İki asır önce basılan bir ikonoloji kitabında, kadın olarak tasvir edilmiş demokrasi; alnında asma yapraklarından bir taç, sırtında kaba saba giysiler; bir elinde nar, ötekinde yılan. Her çağ kendi rüyalarını, kendi emellerini söyletmiş kelimeye; her demagog kendi yalanlarını. Uğrunda sel gibi kan akıtılmış. Nedir bu demokrasi?
“Katıksız demokrasi ayak takımının despotizmidir”, diyor Voltaire. “Demokrasinin temeli fazilettir”, diyor Montesquieu… De Maistre: “hırstır”, diyor. Demokrasi adaletin temelidir, Vacherot’ya göre. Proudhon’a göre, ruhani ve cismani bütün iktidarların sona ermesidir. Thierry için, demokratik cumhuriyetlerin sonu ahlaki bir alçalıştır.
Günümüze gelelim: Weberci bir sosyologa göre, demokrasiyi diğer siyasi rejimlerden ayıran önfaraziye: hürriyet. Hürriyet, demokrasinin başlangıcından itibaren mevcuttur; derece kabul etmeyen, kayıtsız şartsız bir hürriyet. Bu mefhum demokrasinin amacını da belirler: eşitlik. Eşitlik gerçekleşemez, gerçekleşirse demokrasi hikmet-i vücudunu kaybeder, yerini anarşiye bırakır. Tarihteki demokrasileri anlamak ve özlerinden ne kadar uzaklaştıklarını tayin etmek için onları bu saf tiple karşılaştırmak gerek.
Çağdaş Avrupa’nın demokrasi anlayışı bu, kısaca. Şimdi de İslamiyet’in devlet telakkisine bir gözatalım.
İnsanlar, doğuştan eşittirler: kullukta, fanilikte eşitlik. Ama menfi bir eşitlik bu. Sonra, iman sayesinde yeni bir eşitlik kazanırlar, kardeş olurlar. Rabbin lütuflarından aynı ölçüde faydalanacaklardır: hukuki ve müsbet bir eşitlik.
Kulun bütün haysiyeti: mümin oluşunda. Kul, mümin olunca hukuki bir hüviyet kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir hüviyet.
İslam için hürriyet felsefi değil, hukuki bir mefhum. Temeli: camianın bütün fertleri arasında tam bir hak eşitliği olduğu inancı.
Hükmeden Allah’tır, bu hakimiyet devredilemez. Allah, her ul-ül emri otorite ile doğrudan doğruya techiz eder. Emir (veya Sultan) seçimle gelse de, durum değişmez. Allah’ın dışında cismani bir otorite yoktur. Vardır demek, Allah’a şerik koşmaktır. Ul—ül—emr, Allah’ın aletidir sadece. İslamiyet’te her türlü istibdada, ahkam-ı Kur’aniyye dışındaki her türlü keyfiliğe karşı direnmek için birçok yollar vardır.
Kitap sahibi kavimler, İslam’ın üstünlüğünü kabul etmek ve ona cizye ödemek şartıyla hudutlu, fakat teminatı olan bir hakka layık görülürler. Bu himaye, ümmetin bir civanmertliğidir. Bir nevi misafirperverlik. Himaye edilenlerin daha az vazifeleri olduğu için, hakları da daha azdır. İbadetlerine devam edebilir, kendi kanunlarını uygulayabilirler.
Putperestlerin camiada yeri yoktur. Ama Müslümanlar onları da zaman zaman korumuşlardır. Her kafir ve putperest İslamiyet’i kabul eder etmez, misak’a dahil olur. İslam, cihanşümül bir dindir, bütün insanlara hitap eder. Kast da tanımaz. Gerçek Müslümanın nazarında sosyal sınıf diye bir şey olamaz. Servet veya mevki ayırmaz insanları; Müslüman, Müslümana eşittir. Cevdet Paşa’nın söyleyişiyle: “Emr-i taayüşçe agniy ile fıkaranın halleri mütekaarib ve müteşbihdir. Cami-i şerifde ise müsavat-ı tamme ve hürriyet’i kamile vardır…” Fukara ile zengin arasında “bir büyük mesafe görünmez.” Ve Hıristiyan devletlerinde olduğu gibi, tefrika ve husumet de yoktur. “Binaenaleyh, akvam-ı İslamiye’de commune ve socialiste ve nihiliste gibi fürük-ı itizaliyye” bulunmaz.
Emr (teşrii magister) Kur’an’ındır. Fıkıh (kazai magister) bütün müminlerindir. Müminler Kur’an’ı okur, ezberler ve hareketlerini ona göre ayarlarlar. Bir hükm (icra kuvveti) var, hem mülki, hem dini. Hükm yalnız Allah’ındır. Bir aracı tarafından (ul-ül-emr) yürütülür. Ul-ül-emr’in ne kazai, ne de teşrii kuvveti vardır.
Vatandaşlığı yapan kan ve toprak değil, inanç. Ümmetin Avrupa dillerinde karşılığı yok. Siyasi ve dini bir bağ. Kuran hem bir ibadet kitabı, hem bir anayasa, muhatabı bütün insanlık.
Demek ki İslamiyet’in temel mefhumu: eşitlik. Bu bir amaç değil, bir hak. Hürriyet, eşitliğin bir başka adı veya görünüşü. Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin, kime karşı hürriyeti? Batı, hürriyeti, bir hata işleme hakkı olarak tarif ediyor. Müslümanın böyle bir hakkı yoktur. Çünkü o ebedi hakikatin, yegane hakikatin, cihanşümul hakikatin emrindedir.
Evet, İslamiyet bir kanun ve nizam hakimiyeti (nomokrasi)dir. Batı’nın gerçekleştirmeğe çalıştığı eşitliği çoktan fethetmiştir. Fikir hürriyetini, insanı insana saldırtan bir tecavüz silahı olarak değil, bir ikaz, bir irşat vasıtası olarak kabul etmiştir. Demokrasinin ta kendisidir İslamiyet. Ama Batı’nınkinden çok başka bir ruh ikliminde gelişen, çok başka umdelere dayanan bir demokrasi.
Cemil Meriç – Bu Ülke
0 Yorumlar