Kategoriler: İslam

Dua silahtır, talimdir

Dua müminin silahıdır, ibadetin temel direğidir, göklerin ve yerin nurudur”.

Duanın silah olması iki anlama gelebilir. Birincisi, dua sayesinde mümin şeytan ve nefis düşmanlarına karşı Allah’tan destek alır ve Allah’ın desteğini alınca artık mağlup olmaz. İkincisi, dua ile kul Allah’ı hatırlar, O’na bağlanır, sırtını adeta Allah’a dayadığı için kendini güçlü hisseder. Tıpkı korkulan bir mekânda insanın silahından güç aldığı gibi.

Dua ibadetin özüdür demiştik. Çünkü dua olmadıktan sonra ibadetler günlük birer görev gibi görülür ve kulun Allah’la iletişimini sağlamayabilir. Böyle olunca kulda, sen benim ibadet etmemi istedin, ben de yaptım, benim işim tamam gibi bir minnetsizlik duygusu oluşabilir. Allah’a yakarmadıkça kul O’nun yüceliğini, her şeyin maliki olduğunu, O istemedikçe hiçbir şeye sahip olamayacağını kavrayamaz. İşte bu sebeple dua aynı zamanda tefekkürdür.

Böyle olduğu için Allah; “De ki, sizin duanız olmasa rabbim size hiçbir değer vermez” buyurmuştur. Yani önemli olan, kulun ibadetlerine güvenmemesi, Allah’tan her vesile ile istemesidir.

Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce dua ayeti vardır. Demek ki, Allah bizim dua etmemize bu kadar önem veriyor. Dua etmemizin istenmesi aynı zamanda cebri bir kader anlayışının yanlış olduğunu da gösterir. Eğer her şey yazıldığı için öyle olmak zorunda olsaydı o zaman dua etmenin bir anlamı kalmazdı. Çünkü ne yazılmışsa o olmak zorundaydı. Bununla birlikte dua kaderin mahv ve ispat dairesine de işaret eder. Yani kulun külli iradesine bağlı olarak potansiyel ve muhtemel geniş bir hareket alanı vardır. Kul cüzi iradesini bir noktaya yöneltip dua ederse o muhtemel sonuçlardan birini seçip istemiş olur ve istediği sabitlenir, diğer ihtimaller ise silinir, mahvedilir.

İnsanın ilmi arttıkça duası artmıyorsa, kibri ve gururu artar.Bunun için “ancak âlimler Allah’tan hakkıyla korkar” buyurulmuştur. İnsanı en çok kibre sevk eden varlık ilimdir. Bu sebeple Allah ilimde son noktaya ulaşmış, rusûh bulmuş âlimlerin teslimiyet ahlakından söz ettikten sonra, “onlar, aman rabbimiz; bize hidayet verdikten sonra sakın kalbimizi kaydırma diye dua ederler” buyurur. Yani ilmin bereketi ve kalbin hidayet üzre sebatı da dua iledir. Bu yönüyle ilim en büyük imtihan konusudur; bakalım insan öğrendikçe ben bilirim kibrine mi kapılacak, yoksa Allah bildirmeden hiçbir şey bilemeyeceğini anlayıp elini acz ile O’na mı uzatacak.

Dua insanı kibirden ve ceberut olmaktan kurtarır. Çünkü kul pek çok iyi amel, ibadet, ilim ve hayır yapıyor olsa bile kendini büyük görebilir, her şeyi kendisinin yapabileceği duygusuna kapılır, hep ben der ve Allah’ın gücünün her şeyin üstünde olduğunu hissedemez olur. Dünya ölçülerine göre bazı başarılar elde ettikçe bunu kendinden bilir, çok büyük bir şey sanır ve her gücün ardındaki gücü fark edemez. Böylece hem ilahlaşır, hem de o güçten nasip almaktan mahrum kalır. İlahlaşır çünkü kendini en büyük görür bütün imdadını kendinden ister başkasına muhtaç olduğunu düşünemez. Manevi destekten mahrum kalır, çünkü o destek duaya, istemeye ve insanın kendi aczini itirafına bağlıdır. Bu olmayınca o da olmaz.

Dolayısıyla dua kul için aynı zamanda her gücün üstünde bir gücün olduğunu, kendi gücünün onun yanında hesaba katılmayacak kadar küçük kaldığını bilmesi ve ondan imdat dilemesidir.

Dua ayrıca bir talimdir, neyin iyi neyin kötü olduğunu, neler için çalışmamız gerektiğini bize öğretir. Mesela hadisi şeriflerde yer aldığı gibi Resulüllah bize, “Allah’ım; cimrilikten, korkaklıktan, yaşlılıktan, tembellikten, rezil bir ömür yaşamaktan, borçtan, hastalıktan, insanların kahrına uğramaktan, fitnenin açığından gizlisinden, günaha düşmekten, zenginliğin de fakirliğin de şerlerinden, faydasız/amelsiz ilimden, doyma bilmeyen nefisten, ürpermeyen kalpten, küfürden, fakirlikten, nifaktan, kabul olmayan duadan… sana sığınırım” diye dua etmemizi öğretiyorsa biz bunların her birerlerinin hem kötü bir şey olduğunu, hem de bunlardan kurtulmanın yollarını aramamız gerektiğini öğrenmiş oluruz. Önce maddi ve fiili duamızı yapar bunların olmaması için çalışırız, bununla birlikte kendi yaptıklarımızla yetinmeyip Allah’ın da bize destek olmasını isteriz. Böylece maddi ve manevi bütün sebeplere sarılmış oluruz.

Aksine Resulüllah (sa) bize; ‘Allah’ım, senden sabrı cemil, doğru sözlü olma, güçlü bir iman, dünyanın da ahiretinde hayrını, sağlık ve afiyet, hayatımda yeterlilik, temiz bir nesil, zürriyetim için iman İslam ve dosdoğru namaz, azdırmayan bir zenginlik… istiyorum” diye dua etmemizi öğretiyorsa, bunların ve benzerlerinin de iyi şeyler olduğunu, gerçekleşmeleri için üzerimize düşeni yapmamız gerektiğini anlarız.

Kaynak:

Faruk Beşer – Yeni Şafak – http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/dua-silahtir-talimdir-2029989

Harun Selçuk

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

3 hafta önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

3 hafta önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

3 hafta önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

4 hafta önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

4 hafta önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

4 hafta önce