Kategoriler: Düşünce Yazıları

Doğruluk, Güzellik,İyilik

İslâm açısından bir şey iyiyse, aynı zamanda bu güzeldir ve doğrudur, doğruluğu da içerir. Yani biz şunu görüyoruz: İslâm’da doğruluk, güzellik, iyilik birbiderinden ayrıştırılamaz şeylerdir.

Ve ihsanda toplanmıştır.

Ihsanda, evet.Peki, diğerinde kötüdür, çirkindir ve o da yanlışı içeriyor. Şimdi günümüzün dünyasında burada bir kopukluk var. Günümüzde bu şu demektir: İslâm’da hakikatten kopuk bir güzellik, iyilik, doğruluk söz konusu değil. Çirkinlikse hakikatten kopukluğu ifade eder, ama onda da yanlışlık bütün bunları içkinleştirmiştir kendisinde; istese de, istemese de hakikatten koptuğu andan itibaren o çirkindir, yanlıştır, kötüdür.

Öte yandan günümüzün dünyasındaysa bir başka durumla karşı karşıyayız.Hakikatten kopuk bir doğru, iyi ve güzel kavramıyla karşı karşıyayız Bizim ahlak olarak öne sürdüklerimizle bugün bizim hayatımızda güzel olarak, iyi olarak ve doğru olarak kabul ettiklerimiz gerçekten bizim hakikatimizden kopuk, ona rağmen var olmuş ya da anlamlandırılmış şeylerdir. İşte problem burada, haddizatında bugün büyük nispette Müslümanın doğru dediği şey aslında onun inandığı hakikatin tanımladığı bir doğru olmaktan ziyade başka bir hakikatin tanımladığı bir doğrudur. Mesela, bunun en tipik örneklerini güzellik telakkisinde buluruz. Günümüzde güzel denilen şey kendi hakikatinden kopuk bir güzellikle karşı karşıyadır. Bunu bütünüyle günümüzün sanat anlayışında bulmamız mümkün. Sanat İslâm’ın hakikat telakkisinden kopuk bir şekilde tanımlandığı için Müslümanların bugün sanat peşinde koşarken, aslında kendi hakikatlerinden kopuk bir sanat anlayışını, sanat olarak içselleştirip yapmakta olduklarını görüyoruz.

Hiçbir ahlaki davranış insanın hakikat anlayışından bağımsız değerlendirilemez, olamaz.

Şimdi İslâm ahlakı dedik ya, doğru, iyi, güzel kavramları bugün artık büyük oranda hakikatten kopuk olarak kendi başlarına kavramsallaştırılmıştır. Kabul etmeliyiz ki, Müslümanlar açısından ciddi bir sorundur. Zira Müslümanların imanlarıyla amelleri arasında ciddi bir tutarsızlık doğmaktadır. Bu onların düşünce dünyalarını da parçalamaktadır. O halde, estetik, edebiyat ya da genel olarak sanat anlayışımız her şeyden önce ciddi şekilde körelmiş ya da dönüşüme uğramış durumdadır. Şahsen uzun zamandır böyle bir tehlikenin var olduğu kanaatindeyim. Günümüzde bu durum özellikle de kültürel alana dair tartışmaların artmasıyla beraber daha da çetrefil bir hal almıştır.

Güzel Borç Meselesi

Burada bir örnek vermek istiyorum… Borç, borçlanma iktisadi bir hadisedir bir yönüyle, kredi de alabilirsin. Bunun hukuki bir boyutu vardır. Bakara Suresi 282. Ayet, Kur ’an ’ın en uzun ayetidir. Borçlanmanın hukukunu tanzim eder. Fakat İslâmiyet’te borçlanma karz-ı hasen olarak tarif edilmiştir.Bir Müslüman bir başka Müslümana borç verdiği zaman bir ihsanda, bir güzellikte bulunmuş olur. Yani iktisadi ve hukuki olan bir fiil aynı zamanda güzel bir fiil olarak anılır. Kardeşine ihsanda bulunmasından dolayı…Aslında ne yaptı? Borç verdi. Adı da karz-ı hasen, güzel bir borç. Hatta daha ötesini diyelim belki konu dağılmadan “Kim Allah ’a güzel bir borç verir” der Allah… İhtiyaç sahibine verilmiş olan borcu kendisine verilmiş gibi kabul eder, ödüllendireceğini vaat eder. Demek ki bu, çağımızda doğruluk, güzellik ve fayda ve aynı zamanda hem birbirlerinden hem de hakikatten kopmuşIardır. Hâlbuki karz-ı hasende iktisat, hukuk ve estetik bir arada toplanmıştır.

Tabii sizin bu söylediğiniz zaviyeden bakarsak, günümüzün egemen münasebetlerinde İslâm ahlakının mantığı yok, kapitalizmin mantığı var. Borç vermeyi, güzel kategorisinin içine alıp borç olarak değerlendirmiyor, zira günümüzün mantığı içerisinde borcun güzellik kategorisi içinde değerlendirilmesi aslında insanlara biraz mantık dışı da gelmektedir. Dolayısıyla mesela, burada da iyilik dediğimiz şey de farklı bir şekilde tanımlanmıştır. İyilik nedir? Bize maddi olarak getirisi olan bir şey midir, bizim hesabımıza gelen bir şeyi yapmak mıdır ya da başkalarının onu yapması mıdır, yoksa iyilik gerçekten de maddi olarak çoğu zaman iyi olan, maddi olarak bizi zarara soksa bile, aslında bizzat o özünde iyi olan bir davranış mıdır?

Dediğim gibi burada bir kopukluk var onun için, ama burada daha başlangıçta şunu söylememiz lazım: İslâm önerdiği ahlakla, insan fıtratının bir uyum içinde olduğunu söylüyor bize. İslâm’ın tekliflerinin bizzat insanın fıtratıyla uyuşan, onu destekleyen tarafları var. Belki de bundan dolayı marufun bütün insanlığın tarihi içerisinde varlığını sürdürüp, ortak bir aklın kabul ettiği bir değer olarak ortaya çıkması da onun o fıtratla olan uyuşmasından, birbirlerini desteklemiş olmalarından kaynaklanıyor diye düşünebiliriz.

Ahlak ve Hukuk

Galiba biraz sonra ahlaka geleceğiz. Bir kere şunu gözden uzak tutmamamız gerekir ki İslâm’da ahlakla hukuk birbirinden ayrıştırılamaz. İslâm’da insanın ameliyle insanın zihinsel ameli sayacağımız düşüne faaliyeti ahlak temellidir. İslâm’ın entelektüel muhayyilesi ahlaktan bağımsız çahşmaz. Aynı zamanda da Müslümanın ameli de yine ahlak bağımlı bir durumdadır. Buradan şuraya gelmek istiyorum aslında: Demek ki Müslüman, sanatı, siyaseti, iktisadi, ne derseniz deyin, bir kere bütün bunları ayn ayn kategoriler olarak değerlendirmiyor ve değerlendirilemez de.

Eğer bütün bunlar için geçerli bir ahlakı İslâm insanlara vaaz ediyorsa -ki vaaz ediyor dolayısıyla bu durumda biz sanat için, iktisat için, ekonomi için farklı ahlak kurallan kategorileri uygulayamayız. Bu olacak iş değildir. Burada ortaya şu çıkıyor: İslâm, Müslümanın iktisadi, sanatsal, düşünsel birçok faaliyetini hatta özgürlük telakkisini ahlak temelli kurmaktadır. Ondan dolayı da ahlaktan bağımsız bir siyaset, ahlaktan bağımsız bir iktisadi faaliyet, ahlaktan bağımsız bir sanat anlayışı, hukuk düşünülemez. Özellıkle bu son dönemlerde yeni bir durumla karşı karşıyayız: Modern sanatın bütun alanlanın Müslümanlar içselleştirerek, aktör olarak, bir sanatçı olarak kendileri bu alanlarında faaliyet gösterdiklerinde çok doğal olarak bunu da İslâm’ın sanat anlayışı olarak düşünüyorlar. Oysa burada sorulması gereken daha başka bir soru vardır: Önce Islâm sanatı ya da sanatın belki de esas özü olan güzellik kavramını estetik/felsefi olarak nasıl kavramsallaştırıyor, İslâm’ın güzellikten anladığı nedir? Gerçekten İslâm ahlaktan bağımsız bir sanat, bir güzellik anlayışı öneriyor mu? Biz buna baktığımızda İslâm’ın her şeyden önce sanatın odağında yer alan güzellik kavramını ahlaktan bağımsız olarak tanımlamadığını fark ederiz.

İslâm’ın estetik, felsefi anlamdaki güzellik kavramı, ahlakla ilişkilidir. İslâm’ın ahlakına uymayan hiçbir şey bu anlamda sanat eseri, bir güzellik objesi olarak kabul edilemez.

Gerçekten de iyi-kötü bu toplumun ahlakıyla bir sanat, bize ait olmayan bir sanat anlayışının çatıştığını gördüğümüz pek çok örnek var bu bağlamda. Geçmiş yıllarda bir heykeldeki çıplaklığı gayri ahlakı bularak, onu sanat eseri kategorisinden dışarı atılmasına dair bir tartışma söz konusuydu. Ama diğer taraftansa bunun batılı ölçüler içerisinde sanat eseri olarak tanımlandığını gördük. Günümüz sanat kültüründe karikatür ve kurmaca dünyasında da benzer tartışmaların aktüel olarak yapıldığı biliniyor.

Sanata Dair Birkaç Husus

O zaman biz durumun gayet açık gerçekliğine bakarak şunu diyebiliriz; demek ki İslâm ahlaktan bağımsız bir sanat objesi/eseri tahayyül etmiyor, bunu kabul etmiyor. O yüzden de Müslümanın ahlakı, siyasetinin, iktisadi faaliyetinin, sanatının, düşüncesinin temelini oluşturur ve tabii ki ahlak da, İslâm ahlakı da hukuktan bağımsız olmadığı için, olamayacağı için de başka bir şey daha bu özelliğe içkindir. O da şu: Bir insan İslâm ahlakı üzerine davrandığında farkına varsa da, varmasa da aynı zamanda adil davranmış olur. Çünkü İslâm ahlakı aynı zamanda adaleti içkindir.

Bu şu demektir: Sanat eserinde de demek ki Müslüman sanat eserini ahlakın üzerine inşa ettiğinde, aym zamanda da adalete uygun bir sanat eseri ortaya koyar. Unutmamak gerekir ki her zaman adaletin peşinde koşan, adalet üzerine inşa edilmiş ve gerçekten tavrını adaletten yana koyan bir varlık âleminde yaşıyoruz. Mesela, bunun en tipik örneğini Hz. Süleyman’ın ordusunun seferi sırasında o bilgiç kanncamn konuşmasında buluyorum. Yani, “çekilin, çekilin kenara, istemedikleri halde sizi çiğnemesinler.” Bilmektedir ki onlar isteyerek yapmayacaklardır bunu, ama gerçekten Hz. Süleyman’ın adalet için fiseb’ılillah giden ordusuna, varlık dünyası da onun bu hareketine katılmaktadır, işini kolaylaştırmaktadır, yolun kenarına çekilmektedir ki aynı zamanda bu seferi onaylamaktadır.

Dolayısıyla da adalet üzerinde hareket edildiğinde varlık dünyası da hareket edeni bu çaba içinde olanı bütünüyle onaylamakta ve ona katılmaktadır. Bu bizim müşahede edemediğimiz bir âlemdeki varlıkların buna katılması demektir ve bize bu katılımı sağlayan da gerçekten de adalettir. Peki, adalet nerededir? Hiç şüphesiz o bizim ahlakımızda içkin olandır.

Abdurrahman Arslan – Zamandışı Konuşmalar,syf.42-47

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce