Bazı olaylar üzerinden ailede şiddet meselesi, yazılı ve görsel medyada çok sık şekilde ele alınmaya başlanmıştır. Özellikle vahşice katledilen kadınların hüzün bırakan hatıraları sebebiyle hassasiyet arz eden bir konunun tartışılması, buna bir çözüm bulunması acil bir konudur. Sırf 2014 Nisan ayının ilk on günü içinde her gün bir kadın öldürülmüştür. Bunu insanlıkla bağdaştırmaya imkân yoktur. Dolayısıyla ailede şiddet konusunun gündemde tutulması, sorunun topluma mal edilmesi açısından olumlu olmakla birlikte bunun aileyi şiddetle özdeşleştirecek biçimde sunulması bilinçli ya da bilinçsiz olarak aileden kaçışı teşvik etmekte, evlenecek genç kız ve erkekleri korku ve endişeye sevk etmektedir. Bunun dışında şiddet olgusunun daha çok aile ile sınırlandırılarak yansıtılması, toplum katmanlarındaki diğer şiddet hadiselerini perdelemektedir. Bu tutum şiddetle kapsamlı biçimde mücadelede ciddi bir engel oluşturmaktadır. Oysa ülkemizde cahiliye toplumunu hatırlatan şiddet olaylarının çok kolay şekilde işlenebildiği dikkate alınırsa konuyu toplumsal sorun olarak ele almak ve ona göre tutum belirlemek bir zorunluluk olarak görülebilir.
Son zamanlarda bireysel silahlanmada, dövüş sporlarına ilgide bir artış gözlemlenmektedir. Hatta gençlerin dinlediği müzik parçalarında bile bir hayli şiddet vurgusu bulunmaktadır. Bunun yanında basit sebeplere bağlı olarak son derece ağır ve telafi edilemez sonuçları olan şiddet olayları yazılı ve görsel medyada haber olarak yer almaktadır. Mesela tarla veya bahçede sınır kavgalarında, su nöbeti ile ilgili ihtilaflarda, trafikte yol verme ya da vermeme kavgasında, bir ağacın kime ait olduğunun belirlenmesinde, hayvan otlatma tartışmalarında, park yeri ve pazar yerini paylaşamamada, seçimlerde, öğrenci-öğretmen, hasta-hekim, memur-âmir vs. arasındaki tartışmalarda birçok insanımızı kaybettiğimiz vakalar yaşıyoruz.
Örnek kabilinden zikredilen bu tür olayları çoğaltmak mümkündür. Bunların tekrarlanması da son derece kolay gözükmektedir. O zaman şiddeti sadece aile ile sınırlı tutmak yerine, onu toplumsal bir sorun olarak ele alıp sebep ve sonuçlarını tespit ederek uygun çözümler üretilebilirse sağlıklı bir sonuca varma imkânı olur. Şiddet “öğrenilen bir tepki ve saldırganlık” olduğuna göre kaynağına inmeden, dinamiklerini analiz etmeden, onu oluşturan kültürel ortamı ele almadan çözülmesinin mümkün olmadığını da bilmek gerekir. Çünkü şiddet, bir rahatsızlık ve engellenme durumuna verilen sertliği ifade eder. Şiddete sebep olan faktörleri izah etmeden, sonuçlar üzerinden onu anlamaya çalışmak temel bir yanılgıdır. Dolayısıyla bir sonuç olarak şiddeti gündeme almak yerine sebeplerini ele almak daha sağlıklı bir yoldur. Ancak bu sayede kalıcı ve kapsamlı bir sonuç üretilebilir.
Bugün sadece ekonomide değil bütün ilişkilere rekabetin hâkim olmasıyla şiddetin yaygınlaşmadığı ya da yürümediği alan kalmamıştır. Niçin?
“Allah’ın emir ve yasaklarına saygı, yaratıklarına şefkati” ahlakın tanımı olarak belirleyen merhamet merkezli medeniyetin göz kamaştıran Müslüman toplumuna ne oldu da bütün ilişkilerine şiddet yön vermeye başladı?
Kış günü yiyecek bulamayan yırtıcı hayvanlara yiyecek vermek, yuvasız kuşlara yuva yapmak, yaralı hayvanları tedavi etmek, yerdeki balgamı közlü küle alıp mikrop yaymasını engellemek, genç kızlara çeyiz hazırlamak, yolcuya kervansaray yapmak, yolda kalmışa hakkını vermek, bardağı kıran hizmetçi kızın ev sahibesinden azar işitmemesi için onu ödemek üzere vakıflar kuran şefkat medeniyetinin insanlarına ne oldu da şiddeti yaygınlaştırmaktadır?
Haksız şekilde kendisine savaş açan düşman askerinin esir olarak eline düştüğü hâllerde bile kendi yiyeceğini-içeceğini veren, elbisesi yoksa elbise bulan, barınak sağlayan, bunları bulamamışsa kendininkilerini veren ve bunun için bir teşekkür bile beklemeyen(İnsân (76), 8-12.) insanlar ne oldu da dünyaya sığamaz hâle geldi ve kendi kardeşlerine amansız bir düşman kesildi?
Ticari ve ekonomik hayatta neden insanlarımız vahşi bir rekabet içine girdi? “Ben siftahımı yaptım, alacağını komşumdan satın al.” diyerek ahilik kültürünü yücelten kanaatkârlar, ne oldu da hastane karşısındaki üç dükkânı da kiralayıp birisinde eczacılık yapıp diğer ikisini başkası gelip kendisine rakip olmasın diye boş tutan insanlara dönüştü?
Spor müsabakaları bile neden savaş havasında cereyan etmektedir?
Neden bütün hayatımız artık kameraların kontrolü altına girdi?
Neden kendi güvenliği için gecesini gündüzüne katan ve insanların huzuru için kendi hayatını tehlikeye atan güvenlik güçleri bile şiddete maruz kalmakta hatta kendisini koruyamaz hâle gelmekte ve daha da kötüsü bunun bir hak olduğu iddia edilebilmektedir?
Topluma hizmet veren araçlar, neden yakılmakta ve parçalanmaktadır? Ya da topluma hizmet veren kamu araçlarının mesela bir belediye otobüsünün koltuğuna yazılan yazılar ya da jiletlenen koltuklar neyi ifade etmektedir? Umuma hizmet veren tuvaletlerin kapılan ve duvarları neyi anlatmaktadır?
Neden karıncayı incitmeyen bu insanlar, artık şiddeti bir yaşam biçimi olarak benimsemektedir?
Bu sorulan çoğaltmak mümkündür. Bütün bu şiddet görüntüleri ortada iken sadece kadına şiddet konusunu de almak sorunun çözümü için ciddi engeldir.
Toplumsal şiddetin bütün yükünü aile üzerinden tartışmak ve özellikle şiddet haberlerinin getirdiği telaşla aileyi, birbirine düşman ve her an çatışmaya hazır kadın-erkek portresiyle tanımlanır noktaya getirmek, bütün suçu kocaya yıkmak, çözüm olarak da hukuk yoluyla ya da polisiye önlemlerle kocanın hizaya getirilmesinin tedbirlerinin alınması gerektiğine dair bir beklenti oluşturmak, en basit ifadesiyle insafla bağdaşır bir durum değildir.
Bu zihinsel savrulma sebebiyle nerdeyse Kur ân-ı Kerîm şiddetin kaynağı olarak suçlanır hâle geldiğinden Nisâ’ suresinin 34. ayetinde aile içi uyuşmazlıklarda tedbirlerden birisi olarak i öngörülen “darb” kelimesini anlamlandırmada zorluklar ya da zorlanmalar yaşanmakta, halk arasında son derece anlamlı olan sözler bile şiddetin referansı sayılıp eleştirilmektedir. Mesela “Kızını dövmeyen dizini döver.” sözü, “Kızım iyi yetiştiremeyen sonunda âh-vâh eder, üzülür, ona iyi terbiye vermede titiz olmak gerekir.” şeklinde anlaşılması gerekirken şiddetin referansı olarak görülmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun 08.01.2010 tarih ve 01 saydı kararıyla yayınlanan ve binlerce adet basılıp (Ankara 2010) din görevlderine dağıtılan Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Din Görevlilerinin Katkısının Sağlanması El Kitabı adlı çalışmayı hazırlayan DİB uzmanlarının görüşlerinde az yukarıda tasvir edilmeye çalışılan zihinsel arka plan görülmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı bugüne kadar dinî yorum ve tutum bağlamında tutarlı yönteme sadâkatini, doğru istikametini ve güven veren duruşunu devam ettirmektedir. O açıdan bu kurumun kadına şiddet konusundaki etkinliklerini -biri genel diğeri özel olmak üzere- iki açıdan önemsediğimizi özellikle belirtmemiz gerekir. Birincisi, ülkemizde toplumsal sorunlara din ile bağlantısı kurulamayan çözümlerin özelliğine göre ya işlevselliği yoktur ya da zayıftır. İkincisi kadına şiddet, din, ahlak ve hukuk bakımından asla kabul görmemiş bir eylemdir. Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hz. Peygamberin kadını yücelten, ona özel bir değer atfeden duruşunun şiddeti engelleyici bir etki yapabileceğinde asla şüphe yoktur. Bunun tek şartı, muhatabın imanının şekillendirdiği vicdanının devre dışı kalmamış olmasıdır. Bu açıdan Diyanet İşleri Başkanlığının konuya aktif olarak eğilmesi her türlü takdirin üzerindedir.
Ancak az önce bahse konu kitapçıkta şiddet tiplerinin Batılı formlara bağlı kalınarak kategorize edilip doku uyuşmazlığı dikkate alınmaksızın bunlarla mücadele için din görevlilerine bir yol haritası çizilmeye çalışılması isabetli gözükmemektedir. Avrupa Birliğinin kadını korumaya yönelik projelerinin ana fikrini oluşturan bu ifadeler yerine, toplumdaki sorunu içeriden tespit edip onlara yer vermek ve yine içeriden bir bakışla çözüm önerilerinde bulunmak daha isabetli olurdu. Eğer toplumdaki şiddetin kodlan çözülememiş ise Batılı sorunları satırlara dizmek yerine en azından bu metinde Hz. Peygamberin “müjdeleyin”(Buhari,İlim,11..)hitabına uygun biçimde İslam’ın temel kaynaklarının kadın-erkek ya da aile ilişkileri için öngördüğü ölçüler gösterilip teşvik edici nitelikteki esaslar belirlenebilseydi hayırlı bir iş yapılmış olurdu. Batılı toplumlarda ortaya çıkan şiddet tiplerinin Müslüman erkeklerce de yapıldığı ön yargısıyla kadını bundan kurtarma çabasına dönük bir kampanya havasında din görevlilerinden katkı istemek tutarlı bir yöntem değildir. Bu ifadelerden Müslüman karı-kocanın tam anlamıyla birbirlerine düşman olduğu ve ahlak dışı yollarla eşini ezen kocaya karşı dışarıdan bir güç ile onu koruma telaşı sezilmektedir.
Batı dünyasındaki standartlara göre belirlenmiş ve dört kategoride ele alman şiddet ifadelerinin bizim toplumumuzla ne kadar uyum arz ettiğini ve bunların hangi oranda bulunduğunu okuyucuya bırakarak kadına şiddeti kategorize eden Diyanet işleri Başkanlığının bayan uzmanlarının ifadelerini aynen alıyoruz:
“Fiziksel Şiddet: İtip kakmak, tokatlamak, tartaklamak, tekmelemek, kesici ve vurucu aletlerle ya da yakıcı maddelerle bedenine zarar vermek, sağlıksız koşullarda yaşamaya zorlamak, sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel olarak bedensel zarara uğratmak, saçını çekmek, yumruklamak, kol kıvırmak, odaya-eve kilitlemek” (s. 26).
“Psikolojik/Duygusal/Sözlü Şiddet: Kadına bağırmak, hakaret etmek, aşağılamak, başka kadınlarla kıyaslamak, korkutmak, aşırı kıskanmak, ihmal etmek, yok saymak, çirkin olduğunu söylemek, kadının nasıl giyineceğine, nereye gideceğine, kimlerle görüşeceğine karar vermek, kadına ve çocuklarına zarar vermekle, öldürmekle tehdit etmek, diğer insanlarla ilişkilerini sınırlamak, kendini geliştirmesine engel olmak, kadını maruz kaldığı şiddetin sorumlusu olarak görmek, kadının kültürel farklılıklarını yok ‘ saymak, bastırmaya çalışmak veya bu gerekçeyle kötü muamelede bulunmak” (s. 26-27).
“Cinsel Şiddet: Kadını istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimde cinsel ilişkiye zorlamak (tecavüz), ensest, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya zorlamak, kürtaja zorlamak, fuhuşa zorlamak, cinsel organlarına zarar vermek, fiziksel özelliklerini başka kadınlarla / erkeklerle kıyaslamak” (s. 27).
“Ekonomik Şiddet: Kadının çalışmasına izin vermemek, istemediği bir işte zorla çalıştırmak, az para vererek çok şey beklemek, aileyi ilgilendiren ekonomik konularda kadının fikrini sormadan tek başına karar almak, kadının parasını, kişisel mallarını elinden almak, kadının kariyerini engelleyen kısıtlamalar getirmek (iş gezilerine, toplantılara, kurslara katılmasına engel olmak), kadının iş bulmasını kolaylaştırıcı becerilerini geliştirecek etkinliklere katılmasını engellemek, iş yerinde olay yaratarak kadının işten atılmasına neden olmak” (s. 27).
Bu şiddet kategorilerini toplumumuzla ilişkilendiren uzmanlara bazı sorular sormak gerekir.
Müslüman Türkiye’de, gerçekten dinî açıdan günah, ahlaki açıdan ayıp ve hukuki açıdan suç kabul edilebilecek durumda olan fiziksel şiddetin oranı nedir?
Kocanın eşinin giyimi ile ilgili teklifinin; çevresi ile ilişkilerinde dikkatli olmasını istemesinin; evini, çocuğunu, kocasını bırakıp iş gezilerine katılmasına razı olmamasının; kariyer için evini ihmal etmemesini talep etmesinin eşe yönelik bir şiddet olduğunun delili nedir?
Batılı bir kısım köktenci feministlerin aile içi şiddet, tecavüz ve cinsel taciz iddialarını(Giddens,519) alıp bizim toplumumuzun sorunu hâline getirmek ne anlam ifade eder?
Evliliğin temelinde cinsellik büyük önem arz etmesine rağmen “eşe tecavüz” diye bir kavram geliştirmek, ailenin en mahrem ve en özel alanına dışarıdan müdahale etmenin naslardaki dayanağı nedir?
Batılı feministlerin “evlilik içi tecavüz”(Giddens,Sosyoloji,s.281,519) tanımlaması kendi sorunları ile ilgili bir tanımlama olduğu gibi, koca eşinden red cevabı aldığında önünde birçok seçenek vardır. Giddens’in plastik cinsellik dediği modern seks hayatında üreme ile cinselliğin bağı koparılmıştır ve bu açıdan modern toplum bireyleri daha önce hiç olmadığı kadar cinsel seçeneğe sahiptir.(age,282-283-283)
Karı-koca arasındaki cinsel hayatı dışarıdan düzenlemeye kalkmak, ona kurallarla sınır çizmeye çalışmak ne derece mümkündür?
Cinselliğin daha serbest yaşandığı Batı dünyasındaki insanın sorunu olarak gözüken bir hususu eşi dışında bir başkasıyla cinsel ilişkinin haram olduğuna inanan Müslüman kocaya uygulamak hangi sosyolojik gerçekliğe dayanır?
Cinsellik her zaman son derece mahrem bir konu olarak görülegelmiştir.(age,483) Bu mahrem alanı hiçbir araştırmaya bağlamadan doğrudan şiddet iddiasıyla dışarıdan düzenlemeye kalkmak ne derece isabetlidir?
