamda geçtiğini söylerken Abdülaziz Bayındır önce meseleyi keyfemâyeşâ “uyku” ve “ölüm”le sınırlıyor, sonra da bu kurguya uymayan bir şey gördüğünde ilkel Haricî mantığıyla sağa sola lanet yağdırıyor!

2. İslam tarihi boyunca Hz. İsa (as.)’ın göğe çekildiğini ve kıyamete yakın tekrar yeryüzüne ineceğini söyleyip de 5/el-Mâide, 117. ayetine değinmeyen selef, halef, kelamcı, müfessir, şarih… kim varsa, Abdülaziz Bayındır’a göre Allah Teala’nın ve lanet edicilerin lanetine uğramıştır! Dolayısıyla mesele Ebubekir Sifil’le sınırlı bir mesele değil…

3. Ali Rıza Demircan hoca birkaç kere Daru’l-Hikme’ye geldi; muhtelif meseleler hakkında konuştuk, fikir alış verişinde bulunduk. Ama onun bize nüzul-i İsa (a.s) meselesi bağlamında 5/el-Mâide suresinin ilgili ayetlerini zikretmemiz konusunda –Abdülaziz Bayındır’ın tabiriyle– “ısrar ettiği” vaki değildir. Olsa olsa bu tarz bir konuşma bir kere cereyan etmiş ve orada kalmıştır. Abdülaziz Bayındır’ın hadiseyi, Demircan hoca bize bu mesele dolayısıyla birkaç kere gitmiş gelmiş ve ısrarla bu meseleyi gündeme getirmiş gibi takdim etmesi tam bir “saptırma”dır. Demircan hocanın durumu kamuoyuna açıklaması hakikatin ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır.

4. Nüzul-i İsa (a.s) meselesini sık denilebilecek aralıklarla yazmış/konuşmuş birisi olarak benim 5/el-Mâide suresinin ilgili ayetlerini gündeme getirmekten ısrarla kaçındığım şeklindeki iddiasında Abdülaziz Bayındır “müfteri”dir ve itiraf edeyim bu sıfat kendisine hayli yakışmıştır!

Benim bu mesele hakkında bir şey söyleyip söylemediğimi tahkik etmek maksadıyla araştırma yaptığını söylerken de doğruyu söylemiyor Abdülaziz Bayındır. Zira gerçekten öyle bir araştırma yapmış olsaydı,ebubekirsifil.com veya milligazete.com.tr adreslerinden birinde mutlaka hakikatle yüzyüze gelirdi.

Ar damarı çatlamamışsa eğer aşağıda zikredeceğim yerlere baksın, sonra da o talihsiz konuşmayı yaptığı kitlenin önüne bir daha çıkarak, benden değil –çünkü benim nezdimde Abdülaziz Bayındır’ın özrüyle kabahati arasında bir fark yok– ama yanılttığı kitleden özür dilesin!

Ebubekir Sifil Hocaefendi

Dipnotlar;

[1] 4/en-Nisâ, 157-8.

[2] Ayetleri “gizlemek” sadece “gözden kaçırmak” şeklinde olmaz; yorum cambazlıklarıyla anlam çarpıtmalarına gitmek de bir tür “gizleme”dir.

kaynak:https://www.facebook.com/ModernizmMealcilikTarihselcilik/posts/820215148104536:0

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce