Cemil Meriç ile Nur Sohbetleri

cemil-meric-1 Cemil Meriç ile Nur Sohbetleri

Merhum mağfur Hüseyin Cemil Meriç’i 1987 yaz ayı başlarında, Cemil Meriç Hoca’nın bir dostu ile ziyaret etmiştik. Bu son ziyaret ve son röportajım olmuştu. Kuyubaşı semtindeki son görüşmemizden az sonra, Cemil Meriç vefat etmişti.

Son röportajımın sualleri ve cevapları şöyle olmuştu:

– Bediüzzaman Said Nursi ve eserleri olan Risale-i Nur hakkındaki görüş ve fikirlerinizi öğrenebilir miyiz?

– On yıl evvel Bediüzzaman ve eserlerini tanıyamamanın bedbahtlığı içindeyim.

İlk defa, rahmetli Sedat Yenigün bana risaleleri okumuştu. Gençlik Rehberi’ni getirmişti. Fidan gibi, imanlı bir gençti, acı anarşisinin kurbanı oldu. Sonra Muhsin Demirel, Mehmed Paksu ve sizler bana Nur’ları okudunuz. Büyük bir hürmet ve muhabbetle, ekser risaleleri can kulağıyla dinledim.

Bir Türk aydının bu büyük ve ulvî hazineden haberdar olmaması düşünülemez. Bediüzzaman ve eserlerine olan alakasızlığımız, tam bir yüz karasıdır.

Said Nursi, dağ başında vaaz eden bir mürşid. Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler akın akın ona koştu. Nassların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses; tarihin içinden geliyordu. Kabuğuna çekilmiş yüzbinlerce insanı canlandırdı. Bu hayali insanlar, o konuştukça gerçekleşti.

Yakın tarihimiz tek mücahid tanımıştır: Said Nursi: Altmış yıl her kahra, her cefaya göğüs gererek mücadele eden biricik dava adamı. Söndürülmek istenen mukaddes ateş, onun güçlü nefesiyle meşaleleşir. Anadolu insanının gönlünde bir remiz olur. Said Nursi: Deccallere meydana okuyan imanın remzi. Karanlıkta bırakılan nesiller, Nur Risalelerini heceleyerek şuurlanırlar. Said Nursi’nin kuvveti yalnız hafızasından, yalnız bilgisinden, yalnız büyük cedel kabiliyetinden gelmiyor. Cesarete susayan insanımız, ananevi irfanının bu pervasız temsilcisinde, asırlardır aradığı ihlası, feragatı, bir dava uğruna nefsini feda etmek celadetini de buldu.

Said Nursî’nin kitapları tahkiki imanın birer kalesi; kendi gönlümüzden, kendi toprağımızdan fışkıran saf bir kaynak.

Said Nursi İslam irfanının cihanşümul hakikatlerini Risalelerinde toplamış. Üstad, şimşek pırıltıları ile aydınlanan karanlık bölgelerde büyük bir güvenle dolaşıyor. Üslub kesif ve izahlar inandırıcı. Asırları kucaklayan bir tefekkürün çağdaş idrake seslenişi, yaralanan bir idrake, yabancılaşmış bir idrake. İrfanımızın madde-i asliyesi olan bu fikirleri ne kadar anlayabiliriz? Heyhat; ne bir meselenin kendisine aşinayız, ne mefhumlara. Fakat Said Nursi çok aydınlık, çok daha inandırıcı.

Tanzimat’tan beri, her hisarı deviren teceddüt dalgası, ilk defa olarak Nur Kalesi önünde geriledi. Bu emekleyen, bu kekeleyen yığın devrim yobazları için bir yüz karasıdır. Düşünmezler ki, kendi yüz karaları bu. Nurcuları yok farz etmek, gaflet. Nurcular, aralarında kendi hayatlarına devam edebilirler. Ama, kökünden kopmak kimseye mutluluk getirmez. Aydının görevi, fildişi kulesini yıkarak, bu mazlum kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısını anlamaya çalışmaktır.

Said Nursi bir kavga adamı. Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç, tefekkür ve iman kalesi.