Feminist ideolojinin, cinsellik, üreme, annelik, tecavüz şeklinde şiddete başvurma gibi yöntemlerle kadın bedeninin erkek tarafından denetin altına alındığı(1) iddiasını Müslüman zihniyeti açısından şiddetle ilişkilendirmenin delili var mıdır?
Kadına kocanın cinsel ilişki talebine direnme hakkı tanınırken erkeğin cinsel ihtiyacını nasıl karşılayacağına dair bir çözüm önerisinde bulunmamak erkeği yok saymak ya da sadece sorunun ondan kaynaklandığı anlamına gelmez mi? Bu durum, meseleye sadece bir taraftan bakıp ayrımcılık yapmak anlamına gelmez mi? Böyle bir direnç kocaya uygulanan pasif şiddet değil midir?
Hz. Peygamber’in şehvetin etkisine giren kocanın hemen eşine dönmesini talep eden hadisine (Müslim, “Nikâh”, 9) dayanarak evine gelen bir kocaya eşi hazır olmadığını söylediğinde önerilen çözüm nedir?
Cinsel hayatı bile hukuk üzerinden inşa edip müzakerelere bağlamanın aile hayatı ile bağlantısını nasıl kuracağız?
Kocanın eşini fuhşa zorlamasının şiddet olarak ifade edilmesindeki tuhaflık bir yana boşadığı eşinin bir başka erkekle evlenmesine bile tahammül edemeyen insanların bulunduğu bir toplumda böyle bir ahlaksızlığı kaç Müslüman koca eşine reva görmüştür? Bu konuda istatistiksel bilgi var mıdır? Şiddetle izah edilen bu ahlaksızlığın toplumumuzdaki varlığı ne ölçüde bulunmaktadır?
“Sizin eşiniz üzerindeki hakkınız hoşlanmadığınız kişilere evinizi açmamasıdır.”(Müslim,Hacc,147..) hadisi dikkate alındığında bu ve benzer naslara uygun davranan koca, eşine şiddet mi uygulamaktadır?
“Doğumdan kaçınmayan ve yüksünmeyen kadınlarla evlenin.”(Ebu Davud,Nikah,3..) hadisi Müslüman aileye yol göstermişken eşinden doğum talebinde bulunan koca, bu isteğiyle ona nasıl bir kötülük yapmaktadır ve bu talebin şiddetle bağlantısının kurulmasının anlamı nedir? Bizim toplumumuzda böyle bir şiddet var mıdır? Varsa ne kadardır? özellikle Batı dünyasında doğumu teşvik eden politikalar da psikolojik şiddet olarak değerlendirilebilir mi?
Aile tipleri ve aileden beklentiler toplumlara ve kültürlere göre değişiklik arz etse de hiç bir zaman değişmeyen işlevleri vardır. Topluma yeni üyeler kazandırmak ve cinsel hazzı belli bir düzene sokmak bunlardandır.(Erol Güngör, Müslim, “Nikâh”, 9Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, İstanbul 1995, s. 207-208.) Kur’ân-ı Kerîm kadınları “çocuk yetiştiren tarlalar”(Bakara,223) olarak nitelerken insan neslinin devamında kadının rolüne ve ona verilen değere işaret etmektedir. Bu ayette modern Batının cinsel hayatla doğumun bağlantısını koparan(Giddens,443) zihniyet dünyasına da bir cevap vardır. Buna rağmen doğum şiddet bağlantısının kurulması anlamsızdır.
Bugün aile yapısının çöküşünde ve doğum oranlarının düşmesinde bu tepkisel tutumun bozduğu dengelerin bulunduğunu göz ardı ederek Türk toplumuna bunu bir sorun olarak dayatmanın ve şiddetle ilişkilendirmenin anlamı olabilir mi? Şayet kadının doğuma direnme hakkı varsa erkeğin çocuk talebini karşılayabilecek imkânları nelerdir?
Şayet kadının doğuma ya da kocasının cinsel ilişki talebine direnme hakkı varsa kocanın çocuk talebini veya cinsel ihtiyacını karşılayabileceği imkânları nelerdir? Mesela burada karı-kocanın birer de sevgili edinebildikleri Amerikan patentli “açık uçlu evlilik” önerilebilir mi?
Görüldüğü üzere aileyi ve cinsel hayatı tamamen Batılı gözüyle algılayıp, sorunu buna göre tasvir edip kadın gözünden öngörülen direnci ifade ettikten sonra aynı problemin çözümünü Batılı erkek açısından göstermemek sorunu gizlemek anlamına gelmez mi? Bu durumda mesela bir Batılı erkeğin istediği kadınla anlaşıp ya da onu kiralayıp ondan özgürce çocuk sahibi olması, çocuğu olduktan sonra da o kadınla ilişkisini koparması bir çözüm olarak Müslüman erkelere de önerilebilir mi veya evlatlık müessesesi bir çözüm olarak sunulabilir mi? Yahut taşıyıcı annelik Müslümanlar için de bir çözüm müdür? Ya da Müslüman erkekler için çok evlilik bir çözüm olarak görülebilir mi?
Sadece bir fikir vermesi açısından bahsedilen bu şiddet tiplerinden sonuncusunu örnek kabilinden analiz etmemiz tamamına bir zemin hazırlayacaktır.
