Dostluk ve İnanç
Sevdiğimiz, saydığımız kişidir o. Dostluğunu, bize olan takdir duygularını, zor anlarımızda yardımını esirgemeyeceğini, koşup geleceğini sezer, biliriz. Arkadaşlığından kuşku duymayız. Duygularımızın karşılıklılığı hakkındaki içsel bilgimiz, şaşmaz bir doğru şeklinde içimizde durur.
İnsanı mutlu eden en hoş durumlardan biri, dostuna dostluk duygularını iletebilmesi olsa gerek. İster sözle, ister mimiklerle, ister anışlarla olsun, dostluğumuzu iletmeyi/ göstermeyi başarabilmişsek kendimizi şanslı sayabiliriz. Ne ki, bu durum, kolay sanılmasına rağmen, bazen, dünyanın en zor işlerinden olur çıkar.
Dostluktan, başka bir insanda istediğimiz biçimde varolma durumunu anlıyorum ben. Hatta, daha da ilerisi. İstediğimizden daha çok, daha görkemli, daha kusursuz yer alırız onun dünyasında.
Dostluk ilişkisi, kusurları, karşılıklı olarak her an bertaraf edebilmenin erdemine dayanır. Kusur görmeye başladığımızda, böyle bir ilişkiye kalbimiz kapanıyor demektir. Çünkü kusurluluk, kendi kendini çoğaltan bir şeydir. Başladığı yerde durmak bilmez.
Yazık ki, dostluk ilişkileri, bazen kısır döngüye girer. Onu göstere- yemekle, iletememekle kalmayız. Daha da kötüsü olur. Söze dökmeyi, mimiklere yüklemeyi başaramadığımız dostluğu, elimizde olmadan, kendimize rağmen incitir, büker, zorlaştırır, yaralarız. Şaşkınlık çelişkiye evrilir, gerginlik kavgaya. Dilimiz sürçer; hareketlerimiz katılaşır; okşamalarımız acı verici davranışlar haline gelir. İyi diyeceğimiz şeyine kötü deriz; bize rağmen dilimiz başka konuşur. Güzel gördüğümüz bir davranışına çirkin deriz. Oysa bir kastımız, kötülük niyetimiz yoktur. Hatta gerçek düşüncemiz de böyle değildir. Sonra da üzülürüz bütün olan bitene. Ne kendi yaptıklarımıza bir anlam verebiliriz, ne de onun tepkilerine. Ne ki, olanlar tek taraflı değildir O da aynısını bize yapar. Kırar, incitir
Peki, nedir bu, nasıl bir şeydir?
Açıklanması kolay değil. İlişkileri, biraz da bilinmez yanları yaşattı; var eder; biçim verir. Eğer kılavuzumuz sadece bildiklerimiz olsaydı, ilk adımda içimizdeki gök yere düşer; parçalanırdı.
Dostluklar, bilinmezin, tanımlanamaz olanın gücüne çok şey borçludur İki insanın birbirine olan güvenini, sevgisini, bağlılığım, saygısını hangi düşünsel disiplin açıklayabilir ki! Eğer meçhulleri olmasaydı insan kendini bile tanıyamazdı. Çünkü meçhul, bilineni anlamlı ve gerekli kılar
Bana öyle geliyor ki; dostluğun özü, çekirdeği sevgi değil, inançtır. Dostumuza ‘inanırız’. İnanç, değerlerden oluşur ama duygulan da içerir. Sevgiye göre daha karmaşık, daha bütünlüklü bir yapısı vardır. Sevgi, tek boyutlu kalır. Dostluğun sürmesi, dinamizmi, yapıcı ve kalıcı oluşu, dayandığı değerlere bağlıdır Değerler ortadan kalkarsa, sevgi tek başına dostluğu taşıyamaz. Ne var ki, sevgi olmazsa dostluk bahsi de anlamsız kalır.
İşte, düzünden gösterilmesi/iletilmesi gereken bu inanç, bazen tersinden yaşanır. İlişki tersinden yürür, bize rağmen, ona rağmen ve daha bir sürü şeye rağmen. Şaşırır kalırız. Aradaki bağ ne kopar ne de gerginliğinden bir şey kaybeder. Eğer talihimiz varsa, bu inanç, bir durumla, bir nedenle düzüne evrilir ve bize dostluğun mutluluğunu yaşatır. Ya da, yapacağımız tek şey vardır: Dostluk ilişkisinin, düzeltilemez, onarılamaz bir hâle gelmesine izin vermemek.,(2006)
Mustafa Aydoğan – Yüzdeki Leke,syf:5861