Bediüzzaman ve eserleri üzerindeki çalışmalar, gözleri açıcı olmuştur. İkaz edici olmuştur. Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi gibi eserler, çok iyi çalışmalardır. Risale-i Nur’ları okumadan ne Türk dili öğrenilebilir, ne de Türk düşüncesi öğrenilebilir. Risale-i Nur’lar bizim milli hazinelerimizdir.

– Ülkemiz aydınlarının başlangıcından beri Risale-i Nur’a olan tavrını “korkak, pısırık ve samimiyetsiz” olarak değerlendirmenizin sebebini izah eder misiniz?

– Aydınların pisliği ve rezilliğidir. Bunlar sahte aydınlardır. Pısırık insanlardır. Hayatlarında hiçbir şeye inanmamışlardır. Sahtekardırlar, inançsızdırlar. Her şeyin negatifi vardır onlarda. Tam bir yokluk içindedirler. Örnek yok önlerinde; benzeyecekleri kimse yok önlerinde. Yakın tarihimizde insana kıran geldi. Bu bünyenin, Bediüzzaman gibi bir tefekkür ve iman abidesine tahammülü yok.

– Bediüzzaman Said Nursi’yi “hayatı ile düşünceleri arasında hiçbir tenakuz olmayan gerçek bir fikir adamı” olarak ifade ediyosunuz. Bu düşüncenizi de misallerle açıklar mısınız?

– Nasıl başlamışsa, öyle bitirmiştir hayatını. Seksen yedi senelik ömründe, eserlerine nasıl başlamışsa, öyle de bitirmiştir. Hiçbir dünya büyüğüne dalkavukluk yapmamıştır. Bu, bizim memlekette çok büyük bir fazilettir. Cemiyette hemen hemen herkes, anadan doğma bir dalkavuk olmuş. Bugün türkülerimiz bile pis güfteli olmuş..

İnceleyin:  Şeriat-ı İlâhiye ikidir

Üstadın eserleri, birer ihsan-ı İlahi’dir. Allah’ın ihsanıdır. Bunda ne şüphe var? Bediüzzaman, bu zamanda dinin yenileyicisidir, bir müceddittir. Maalesef, tanınmadan gidiyor. Bugün de, dışarısı tanıyor, biz kendimiz tanımıyoruz. Çok nãkadirşinaslık var. Üstad Kamil bir insandır, elbette kemalat gösterilecektir.

– Sizce Bediüzzaman nasıl bir mütefekkirdir?

– Üstad Bediüzzaman Said Nursi gerçek bir mütefekkirdir. O bir mütefekkirdir; “nasıl”a lüzum yoktur, tasnife lüzum yoktur. Bediüzzaman gibi mütefekkirler her asırda bir gelir. Onun tefekkürüne, bütün eserleri ve yaşadığı hayat seyri en beliğ bir delildir. Üstad şefkatle bağrına basıyor insanı. İçine girdikten sonra, Risale-i Nur hakikatlerini yaşamak kolaylaşıyor.

– Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur’lar tefekkür ve düşünce dünyamızda nasıl bir ufuk açtı?

– Bediüzzaman ve eserleri, bütün Cumhuriyet nesilleri gibi, bizim de hakikate kapalı gözlerimizi açtı ve uyandırdı. Hakikatin çok cepheli olduğunu bir kere daha anlamış oldum. Bu hakikati, ancak Bediüzzaman gibi müstesna zatlar söyleyebilir. Biz ancak hakikati sevebiliriz. Tasvip ve takdir edebilirsek, ne mutlu bize!

– Bediüzzaman Said Nursi’nin en çok takdir ettiğiniz hususiyeti nedir?

– Evvela celadetidir. Sonra, aynı fikirler üzerinde ısrar edişi. Dönmeden yürüyüşü. Samimiyeti. Bence en mühim vasıflan bunlardır.

– Bediüzzaman’ın hayatı boyunca uğradığı zulmün ve haksızlığın sebebi ne olabilir?

– Sebebi gayet basittir: Değersiz insanların, gerçek değerlere karşı duyduğu kin. Nur’a karşı yapılan zulümler namussuzluktur. Bunun başka ne sebebi olabilir.

Ziya Paşa ne güzel söylemiş: “Rencide olur dîde-i huffaş ziyadan.” Yarasalar, elbette nurdan, ziyadan ve ışıktan rahatsız olup kaçacaklardır.

