Cumhuriyet ve Muhafazakâr Türkler
Prof. Dr. Kari Terzaghi (1883-1963), Avusturya kökenli bir Amerikalı. Harvard’da hocalık yapmış. Zemin mekaniğinin yaratıcısı olarak kabul ediliyor. 1916-1925 yıllan arasında İstanbul’da bulunmuş ve ders vermiş. Kendisi 22 Ekim 1925’de Boston’da Twentieth Century Club’da bir konferans verir ve bu konferansında 1916’dan itibaren Türkiye’yle ilgili gözlemlerinden söz eder; Mütareke yıllan, Milli Mücadele, Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in kuruluşu, yöneldiği istikamet, vs. konular hakkında birtakım gözlemlerini ve yorumlarını aktarır.
Prof. Terzaghi’nin, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında (1925’de) yaptığı bu değerlendirmelerin günümüz için ifade ettiği anlamın o gün için ifade ettiği anlamdan daha çarpıcı ve daha öğretici olduğu mülahazasıyla bu değerlendirmelerin hiç değilse bazı kısımlannı sizlerle de paylaşmak isterim:
Gerçeğe iki yolla yaklaşmak mümkündür: Kutsal kitaplarda yazılanların doğruluğuna gözü kapalı olarak inanmak veya şüphecilikle felsefe yapmak. Maddi ihtiyaçlarımızı karşılamanın da iki yolu vardır: Dervişçe bir düşünceyle gereksinmelerimizi en temel ihtiyaçlar seviyesine düşürmek veya ortalama üretimi artırmak. Bu ikinci tavır, Batı’nın ruhunu teşkil etmesi bakımından karakteristiktir. Havaî fişekçilikteki parlaklıkla mukayese edilebilir parlaklıkta şaşırtıcı bir uygarlığa yol açar; fakat onlar aynı zamanda doymak bilmeyen arzularımızın, ruhlarımızın kıvılcımını da ateşlerler; hakimiyet için, bilmek için, servet için arzu. Bu arzunun sınırı yoktur! Daha fazla elde ettikçe daha fazla isteriz. (… ) İlk bahsedilen tavır ise bilgeliğe ve içsel ahenge ulaştırır. Bu ruhun hayranlık duyulacak durumunu, eski muhafazakâr Türklerde açıkça ifadesini, bulmuş şekilde sık sık görürsünüz. Fakat bu tavır aynı zamanda her türlü maddi ilerlemeyi öldüren bir durgunluğa da yol açar.
Lütfen, bu pasajı bir kez daha okuyun ve şu suallerin cevabını vermeye çalışın:
Kutsal Kitabınıza gözü kapalı inanıyor musunuz?
İhtiyaçların azaltılması fikrine iştirak ediyor musunuz?
Hakimiyet için, bilmek için, servet için içinizde çok arzu duyuyor musunuz?
Cevabınız olumsuzsa, metinde geçen eski muhafazakâr Türkler tabiriyle kimlerin kastedildiğini düşünün ve bu arada Prof. Terzaghi’nin tesbitlerini okumaya devam edin:
Hangi tavrın tercih edilmesi gerektiğini sormak boşunadır. Ben daha ziyade hangisinin daha ileri bir gelişme durumunu göstereceğini sormak isterim ve ona inanmaya eğilimim var ki bizim akıl durumumuzun doğulununkiyle mukayesesi aklı havada olan gençlikle olgun yaşlılığın mukayesesidir. Her durumda gençlik ve yaşlılığın kendi [ne mahsus] parlak yönleri ve sınırlamaları vardır, gülünç duruma düşmeden birbirlerini taklit edemezler.
Eğer Türkler kendi dehalarına dayanan, tamamiyle Türk olan bir organizasyon yaratmayı başarırlarsa birinci ve ikinci tavrı benimsemiş olmaktan bağımsız olarak tarihî görevlerini yerine getirmiş olacaklardır
Öte yandan eğer bir çeşit Alman taklidi veya Fransız taklidi uygarlık yaratmaya çalışırlarsa başarısızlığa mahkûm olurlar. Bu husus her birimiz için de doğrudur. Muhtemelen hiçbirimiz bilinçli bir şekilde ve inatla kendimize sadık kalmadıkça hiçbir yere ulaşamayız.*
Prof. Terzaghi, Doğu’yu olgun yaşlılara, Batı’yı ise aklı havada gençlere benzetip gülünç durumlara düşmedikçe birbirlerini taklid edemeyeceklerini söylüyor ki elhak doğrudur. Nitekim Batı’yı taklid ettik ve hâlâ ediyoruz; bu nedenle kendimizi gülünç durumlara düşürdük ve hâlâ düşürüyoruz. Kendimize sadık kalmadık, sadık kalmak konusunda bir iradenin sahibi ol madik; zira inad etmedik, direnmedik, reddetmedik ve hâlâ etmiyoruz. Hal böyleyken şaşılası bir biçimde “sâlim ve sâkin bir menzile ulaşmak” iddiasını da sade-dilâne tekrarlayıp duruyoruz.
Kendisi (gibi) olmayı beceremeyenlerin başkası (gibi) olmayı beceremeyecekleri tecrübeyle sabit bir hakikattir. Binaenaleyh kendimize sadık kalmadıkça, kendimiz olmayı, kendimiz gibi davranmayı önemsemedikçe, Prof. Terzaghi’nin işaret ettiği sonuçla karşılaşmak kaçınılmaz gibidir. Nitekim Alman taklidi, Fransız taklidi, Amerikan taklidi uygarlık yaratmaya çalışanların, bu amaçlarına istedikleri düzeyde ulaşamadıkları hakikatini akl-ı selim sahibi herkes teslim edecektir.
Bunca yıldan sonra ne oldu? Türkiye muasır medeniyetler seviyesine mi çıktı? Bu memleketin insanları yarına daha güvenle mi bakıyor? Saraylarımızın bahçelerine o iğrenç otelleri dikmekle, diktirmekle mi övüneceğiz? İlmî mirasımızın senedi olan yazma eserleri çürümeye mahkum etmekle mi gururlanacağız, yoksa çocuklarımızı o eserleri okuyamayacak/anlayamayacak duruma getirmekle mi iftihar edeceğiz?
Oyunun sonuna geldiğimizi ve tarih sahnesindeki perdenin neredeyse kapanmak üzre olduğunu takdir edebilecek ehl-i basiret kalmadıysa bu dünyada, kim ne yapsın? Izdırabını nasıl dindirsin? Âmirler ihanetle, memurlar gafletle vakti ziyan ederken ehl-i gam elindeki fidanı dikecek yer aradığı için gülünç duruma düşüyorsa, İsrafil daha niçin sûra üfürmek için beklesin?
Öyleyse dostlar, ye’se düşmeyelim, ısrarla Yusuf’u ve kardeşini aramaya devam edelim; rüzgâr gibi, tufan gibi, cehennem gibi eselim, kınayanların kınamasına aldırmaksızın ve dahi yürekleniniz denizi doldurmak sevdasıyla meşbû bir halde iken kıyılardan kendimize çakıltaşları toplayalım. Yorulduğumuzu, tükendiğimizi, mecalimizin kalmadığını, iddialarımızdan vazgeçecek gibi olduğumuzu hissettiğimizde ise, başka hiçbir şey için değil, sadece kendimize sadık kalmak/kalabilmek için terki terkedelim.
VE diyelim ki:
Şöyle muhkem tutayım aşkile yâr eteğin
Ya elimi kat edeler, ya keseler yâr eteğin!
*Karl Terzaghi, Türkiye Anıları, “Tarih ve Toplum”, sy. 128, sh. 37, Ağustos 1994
Dücane Cündioğlu – Arasokakların Tarihi