Kategoriler: Psikoloji/Aile/Eğitim

Çocukluk ve Büyümek Üzerine

 

Aile dinamiklerinde çocuklarımızın yeri hakkında ne söylersiniz?

Terapi odasında danışana sorulan ilk sorulardan bazıları çocukluk dö­nemine aittir. Zira biliyoruz ki çocukluk döneminde yaşananlar, bire­yin bugünkü ve gelecekteki ruh halini etkiler. Bu erken dönemde ba­kım verenlerimize bütünüyle muhtaç durumdayızdır. Ebeveynlerimiz hayatın ilk dönemlerinde ruhumuza mühürlerini vurur. Ebeveynlerin çocuklar üzerindeki etkisini vurgulayan sayısız çalışma vardır. Ebe­veynlerin duygusal olarak tutarlı olmaları, açık kurallar koymaları ve çocuklarını destekleyip onlara rehberlik edebilmeleri çok önemlidir. Bilinçli ebeveynlere sahip çocukların güçlü bir benlik inşa etmeleri, kendilerine güvenmeleri, akademik alanda başarılı olmaları ve akranlarıyla sağlıklı sosyal ilişkiler kurmaları çok daha kolaydır.

Dünyada kontrol edemeyeceğimiz pek çok şey yaşanıyor fakat kontrol edebileceğimiz alanlar da var. Evlerimiz gibi… Şimdi evle­rimizi yuva yapabilmek için her zamankinden daha fazla çaba gös­terme zamanı. Zor zamanlan aile birliğinin önemini fark etmek için büyük bir fırsat olarak görebiliriz. Bu noktada açık, dürüst ve esnek davranırsak değişen sürece daha kolay uyum saglarız. Evet, dün­yada kontrol edemediğimiz ve üzücü çok şey yaşanıyor ama yalnız değiliz. Birbirimize destek olarak, omuzlarımızı ve yüreklerimizi bitiştirerek birbirimizden güç alabiliriz. “Bu dönem kolay olmaya­bilir ama beraber bu zor zamanlan atlatacağız,” diyerek ailemiz ve kendimiz için güven tazeleyebiliriz. Bizim açık davranmamız, çocuklarımızın da kendilerini bize güvenle açmalarına yardım eder. Çocuklar ve ergenler ebeveynlerinin en yakın şahitleridir. Bu yüz­den onlarla sözel olarak iletişim kurmak yetmez, onlara örnek ola­bilmek için iyi bir model olmak da bir o kadar önemlidir. Geride bıraktığımız pandemi süreci, aile birliğinin ve dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu hepimize gösterdi.

Çocukların kaygılan, yetişkinlerin kaygılarından farklı olabilir. Çocuklarınızın sorularını basit ve dürüst bir şekilde yanıtlamayı deneyin. Onların ne hissettiklerini öğrenmek atılacak en sağlıklı ilk adımdır. Çocuklarınız yaşadıktan süreçle ilgili ne hissediyor, neyi biliyor ya da neyi bilmiyor? Tüm bunları çocuklarınızla konu­şarak onları anlayabilir ve doğru bir şekilde bilgilendirebilirsiniz. Malum, çocuklarımız teknoloji ve dijital iletişim çağında doğdular; pek çok kaynaktan sağlıklı olmayan bilgilere ulaşabiliyorlar. Sizin de yanıtlayamadığınız sorular olduğunda güvenilir kaynaklardan bilgi almak için neler yapılması gerektiğini önce onlara sorabilirsi­niz. Böylece onların bu hususta nasıl davrandıklarını öğrenebilir, onlara rehberlik edebilir ve beraber doğru bilgiye ulaşmanın yol­larım onlara örnek olarak gösterebilirsiniz. Güvenilir bilgi birçok endişenin ortadan kalkmasına yardım edecektir.

Çocuklar, kendilerine has iletişim dillerine sahiptir. Lawrence Cohen’in dediği gibi, “Çocuklar size ‘Kötü bir gün geçirdim, ko­nuşalım mı demezler, oynayalım mı?’ derler.”[4] Oyunun çocukların hayatındaki yeri büyüktür. Peter Handke’nin senaryosunu filmin yö­netmeni Wim Wenders’la birlikte yazdığı “Der Himmel Uber Berlin” (“Arzunun Kanattan” adıyla gösterildi bizde) filmindeki bir şiirde­ki gibi “Çocuk daha çocukken / zıpkın gibi bir çomak fırlattı ağaca / bugün hâlâ titrer çomak o ağaçta. ” Oyun sayesinde çocuklar hem iletişim kurar hem de hayatı keşfeder. Çocuklar, bunun yanı sıra duygusal sıkıntılarından kurtulmak için de oyuna başvurur.[5] Oyu­nun imkânlarından faydalanmak için çocuklarınızla beraber yara­tıcı oyunlar geliştirin. Mesela birlikte motor ve bilişsel becerilerini geliştirebilecek resimler ve maketler yapmak, çocuklara duygularım ifade etmeleri için imkân sunar. Böylece hem ailece yapılan keyifli et­kinliklere yaşamınızda yer açmış olursunuz hem de çocuklarınızın iç dünyalarında neler yaşadıklarım öğrenebilirsiniz. Bu sayede çocuklar duygularının fark edildiğini ve ebeveynlerinden kabul gördüklerim hissederler. Ayrıca duyguları yönetme konusunda çocuklara örnek olmak da önemlidir. Siz de yetişkin olarak yaşadığınız bazı duygulan ve bunları nasıl yönettiğinizi onlarla paylaşabilirsiniz.

Yanlarından ayrılacağınız zaman mutlaka onları bilgilendirin. Sa­kin bir şekilde nereye gittiğinizi, orada ne kadar kalacağınızı ve ne za­man döneceğinizi söylemeniz çocuklara güven verecektir. Çocuklarınızla sık sık temas kurun. Daha sık sanlın onlara, onları sevdiğinizi daha çok söyleyin. Sevginizi onların ihtiyaç duyduğu ve istediği şekil­de ifade edin. Her çocuğun kendine özel bir sevgi dili vardır. Onların sevgi dilini öğrenin ki, onlarla sağlıklı bir iletişim kurmanız mümkün olsun. Hayatımızda rutinler büyük yer kaplar. Aile içindeki rutinleri öngörülebilir ve esnek hale getirmekte fayda vardır. Zaman zaman planlar değişebilir ve bu değişim çocuklarda kafa karışıklığı ya da öf­keye neden olabilir. Onların neler hissettiklerini duymak ve hislerini küçümsememek çok önemli. Değişen planlar çocuklarımıza duygu­larla nasıl başa çıkabileceklerini öğretmemiz için bir fırsat olabilir.

Burada ergenler için ayrı bir bahis açmak gerek. Yetişkinler olarak, gençlerin bizim yaşadığımız dönemden çok farklı bir dönemde yetiş­tiklerini unutmamalıyız. Öte yandan ergenliğin kendine has kaygıla­rıyla baş etmek hiç kolay değildir. Ergenlere yönelik beklentiler çok­tur. Okul hayatı sonrasında da mesleki kaygılar baş gösterir. Gençler sınırlarını ve becerilerini test ederek öğrenebilir. Bunun için de dışarı doğru adım atma ve yeni şeyler deneme ihtiyacı hissederler. Oyun ve Gerçeklik adlı eserinde Donald W. Winnicott, “Ergen olgunlaşmamış­tır. Olgunlaşmamışlık, ergenlikte sağlığın temel bir unsurudur. Olgunlaşmamışlığın tek tedavisi vardır, o da zamandır, zamanla büyüye­rek olgunlaşmaktır. Olgunlaşmamışlık, ergenlik sahnesinin kıymetli bir parçasıdır. Yaratıcı düşüncenin en heyecan verici özellikleri, yeni ve taze duygular, yeni yaşam fikirleri burada barınır. Toplumun, so­rumluluk almamış kişilerin özlemleri tarafından sarsılmaya ihtiyacı vardır. Yetişkinler tahtlarından feragat ederlerse, ergen vaktinden önce ve yanlış bir süreç yoluyla yetişkin haline gelir,” diyordu. Er­gen çocuklarımız, büyüme süreci içinde, yetişkin sorumluluğu taşı­madan yetişkin rolü provasında yer alırlar. Bağımsız sosyal ilişkiler kurmak da bu rolün bir parçasıdır. Ergenlik, sosyalleşme ihtiyacının en belirgin olduğu dönemdir ve bu sebeple ergen gençler için arka­daştan öncelikli olabilir. Ergenlik döneminde sosyal açıdan kabul görmenin ya da reddedilmenin etkisi yaşamdaki diğer dönemlere kıyasla daha güçlü hissedilir. Akran ilişkileri karmaşık bir hal alır, hormon değişimlerine eşlik eden gerilimlerin yanında karşı cinsle olan ilişkileri de ergenlerin yaşam dinamikleri arasına girer.