-1935’ten 1985’e kadar, tam elli yıl, Bediüzzaman, Nur Risaleleri ve Nur talebeleri bin beşyüz defa mahkemeye verilip beraat etmiştir. Bu noktanın kritiğini, izahını yapar mısınız?

– Tarihte bu meselenin bir örneğine daha hiçbir şekilde rastlanmaz. Bu, hikmet-i İlahiyedir, takdir-i İlahidir. Yarasaların gözü ışıktan daima incinir. Yarasa gözü aydınlıktan hoşlanmaz. Karanlığı arar. Bizdeki inkılapçı yobazlar da, karanlıktan hoşlanırlar. Hiçbir aydınlığa tahammülleri yoktur. Bu vak’a da eşyanın mahiyeti icabıdır.

Bu ışıkla karanlığın, imanla inkarın arasındaki ebedi kavganın yeni bir tecellisidir.

– 1935’ten bu yana Risale-i Nur’ların ve Bediüzzaman’ın aleyhine yazı, resim, karikatür ve düzmece röportajlar neşreden gazeteler, şimdi de parayla Risale-i Nur’ların reklamını ve propagandasını yapıyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Mecelle’nin umumi hükümlerindendir: “El-umuru merhunün li evkatihim” Yani, her şeyin bir vakti vardır. Demek ki, bu hayırlı Nur hizmetinin vakti şimdiymiş. Geç olsun da, güç olmasın: Her şeye rağmen, memnun olunacak bir hadisedir. Demek, küfür kendi kendine pişman oldu veya hücumlarının bir şeye yaramadığını anladılar. Bir nevi ıslah-ı hal olarak kabul etmemizi ve memnunluk duymamız lazımdır.

Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış. İşte, bitti gitti. Her şeye rağmen, çok güzel bir hareket. Bu hareketler bize memnuniyetler verir. Geç de olsa, oldu. Küfür nihayet teslim-i silah etmektedir.

– Boğaziçi Üniversitesinden Prof.Dr. Şerif Mardin, yedi yıldır Bediüzzaman Said Nursî ile alakalı çalışmalar yapıyor. Ona Bediüzzaman hakkında çalışmalar yapmasını ilk defa siz tavsiye etmiştiniz, zannederim. ‘

– Şerif Mardin’le on senedir tanışırız. Kendisi Ebu’l-A’la Hocanın (Mardin) yakın akrabasıdır. Ben, konuyu sadece kendisine hatırlattım. “Yakın düşünce tarihimizle yakından alakadarsınız. Mesela, Bediüzzaman’ın hayatı ve eserleriyle neden uğraşmıyorsunuz?” demiştim. Sadece hatırlatmıştım. O da, “Doğru” diye tavsiyeme iştirak etmişti. Böylece çalışmaya başlamıştı.

Türkiye, İngiltere, İtalya, Mısır, Suudi Arabistan üniversitelerinde Risale-i Nur’lar ve Bediüzzaman üzerine tezler ve çeşitli çalışmalar yapılıyor. Bu konuda ne diyorsunuz?

İnceleyin:  Hiçbir insanın Cenâb-ı Hakka itiraz hakkı yoktur

– İnsan bir günde zulmetten nura gelmez.

“Olma ye’s ü ümmid ile hemdem / Alem-i inkılabdır alem.”

Beş dakika sonrası bize ait değildir. İnsan için hiçbir şey mutlak olmamak lazımdır. Beyne’l-havf ve’r-reca (korku ve ümit ortasında). Müzmin her zaman böyle olmalıdır. Alem mütemadiyen değişmektedir. Bu değişen alem içinde, hiç bir zaman mutlak bir ümit veya yeis sõz konusu olamaz. Ümit lazım, fakat mutlak değil…

Bu çalışmalar çok güzel bir ümittir. İnsanlar ve zaman değişiyor. İktidarımız, ancak hüsnüniyetimizden ibaret olabilir. Ancak niyetimizi ve ihlasımızı kontrol altına alabiliriz. Bir dakika sonrasını bilmiyoruz. Bu ana göre, bu durum bir güzelliktir.

– Bugün Risale-i Nur’lar ve Bediüzzamanın hayatı, birçok yayınevi tarafından beş dilde, dünyanın muhtelif ülkelerinde ise on dünya diline çevrilip neşredilmektedir. Sizin tabirinizle “kendi bağrımızdan çıkan” Nur risalelerinin bu fütuhatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Bu büyük fütuhat, büyük bir imparatorluğun son sözleridir. Bu hareket, Osmanlı devletinin bir nevi vasiyetidir. Bedüzzaman Hazretleri, Osmanlı devletinin son temsilcisidir. Risale-i Nur’lar, Bedüzzaman Hazretlerinin insanlığa hitabesidir.

– Bediüzzaman ve Nur talebelerinin İslam iman hizmetlerindeki fedakârlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Son elli yıl içinde çeşitli felaket ve musibetlerle uyuşan geniş halk tabakalarına Hakkın ve İslamın şuurun sesini haykıran tek mücahid: Bediüzzaman Said Nursi’dir.

Ülkemizin yüzüstü bırakılan insanları, onun Nur Risalelerini okuyarak İslamiyetin ne kadar aydınlık, ne kadar muhteşem ve ne derece şerefli bir inanç manzumesi olduğunu idrak ettiler. Zilletleri izzete tahavvül etti. Mukaddes iman ateşini söndürmek için bütün çile ve işkencelere katlandı. Sonunda dünyadan edebiyete muzaffer olarak intikal etti. Bediüzzaman; ışığı vatan sathına en çok yayılan gür bir meş’aledir. İslamın bayrağını zinde bir imanla gelecek nesillere devretmek için hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen Nur Talebeleri hem sayı, hem ihlas bakımından önde olmak vasfını muhafaza etmektedir.

– Risale-i Nur Külliyatının dilini ve üslubunu nasıl buluyorsunuz?

– Her eser kendi diliyle doğar. Risale-i Nur’un dili Kur’anî ve İslamî bir lisandır.

Evveliyetle Kur’ani ve İslamî kelimeler tercüme edilemez.

Risale-i Nur imanın dilidir. İman tercüme edilemez. İman, hendese değil ki tercüme edilsin.

Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerini, ancak, Said Nursi kabiliyetinde ve İslami kelime hazinesini onun kadar iyi bilen birisi nihayet tevil ve tefsire kalkışabilir. Bunu da ne kadar yapabileceği yaptıktan sonra belli olur.

Risale-i Nurları tercüme etmek mümkün değildir. Risale-i Nurları anlamaya çalışmak, ancak bize nasip olabilecek en büyük mükafattır.

Risale-i Nurun kelimelerl üzerinde oynamak kimsenin hakkı değildir, haddi de değildir.

– Şarktaki ve Garbtaki eserleri okuyup, bilen bir Müslüman mütefekkir olarak, tedkik edip istifade ettiğiniz Risale-i Nurların dikkatinizi çeken, enteresan ve orijinal bulduğunuz bir cihetini anlatır mısınız?

– Risale-i Nur hazinesinin şu ciheti bu ciheti diye bir tefrik yapılamaz.

Müstesna olan Nur eserlerinin bütünüdür. Risale-i Nur’da üslup ile mana tam bir ahenk halindedir. Denizin suyunda tuzla su nasıl kaynamışsa, Nur eserlerinde de mana ile üslup o şekilde kaynaşmıştır.

Bediüzzaman mükemmel bir hafıza ile bütün kaynakları ezberlemiştir.

Bediüzzaman’ın bir kütüphaneye ihtiyacı yoktur. Onun eserleri İlham-ı Rabbãnidir.

– Risale-i Nur’un Türk ilinde ve Türk dilinde olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Koca bir devlet kurmuşuz, cihana hükmetmişiz. İslam dünyasında abilik vazifesi bize düşer. Dünya hakikatı bizden almış, iktibas etmişler. Büyük mesuliyetimiz var.

Risale-i Nur milletimize Rabbani bir iltifattır. Risale-i Nurun bizim ülkemizde çıkması Allah’ın bir nimetidir.

Risale-i Nurlar haysiyetimizin bir müdafaasıdır. İslam dünyasında ihraz etmiş bulunduğumuz mevki-i bülentin hakkı olduğunu isbat eden bir hüccettir. Yani Risale-i Nur bizim namusumuzu kurtarıyor.

Necmettin Şahiner – Cemil Meriç ile Nur Sohbetleri

Yusuf Aslan

Tarih talebesi ve ilme pek meraklı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir