Deizmin Çıkmazları Üzerine
Soru: Deizm (Yaratıcı’ya inanıp dinleri kabul etmeme) akımının çıkmazları nelerdir? Bir yaratıcı olduğunu kabul edip Yaratıcı’nın din indirmediğini, insanlara müdahale etmediğini ve onlarla iletişim kurmadığını, dinlerin insan ürünü olduğunu savunmanın mantığa aykırı yönleri nelerdir?
Cevap: Deizm de tıpkı ateizm gibi mantıksal çıkmazları fazla olan bir felsefedir, akımdır. Özellikle elektron mikroskobunun üretiminden sonra bilim dünyasında yapılan keşifler sonrası ateizm, eskisinden daha da büyük bir çıkmazın içerisine girmiştir. Her an evrenin akıl almaz yasaları, sistemleri, hayranlık uyandıran bir başka mucizesi keşfedildiğinde, “tüm bunların nasıl yaratıcısız var olabileceği” sorusu, ateizm mensuplarının kafalarını bir hayli kurcalamaktadır. Deizm, Yaratıcı’yı inkâr etmeyi vicdanlarına ve akıllarına sığdıramayıp ancak “bir yaratıcı kabul edildiğinde dinleri de kabul etmek zorunda kalınabileceği” kaygılarıyla yaygınlık kazanmış bir akımdır. Bu akımların yaygınlaştığı Batı dünyasının, asırlar boyunca Hristiyanlıktan çok çektiği ve Hristiyanlık ilke ve inançlarının, tahrif olunmuş İncil öğretilerinin bilimin ve ilerlemenin önünde bir engel teşkil ettiği bilinmektedir. Batı dünyasının dinlere karşı olumsuz tavrı, temelde Hristiyanlığın aslı bozulmuş, hakiki vahyinden uzaklaşmış yönlerinden, prensiplerinden kaynaklanır. İslam’ın ise bilimle, teknikle, ilerlemekle bir problemi yoktur. Zaman zaman İslam’ı temsil adıyla ortaya çıkmış ve çıkan zatların bilim ve teknik alanında ilerlemeye engel olması, elbette İslam’ın prensiplerinden kaynaklanmaz. İslam’ın ilim öğrenmeyi farz kıldığı, bilimin, tekniğin, ilerlemenin teşvik edilip bu konularda diğer milletlerden geride kalınmaması üzerine temel emir, yasak ve tavsiyeleri, ilgili İslam literatüründe mevcuttur. Batı dünyasının bilime, ilerlemeye engel olarak gördüğü din anlayışının, İslam ile hiçbir ilgisi olmadığı açıktır. Müslüman bilim adamlarının tarih boyunca bilime yaptıkları katkılar da meydandadır.
Türkiye’de ise deizmin yaygınlaşma sebeplerinin başında deizmin sunduğu felsefi esaslar yer almamaktadır. Türkiye’de İslam’a yönelik kini olan bazı çevrelerin, İslam’da kadın hakları, insan hakları, ceza hukuku, dinlerin savaş getirdiği, Hz. Peygamber’in (sav) evlilikleri gibi iddialarla nesilleri dinden koparmaya çalıştığı görülür. Deizmin elle tutulur bir felsefi argümanı olmadığı için dini karalayarak dinden uzak inanç oluşturulmaya çalışılır. Hâlbuki daha önce cevabını verdiğimiz bu bahisler bize göstermektedir ki bu çevreler, bilgi eksikliği olan insanları dinden soğutmak için ilmî olmayan metotlarla sadece kafa karışıklığı oluşturmakta, akıllara vesvese bırakmakta, ayetleri, hadisleri usulsüzce ele alıp yorumlamakta ve İslam’ı bu şekilde karalamaya çalışmaktadır. İmanı ve İslam’ı hakiki olarak bilen ve yaşayan biri, bu karalama kampanyalarının iç yüzünü fark edebilecek; Müslüman sıfatıyla gezerek İslam’ı İslam görüntüsüyle içeriden yıkmaya çalışan ve hadis inkârcılığı ile de farkında olarak ya da olmayarak deizmin kapılarını aralamış olan zatların da oyununa gelmeyecektir. Nitekim Kur’an’ı hadis ve sahabe merkezli değil şahıs merkezli yorumladığınızda, karşınıza Kur’an aleyhinde büyük problemlerin çıkması kaçınılmaz olacaktır. Hadis inkârcılığı Kur’an yorumunda ve temel esaslarda sayısız çelişkiye sebep olduğundan din üzerinde şüphe oluşmasına sebep olmaktadır. Hâlbuki Allah (cc), Kur’an’ı açıklama görevini Hz. Peygamber’e (sav) vermiş, sünnete itibar ederek imanı ve İslam’ı anlayan ve anlatan sahabe nesli başta olmak üzere Ehlisünnet ulema da bu görevi sırtına yüklenmiştir. Kur’an, hadis-i şerifler ve sahabeye dayanmadan tutarlı bir biçimde yorumlanamaz.
