Ebu Talip Meselesi
Önce konuyla alakalı rivâyetleri kaydedelim:
“Azâb bakımından cehennem ehlinin en hafif olanı Ebû Tâlib’dir. O, iki nalin giyecektir ki, onlardan beyni kaynayacaktır.”(Müslim,İman,91)
Abbâs b. Abdilmuttalib: “Yâ Resûlallah! Amcan Ebû Tâlib’e herhangi bir şeyle fayda verdin, yarar sağladın mı? Çünkü o daima seni korur ve senin için düşmanlarına karşı öfkelenirdi!” dedi. Resûlullâh (s.a.v.) “Evet, o şimdi topuklarına kadar dibe yakın ateşten bir çukur içindedir. Eğer ben olmasaydım, muhakkak o cehennemin derin çukurunda olacaktı” buyurdu.(Buhari,Edeb,115)
Resûlullâh (s.a.v.) amcası Ebû Tâlib’e azabının hafiflemesi için şefaat edecektir. Hz. Abbâs şöyle dedi: “Ya Resûlallah! Ebû Tâlib’e bir şeyle fayda sağladın mı? Şüphesiz o, seni daima muhafaza eder, senin için düşmanlarına karşı gazap ederdi.” Resûlullâh (s.a.v.): “Evet, o, topuklarına kadar ateş havuzunun içindedir. Ben olmasaydım muhakkak o, ateşin en aşağı derekesinde olacaktı!’ buyurdu.” Hadîsi Müslim nakletmiştir.(Müslim,İman,209)
Ebû Sâid el-Hudrî anlatıyor; Resûlullâh (s.a.v.)’in yanında amcası Ebû Tâlib’in zikri geçmiş. Bunun üzerine: “Umulur ki, kıyâmet gününde benim şefâatım ona bir fayda verir de cehennemin sığ yerine konur. Ateş topuklarına kadar erişir, ondan beyni kaynar” buyurmuştur.(Müslim,İman,210)
Hadîsin buradaki rivâyetinde Resûlullâh (s.a.v.)’in yanında amcası Ebû Tâlib’in zikri geçtiği meçhul siğası ile ifade olunmuştur. Bazıları, yukarıdaki rivâyetin delâleti ile Ebû Tâlib hakkında sual soranın yine Abbâs olduğunu söylemişlerse de Aynî, hadîsten bu mânanın kâfi olarak anlaşılmadığını; başkasının sormuş olması ihtimalinin de mevcut bulunduğunu söylemiştir.
Sa^îd b. el-Müseyyeb’den: Müseyyeb b. Hazen anlatıyor: “Ebû Tâlib’in ölüm anı gelince, Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm yanına geldi. Başucunda Ebû Cehil ile Abdullah b. Ebî Umeyye’yi buldu. “Ey Amcacığım! Bir kelimelik Lâ ilâhe illallah de! Onunla Allâh indinde senin lehine şehadette bulunayım!” dedi. Ebû Cehil ve Abdullah atılarak (Ebû Tâlib’e): “Sen Abdulmuttalib’in dîninden yüz mü çevireceksin?” diye müdahale ettiler.. Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm, (kelime-i şehadeti) ona arz etmeye devam etti. Onlar da kendi sözlerini aynen tekrara devam ettiler. Öyle ki bu hal Ebû Tâlib’in son söz olarak, onlara: “Ben Abdulmuttalib’in dîni üzereyim!” demesine kadar devam etti. Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm: “Yasaklanmadığı müddetçe senin için istiğfar edeceğim!” dedi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah şu vahyi indirdi: “Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allâh’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de müzminlere. (Tevbe, 113)”.(Buhari,Ensar,40-Cenaiz,81-Tefsir,Kasas,1)
Bu rivâyete Tevbe Sûresi’nin en son nâzil olan (hicretin 9. senesi) sûrelerden olduğu, Ebû Tâlib’in ise m. 619 yılında (takriben bi’setten 10 yıl sonra) öldüğü, dolayısıyla arada uzun bir zaman aralığının bulunduğu söylenerek itiraz edilmiştir.
Hz. Ali anlatıyor. Ben, müşrik olan anne babası için, Allâh’tan af ve mağfiret dileyen birini gördüm. Kendisine: “Sen müşrik olan anne ve baban ıçin istiğfarda mı bulunuyorsun, (olur mu bu?)” dedim. Adam bana: (Niye olmasın, Kur’ân-ı Kerîm’de) Hz. İbrâhîm (a.s.) müşrik olan babası için istiğfar etmektedir” diye cevap verdi. Ben durumu Resûlullâh (a.s.)’a anlattım. Bunun üzerine şu mealdeki âyet indi: uCehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygamber’e ve mü’minlere yaraşmaz. İbrâhîm’in, babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Allâh’ındüşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı…(Tevbe, 113-114) Görüldüğü gibi, rivâyetler, Ebû Tâlib’in Müslüman olarak âhirete intikal etmediğini gösteriyor. Bununla birlikte, Şî ilerin hepsi ve bazı Sünnî âlimler, Ebû Tâlib’in mü’min olarak öldüğü kanaatindedir. Bunların delillerine baktığımızda şunları görürüz:
a-Tevbe Sûresi’nin ilgili âyetlerinin Ebû Tâlib’in ölümüyle ilgisi yoktur.
b-Sa‘îd b. el-Müseyyeb, Emevî taraftarı olup Hz. Ali düşmanlığıyla maruftur.
c– Buharı, şartlarına göre tek râvîsi bulunan kimselerden hadîs almaz. Buna rağmen tek kanaldan gelen Sa‘îd ve Müseyyeb tarîkinden hadîs almıştır.
d-Ebû Tâlib’in topuklarına kadar ateşte olduğunu ifade eden rivâyetlerin hepsi Muğîre b. Şu’be’ye dayanıyor. Şfîler, Muğîre’nin şahsından ve siyasi tutumundan hareketle rivâyetin kasıtlı olarak uydurulduğunu, Hz. Ali ve babasını aşağılamak amacı güdüldüğünü iddia etmiştir.
e-Ebû Tâlib’in ölmeden önce şehadet getirdiğine dair bir rivâyeti Abbâs nakletmiştir. Ancak bu rivâyet sadece Şerhu Nehci’l-belâğa’da nakledilmiştir.
f-Hz. Peygamberim ataklarının hepsinin Müslüman olduğuna dair hadîs vardır.
g-Ahirette mü’minler cennete, kâfirler cehenneme girecektir. Ebû Tâlib kâfir ise cehenneme girecektir ve onun azabı da diğerleri gibi olacaktır. Kâfir olanların hepsi aynı konumdadır. Azaplarının hafifletilmesi mümkün değildir. Ebû Tâlib’in Hz. Peygamber’e destek ve yardımı sebebiyle azabının hafifletilmiş olması bir bakıma onun şefâate mazhar olması anlamına gelir. Bu da en azından onun kâfir olarak ölmediği, günahkâr bir Müslüman olarak canını teslim ettiği anlamına gelir.
h-Hz. Peygamber, Ebû Tâlib için hayrın tamammı dilemiş, onu hep hayırla anmıştır.
ı-Ebû Tâlib’in müşrik olduğuna dair herhangi bir rivâyet bulunmamaktadır.