Yeterince iyi bir ebeveyn olmak, kusursuz görünmek ve her sorunu çözmek anlamına gelmiyor. Pek tabii ebeveynler de zorla­nabilir, zor zamanlardan geçebilir ama aile olmak bu zorluğu bir­likte göğüsleyebilmektir. Böylece aile fertleri arasında takım ruhu gelişir. Bazen sadece onları dinlememiz bile evlatlarımıza çok iyi gelir. Sadece dinlemek, onlara bu dünyada sevgiye değer bir varlık olduklarını hissettirir. Her insan evladı bu dünyada varlığının ve yaşamının boşa olmadığını, bir sevgi halesiyle sarmalandığını his­setmek ister. Bu özel deneyim için hususi zaman ayırmak ve tüm dikkatimizi ve özenimizi onlara yöneltmek, evlatlarımızın kendi­lerini iyi hissetmelerini sağlar.

Zor dönemler, güçlü ve dirençli nesillerin ortaya çıkması için bir imkân bile olabilir. Çocuklar ve gençler üzerine çalışan Kenneth Ginsburg bu fırsata dikkat çekenlerden biri.[6] Ginsburg’e göre genç­ler, salgın ve salgın sonrası yaşamla başa çıkmak konusunda birçok beceri geliştirdi. O dönemde gençler, ebeveynlerini yakından göz­lemleyerek ev içi işlerin yönetiminden tutun da mali yönetime ka­dar işlerin nasıl yürüdüğünü, bizatihi bunun bir parçası olarak öğ­rendiler. Yetişkinliğe geçerken bu yeteneklere sahip olmak ileride yaşayacakları sorunlarla sağlıklı bir şekilde baş etmelerine yardımcı olacaktır. Olumlu baş etme yöntemleri öğrenmek hem kişiliklerini geliştirmeleri ve sağlıklı ilişkiler kurmaları hem de güçlüklere kar­şı dirençli bireyler olabilmeleri noktasında hayat boyu kullanabile­cekleri bir yetiye sahip olmaları demektir. Bu öğrenme sürecinde gençleri ve çocukları güçlendirip desteklemek yetişkinlerin görevi­dir. Ebeveynlerinden rehberlik ve destek gören gençler geleceklerini kurarken çok daha hazırlıklı ve güçlü olacaktır.

Evlatlarımızın olumlu davranışlarını ödüllendirmeyi ihmal et­memeliyiz. Fiziksel cezalardan kaçınmak gerek çünkü fiziksel ce­zalar çocukların sağlıklı bir şekilde sınırları öğrenme sürecini balta­lar. Üstelik bu cezalar, çocukların öfke ve hırçınlığını da artırabilir. Bu tür cezalar, çocukların ruhunda görünmez yaralar açılmasına sebebiyet verir. Unutmayalım ki aynı evde olmak çocuklarımızla kaliteli zaman geçirdiğimiz anlamına gelmez. Fiziksel varlığımız kadar ruhsal varlığımız da önemli. Çocuklarımızın işitilme talebine ne kadar cevap verebiliyoruz? O yüzden çocuğunuzla baş başa ge­çireceğiniz zamanlar planlamak ve bunları uygulamak çok faydalı olacaktır. Beraberken çocukların inisiyatif almasına fırsat vermeli­yiz. Mesela siz beraber yapacağınız etkinliğin zamanını seçebilirsi­niz, çocuğunuz da bu zamanda birlikte neler yapacağınızı seçebilir.

Psikolojik açıdan güçlü bireyler haline gelmenin temeli çocuk­lukta atılır. Bu yüzden onları aşın kontrol altında tutarak çocuk­larımızın gelişimine yardımcı olamayız. Uzun vadede mutlu ola­bilecekleri beceriler geliştirmelerine destek olmalıyız. Ancak bu amaçlara sahip ebeveynlerin ruhsal açıdan daha dayanıklı çocuklar yetiştirmeleri mümkündür.

“Psikolojik dayanıklılık” derken tam olarak kastettiğiniz nedir, biraz açar mısınız?

Her insanın içinde, zorluk zamanlarına dek belki de farkına varama­dığı bir güç kaynağı vardır. Bir musibete uğradığınızda o güç kay­nağı harekete geçer ve size dayanma, mücadele etme kuvveti verir. Dayanıklılık bilimi insan, aile, toplum ya da ekonomik sistemlerin sorunlarla nasıl başa çıktığını ve yeni süreçlere nasıl uyum sağladığı­nı araştırır İnsanların savaş ya da afet gibi travmatik deneyimlerden nasıl korunduğunu ve bu afetler neticesinde nasıl iyileştiklerini ele alan bu disiplin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan sürecin ço­cuklar üzerindeki etkilerinin araştırılmasıyla ortaya çıktı. Araştırma­lar gösteriyor ki, birçok çocuk zorluklarla başa çıkabiliyor ve yaşadığı talihsiz deneyimlere rağmen bu zorlu süreçleri başarılı bir şekilde at­latıyor. Kendi sınırlarımızın ötesine geçiyor ve sonra olduğumuz kişi­ye geri dönebiliyoruz, hatta bazen daha güçlenmiş olarak dönüyoruz. Dayanıklılık veya yılmazlık, kayba ve ıstıraba karşı mukavemet, ge­rilimin içindeki bilinç dolu nefes anlarının birikmesiyle yükseliyor.

Psikolojik dayanıklılığı sağlayan ve artıran faktörler arasında; plan yapma becerisi, düşünme yeteneği, aidiyet duygusuna sahip ol­mak, kendine inanmak ve başarı için motive olmak yer alıyor. Ülkü Tamer, “Bilgeliğin tek koşulu var: Dünü yarında yaşayacaksın ama dünü yarına taşımayacaksın,” yazmıştı Tarihte Yaşanmamış Olaylar kitabında. Zamanın yönetimine dair bu ustalık da dayanıklılığın püf noktalarından biri. Bunlara ek olarak çocukların yaşlan ilerledikçe hayatta bir amaca sahip olmaları da önemli bir koruyucu faktör. Ko­ruyucu etkenlerden belki de en önemli olanı sağlıklı ebeveynlere ve yakın ilişkilere sahip olmak.

Ebeveynliğe yapılan vurgular kıymetli ancak bazen bu vurgular yüzünden ebeveynler aşırı bakım verme tuzağına düşebiliyorlar. Çocuğun kendi kendine karar almasına izin vermemek ya da ço­cuklardan gelişim seviyelerine uygun olmayan yüksek beklentile­re sahip olmak literatürde “aşın ebeveynlik” olarak tanımlanıyor.[7] Aşın ebeveynlik yapmak, çocukların kendilerine saygı duymalarını ve karar alma becerilerini engeller. Zorlukların üstesinden gelme yetisi kazanılamadığı takdirde; anksiyete, zayıf liderlik becerileri, düşük üretkenlik, narsisizm, yetersiz duygu düzenleme, alkol ve madde kullanımı ya da yaşamdan memnuniyetsizlik gibi sorunlarla boğuşma ihtimali artar. Aşın ebeveynliğin risklerini fark etmemizi güçleştiren nedenlerden biri, kısa vadede aşırı ebeveynliğin işe yarıyor gibi görünmesidir, örneğin sürekli çocuğunuzun ödevlerine yardım ediyor, hatta bazı ebeveynler gibi ödevlerini onlar yerine yapıyorsanız kısa vadede çocuğunuz iyi notlar alacaktır. Lâkin bu durum sık tekrarlandığında çocuğunuzun zorluklarla başa çıkma becerisi engellenecek ve bu da çocuğunuzu bağımlı bir birey hali­ne getirecektir. Bugün evladınıza yardım etmeniz ve onun sadece size bağımlı olması ilk etapta bir sorun teşkil etmez gibi görünse de bu mekanizma kökleştikçe evladınız başkalarına da bağımlı ve çaresiz bir birey haline gelebilir. Şair Mascha Kaleko, bir şiirinde “Hiçbir uçurumdan seni koruyamam, / Tanrı, göğün en üstün yerine bırakmış ödülü. / Yalnız tek bir tecrübem senin yoldaşın olsun / Kim olursan ol, bütünüyle ol!” diye sesleniyordu oğluna. Yücelere tır­manmak, uçurumlardan kaçınmayanların payına düşer.

Çocukken yaşadığımız şeyler, hayatımızda değiştiremeyeceğimiz izlere mi sebep oluyor?

Çocukluğun olumsuz yaşantılarının erişkin hayatına birebir ter­cüme edildiği ve bundan hiçbir kaçış olmadığı düşüncesi modem hurafelerden biri. İnsanın ileriki hayatındaki olumlu yaşantılar geçmişin izlerini silebilir, insan geçmiş hapishanesinde bir kader mahkûmu değildir. Bunu izninizle açıklayayım: İnsanoğlunun en savunmasız olduğu dönem elbette erken yaşları. Nihayetinde he­pimiz kendimizi bir ailenin kucağında bulduk. Hatta bazılarımız annesi ya da babası olmadan dünyaya gözünü açtı. Her ne kadar, anne ve babanın sunduğu imkân ve şartlarla yaşamaya başlasa da her çocuk kendine özgü bir donanım ve mizaçla dünyaya gelir. “Her canlı, içinde Tanrı’nın gizlenerek çalıştığı ve çamurun tabi­atını değiştirdiği bir tezgâhtır,” demişti Kazancakis. Aileler, şükür ki üretim bandı tertibinde çocuk yetiştiremiyorlar, tezgâhta çalışan yaratıcının özgün izi her bir çocukta kendisini açığa vuruyor. Bir­den fazla çocuğa sahip ebeveynler bunu gayet iyi bilir. Beş parma­ğın beşi nasıl bir değilse her çocuk da kendine özgüdür.

Erişkinlik çağma erişmiş yetişkinler, evet bir şekilde büyümüş­lerdir ama gelişimlerini ne kadar tamamlamışlardır? Asıl soru bu. Rilke, Malte Laurids Brigge’nin Notları adlı romanında şöyle diyor­du: “Mümkün müdür, Tanrı’ diyen ve Tanrı’nın ortak bir şey oldu­ğunu sanan insanlar bulunsun? Okul çağında iki çocuk düşünelim: Biri bir çakı satın alsın, arkadaşı da aynı günde, bu çakıya tıpatıp benzeyen bir başka çakı satın alsın. Aradan bir hafta geçsin, iki öğ­renci, çakılarını birbirlerine göstersinler; şimdi ancak pek uzak bir benzerlik vardır arasında — başka başka ellerde çakılar ne kadar değişmiştir. (Çocuklardan birinin annesi şöyle der hatta: Sizin eli­nizde zaten ne sağlam kalır ki…) Evet, evet: İnsanın bir Tanrı’sı ol­sun da kullanmasın, mümkün müdür? Evet, mümkündür.” Yaşam her birimizin yüzlerini ve ruhlarını farklı güçlerle yoğuruyor ama yaşamın çıraklarıyız biz. İçimizdeki cevheri hiç kullanıp parlatma­dan emaneti teslim eden nice insan, çerağı tutuşmamış nice can var. Gelişim, tekâmül, bir olgunlaşma sürecine atıf yapar, sadece beden­sel bir büyümeye değil. Olgunlaşmamış ebeveynlerin çocukları ola­rak dünyayı öğrenmek zorunda kalan her insan bu farkı bilir. Her canlının, henüz zuhur etmeden, varlık âleminde bile görünmeden, doğum öncesinden başlayarak büyümesi ve gelişmesi beklenir.

İnsanın gelişindi ise baş döndürücüdür. Gelişim bebeklik döne­minin ilk yıllarında ailemizin kanatları altında gerçekleşir. Muh­teşem bir genetik potansiyelle dünyaya gelen bebekler, bu po­tansiyeli kullanabilmek için çevresel koşullara bağımlıdır. Mizaç özelliklerimiz ise gelişim potansiyelimizin parçalarından sadece biridir. Mizacı; yapısal, genetik ve biyolojik temele dayanan tutum ve davranışlar olarak değerlendirebiliriz. “Mezcetmek” fiiliyle aynı kökene sahip mizaç kelimesi de yekpare, homojen olmaktan uzak bu canlı karışımı ifade eder. Mizaç kavramı, Hipokrat zamanın­dan bu yana insanoğlunu anlamak için kullanılagelmiştir. Kişisel özellikler diyebileceğimiz bu karmaşık sistem ve çevresel koşullar, karakterin inşasında beraber çalışır.

“Göğsünün içindekini hakîki gönül sanan kimse, / Hakk yolunda iki üç adım attı da her şey oldu bitti / sandı. / Aslında teşbih, seccade, tevbe, sofuluk, günahtan sakınma, bunların hepsi yolun başıdır. / Hakk yolcusu aldandı da bunları varacağı konak sandı. / Bu görünen ben, ben değilim. / $u halde, ‘ben, ben’ dediğim kimdir; söyle! Söyleyen, ben değilim. Peki benim dilim ile söyleyen kimdir; söyle! / Aslında, ben baştan ayağa kadar bir gömlekten fazla bir şey değilim. / Benim, göm­leği olduğum varlık kimdir; söyle!” diyor Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Divan-1 Kebîr’de. Tasavvuf ve abdallık geleneğimizdeki her kutlu ses hemen hep aynı sözü dillendiriyor; gönül kâbesinin tavaf edile edile mamur edileceği, tevhide-birliğe erişileceği. Kişinin kendini bilmek yolundaki tavafının mütemadi olduğu… “Cenab-ı Hakk, görünen ve bilinen suret kâbesini tavaf etmeyi, kirliliklerden temizlenmiş bir gönül kâbesi elde edesin diye sana farz kılmıştır!” diyordu yine Mevlâna. İnsan, doğumuyla beraber kendini bilme, benliğini birleştirme yo­lunda hac yolculuğuna çıkar. Merhum Ali Şeriati, “Kendini bulup yolu kaybetmek faciadır! Kendini yolda kaybetmek ise kurtuluştur,” diyordu Hacc kitabında. Benlik, yolun değişkenliğinde, yola verilen cevaplarla çatılır biteviye. İnsan, gezgin bir varlık, daimi yolcudur (Homo viator) varoluşçu düşünür Gabriel Marcel’in ifadesiyle.

İlk psikanalitik düşünürlerin teorilerini bir kenara koyarsak, bebeklik ve çocukluk dönemi için tutarlı bir benlikten söz ede­meyiz zira çocuklar yetişkin olana kadar birçok şeyi öğrenmek ve birleştirmek, dünyayı icat etmek durumundadır. Bebekler sandı­ğımızdan daha güçlü olabilirler; hızlıca öğrenir ve tepki verirler, örneğin sütü gören bir bebek aç ise kollarını hızla hareket ettirir ve ses çıkarmaya başlar. Zaman ilerledikçe hareketlilik artar ve ba­ğımsızlaşma dönemi başlar. Böylece “Hayır” diyebilir, reddedebilir ve kendisi de dahil olmak üzere çevresindekilerin sınırlarını test ederek öğrenme aşamasına geçer.

Çocukla beraber gelişim dönemlerine tesir eden etkileşimlerin alanı da genişlemeye başlar. Temelde çocuğun gelişimi anne baba ile sınırlı değildir. Büyümenin eşliğinde, kardeşler, akrabalar, arka­daşlar, okul ve toplum gibi birçok dinamiğin çocuğun gelişimine olan etkisi artar. Bu etkileşimleri kendi kişiliğine göre yorumlayan çocuğun karşılaştığı her duruma uyum sağlayıp sağlayamadığı zamanla açığa çıkar. Dikkat edilmesi gereken nokta ise çocuk ve çevre arasında yaşanan etkileşimler arasında basit neden sonuç ilişkileri kurulamamasıdır. Gelişme dönemi boyunca birçok faktör, gelişimi destekleyerek koruyucu işlev gösterebildiği gibi çocuk üzerinde olumsuz etki de yaratabilin Belki de aynı şartlarda büyümüş çocuk­ların hepsinin mevcut duruma aynı şekilde yanıt vermemesinde bu faktörlerin etkisi aranmalıdır. Örneğin anne babasında ruhsal bir rahatsızlık olan kişinin bu hastalığa yatkın olması evvelce düşünül­düğü gibi mutlak bir sonuç değil, bir olasılıktır. Kişi eğer koruyucu faktörlerden destek alabilirse karşılaştığı zorluklara rağmen hasta­lıktan uzak kalabilir.

Hayatın ilk üç yılında beyinde de hızlı bir değişim ve gelişim oluyor» değil mi?

Erken dönemde yaşananların üzerimizde bu kadar tesirli olmasının sebebi, yaşamın ilk birkaç yılında beynin çok sayıda sinaps veya nöral bağlantı üretmesidir. Bu nedenle erken dönemin “kritik” ol­duğuna dair yaygın bir algı mevcut. Lâkin sinaptik devrelerin dene­yimle nasıl şekillendiği ve değiştirildiği konusundaki anlayışımız da oldukça sınırlı. Bebeklik döneminde alman bakım türünün yeni si- napsların yaratılması veya sinaptik budama üzerindeki etkisi konu­sunda kesin bir kanıt yok. O nedenle beyin gelişimini sadece erken döneme indirgemek bizi insan gelişiminin muhteşem ve karmaşık gerçeğinden uzaklaştırabilir. Tüm hayatımızı sadece erken döneme indirgemek insanın özgür iradesine alan bırakmaz. Evet, hayatımı­zın ilk yıllan önemlidir ama bu fikri tüm hayata yaymak için kul­lanılan tartışmaları genelleştirmek de tehlikelidir. “Kritik dönem” savunucuları düşüncelerini desteklemek için erken dönemde çok kötü muamele gören çocuklar üzerine yapılan çalışmalara refe­rans veriyor. Örneğin Romanyalı yetimlerin Çavuşesku döneminde yetimhanelerde gördüğü korkunç muamelenin onların beyninde kalıcı izler bıraktığını, yapılan araştırmalarla öğrendik. Sevgisiz­lik beyinde kalıcı değişikliklere yol açabiliyor. Ancak Romanyalı yetimlerin gördüğü zalimce muamele ile “yeterince iyi olamayan” ebeveynleri aynı kefeye koyamayız. Aksi halde çocuklarıyla nasıl ilişki kuracakları konusunda kendilerini sürekli yetersiz ve güven­siz hisseden tedirgin ebeveynler güruhu yaratırız.

Sevgi kendiliğinden duygusal etkileşimlere dayanır ve sahici ol­duğunda güçlü olur. Her ne kadar anne ve babanın sunduğu imkân ve şartlarla hayata başlasa da her çocuk kendine özgü bir donanım ve mizaçla dünyaya gelir. Parmak izlerini düşünelim, dünyadaki milyarlarca insanın hiçbirinin parmak izi bir diğerinin aynısı değil. Her insan evladı kendine özgüdür. Bebeklerin davranış ve zihin dünyası oldukça esnektir ve birçoğu çevrelerindeki insanlardan ihtiyaç duydukları şeylerin çoğunu alabilecek donanıma sahiptir.[8]

Çocukluk cennet midir cehennem midir? Bunun cevabı kişi­ye özgü.[9] Sonuçta hayatımızı nasıl hatırlıyorsak öyle anlatıyoruz. Çocukluğa dair kurulan anlatılar ile çocuklar farklıdır. Çocukluk algısı coğrafya, kültür ve tarihsel döneme göre farklılık gösterebi­lir. Mesela travmatik hikâyelerin prim yaptığı bir kültürel ortamda, çocukluğun örseleyici yaşantıları daha fazla hatırlanabilir. Çocuk­luğa dair hikâyemiz ne olursa olsun, insan hayat boyu büyümeye devam eder. Çocukluğun cennet bahçesinin tarumar edilmişliği ileride yetişkinin yaşamını da etkileyebilir. Ancak beri yanda, ye­tişkinin üstesinden gelemediği mutsuzluk ve sorunları da belle­ğini yanıltarak, çocukluğunun mutsuz geçtiğini hatırlamasına yol açabilir. İnsan, kendi söyleminin çocuğu; hikâye eden ve anlattığı hikâyeye inanan bir canlı. Oysa belki de toplumun psikolojik açı­dan en dirençli kesimi çocuklar. Ebeveynleri ve yakın çevresiyle sağlıklı bir ilişki kurarak gelişen çocuklar, yaşam yolculukları bo­yunca aldıkları ya da alacakları yaralan en kısa sürede sarabilirler. Sırtında çocukluğunda kendisini sevgiyle sıvazlamış elin varlığını hisseden bir çocuk, ileriki hayatında zorluklara karşı koyar. El­bette, mizaçları gereği daha kırılgan ve hassas olan veya ağır bir biçimde travmatize edilmiş çocuklar, özel ilgiye ihtiyaç duyabilir. Çocuklarla konuşmak, onlara soru sormak ve onları dinlemek için zaman ayırmalı, bu zaman diliminde de tüm dikkatimizi çocuk­larımıza yöneltmeliyiz ki onlar da kendilerini ifade etmekte daha cesur davranabilsin.

Yetişkinliğe gelince, kendi çocukluğuyla barışan birçok danışan­la çalıştım. Bu olgunlaşmanın yolu ise, hayalini kurduğumuz aile ya da çocukluk anlatısını serbest bırakmaktan geçiyor. Kendi çocuk­luğumuzu kabul edip anladıkça çocukluk yaralarımız iyileşiyor ve sağlıklı bir yetişkin olarak yaşamayı öğreniyoruz. Olgunlaşmış bir yetişkin olarak çocukluk yaralarımızı tahlil ettiğimizde, geçmişteki çocuk için yüreğimiz ezilse de hayatımızdaki insanların bizim tasav­vur ettiğimiz kadar kötü ve zalim olmayabileceğini, onların da yaralı olduklarım, mazur olduklarını görebiliyoruz. Psikolojik benliğin ilk işareti, çocuğun keskin ikili karşıtlıkları (iyi / kötü, güzel / çirkin) bırakarak zihninde daha karmaşık düşüncelere yer verebilmesi. Ha­yat karşıtlıklara sığmayacak kadar karmaşık. Büyümek her zaman ve her yerde, çok kesin cevaplara sahip olmamakla kaim. Ne yaşamış olursak olalım Şeyh Galip’in dizesinden güç alabiliriz:

“Hoşça bak zatına ki zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.”

Kendi çocukluğumuzu kabul edip
anladıkça çocukluk yaralarımız iyileşiyor
ve sağlıklı bir yetişkin olarak yaşamayı
öğreniyoruz.

Kemal Sayar,RabiaYavuz – Kendi Özünü Bil,syf:39-50

Dipnotlar:

4] Cohen, L, Oyuncu Ebeveynlik, Görünmez Adam Yayıncılık, Ankara, 2020

[5] https://kemalsayar.com/haftanin-yazisi/cocugun-dili-oyun

[6] Ginsburg, K. R., Building Resilience in Children and Teens: Giving Kids Roots and Wings, American Academy of Pediatrics, Washington, 2011

[7] https7/psyche.co/guides/to-help-your-children-put-the-helicopter-in-the-hangar

[8] https://kemalsayar.com/haftanin-yazisi/cocukluk-yetiskin-hayatimizi-ne-kadar-belirliyor

[9] https://www.star.com.tr/acik-gorus/cocukluk-cennet-mi-cehennem-mi-haber-1620814/

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce