Bilcümle Sartre’lara ve de Camus’lerin alayına karşı biz okur-yazar Müslümanları Cuma geceleri savunmuş gibi geliyor şimdilerde. Cuma dediysek, Perşembe aslında. Ya da bizim bugün Perşembe gecesi diye adlandırdığımız ve fakat “Müslüman Saati” hesabına göre Cuma gecesi olan Perşembe.
Müslüman gününün, akşamla birlikte bittiğini babalarımız bilirdi. Yatsıyla birlikte de ertesi günün gecesi başlamış olurdu. Bu sebeple Perşembe gecelerine Cuma geceleri derlerdi. Bu Perşembeler Cumalara dahildi. Bu sebeple, yani tam da Cuma geceleri olmaları hasebiyle, haklı bir özenle karşılanırlar, ev düzenini eni konu bir değişikliğe zorlarlardı.
Cuma gecelerini evvela, okunan salâlar ilan ederdi. Yatsı ezanlarının önüne düşen, sabâ ya da dilkeşhaveran makamlarında minarelerden uçurulan, boca edildikleri Müslüman sokağını çağlaya çağlaya yıkayan onlardı. Ev ödevlerini yapmış mıyız, bakılmaz; ertesi sabah erkenden okul yolcusu muyuz, umursanmaz evlerdi: Babalar ve oğullar camiye giderlerdi.
Mahalle baskısı demişti ya vakti zamanında sosyolog. Hakikaten herkesin, Allah başımızdan eksik etmesin dediği bir mahalle baskısı vardı. Cuma gecesi camiye gitmeyen merak edilir ve bu merak hissettirilirdi. Bir oğlan yetişmeye başladıysa, babasının yanında o da camiye beklenirdi. Bir yetişkin erkek olmak, camiyle, cemaatle alakalı olmayı gerekli kılardı.
Biz çocukların, son safta ya da üst katta hallice yekun tutacak bir sayıya ulaştığımızı hatırlıyorum. Cami genellikle Cuma gecelerinde dolar, Cuma namazlarındakine benzeyen bir izdihama ulaşırdı. Bu sebeple bir tören yapılacaksa bunun için en uygun vakit Cuma gecesiydi. Rahmetli babanız için okutacağınız Mevlid, bitirdiğiniz hatmin duasının yapılması ya da Hadis ezberleme yarışmasının finali için -ki mahalle çocukları olarak böyle bir yarışmaya katılmış, kürsüden ezberlediğimiz kırk kadar hadis-i şerifi cemaate okumuştuk- en uygun vakit Cuma geceleriydi.
Yatsı namazından sonra tecdid-i iman (imanın yenilenmesi) ve tecdid-i nikah duaları okunurdu: “Diyelim bütün günahlarımıza estağfirullah…” diye başlayıp, “Tevbe ya Rabbi, tevbe ya Rabbi, tevbe ya Rabbi! Eğer elimden, dilimden, gözümden, kulağımdan ve sair azalarımdan bilerek veya bilmeyerek kelime, küfür, şirk, isyan, hata sadır olduysa, ben onların cümlesine tevbe ettim, pişman oldum, bir daha işlememeye azmü cezmü kast eyledim” diye devam eden ve cemaatin mırıl mırıl katıldığı bu tevbe seremonisinin, bugün büyük oranda terk edildiğini görüyoruz. Sebep?
Diyeceğim, Cuma geceleri, Müslüman haftası biterken, bitip de haftanın en önemli gününe dönerken, bunun Müslüman hanelerde hissedilmesini sağlayan düzenlemelere sahneydi. Cuma namazı modern insanın dünyasında, mesai ve toplantı aralığına sıkışmış olmasına rağmen, işleri “aksatan” bir uyumsuz olarak görülüyorsa, bunun sebeplerinden biri de onu gecesinden itibaren savunmayı terk edişimiz. Cuma namazının vaktini, yani o on beş dakikalık aralığı kurtarmakla Cuma gününü kurtarmış olmayız. Cuma namazına gitmeyi mümkün kılan gerekli mesai düzenlemelerini yapmak gerekir ama yetmez. Önemli olan, kanuni düzenlemelerin alakadar olmadıkları ama Müslüman hayatının, hanesinin, sokağının ürettiği savunma sanatlarını korumaktır. Cuma gününü savunmayı veya ihya etmeyi, Cuma namazının o kısacık vaktine teslim etmek yerine, onu gecesinden, salâsından, seremonisinden, çocuğundan başlayarak karşılamak gerekir. Evin içinde mayalanmayan bir İslam’ı, meydanlarda, camilerde tutmuş görmeyi beklemek beyhudedir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sünnetine karşı yapılan modernist terbiyesizliklerin temel siyaseti, sıradan Müslümanın sade dünyasında ona yol gösteren seremonik “uygulamalar”ın (mesela konumuz örneğinde salânın ya da tecdid-i iman duasının) tasfiyesini içeriyor. Bu uygulamalar, sünnet-i seniyyede kökleşmiş, ondan uç veren uygulamalardır. Ve en önemlisi, modernist aklın kurgulayamadığı biçimde, hayat kadar gerçek, hayat kadar inandırıcıdırlar.
Bu “popüler”, bu “halk tipi” uygulamaların ne denli hayati olduklarını bir de şöyle anlatmayı deneyelim: Bayramlarımızı okullarda ve takvimlerde dini ve milli diye ikiye ayırırlar. Cuma da müminin bayramıdır. Peki soralım o zaman: Dini bayramı mı, milli bayramı mı?
El cevap: Sabâ makamı kadar milli, salâ kadar dini.
Ahmet Murat – Kuşlarla Sohbetin Şartları,S.123,126
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…