Konuyla ilgili müstakil bir çalışma yapan Halil İ. Bulut şu sonuca varmıştır:
“Ebû Tâlib’in küfür üzere öldüğünü benimseyenler, âhad tarîk ile gelen bazı rivâyetlere dayanırlar. Söz konusu rivâyetler, Buhârî ve Müslim gibi güvenilir kaynaklarda yer bulmasının akabinde, Ebû Tâlib’in küfrüne dair görüşün yaygınlık kazandığı anlaşılmaktadır… Kanaatimize göre, Buhârî ve Müslim’in rivâyetlerini gerekçe göstererek Ebû Tâlib’in küfür üzere öldüğünü tartışmasız bir şekilde kabul edenler kadar, onun mü’min olduğunun tartışmasız olduğunu söyleyenler de hatalıdır… Ebû Tâlib’in küfür üzere öldüğünü iddia edenler meseleyi tamamen haberler üzerinden tartışmışlar, aleyhindeki rivâyetleri delîl göstererek onun cehennemlik olduğunu ispata çalışmışlardır. Bunlar, Ebû Tâlib’in hayatına ve Allâh Resûlü için yaptıklarına ehemmiyet vermedikleri gibi ondan nakledilen şiirlere de asla itibar etmemişler, bunların güvenilir olmadığını iddia etmişlerdir… Ebû Tâlib’in îmânı konusunda ister lehte ister aleyhte olsun ileri sürülen nakli delillerin birbirlerini nakzettikleri bilinmektedir. Hem âhad haberler olmaları hem de hem de teâruz içinde bulunmaları, bu nevi haberlerin zayıf ve tartışmalı yönünü oluşturmaktadır. Sünnîler, Şfîleri, Şî‘îler Sünnîleri hadîs uydurmakla itham eder. Hepsinin de kendine göre haklı gerekçeleri vardır… Bu itibarla konu hakkındaki naklî delillerin yetersiz olduğu söylenebilir… Genel İslâmî anlayışa göre kimin kalbinde îmân, kimin de nifak olduğunu, dolayısıyla kimin îmânını kurtarabildiğini kimin îmân- sız gittiğini hakkıyla bilen sadece Allâh’tır… Doğrusu bu kitâbın müellifi olarak ben, bu büyük insana saygı duyuyorum. Şüphesiz o, aşılmaz dağ gibi, Hz. Peygamber’in arkasında durmuş… bütün varlık, onu korumaya çalışmıştır. Allâh elçisine sarsılmaz bir güven besleye* şiirleriyle onu açıktan destekleyen… gerçek bir peygamber hâdimi ancak hayırla yadedilir”.
Öyle anlaşılıyor ki, müellifimiz, Ebû Tâlib hakkında kâfir veya mü’min yargısı vermekten kaçınmış, hayatına bakarak onu hayırla yad etmeyi tercih etmiştir.
Bununla birlikte, Ebû Tâlib’in kâfir olarak öldüğüne yapılan itirazlara bakıldığında çok da isabetli olmadıkları görülür. Belki de bu itirazların en ciddi ikisi; Tevbe Sûresi’nin sebeb-i nuzûlüne getirilen eleştiri ile Ebû Tâlib cehennemde ise ona Hz. Peygamber’in nasıl şefâat edeceği ve kâfirlere af dilemenin yasaklandığı âyetle bunun nasıl bağdaştırılacağıdır. Tevbe Sûresi’yle ilgili itiraz haklı olabilir. Zaten orada şefâatle ilgili bir durum da yoktur. Geriye en önemli itiraz, kâfirlere şefâat kalmaktadır.
En doğrusunu Allâh bilir. Kanaatime göre mesele şöyle olabilir: Âyetlerde yasak edilen husus, ölen kâfir yakınlar için af dilemektir. Onlar için af dilemek onların affedilip cennete ilhak edilmelerini istemektir. Allâh, bunun mümkün olmayacağını ifade etmektedir. Dolayısıyla Resûlü’ne “af dileme!” diye vahyetmektedir. Ancak, şefâat, yani mevzu bahis kişiye bir fayda sağlama mümkündür. Bu fayda, cehennemdeki azabın hafifletilmesi şeklinde olabilir. Burada şefâat, onun tamamen affedilip cennete sokulması anlamında değildir. Burada şefâat, onun azabının hafifletilmesi anlamındadır. Peki, böyle bir şey mümkün müdür? Bize göre mümkündür; zira her kâfir bir değildir. Cehennemin bile yedi derecesi vardır. Her kâfirin durumunun aynı olmaması bir yana Ebû Tâlib, Hz. Peygamber’e destek olmuş, yardım etmiştir. Kâfir vardır, zâlimdir. Kâfir vardır, insanlara faydası olmuştur. Kâfir vardır, dîne bir faydası dokunmuştur. Kâfirin de çeşitli halleri vardır. Firavun ile kendi halinde yaşayan bir kâfirin azabı da herhalde aynı olmayacaktır. Allâh âdildir ve o -en doğrusunu O bilir- her bir şeye fazlıyla, rahmetiyle tecellî eder. Dolayısıyla Ebû Tâlib elbette Yüce Peygamber’in şefâatinden faydalanacaktır. Belki bu ilişki, sadece Hz. Peygamber’e mahsus bir şeydir