Eskilerin hayatı anlamaları ve bir özge temâşâ ile seyretmeleri imrenilmeyecek gibi değil. Söz uçar, yazı kalır ya; iyi ki bir kısmını yazmışlar da, modernitenin bunalttığı ve insanlığımızı acımasızca tükettiği günümüzde bize bir nefes alma imkânı bahşetmişler. Divan şâirleri bazen rindâne söylemişler, bazen âşıkâne, bazen de hakîmâne.
Bilhassa hikemî söyleyişler ihtivâ eden, bir hayat düsturu ortaya koyan beyitlerle alâkadar olmayı –moda deyişle- hobi olarak tavsiye ederim herkese. Günümüzün –yine moda deyişle- stresli ortamında âsûde zaman ve mekânlardan esintilere o kadar muhtaç bulunuyoruz ki…
Altının kıymetini sarraf bilirmiş, incinin hâlisini kimyâger anlarmış ve bülbül gül ararmış. Şöyle bir dinlenme ihtiyâcı duyduğunuzda sayfamızın müdavimlerine refâkat etmesi için şu beyitleri arz ve takdim ediyorum.
Güle gûş ettiremez yok yere bülbül inler
Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur kim dinler – Karamanlı Kâmî
(Zavallı bülbülün sesini işittiremeden boşu boşuna gül için feryâd etmesi gibi; dostluk ve vefâ sayfasını da ne okuyan var, ne dinleyen.)
Gerdûn sitem-i baht-ı siyâh etmeğe değmez
Billâh bu gamhâne bir âh etmeğe değmez –İzzet Molla
(Felek, kara baht sebebiyle sitem etmeye değmez; bu alçak dünya da bir kez olsun âh! Etmeğe değmez.)
Erbâb-ı aşka pîşe hemân her gün âh imiş
Her bir nefes ki âh ile geçmez, günâh imiş
(Aşk ehli için her gün (âh!) etmek kaçınılmazdır; hattâ her nefes! Âh’sız geçen günü günah sayar onlar.)
Burada Yenişehirli Avnî Bey’in şu beyti de hatırlanmalıdır:
Sanman taleb-i devlet ü câh etmeğe geldik
Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik
[Bizim bu âleme makam ve mevki ele geçirmek için geldiğimizi sanmayınız; bir Yâr için âh etmeğe geldik biz. (Tabiîdir ki ilâhî aşk anlatılmaktadır)]
Yerin od etmedik kim vardır erbâb-ı mehabbette
Semenderler gibi uşşâk da sükkân-ı âteşdir
(Gönlünde sevgi bulunanlar ateşten uzak olmazlar; o kadar ki –efsâneye göre ateşte yaşayan semenderler gibi- ateş aşıkların mekânıdır.
Sunar bir câm-ı memlû, bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-i murâd üzre felek ammâ neden sonra – Mezâkî
(Felek, bin boş kadehten sonra bir dolusunu sunar ve arzuya uygun da döner amma neden sonra; sabır gerek)
Rûzigârın böyle eyyâmından olma Örfî şâd
Keştî-yi mihnet-zeden bahr-i serâb üstündedir Örfî
(Zamanın getirdiği böyle bahtiyar günlerde hemen sevinivermemeli; zira bindiğin tekne şöyle dursun, onun üstünde bulunduğu deniz dahî seraptan ibarettir; hayâldir hayâl!)
Câm-ı safâ gerekmez dünyâ-yı dûn elinden
Merdâneler şikârı almaz zebûn elinden –Nev’î
(Alçak dünyanın elinden gelecek mutluluk eksik olsun, tenezzül etmemeli; zira mert avcıya yakışır mı zavallı birinin avını elinden alsın.)
Gam çekme câm-ı mergi yeksân sunar zamâne
Ol zehri Cem de çekmiş gerdûn-i dûn elinden – Nev’î
(Hiç üzülme, ölüm kadehini herkese eşit sunarlar; o zehri İran’ ın meşhur ve mağrur hükümdarı Cem almaktan kurtulamadıktan sonra…)
Kef kef geçer denizler âvâre muzdarib hal
Dağlar şikâyet eyler sabr ü sükûn elinden –Nev’î
(Şu garip hale bakınız ki; denizler sürekli hareketten yorgun düşmüş, dağlar hareketsizlikten şikâyet ediyor. Öyle mi olmalı halbuki; kadere rızâ lâzım.)
Ağniyâya arz-ı hâcet etme müstağnî bulun
İhtiyâcın söylemekdir, şahsı ednâ gösteren
(Yunus Emre merhûmun Elsiziz, belsiziz, dilsiziz ammâ –Yaşarız âlemde erkekçesine demesi gibi; zenginlere ihtiyacını söylemeye tenezzül etme; fakirlere yakışan nazdır)
Yahya Kemal, Neşâtînin bir gazelinden yalnız şu beyti edebiyattan anlayan bir Fransıza okuyup îzâh ediyor. Diyor ki adamcağız “Pes doğrusu! bu beyitten başka hiçbir eseriniz olmasa kâfîdir”:
Ettik o kadar ref-i teayyün ki Neşâtî
Âyine-i pür-tâb-ı mücellâda nihânız
(Maddeden sıyrılıp, manaya inkılâb etme işini öylesine ileriye götürdük ki; son derece parlak –üstelik cilalanmış, yani gösterme kabiliyeti artırılmış- aynanın karşısında bile görünmez olduk.)
Âsûde olam dersen eğer gelme cihâne
Meydâne gelen kurtulamaz seng-i kazâdan –Ziyâ Paşa
[Başının rahat olması ancak bu dünyaya gelmemekle mümkündür; o ise muhâldir. Dünya harp sahası gibidir; taş isabetinden kurtulmanın imkânı yoktur. (Gam gider, hicrân gelir, şâd olmanın imkânı yok) Ziya Paşa bu beytinde ‘kazâ’ kelimesini iki anlamıyla kullanıyor ve ikisi de anlamını buluyor: sana nişan alınarak atılmış olmasa da kazaen isabet edecek taştan kurtulamazsın; kaderin hükmü olarak taş isabetinden seni hiçbir şey kurtarmaz.]
Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız
Âteş kesilir geçse sebâ gülşenimizden
(Sultan II Selim’ e ait olan bu beyt Yahya Kemal’i kıskandırmış. Demiş ki “En az Selimiye kadar ihtişamlı; bir şâir olarak bunu yazan ben olmak isterdim.”)
Yahya Kemâl’ in dediği gibi değil mi efendim:
Eslâf kapıldıkça güzelden güzele
Fer vermişler o neşveyle gazelden gazele
Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadîm
Bir meş’aledir devredilir elden ele
(Eskiler güzele gönül verince gazellerle tesellî bulmuşlar; elden ele devredilerek kıyamete kadar sönmeyecek bir meşâledir eski şiirimiz.)
Av. Hayati İnanç – Can Veren Pervaneler,syf.26-30