Sonuç olarak deizmle mücadelede asıl çözüm noktası, Hz. Peygamber’in (sav) sünnetini takip eden hakiki âlimlerin İslam âlimi olarak topluma sunulması ve dinini öğrenmek isteyenlere hakiki Ehlisünnet ulemanın kitaplarının okutulmasıdır. İkinci adım atılması gereken nokta ise din ve İslam adı altında sunulan hurafelerin ortadan kaldırılmasıdır. Deizm felsefesinin mantıksal çıkmazlarına gelirsek bu çıkmazların her yönüyle ele alınması cevabı uzun bir makaleye dönüştüreceğinden, kitabımızda amaçladığımız kısa ve öz cevap ilkesine aykırı düşmemek adına birkaç madde ve bazı örneklerle bu çıkmazları ortaya koymaya çalışacağız: Bir demlik demlenmiş çay üzerinden kâinatın varlığı hususunu bu felsefelerin bakış açısıyla özetleyelim. Ateizm der ki “Bu bir demlik çayı kaynatan, demleyen, yapan yoktur, kendi kendine, tabiat kanunları ile kaynamış, demlenmiş ve oluşmuştur.” Yani kâinat vardır ancak yaratanı yoktur. Kanunlar, tabiat, canlılık kendi kendine oluşmuştur. Deizm der ki “Çay varsa kaynatılmış ve demlenmişse çayı yapan da vardır. Ancak bu çay, içilmek için yapılmamıştır, bir amacı yoktur. Bu demlik ve çay yapıldıktan sonra kendi hâline bırakılmıştır, çöpe dökülecektir.” Yani kâinat yaratılmış ancak öylesine yaratılmıştır, bir amacı yoktur. Yaratıldıktan sonra da kendi haline bırakılmıştır. İslam da der ki “Çay var, kaynatılmış, demlenmiş. Öyleyse çayı yapan biri de vardır. Çay yapıldığına göre de amacı vardır yani içilmek için yapılmıştır. Çayı yapan da onu kendi hâline bırakmayacaktır.” Yani kâinat yaratılmıştır, bir amacı vardır, kendi hâline bırakılmış olamaz.
Deizmi biraz daha detaylandırırsak Yaratıcı insanları yaratmış, insanı dünyanın en üstün zekâya sahip varlığı kılmış; doğayı, Dünya’yı insanın hizmetine sunmuş ancak insanlarla hiç iletişim kurmamış ve insanlara “neden onları yarattığını, neden bu kadar ikramlar, ihsanlar sunduğunu, insan lehine yaratılan bunca kanunla, düzenle neyin anlatılmak istendiğini” bildirmemiştir. Yani yaratmış ve kendi hâllerine bırakmıştır. Tabiri caizse bir saray yapılmış, çok emekler verilmiş, harika desenlerle süslenmiş, dizayn edilip koltuklarından ahizelerine kadar dayanmış döşenmiş, içerisine binada yaşayanlara hizmet edecek hizmetçiler yerleştirilmiş, sarayda yaşayacaklara türlü türlü ziyafetler, sofralar kurulmuş ancak bunu yapmakla hiç bir amaç hedeflenmemiş, isteyen binada güzelce yaşayabilmiş, isteyen binayı tarumar edip altını üstüne getirmiş, duvarları yıkmış, komşuların haklarına tecavüz etmiş, sonra da bu amaçsız saray yıkılıp yok edilmiş. Yapılan bu amaçsız faaliyet, oyun ve eğlenceyi andıran bir israftan başka bir şey değildir. Bu fiilin elbette akla, hikmete uygun hiçbir tarafı yoktur. Yaratıcı’nın, yarattığı tabiat kanunlarından insanın hizmetine sunulmuş trilyonlarca hücrelere, sistemlere kadar kâinattaki her bir fiiliyle hikmet sahibi bir zat olduğu âyan beyan ortada iken böyle hikmet sahibi Yaratıcı’nın hikmetsiz bir israftan uzak durması da onun hikmetinin bir gereği olmalıdır. Zira bir yaratıcı vardır ve inkâr edilemez. Öyleyse cevaplanması gereken pek çok sorunun cevabını yarattıklarına, insanlara iletmiş olmalıdır. Vicdan ve akıl ile beraber kullanılan bir zekâ, bunun aksini iddia edemez. Deizmin büyük bir çıkmazı, Yaratıcı’nın insanlarla iletişime geçmeyince insanlar için en uygun sistemin ve ayrılığa düşülen konularda doğrunun ne olduğu konusunun, insanlara bırakılmış olmasıdır. Bu, büyük bir çıkmazdır.
Şöyle ki hiçbir insanın doğru anlayışı bir diğerine uymaz. Mesela kimine göre zina cinsel arzuları gidericidir, iyidir, tercihtir ve tercihlere engel olunamaz. Vicdanen bunda bir problem hissetmez. Ancak kimine göre zina kötüdür, ahlaksızlıktır. Toplumun aile yapısına darbe vurur. Bunun normal görülmesi, evlilikten sonra eşlerin birbirinden soğumasına sebep olur. Vicdanın bunu kabul etmemesi gerektiğini düşünür. Yine kimine göre sokakta bir erkek kadını taciz etmiyorsa, ona maddi zarar vermiyorsa şehvetle onu seyretmesinde bir problem olmamalıdır. Dolayısıyla vicdanen bu durumdan rahatsız olmamaktadır. Çünkü maddi bir zarar verilmemektedir. Ancak kimine göre sokakta bir kadına -taciz olmaksızın ve maddi zarar vermeksizin olsa dahi- şehvetle bakmak ahlaksızlıktır. Kişinin, eşinden başkasına bu şekilde bakması eşine yaptığı bir sadakatsizliktir. Vicdanen ve aklen bunun doğru olmadığını düşünür. Daha da ileriye gidersek bazı insanlara bakıyoruz, bir bayanı taciz etme konusunda vicdanında hiçbir rahatsızlık hissetmiyor. Hatta bayan açık giyindiği için bunun kendi hakkı olduğunu savunabiliyor. Aynı şekilde eşine şiddet uygulamak, şiddet ile çocuk yetiştirmek onun için bir disiplin metodu ve vicdanen kesinlikle bu durumdan rahatsız değil. Kimileri de aksi yönde düşünür.
Kimileri masum bir insanı öldüren için hapis cezasını yeterli görür çünkü kendi başına gelmediği ve ateş ona düşmediği için suçlunun insan hakları olduğuna inanır ancak babası öldürülen, masum evladı şehit edilen canı yanmış alevler içinde tutuşan bir çocuk ya da anne ise “Hapsi kabul edemem, kısas ancak benim ateşimi söndürür.” der ya da bir adam çocuk kaçırsa yine kimi hapsi yeterli görür, evladı kaçırılana sorsak o da caninin elleri kesilsin ister. Bu örnekleri daha da artırabiliriz. İnsanlar, “Seçeneklerden hangisi doğrudur?” diyerek bir araya gelse tüm insanların birleşebileceği mutlak kabuller bütününe asla ulaşılamaz. Çünkü her insanın yetiştiği coğrafyada, aldığı kültürde, örnek aldığı anne baba tutumlarında, acıya sahip olup olmama gibi hususlarda farklılıkları vardır ve bu farklılıklar, kişinin vicdanen neyi kabul edip etmeyeceğinde belirleyici rol oynar. Bugün suç olarak kabul edilen pek çok fiili suç ve vicdansızlık olarak görmeyen pek çok zihniyet olduğu gibi herkesin suç kabul ettiği fiile de “Nasıl ceza verilmelidir?” konusunda uyuşmazlıklar mevcuttur. Deistler bu noktada der ki “Devletler bu konuda kurallar koymalı ve her insanın uyması gereken normları belirlemelidir.” Bu sefer çıkmaza girilmektedir. Deist, devletin kurallar koyması ve işletmesi zorunluluğunu aklen kabul ediyor ancak “Yaratıcı’nın kurallar koyması ve işletmesi gerektiğini ve bunları insanlara tebliğ etmesi gerekeceğini kabul etmiyor. Yaratıcı, kural koymaz, bunu insana bırakmıştır.” diyor.
İnsanı yaratan devlet midir yoksa Yaratıcı mıdır! Yaratıcı müdahalesi olmadan insanların düşecekleri ihtilaflara birkaç örnek verdik. Devlet bu ihtilaflarda kurallar koymalıysa ve bunda aklen zorunluluk kabul ediliyorsa insanı yaratan Yaratıcı’nın kurallar koyup bunları insanlara bildirmesi gerekmez midir! Çünkü yarattıklarını en iyi tanıyan ve onlara en uygun hükümlerin neler olacağını bilen ancak insanın sahibidir. Zira devlet dediğimiz de insanlardan oluşmuş bir yapıdır. Peki, Yaratıcı’nın tebliğ etmesinde aklen zorunluluk olan bu kanunlar nelerdir ve nerededir? Bu sorunun cevabı, elbette dindir. Deizmin büyük çıkmazlarından bir diğeri de Yaratıcı’nın iyilerle kötüleri aynı kefeye koymasıdır. Yani savaşlarda masum insanları katleden, insanlara her türlü zulmü yapan zalimlerle o zulme uğramış masumlar, canı yananlar için yaratıcının bir cennet-cehennem vaadi, adalet sistemi söz konusu değildir. Yaratıcı, insanlarla iletişim kurmayınca “İyilere mükâfat, kötülere ceza vereceğim. Kimsenin yaptığını yanına kâr bırakmayacağım.” gibi bir tebliğ de insanlara bildirmemiş demektir. Bunun yani ödül-ceza sisteminin olmaması elbette adaletsizliğin ve merhametsizliğin ta kendisidir. Bu da bir yaratıcının şanına ve merhametine uyacak bir davranış değildir. Zira daha önce zikrettiğimiz gibi her doğan masum ve âciz bebek ile onların besinlerinin anne sütüyle hazır gönderilmesi, anneye verdiği hormonlarla çocuğa karşı anneyi şefkatli, merhametli, hassas kılması ve onların korunmalarının temin edilmesi, insanların ve diğer canlıların lehine sayısız kanunların yaratılması, her an ve her saniye bizim yardımımıza ihtiyaç duymadan bizim için çalışan kalbimiz, ciğerlerimiz, bağırsaklarımız, trilyonlarca hücremiz ve sayamayacağımız nice maddi ve manevi nimetler, lezzetler, ihsanlar, ikramlar, Yaratıcı’nın sonsuz merhamet sahibi olduğunun açık bir delilidir.
Böyle bir nizam karşısında Yaratıcı’nın -kendisi bildirmeseydi dahi- şefkatli, merhametli olduğu akıl sahiplerine ayandır. Öyleyse böyle merhametli bir yaratıcıya göre de insanların bozduğu tabiat kanunları ve cüzi iradenin karışıp fesada uğrattığı düzende, zalimlerin zulümlerinin elbette bir bedeli olmalıdır, mazlumların hakkı o zalimlerden alınmalıdır. Madem Allah’ın kâinata koyduğu kanunlar ile merhameti anlaşılmaktadır ve tüm bu düzen boşu boşuna yapılmış olamaz, bir hikmete binaen var edildiği ortadadır, elbette böyle merhamet ve hikmet sahibi zatın merhametinin getireceği adalet, hikmet cennet ve cehennemin varlığını gerektirir. Tabiri caizse bir müteahhit bir yere temel atsa ve o müteahhidin aklı, şuuru varsa, hikmetle hareket eden biri ise pek çok masraf yapıp attığı bu temeli boşu boşuna atmamıştır, üzerine kat çıkacak demektir. Bu kolaylıkla anlaşılır. Allah’ın (cc) da kâinattaki icraatleri görüldüğünde mazlumlar ve zalimler hakkında bir hesabın olacağı aşikârdır. Deistler ahireti inkâr etmekle önemli bir hata ve çıkmaz içindedir. Bazı deistler de bu çıkmazdan kurtulmak için “Yaratıcı’nın cennet cehennemi olabilir. Ancak insanlarla iletişim kurmamış olduğuna inandığımızdan kesin olarak bilemiyoruz.” derler ve bu sözlerinde yine farklı bir çıkmaza düşerler. Çünkü bu sefer de ortaya ahirette insanlar tarafından Yaratıcıya sorulacak “Niye haberimiz yok, mutlak doğru hangisiydi ki!” sorunu çıkacaktır. Yani Yaratıcı, kötülükler işlemiş bir insana ahirette ceza vermeye kalksa bu sefer o adamın şöyle demeye hakkı olurdu: “Tanrım! Sen beni bu fiil suçtur ve bu fiili işleyeni cehenneme atacağım diye uyarmadın ki! Sen, eğer bana ‘Cehennem var!’ demiş olsaydın ben bunu yapmazdım. Beni uyarmadığın bir konuda bana ceza veremezsin.” Elbette kendisine bu konu tebliğ edilmemiş kişinin bu serzenişi haklı olurdu.
Düşünelim ki bakanlık veya öğretmenler okullarda ders düzeninin bozulması ile ilgili bir karar aldı ancak bunu öğrencilere bildirmedi. Sonra ders düzenini bozan öğrencilere tutup ceza vermesi hangi akla sığacak bir uygulamadır. Burada, “Yaratıcı insana akıl ve vicdan vermiş. Bu vicdan, herkese doğruyu fısıldar ve bu vicdana göre cennet-cehenneme koyacaktır.” diyerek getirilebilecek savunmanın hiçbir mantıksal, elle tutulur tarafı yoktur. Çünkü yukarıda değindiğimiz gibi insanların vicdanları, normal-anormal algıları, ülkeden ülkeye, kültürden kültüre, toplumdan topluma ve aynı toplum ve kültür hatta aile içindeki insandan insana değişmektedir. Empati becerileri öldürülerek yetiştirilen bir çocuğun vicdanıyla sağlıklı yetiştirilen bir çocuğun vicdanı gelecekte bir olmayacağı gibi farklı kültürlerde yetişmiş kişilerin de ahlak değerleri ve vicdanları bir olmayacaktır. Bu yüzden ahlak ve vicdandan hesap sorulacaksa genelgeçer ahlak ve vicdan ilkeleri Yaratıcı tarafından bildirilmiş olmalıdır. Yukarıda örneğini verdiğimiz “Zina ahlaki mi, değil mi?” meselesinden örnek verirsek Yaratıcı ahirette kime, ne soracaktır! Dese ki “Zina benim katımda suçtu!” zina yapan diyecek ki “Tanrım, bunu bana deseydin ben bunu yapmazdım.” Yaratıcı dese ki “Zina benim katımda suç değildi.” Bu sefer zina yapmayan diyecek ki “Tanrım vicdanen ben bunu yanlış buldum, eşime aileme sadakatsizlik olarak gördüm ve ben bir ömür boşuna mı kendimi tuttum, sıkıntılara sabrettim! Bunu bize bildirmek çok mu zordu!” Yaratıcı, zina yapmayana “Madem vicdanının sesiyle zina yapmadın, sana fazladan şu nimeti vereyim.” dese zina yapan “Madem bu güzel mükâfat fazladan verilecekti, bilseydim ben de yapmazdım. Bunu bize niçin bildirmedin!” diyecekti. Zina yapana da aynı nimet verilse bu sefer zina yapmayan “Bu adalet midir! Ben bir ömür sabrettim o ise nefsinin arzularının peşinde yaşadı ancak ödülümüz aynı!” diyebilecekti. Var olan kaos ortadadır. Bu örnekler daha da artırılabilir. Yaratıcının ödül-ceza sisteminin olmaması açık bir adaletsizlik, dünyada mazlumlara yapılan zulmün üzerine ikinci bir zulümdür. Yaratıcının ödül-ceza sistemi var ancak bunu insanlara bildirmemesi ise aklî melekelerini çalıştırabilen her insan için açık bir çıkmazdır. Sonuç olarak Deizm’in İslam dışı tüm akımlar, inançlar, ideolojiler gibi akla, mantığa, vicdana uyan herhangi bir yönü yoktur.
Vicdanları Allah’ın (cc) yokluğunu kabul etmemektedir. Ancak özellikle Batı, Hristiyanlıktan tarih boyunca çok çektiği için dinleri de kabul etmek istememekte ve bu görüşleriyle ateizme nazaran daha içinden çıkılmaz hâle gelmektedir. Türkiye’de de Batı özentiliği sebebiyle deizmin ne olduğunu ve nereden geldiğini bilmeyerek savunan ya da İslam’ı doğru kişi ve kaynaklardan öğrenmediği ve İslam hükümlerinin hikmetlerini anlayamadığı, anlayamadığı bir hususu da aklını kusursuz akıl zannederek reddettiği için nesillerden deizme geçiş yapanlar maalesef mevcuttur. Kişinin din ile ilgili bir soru sorması, bir meselenin hikmetini merak etmesi caizdir, sorabilir. Ancak insanın aklı kâinata hakem tayin edilmemiştir. Maalesef kişi, aklının almadığı bir hususu merak ediyor ancak ona aradığı cevabı verecek biri karşısına çıkmadığında “Aklım almıyor!” diyerek inkâra yeltenebiliyor. Hâlbuki insanın nasıl gözleri sınırlıdır belli noktaya kadar görür, işitme becerisi sınırlıdır belli düzeye kadar işitir, aynı şekilde insanın aklı da sonsuz ve sınırsız değil, sınırlıdır. İnsan, âciz olan akıl ölçütüyle kâinatın Rabbi olan Allah’ın (cc) sonsuz ilmini ve hikmetini kıyas dahi edemez. Dolayısıyla Allah’ın (cc) verdiği bir hükmün hikmetini kendisine anlatacak birini bulamadıysa veya anlayamadıysa “Allah (cc) buyurmuşsa ben hikmetini anlamasam da birileri elbet anlamıştır, ben teslim oldum, Allah’ın (cc) hükmüne inandım. İslam, tüm insanlığın dinidir, sadece bana indirilmemiştir ve aklım doğruyu yanlıştan kusursuzca ayıran bir ilah değildir.” demesi gerekir. Kendisine pozitif ilimlerden bir fizik, kimya kanunu öğretilmeye çalışılan öğrenciye aklının almadığı meselede anlayamıyor diye “Bu saçma!” dedirtilmez. “Sen anlamıyor olabilirsin ama anlayan var ve bu hakikattir.” dedirtilir. Ancak ne yazık ki aynı husus Allah’ın (cc) emir, yasak ve kanunlarına yapılmaz. İblis’in “Ben ateştenim, toprağa secde etmek aklıma yatmıyor!” diyerek kibirlenmesi gibi aklıyla kibirlenip Allah’ın (cc) hükmüne tenkit getirmek ona hak gösterilir. Kendisini dev aynasında gören, İblis gibi aklın vahyin önüne konulduğu, vahyi takip etmeyip vahye karşı çıkan bu çürük akılcılık fikri, çağımızın büyük bir fitnesidir.
Deizmin çıkmazları üzerine daha pek çok delil ileri sürülebilir. Çünkü deizm, olgun ve tutarlı bir fikir hareketi değildir. Batılıların orta yol olarak niteledikleri Gayri İslami ideolojilerin bir uzantısıdır. Batı dünyası Hristiyanlığı tamamen oratadan kaldırıp yok edemedi ancak hayat sahasında var olmasına da izin vermedi, deizm de bu ideolojinin farklı bir versiyonu olarak fikrî arenada yerini buldu. Deizmin çıkmazlarını özet halinde zikrettik. Ancak Deizm hususunda içerisinde mühim ve geniş izahlar içeren Risale-i Nur Külliyatı okunabilir ve bu hususuta hazırlanmış video belgeseller için www.feyyaztv.com internet sitesinin “Rasulullah’a İman”, “Deizm Yanılgısı” başlıklı videoları izlenebilir. Ayrıca konuyla ilgili yazılmış makaleler de incelenebilir.
Fırat Erkılıç
Fizikte kural vardır: Madde maddeye dönüşebilir, hiçbir şey yoktan var olmaz.
Buna göre varlık ancak Allah’ın yaratmasıyla mümkündür.
Ateistler yine de bunu kabul etmemek için bu kez fizik kaidelerine aykırı olarak “enerji bir defalığına maddeye dönüşmüştür” şeklinde bir iddiayı öne sürüyorlar. Fakat enerji de kendiliğinden ortaya çıkan bir şey değildir. Yokluktan ne enerji ne de madde ortaya çıkabilir.
Böyle konuları tartıştığımız zaman bazı ateistler “bir yaratıcının varlığını kabul edebilirim” diyor fakat yine de Allah’a iman ettim demiyor.
Deist olduğunu söyleyen birçok kimse de bir ara ateist olduğunu söyleyen kimseler. Ateizmin ne kadar saçma olduğunu zamanla farkediyorlar.
Ateizm de deizm de insanların nefslerine düşkünlüğü ile bağlantılı olarak artıyor olabilir.
Ateist Allah’ı inkâr ederken deist bir yaratıcının olmaması düşüncesini saçma buluyor fakat nefsine uyduğu için yaratıcının emir ve yasaklarını, namaz kılmayı, oruç tutmayı, zinadan kaçınmayı kabul etmiyor.