Doğumla bağlantısı kurulan cinsel şiddet sorunu, aslında erkeğin kadın bedeni üzerinde kurduğu tahakkümden ve erkek denetiminden kurtarılmasını amaçlayan Batılı feminist ideolojinin iddiasıdır. Bu söyleme göre modern kadının özgürce kendi bedeni üzerinde tasarrufta bulunabilmesinin, bedeni üzerinde her türlü kararı özgürce kendisinin verebilmesinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Bunun test edildiği en önemli gösterge doğum ve eşcinsel evliliklerdir. Şayet koca, eşinin hamile kalmasında ısrar ediyor ve bunu dayatıyorsa bununla şiddet uyguluyor demektir. Bu durumda kadının doğuma direnme hakkı vardır. Çünkü o doğurmama özgürlüğüne sahiptir. Bu hakka bağlı olarak feminist ideoloji doğum kontrol hapları ve diğer tıbbi operasyonları bu açıdan bir çözüm olarak görmektedir. Kadın, istemediği hâlde hamile kalmış ise kürtaj bir kadın hakkıdır. İnsan, bedeni üzerinde mutlak özgürlüğe sahipse Müslüman ilahiyatçılar olarak eşcinsel evliliklere ne demek gerekir?
Erkeğin kadını sömürmesine, onun üzerinde hegemonya kurmasına bir tepki olarak doğan ve erkeğe boyun eğdirmeyi hedefleyen feminist ideolojinin tezlerini alıp Müslüman topluma dayatmak yerine, içeriden bir bakışla birbirlerini tamamlayıcı rolleriyle ve birbirlerinin eşdeğeri olarak kadın-erkeği konu alan, yol gösteren, gerektiğinde bu ilkelere aykırı hatalara işaret eden bir üslup kullanmak gerekirdi.
İlgili ayetin değerlendirilmesine geçmeden önce son söz olarak şunu söylemeliyiz: Geleneksel aile yapısı içinde dinin özünden değil farklı yorumundan oluşan kültürel formların oluşturduğu bazı olumsuzlukların bulunduğunu kabul etmekle birlikte karı-kocanın kendi aralarında halledebilecekleri basit meseleleri daha büyük soruna dönüştüren ve çatıştıran, karı-koca dengesini alt üst eden modem zihnin aile huzuruna katkı sağlamada daha sorunlu olduğunu belirtmeliyiz. Ancak elimizde otantik yapısını muhafaza eden Kur’ân-ı Kerîm gibi dinamik bir metin ve sahih sünnet mevcut olduğuna göre bu kaynaklarla tutarlı bir yöntem doğrultusunda bağlantısını kurduğumuzda sorunlarımıza yaratılış gerçekliğine uygun çözümler bulmamız her zaman mümkündür. Dolayısıyla kendi geleneğimiz ve medeniyetimizin imkânlarını görmeden doğrudan doğruya konservatif fikirleri almak daha büyük bir soruna ve çözümsüzlüğe sebep olmaktadır.
Ailenin kuruluş ve işleyişi(Rum,31) hatta sonlanması hâlinde bile(Bakara,229) Kur’ân-ı Kerîm’in getirdiği en temel ilke, eşlerin birbirlerine karşı sevgi (meveddet), nezaket (rahmet) ve iyilik (ihsân) göstermeleridir. Kur’ân-ı Kerîm başka bir ihtimale yol vermeyecek açıklıkta “Kadınlarınıza iyi davranın.”(Nisa,19) emriyle özellikle erkekleri uyarırken Hz. Peygamber de her alanda olduğu gibi (Ahzâb (33), 21.) bu konuda da en güzel model olmuş, eşlerine şiddet uygulamak bir yana kötü bir söz bile söylememiştir. Bir hadisinde: “Allah katında sizin en hayırlınız kadınlara karşı iyi davrananmızdır. Bu konuda en iyi örneğiniz de benim.” buyurmuştur.(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 472.) Eşi Hz. Âişe de bunu tasdik ederek onun, eşlerine ve hizmetçilerine asla kötü davranmadığını açıkça ifade etmiştir.(İbn Mace,Nikah,51) Nitekim, onun kendisine karşı olumsuz bir davranışı sebebiyle babası Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) cezalandırma teşebbüsüne rıza göstermeyerek bizzat engel olmuştur.(Ebu Davud,Edeb,84)
Veda hutbesinde (vefat etmeden önce, bütün insanlığa yaptığı son konuşma) kadınların Allah’ın emaneti olduğunu belirtmiş, onlara karşı sorumluluğa dikkat çekmiştir.(Ebu Davud,Menasik,56..) Şiddetin güç kullanarak haksız şekilde tahakküm kurmak anlamına geldiği düşünülürse “kadının emanet oluşu” onun erkeğin mülkiyetindeki bir eşya gibi değerlendirilemeyeceğini göstermesi ve şiddetle kontrol altına alınan bir varlık olmadığını, iradesinin ipotek altına alınamayacağını, bunun, sahibi olan Allah’a karşı bir saygısızlık olduğunu göstermesi açsından önemlidir.
“Kadının kocası üzerindeki hakkı nedir?” diye soran bir sahabiye Hz. Peygamber. “Öncelikle kendi statüsü ve imkânına göre kocanın eşin yeme-içme, giyim, mesken ihtiyacını karşılaması ve bu konuda kendinden farklı davranmamasıdır. Şiddet uygulamaması, aşağılama gibi onur kırıcı davranışta bulunmaması, evi terk edip gitmemesidir.”(Ebu Davud,Nikah,41..) cevabını vermiştir.
Eşlerini dövme alışkanlığından vazgeçmeyenleri uyarmış ve şiddetin Müslümana yakışmayan bir davranış olduğunu,(bk.Müslim,Cennet,49) eşlerine şiddet uygulayanların iyi insan olmadıklarını, kötüler (şerr) olduğunu beyan etmiştir.(İbn Mace,Nikah,51..) “Eşlerinizi döveceksiniz, sonra da utanmadan onunla aynı yatağa girecek yüzsüzlüğü göstereceksiniz, öyle mi?” diyen bizzat Hz. Peygamberdir.(Müslim,Cennet,49)
Hz. Peygamber (s.a.s.) pasif şiddet olarak nitelenen, eşin kocası tarafından ihmal edilmesine, terk edilmesine de asla rıza göstermemiş ve bunu yasaklamıştır.(İbn Mace,Nikah,3) Hatta kendisini ibadete verip eşini ihmal eden bazı sahâbîlerin birbirlerini uyardığını, Hz. Peygamberin de bu hususta titiz’ davrandığını birçok kaynaktan öğreniyoruz.(msl. bk. İbn Balaban, el-İhsân bi-tertibi Sahihi Hibbân(nsr SuaybArnaût), Beyrut 1414/1993. n. 23.)
Kur’ân-ı Kerîm, eşini yüz kızartıcı bir suç olan zina hâlinde yakaladığını ve bunu hukuken geçerli olacak bir ispat vasıtasıyla destekleyememiş bir kocaya bile şiddet kullanma izni vermemiş, uygulanacak prosedürü belirlemiştir. “Li‘ân” veya “mülâ’ane” denilen bu uygulama, karısını zina hâlinde yakaladığını ya da doğan çocuğun kendine ait olmadığını savunan kocanın iddiasını ispat edememesi durumunda karısıyla birlikte hâkim huzunda lanetleşip ayrılmalarını ifade eder, ilgili ayetler şunlardır:
“Kendi hanımlarına zina isnadında bulunup bu iddialarım ispatlamak için kendilerinden başka şahitleri olmayan kimselerden her birinin şahitliği, dört defa Allah’a yemin edip doğrulardan olduğuna Onu şahit tutmalarından ibarettir. Beşinci defa, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını istemeleridir. Kadının dört defa Allaha yemin edip kocasının iddiasında yalan söylediğine Allah’ı şahit getirmesi kendisinden cezayı kaldırır. Beşincisinde de, kocası iddiasında doğru olduğu takdirde, Allah’ın lanetinin kendisi üzerine olmasını ister.’(Nur-5-9)
Böyle bir uygulamadan sonra İslam hukukçularının çoğunluğuna göre karı-koca birbirinden ayrılır ve ebediyyen birleşemezler. Mâlikıler, Şâfı‘îler ve Hanbelîler bu görüştedir. Koca yalan söylediğini itiraf etse bile karı-kocanın evliliklerine dönmelerine imkân yoktur. Ebû Hanîfe ve talebesi îmâm Muhammed’e göre bu bir bâin talâk gibidir. Ebedî haramlılık meydana getirmez. Eğer koca yalan söylediğini ve karısına iftirada bulunduğunu itiraf ederse kendisine kazf suçuna uygulanan seksen değnek vurulur ve tekrar evlenebilirler.
Görüldüğü gibi son derece ağır ve yüz kızartıcı namus suçu oian zina hâlinde yakalanan eşe dahi şiddet ve cinayete geçit vermeyen Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in daha basit anlaşmazlıklarda buna kapı araladığını söylemeye imkân yoktur. Kaldı ki İslam hukukuna göre ric‘î talâkta boşanan kadın iddet suresi içinde kocasının evinde kalmaktadır. Bu ortamda şiddetten nasıl bahsedilebilir ki! Çok ilginç olan şu diyalogda bu husus berrak bir şekilde gözükmektedir
Ebû Hureyrenin rivayet ettiğine göre: Sa‘d b. Ubâde ile Hz. Peygamber arasında şöyle bir diyalog geçer:
Sa‘d b. Ubâde: “Yâ Rasûlallah! Eşimle birlikte olan bir adamı bulduğumda dört tanık getirinceye kadar ona bir şey yapamayacağım, öyle mi?”
Rasûlulllah (s.a.s.): “Evet, tabii ki!”
Sa‘d: “Asla olamaz! Seni hak din ile gönderen Allaha yemin ederim ki, ben hiç beklemeden kesinlikle onu kılıçla tepelerim!”
Rasûlullah yanındaki arkadaşlarına dönerek: “Efendinize bakın, neler söylüyor! O gerçekten çok kıskanç ama ben ondan daha kıskancım, Allah ise benden de kıskanç.”(Müslim,Li’an,16)
Burada Hz. Peygamber sen kıskançlığın sebebiyle eşinle zina hâlinde yakaladığın adamı öldürmek istiyorsun ama senin kıskanç olduğunu bilen Allah ve Peygamberi bunu yasaklıyor demek istemektedir.
Kur ân-ı Kerîm, cahiliye döneminde kocanın kötüye kullanarak eşine zulmettiği îlâ\ zıhâr, talâk gibi tasarrufları ıslah edip rahmete dönüştürerek kadım zulümden kurtarmıştır.(2)
Hz. Peygamber, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir ortamda(Tekvîr (81), 8-9.)iyi yetiştirilen ve kendilerine iyi davranılan kızların cennete vesile olan Allah’ın lütfettiği varlıklar okluğunu belirtmiştir.(Ebu Davud,Edeb,121..) Kızıyla olan ilişkileri de bu konuda en güzel örnektir. Kızı Fatıma’yı (r.a.) görünce sevinçle dolar, kendisini ayakta karşılar ve onu yanına veya kendi yerine oturturdu. Fatıma da kendi evine geldiğinde babasını aynı şekilde karşılayıp ağırlardı;(Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 98..) Hz. Peygamber’in sefere giderken aile fertlerinden en son vedalaştığı, seferden dönünce de ilk görüştüğü hep kızı Fâtıma olmuştur.(Ebû Dâvûd, “Teraccül”, 21.)Buna göre hiçbir koca kendi kızına yapılmasını uygun görmediği bir davranışı başkasının kızı olan eşine -ki o Allah’ın emanetidir- yapmamalıdır.
Bütün bunların yanı sıra hayvanlara bile nezaketli davranıl- masmı isteyen bir dinin(Müslim, “Sayd”, 57) kadınlara karşı şiddeti tavsiye etmiş olması asla düşünülemez. Hz. Peygamber’in hayvanların yavruları için yeterince süt bırakmayanları uyarması, sağmal hayvanların memelerinin incitilmemesi için sağanların tırnaklarını kesmelerini istemesi(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 484) sadece insana değil bütün canlılara verilen değeri ve acıya karşı duruşu ifade eder. Üzerinde bulunduğu devenin hırçınlığı üzerine ona kırbaç vuran eşi Hz. Âişe’yi yumuşak, nazik ve zarif olması konusunda uyarmış ve bu tutumun şeyi süsleyeceğini, kibarlığın gözetilmemesinin ise ona leke düşüreceğini anlatmıştır.(Buhâri, “De’avât”, 63;..)
Açık bir örnek olması kabilinden şu örneği zikredebiliriz. Abdullah b. Cafer’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber bir gün ensardan bir adamın bahçesine girdi. Bir de ne görsün, bir deve! Rasûlullah’ı (s.a.s.) görünce deve inledi, gözlerinden yaşlar aktı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) onun yanına gelip başını okşadı ve hayvan sakinleşti. Peygamber (s.a.s.); “Bu devenin tabibi kimdir, kimindir bu deve?” diye sordu. Ensardan bir genç gelip “Ey Allah’ın Rasûlü o benimdir.” dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) de: “Allah’ın senin emrine verdiği şu hayvan hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Bak bu hayvan senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu bana şikâyet etti ” buyurdu.(Ebu Davud,Cihad,44)
Zaman içinde bazı Müslümanların, Hz. Peygamberin sadece kadınlara değil genel anlamda canlıya bakışındaki nezaket ve zarafetinin aksi yönündeki davranışlarının bireysel hataları olduğunu ve dini bağlamayacağını belirtmek gerekir. Bize döşen, onların uygulamalarıyla dini ölçmek yerine, yukarıdaki verilere göre onların davranışlarını değerlendirmektir.
Şiddet, bir bencillik, bir sindirme, otoritesini güçle kurma, şiddet uyguladığı kişinin duruşunu tehdit olarak görme sonucu ortaya çıkan haksız eylem anlamına gelir. Kadınlara uygulanan şiddet ise âcizliğin ve vicdansızlığın zirve noktasıdır. Kurân-ı Kerîm’de kadınlara vurma anlamındaki ayeti nasıl anlamak ve az önce bahsedilen hadislerle nasıl uzlaştırmak gerektiğine bakmamız lazımdır.
Kur’ân-ı Kerîm aile içinde kadından kaynaklanan haksız bir uygulamaya tedbir olmak üzere öğüt vermeyi, bu etki etmemişse yatağı ayırmayı bu da sonuç vermemişse üçüncü bir yol olarak vurmayı (darb) bir tedbir olarak öngörmüştür. Ayetin iniş sebebi ve bizzat Hz. Peygamber’in açıklamasıyla bu anlam netlik kazanmıştır.
Hz. Peygamber’in, kocaların eşlerini dövmelerini kaldırmak istemesi ve kocasının kendisini dövdüğünden şikâyet eden bir kadın için kısasa hükmetmesi üzerine Allah Te‘âlâ: “Bir dakika, bu lazım olabilir!” anlamında bir üslupla vurmayı da kapsayan Nisâ’ suresinin 34. ayeti gelmiştir.(Taberî, Câmıul-beyân (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir), Kahire 1420/2000, VIII, 291…)
Ancak Hz. Peygamber bu ayette geçen vurmayı sınırlandırmıştır. Az ileride kısaca izah edilecektir. Burada şu kadarına işaret edelim ki bu ayet, ne saik olarak ne de sonuç, hedef ve uygulama açısından şiddetle yorumlanamaz, kadına zulme alet edilemez. Çünkü Allah’ın hiçbir emri ya da yasağı kullara zulüm için meşru kılınmamıştır: “Allah, kullarına zulmedici değildir.”(Âl-i İmrân (3), 182; Enfâl (8), 51; Hacc (22), 10; Fussılet (41), 46; Kâf (50), 29.) İbn Kayyim el-Cevziyye’nin (ö. 751/1350) şu sözlerinde vurgulandığı üzere:
“Şeriat, özü ve muhtevası itibariyle hikmetler üzerine kuruludur. Kulların dünya ve ahiret maslahatlarını hedefler. O, bütünüyle adalet, bütünüyle rahmet, bütünüyle maslahat ve bütünüyle hikmettir. Ne zaman bir hüküm / düşünce / yorum; adaletten zulme, rahmetten gaddarlığa, maslahattan mefsedete, hikmetten saçmalığa dönerse -te’vil yoluyla Şeriate dâhil edilse bile- asla ondan olamaz. Buna göre İslâm Şeriati, Allah’ın kulları arasındaki adaleti, yaratıkları arasındaki rahmeti, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, kendisinin varlığına ve Rasûlünün sıdkına en güçlü ve en tutarlı şekilde delalet eden hikmetidir.”(İbn Kayyım el-Cevziyye, ilâmü’l-muvakkı’în (nşr. Abdurrauf Sad), Beyrut, ts. (Dâru’l-Cîl), III, 3.)
Öncelikle burada bahsedilen vurmanın maksadının / amacının, ölçüsünün / dozunun, hangi sorun için çözüm olarak öngörüldüğünün iyi belirlenmesine ihtiyaç vardır.
Bir defa vurma durup dururken ortaya çıkan bir eylem değildir. Bir şeyin karşılığıdır. Bu da kadının az yukarıda çerçevesi çizilmeye çalışılan nüşûz hâlinin aile birliğinin devamını tehdit eder hâle gelmesi, önceki iki tedbirin yetersiz kalması ve kocasına karşı psikolojik şiddete devam etmesidir. Ailenin yıkılması, sadece karı-kocaya dokunan bir zarar değil, diğer aile bireylerini ve tüm toplumu ilgilendiren ciddi bir sorundur. Aslında boşanmak topluma uygulanan bir şiddettir.
Vurmanın amacı, ıslah ve aile birliğini kurtarmaya yönelik bir tedbir oluşudur.
Ölçüsü ise şok etkisi yapan sembolik bir vuruştan ibarettir ve onda aranan maddi değil manevi etkisidir.
Ulaşılmak istenen hedef ise kadının kibrini kırma, kocasını ezmeye çalışmasına bir tepki veya kocasını kıskandıran tutumunu fark ettirme, onu çizilmiş sınırların içine çekmedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in çizdiği çerçeveye bakıldığında, kadın, haddi aşan tutumlarını fark ettikten sonra böyle bir cezayı hak ettiğini kabullenecek, böylece aile ilişkileri normalleşecektir.
Kadın, nüşûzu sonucu onur kırıcı davranışlarıyla kocaya olduğu kadar aileye de zarar vermektedir. Bütün bunlarla birlikte kadının kocası ile irtibatını koparmadığı, sevgisinin bulunduğu ve yaptığı davranışın ne tür ciddi sonuçlar doğuracağının çok fazla farkında olmadığı anlaşılmaktadır. İşte bu noktada Abdullah b. Abbas’ın açıklamasıyla diş fırçası türünden basit bir malzeme ya da fiske kabilinden sembolik bir vuruş(Taberî, VIII, 314-315.) evlilik önünde engel oluşturan kapalı damarları açmak amacıyla atılan neşter kabilinden bir eylemdir. İşte bu, gurur ve kibiri kıran, kadının kendisine gelmesini sağlayan bir tedbirdir. Kadının dövülmesini ifade eden bu ayette anlam Hz. Eyyûb Peygamber’in (a.s.) eşini dövmeye yemin etmesinden sonra Allah’ın bir çıkış yolu olarak gösterdiği “yüz buğday sapından oluşan bir demetle sembolik vuruşu’na(Sâd (38), 44.) benzer ölçüde bir psikolojik tedavi yöntemi olarak öne çıkmaktadır.
Hz. Peygamber’in vurmayı sınırlandıran hadisinden (Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 41..)/hareketle İslam âlimleri bu tür bir tedbiri uygulamak zorunda kalan kocanın yüze vuramayacağı, vurmanın acıtıcı ve iz bırakıcı sertlikte olamayacağı görüşündedirler. Şiddet boyutuna varan vurma ise hem olumlu sonuç vermeyeceğinden hem de yetkiyi aşan özellik arz edeceğinden suç teşkil eder ve koca ta’zır kapsamına giren bir müeyyide ile karşılık görür.
Eğer bütün damarlar kapanmışsa evlilik ölmüştür. Bu durumda tarafların birbirlerini işkenceden kurtarmaları için Ku ‘ân-ı Kerîm’in talep ettiği şekilde ihsan üzere yani güzellikle yrılma yoluna gidilecektir.(Bakara,229)
(1)-J. Pilcher, Cinsiyet ve Cinsiyet Eşitsizlikleri Üzerine Açıklamalar”, Sosyoloji: Başlangıç Okumaları (ed. A. Giddens, çev. G. Altaylar), İstanbul 2010, s.112.
(2)-Bu konuda bak. Saffet Köse, “Cahiliye Arap Toplumunda Kocaların Hanımlarına Yaptıkları Bazı Haksızlıklar ve İslâm’ın Getirdiği Hukuki Düzenlemeler”, Çağdaş İhtiyaçlar ve İslam Hukuku içinde, İstanbul, Rağbet Yayınlan, s. 383 vd.
Saffet Köse-Genetiğiyle Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin Sonu
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…