“Ey Nefs, seni bu gördüğüm yollara sevk eden şey birinci derecede ‘Cehl’ ve ikinci derecede ‘Şehvet’dir.
Âdem -Allah’ın selamı üzerine olsun- devrinden beri dünya yüzünde her ne fitne ve fesad olmuş ise ekserisi Cehl yüzünden olmuştur. Cehl bertaraf olsa Şehvet seni pek de fenalığa sevk edemez. Îlahî mahlukât içinde Cehl’den alçak ve bundan rezil bir şey yoktur. Cehlin tehlikesi her fenalıktan daha fazladır ve hatta küfrün türlü türlü kısımlarından birinci kısım olup küfrün başlangıcıdır. Bilgisiz olmasıyla cehle nisbet olunan küfür diğer kısımlardan daha şiddetlidir. Zîrâ cehlin şevkle işlenilen küfür, onu yapanları ebedî azaba uğratır. Yani cehl öyle zararlıdır ki insanı ebedî azaba uğratan küfüre kadar sürükleyebilir.
Ey Nefs! insan için imtiyaz sebebi olan saadetin esası ‘Ilm’ olup ‘Cebi’ ile arkadaş olanlar bu imtiyazdan mahrumdurlar. Onlara:
“işte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır”(belhüm adal) denilir.
Cehl ile sohbet edenler Hakka yakın sözleri dinlemekten gaflet ederler. Vakit vakit dalalet yoluna gidderler, ne yolda gittiklerini bilmezler, insanlığın ne olduğunu bilmezler, tanımazlar. Nereye gitseler yollarını şaşırarak kayıp ve yok olurlar. Cehl ile dostluk kuranlar ağızlarından çıkan sözün manasını anlamazlar, kalıp ve kıyafetçe pek yakışıklı görünen bir câhil söze başlayıp da ağzını açsa:
“Fıstığın içi yoksa eğer, içi boş olan vakite eşittir.’’
meali onun hayat hikâyesi sayılır.
…………….
“Ey Nefs, Cehl ile dostluk eden adama câhil ve onun elinden yakayı sıyırmış olana âlim derler. İlim,işlerin en faziletlisi olduğu için bilgi sahibi olmayı istemek taleplerin en üstünüdür. Öğretmek, ders vermek de ifâde etme gücünün en üstünüdür. Alim de en faziletli olana sahip kişi demektir. Onun için âlime fazilet sahibi manasına gelen fazıl ismi verilir.
Dünya ve âhirette saadetin aslından, kıymet ve yücelik kaynağı olan hallerden her kim ayrı kalmış ise, bu hicrana sebep olan ve kişiyi zelil eden cehalettir. Cehaletin kovulması ise ilimden başka sûretle elde edilmez. Din ve dünyaca herkesin en fazla istediği şeref, ilim ile varolmaktır. Cehaleti ortadan kaldırarak ilme bağlanan kişiler, gerçekleşmesi mümkün her ne kadar istekleri var ise hepsine ulaşırlar:
Dünyada nizâm olmadıkça dince dahî nizâm olmaz. Çünkü dünya âhiretin tarlası olduğundan, bunda ekmedikçe onda biçilmez. Dünyanın nizâmlarına tabi olmak çok mühimdir ve bunun da ilim olmadan olmayacağı su götürmez bir gerçektir.
Ey Nefs, insan bir cisim ve bir de ruhtan ibaret olup bu iki şeyin her birinde özel, türlü türlü lezzetler vardır. Cismin lezzetleri yemek, içmek, uyumak, cima etmek gibi lezzeti çabuk yok olan işler olup, bu işlerde alınan zevk balonundan hayvanlar dahî ortaktır. Cismanî lezzetler insanı aynı cinsi olmayan takımdan yani hayvanlardan üstün hâle getiremez. Ama ruha özel olan, tesiri iz bırakan lezzetler ‘’ilim” ile olup ilmî lezzetlerde hayvan, insan ile müşterek olamaz, insan, ruha lezzet veren şerefli ilimleri, ilim sahibi kişiler ve kendine has nitelikler vasıtasıyla kabul edip, bu kabul edişi ortaya çıkıp arttıkça ruh lezzetlenerek başkalaşır. Ve ondan evvel insan kendisini şöylece gezip oturmak, yiyip içmek ve yukarıdan ağzına geleni söylemek ve sıkıldıkça-sıkıştıkça aşağıdan pislikleri defetmek için yaratıldığını zanneder. Hüner ve marifetten uzak olan cisminin leşini cenaze gibi gezdirirken, şerefli ilimlere bağlandıktan sonra dünyaya gelişinden muradın dört ayaklı hayvanlar gibi geçinmekten ibaret olmadığını bilip insâniyyet nâm ve şânını kazanmış olur.
Ey Nefs, dünya ve âhirette insana iftihar sermayesi, ancak ilim olup, ilim olmadıkça insanda iftihar sebebi sayılacak bir şey bulunmaz.
Câhil her ne kadar söyleşir ve kendisine söylenildiğinde anlar ise de onun bildiği ve anladığı kendisine yarayacak şeylere ayrılmıştır. Câhiller, cihanın hallerini, insan ve hayvanın niteliklerinin ne olduğunu, ne için dünyaya geldiğini, insanlarla güzel geçinmenin ne surede meydana geleceğini, yerlerde ve göklerde sonsuz büyüklüğü ve kudreti, yani Allah’ın kudretini isbata delâlet eder neler bulunduğunu bilmezler. Câhiller, kendisinin halk üzerinde ve halkın kendi üzerinde olan hakkını ve onlarla ilişkilerin nasıl olması gerektiğini ve İnsanî ahlâkın güzel hasletlerle süslenmesi ve ıslahının ne ile meydana geleceğini bilmezler. Câhiller, dünyevî saadet ve uhrevî kurtuluşun ne vesile ile elde edilebileceğini bilmezler. Kendisine tâbi olunan ya da olunması gereken devlet ve hükümete itaatin neyi ve itaatsizliğin hangi hâli gerekli kılacağını ve bu itaatçe olan meşrûiyyetin derecesini de câhil olanlar bilmezler. Bütün bunları âlimler bilirler.
Câhiller:
“Kişi bilmediği şeye düşman kesilir.” hükmünce malumat elde etmeye uğraşan kişilere beyhude yere vücutlarını yoruyor, zihin ve şuurlarını karıştırıyorlar nazarıyla bakıp, Yaratılış’ın gayesinin ne olduğunu bilmezler ve bilmek de arzu etmezler.
Diyarbekirli Mehmed Said Paşa – İnsan’a Tutulan Ayna
0 Yorumlar