Psikanalitik Uçurum

GettyImages-iwruggia0137c-568e6a7c3df78ccc1572a306-300x194 Psikanalitik Uçurum

Çok daha ciddi sorunlar yaratan bir diğer davranış biçimi de pek çok Müslüman psikologun, Batılı psikologların kısmen veya tamamen terk ettiği kertenkele deliğine dalmalarıdır. Psikanalitik çukur bunun en açık örneği ve muhtemelen en tehlikeli olanıdır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi psikanaliz, sadece ruhsal rahatsızlıkların tedavisiyle ilgilenen psikolojik bir ekol değildir. Freud’un dünya çapındaki etkisi, modern tıbbın ve klinik psikolojinin sınırlarını geçmiş ve bu etkiler, sosyal bilimler, felsefe, din, sanat ve edebiyatta büyük ölçüde hissedilir olmuştur. Amerikalı bir tarihçinin söylediği gibi: “… Amerika daki tüm ideologların en etkilisi ve önemlisi, kuşkusuz 1909’daki ziyaretiyle kamuoyunda gerçekten depreme neden olan Sigmund Freud’dur”32 Bu depremin titreşimleri güçlü ritimleriyle, Müslüman genç bilim adamlarımızın en temel dinî ideolojilerini sarsmıştır.

Müslüman psikolog ve psikiyatristlerin çoğu psikanalize büyük saygı duymakta, her türlü normal ve anormal davranışların açıklanmasında Freud un kavram ve teorilerini, bireylerin uyum sorunlarından çeşitli kültürlerdeki Müslümanların müşterek sosyal davranışlarına kadar çeşitli alanlarda kullanmaktadır. Küçük örneklemlerden ve uyarlanmamış psikanalitik yönelimli projektif testlerin sonuçlarından hareketle yapılan aşırı genellemeler, ne yazık ki Freud’un teorilerine dayalı sosyal psikoloji ve sosyal antropoloji çalışmalarının başlıca özelliğidir. Bu psikologlardan biriyle konuştuğumuzda “id”, “libido” veya “Oedipus kompleksi” gibi belirsiz kavramların, sanki test tüplerine konup ölçülebilir fiziksel olgular olduğunu sanırsınız. Oysa, gerçekte bu belirsiz kavramlar bilimsel doğrulamaya yatkın olmayan belirsiz terimlerdir.

Psikoterapötik alanda, psikanaliz daha büyük bir sorun doğurur. Bir defasında, dindar bir Müslüman psikiyatrisi bana sinirli, gergin ve sürekli olarak anüsünü kaşıyan üç yaşlarındaki bir çocuğun babasına bu davranışının cinsel gelişiminde normal bir evre olduğunu, çünkü onun ‘anal dönem’in son zamanlarında bulunduğunu söylediğini anlatmıştı. Bu psikiyatrisi, çocuğun, Freud’un teorisine göre anüsünü libidinal cinsel güdülerini tatmin etmek için kaşıdığını ve dışkısını tutma veya çıkarma psikoseksüel gelişim evresinde bulunduğunu sanıyordu. Freud bu evreye büyük önem verir, hatta yetişkin insan davranışlarını, onların çocuklukta bu anal dönemdeki tecrübeleriyle açıklar. Açgözlü, inatçı ve düzenlilik konusunda takıntılı bir yetişkin, Freud’a göre anal dönemde dışkısını tutan bir çocuk olarak yetişmiştir; bu çocuk, ebeveynlerin yalvarma ve suçlamalarına karşılık, dışkısını çıkarmayıp tutmaktan zevk almıştır. Diğer taraftan dışkısını boşaltan çocuk, ebeveynlerinden büyük övgü almakta ve bu kişi büyüdüğünde cömert ve hayırsever bir yetişkin olmaktadır. Ancak yukarıdaki vakada bahsedilen çocuğun, anüsünü bağırsak kurtları nedeniyle kaşıdığı sonradan anlaşılmıştır.

Dindar psikiyatristlerimiz arasından böyle psikanalitik yönelimli bir psikiyatristin çıkması bizi şaşırtabilir. Ne var ki bu kişiler, Freud’u dikkatlice okumuşlar ve onun tercüme edilmiş bazı ifadelerini ezberlemişlerdir. Namazında niyazında bir Müslüman olmalarına rağmen, bundan ne suçluluk duymuş ne de zihinsel bir çatışmaya düşmüşlerdir. Bazen bu bilim adamlarının, duygusal ve zihinsel hayatlarını su geçirmez iki bölüme ayırdığını yahut dışardan bakıldığında hiç de patolojik görülmeyen bir çift kişilik oluşturmayı başardıklarını düşünürüm. Yoksa insan, dini açıkça alaya alan ve tüm insan davranışlarının belirleyicisi olarak cinselliği ön- celeyen bir kişiye duyulan körü körüne hayranlığı nasıl açıklayabilir ki?

Daha az dindar olan Müslüman psikiyatristler ise yetişkin hastalarına, -kelimenin tam anlamıyla- ahlaksızca bazı cinsel öneri ve yorumlarda bulunmuşlar ve Freudyen teorinin bilinçaltındaki cinsel enerji, çözülmemiş kompleksler, baskılar ve benzeri kavramlarıyla bu kişilerin yaptıklarını kabul edilebilirmiş gibi ortaya koymuşlardır. Bu tavırlarıyla, Müslüman hastalarını
tedavi etmek yerine onlarda suçluluk duygusunu geliştirmişlerdir. İnsanlığın tüm problemlerini çözmek üzere gelen İslam gerçeği hakkında onları şüpheye düşürerek, katlandıkları ızdırapları çoğaltmışlardır. Batının kutsal ilmiyle donanmış bu doktorlar, İslam yasak olduğunu söylese de, aslında zinadan kaçınmanın psikolojik zararlara neden olabileceğini söylemişlerdir; halbuki birinden birinin yanlış olması gerekmez mi?

Freudyen Kuyunun
Zifiri Karanlığı

Psikanalitik kertenkele deliğinin kuytu köşelerine merakla dalmış üçüncü grup, adeta kendilerini Avrupalı ve Amerikalı profesörlerin üzerinden tanımlayan ve eğitimleri süresince psikanalize tabi tutulan nitelikli birkaç Müslüman psikanalisti içerir. Psikanalizi sadece tedavilerinde uygulamakla kalmayıp, aynı zamanda onun felsefi teorisinin ve ideolojik duruşunun fanatik propagandasını da yapan bu kişilerden, Arapça konuşulan ülkelerde psikanaliz konusunda yaptığı çalışmalarıyla tanınan bir uzmana burada değinmek uygun olabilir.

Dr. Milleegi’nin Religious Development in Children and Adolescents [Çocuk ve Ergenlerde Dinî Gelişim] isimli kitabının33 sunuş yazısında, tanınmış Mısırlı analizci Dr. Mustafa Zevar, din psikolojisi konusunda bilimsel bir anlayışa ulaşma çabalarının 19. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleştiğini söyler. Ancak, bu çabalar katkıları açısından sınırlıydı. Dinî olguyu anlamak için insan psişesinin doğasını araştırmanın gerekliliği artık açıkça ortaya çıkmıştır. Diğer bir deyişle, esas araştırılması gereken insanın bilinçaltı boyutudur. Dolayısıyla, Zevar’a göre Freud’un psikanalitik keşiflerinden önce,insanlığın dinî gelişiminin bilinmesi imkânsızdır! Zevar, takıntılı nevrozla din arasındaki ilişkiyi, daha önce de ifade ettiğim gibi psikanaliz “bilimi’nin kanıtlanmış gerçekleri olarak sunulan Freudyen kurgular üzerinden açıklamaktadır. Açıkça şöyle der:

Psikanalitik süreç, deneysel bilimsel araştırmanın tüm şartlarını taşımaktadır. Bu nedenle, sonuçları tüm deneysel çalışmalarda olduğu gibi, geçerli ve güvenilirdir.34

Sonra, Freudyen teoriyi özetler. İnsanoğlunun Tanrı kavramı ve O’na bağlılığı, sadece ve sadece bir baba figürü serabına koşmaktır. Dr. Zevar’ın ifadesinin çevirisi şöyle seyreder:

… Hiç şüphe yok ki psikanaliz, dinî hissiyatın kaynağını ve insandaki dinî gelişmeyi en açık şekilde göstermektedir. Çocuk babasını idealize eder, en güçlü ve en bilgili olarak onu görür. Fakat iyi bilinen “oedipal” evreden geçerken, babasının zayıflığını keşfeder; onun yerine her şeyi bilen, en güçlü, yeni ve daha ulvi bir varlığa bağlanmaktan başka çare bulamaz ki, o da Allah’tır.1351
Dr. Zevar’ın orijinal ifadesinde, “Tanrı” yerine “Allah” kelimesini kullanmış olduğunu vurgulamak ilgi çekici olacaktır.35

Bilindiği gibi, Freud’un insanın Tanrıyı nasıl keşfettiğini36 açıklarken yararlandığı ve Dr. Mustafa Zevar gibi bir Müslüman tarafından da bir papağan gibi tekrarlanan “oedipal çatışma”, çocuğun karşı cinsten ebeveynine duyduğu cinsel istek ve aynı cinsten ebeveynine karşı duyduğu nefretle ilgili birtakım bilinç dışı duygu ve fikirlerdir. Freud’a göre üç ile beş yaşları arasında ortaya çıkan bu saplantı, tüm çocukları etkileyen evrensel bir olaydır. Küçük erkek çocuk annesini sever ve çocuksu bir cinsel sevgiyle annesinin tamamen kendisine ait olmasını ister. Fakat aynı zamanda, babasının misilleme ve rekabetinden de korkar. Bu arada kız kardeşinin penisinin olmadığını fark eder ve aynı cinsel dürtülere sahip olduğu için babasının, kız kardeşininkini keserek onu cezalandırdığı ve küçük bir çıkıntı olan klitorisi bıraktığı sonucuna varır. Freud, adını eski Yunan mitolojisinden aldığı bu teorinin kanıtını kendi başından geçenlere dayandırır. Unutmuş olduğu çocukluğunun cinsel hatıralarını ayrıntılarıyla incelediğini iddia ederek, bir defasında çıplak gördüğü annesine cinsel istek duyduğunu söyler.37 Bunun dışındaki diğer tek kanıt bir avuç hastasının anlattıklarından kendi analizine dayanarak çıkardığı klinik bulgulardır. Bugüne kadar, onun bu önermesini doğrulayan bir başka dayanağın bulunmayışı, bazı psikologları “oedipal çatışma’nın bu dünyada sadece tek bir kişiyi, Freud’u üzdüğünü söylemeye sevk etmiştir.

Dahası, insandaki dinî gelişmeyle ilgili Dr. Zevar ın tüm deneysel bilimler kadar güvenilir ve geçerli olduğunu söylediği bu görüş Freud’un da değildir. O, bu görüşü ironik bir şekilde 19. yüzyıl filozoflarının kurgularından ahntılamıştır. Ellenberger’e38 göre filozof Taine’nin yazıları Tarde tarafından geliştirilerek sistemleştirilmiş ve Freud çocuğun dinî gelişimindeki baba figürünü ondan “ödünç” almıştır. Tarde, çocuğun bilinçli veya bilinçsiz olarak babasını taklit ettiğine ve onu ilk sahibi ve rahibi olarak gördüğüne inanıyordu. Bu taklit Tarde tarafından “asıl olgu” (primal phenomenon) olarak görülerek, önce “hipnotizma” ile daha sonra da bir tür “görünmez cinsel bağ” ile mukayese edilmiştir.

Müslüman bilim adamlarının böyle temelsiz teorilerle ilgili dogmatik kabulleri ve bu teorileri Rahman ve Rahim olan Allah’a karşı yaptığımız ibadetlerimizi ve dinî bilincimizin oluşumunu açıklamakta kullanmaları gerçekten üzücü bir olaydır. Yine bu yazıların, üniversite öğrencileri tarafından yüksek bir otoriteden gelmiş kelimeler gibi kabul edilerek, Arapça konuşulan üniversitelerde bu derece yaygınlaşması rahatsızlık vericidir.

İnceleyin:  İnsan Sorumluluğu

Freud’un dinî gelişimle ilgili ateist teorisini ortaya koymak için hareket ettiği gözlemlerden, Müslüman bir psikolog da İslami perspektifli bir teori geliştirebilirdi. Örneğin; Freud, çocuğun babasına karşı olan duygularını Oedipus kompleksini geliştirmek için kullanıyor. Bir Müslüman ise aynı bilgiyi (çocuğun babasına karşı olan duygularını) kullanarak, fıtrat üzerine bir teori geliştirmek için kullanabilir. Kısacası, aynı veriyi gözlemleyip kayıt altına alarak, hem İslami hem de gayri İslami bir teori geliştirilebilir. İslam’ın tasvir ettiği şekliyle fıtratı, Allah’ın bizi dünyaya göndermeden evvel ruhlarımızla yaptığı anlaşma39 olarak özetleyebiliriz. Dolayısıyla, Allah’a “kulluk” bizim psişemize ve ruhumuza işlenmiş; sistemimize kodlanmıştır. Eğer bu dünyada Allah’a kul olunmazsa, doğuşumuzla beraber getirdiğimiz bu kulluk fıtratı bizi başka şeylere kul olmaya sevk eder. Çocuğun anne babasını ve esrarengiz güçleri yüceltmesi, onları bir tanrı gibi görmesi, bu doğal duygunun yani kulluk duygusunun sistemimizde köklü olarak yerleşik olduğunun kanıtıdır.

Batı’da Freud’un
Tahtından İndirilişi

Neyse ki psikiyatri ve klinik psikoloji üzerindeki psikanalizin ağırlığı Batı dünyasında gittikçe azalmaya başlamıştır. Psikanaliz “kateksis”, “libido” ve “id” gibi tanımlanması zor olan muğlak kavramlara dayanmasından dolayı, davranışçı ve deneysel psikologlar tarafından ağır eleştirilere maruz kalmış ve halen de kalmaktadır. Onlar, psikanalitik teorilerin çoğunun gözlemlerle teyit edilemeyecek veya yalanlanamayacak kurgulardan ibaret olduğunu, bu nedenle de bilimsel nitelik taşımadığını iddia etmektedirler. Örneğin, yeni doğan bir çocuğun psikoseksüel gelişmesinin oral evresinde, meme emerken ağzının erojen bölgesinden cinsel bir zevk aldığını nasıl doğrulayabiliriz? Kelimeleri yeni hecelemeye başlayan çocuğa “Yavrum, annenin memesini emerken bir haz alıyor musun?” diye mi soracağız?

Yine de bu kavramların ve onların dayandığı teorilerin belirsizliğine rağmen, pek çok araştırmacı psikanalitik iddiaları bütünüyle yalanlayan deneysel çalışmaları başarıyla gerçekleştirebilmişlerdir.

Malinowski,40 Torbiand adası sakinlerinde “oedipal çatışmanın hiçbir izine rastlamamıştı. Onun gibi Prothro, Lübnan’da çocuk yetiştirme uygulamaları üzerine yaptığı değerli çalışmasında, “anal kişiliklin (aşırı titiz ve takıntılı inatçı kişilik) Freudyen teorilerin tersine, gerçekte tuvalet eğitimi ile ilgisi olmadığını göstermişti.41 Frankl ise bir dizi çalışmanın sonucunda, kişilerin olumlu ve olumsuz baba imajları ile dinî inanç ve tutumları arasında hiçbir ilişki olmadığını bulmuştu.42

Bilimsel dayanağı olan psikologların Freud’a getirdikleri bir diğer temel eleştiri, onun bulgularını küçük bir hasta grubuna dayandırması ve çalışmalarında bilimsellikten uzak kontrolsüz gözlem yöntemlerini kullanmasıdır. Buna rağmen o, bu bulguları insan davranışlarını açıklamada genelleştirerek abartılı bir şekilde kullanmış ve teorilerinin evrensel olduğunu iddia etmiştir. Böylece, bir avuç Avusturyalı kadın hastadan elde edilen sonuçların, Afrika’nın kalbinde yaşayan ilkel kabileler için veya psikanaliz doğmadan yüzyıllarca önce ölen büyük adamların edebiyat ve sanat çalışmaları veya hayat hikâyeleri için de geçerli olacağını iddia etmektedir. Jehoda’nın dediği gibi, “En başta ve belki en fazla tekrarlanan suçlama, Freudyen teorinin test edilemeyecek ölçüde belirsiz oluşudur. Bu teori her şeyi açıklaması nedeniyle hiçbir şeyi açıklamamaktadır”43

Bazı psikologlar şimdilerde Freud’un doğa bilimlerinin iyi bir öğrencisi olduğuna, fakat onun düşüncelerini, tahrif edilmemesi için kasıtlı olarak test edilmeyecek şekilde formüle ettiğine inanmaktadırlar. Bu bile tek başına bilim felsefecilerinin iddia ettiği gibi psikanalizi bilim dışına itmektedir.

Freudyen teori, analizcinin her zaman haklı olduğunu iddia edebileceği birçok açığa sahiptir. Genelde bilinç dışı motivasyondan, özelde de ego savunma mekanizmalarından, araştırma verilerinde ve insanları manipüle etmede ustaca yararlanılmıştır. Bunların her biri teorinin yanılmazlığını ispat edecek bir biçimde kullanılmıştır. Basitleştirirsek, eğer analizci size bir duyguya sahip olduğunuzu söyler ve siz de kabul ederseniz o zaman o haklıdır, yok dürüst bir şekilde kabul etmezseniz o zaman, “Bu duygular sizin bilinçaltınız- dadır ve siz bir ego savunma mekanizması olan karşıt tepkiyle bilinçaltındaki bu duygularınızı bilinçli olarak inkâr etmektesiniz” der ve yine o haklıdır.

Psikoloji ve psikanaliz tarihi araştırmacıları Freud un arkadaşlarına yazdığı mektuplardan ve arkadaşlarının biyografilerinden önemli bilgiler elde etmişlerdir. Bunlardan biri belki de en önemlisi Ellenberger’in anıtsal eseri The Discovery of the Unconscious (Bilinçdışının Keşfi) isimli kitabıdır. En şiddetli eleştirmenleri bile, yakın zamanlara kadar Freud u orijinal fikirlere sahip biri olarak görüyorlardı. Fakat yapılan bu çalışmalar, fikirlerinin çoğunun ve hatta terminolojisinin bile başkalarına ait olduğunu şüphe götürmez bir şekilde ortaya koymuştur. Teorisinde ağırlık oluşturan ödünç aldığı fikirlerin çoğu, psikanalize karşı olumsuz duygular oluşturmayan fikirlerdi. Muhtemelen Eysenck i psikanaliz hakkında “Bu teorilerde doğru olanların hiçbiri yeni değil, yeni olan her ne varsa, onlar da doğru değildir. l44] şeklinde konuşmaya yönelten de budur.

Freudyen teorinin açığa çıkarılan bu yeni yönlerinin, aslında geleneksel Yahudi kertenkele deliğinden çıkarılmış olduğunu öğreniyoruz.

D. Bakan, ilgi çekici değerli çalışmasında Freud’un kaynaklarının iddia ettiği gibi hastalarına değil, onun çocukluk yıllarında aldığı Talmudik eğitime dayandığını söyler.45 Bu alanda yeni bir eser, Marthe Robert’in Fransız Gulliver ödülü ile ödüllendirilen From Oedipus to Moses [Oedipus’tan Musa’ya] İsimli kitabıdır. Robert bu çalışmasında, psikanalitik teorinin menşeindeki Freud un Yahudi geçmişinin etkilerini gözler önüne sermekte ve bunu, onun otobiyografik bilgileriyle ve yazışmalarıyla da belgelemektedir. Freud’un sahip olduğu “Yahudi ruhu” konusunda Marthe Robert şunları söyler:

Psikanalizle “Yahudi ruhu” arasındaki yakın ilişki o kadar açıktır ki, buna atıfta bulunanların çok azı Yahudi ruhunu tanımlamaya veya kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığını sorgulamaya gerek duymuştur. Freud, her ne kadar “Yahudi ruhu” üzerinde durmuyorsa da, özellikle mektupları ve otobiyografik çalışması dahil, sık sık bu ruhtan bahsetmektedir. Gerçekten o, inandığı entelektüel ve ahlaki özellikleri ile keşiflerini bağdaştıran ilk kişi olmuştur. Bu nedenle, ölümüne kadar yirmi yıl aktif üyesi olduğu “B’nai B’rith” isimli Yahudi liberal örgütünde yaptığı bir konuşmada çalışmalarının belirleyici unsurunu, kendisinin Yahudi tabiatına sahip olmasına dayandırmıştır. “Bir Yahudi olmam nedeniyle, diğerlerinin zekâlarını sınırlayan pek çok önyargıdan kendimi bağımsız olarak bulmuş ve yine Yahudi olmam nedeniyle ezici çoğunluğun fikirlerine katılmadan dilediğimi yapmaya ve muhalefet grubuna katılmaya hazırlanmıştım ” Sigmund Freud entelektüel mücadelenin ön saflarında yerini almak için özel olarak donatılmış bir “Yahudi doğası’ndan söz etmekle kalmamakta, aynı zamanda, “Psikanaliz ancak bir Yahudi tarafından keşfedilebilirdi” diyerek radikal bir sonuca varmakta ve insan ruhunun bu yöntemle araştırılmasının bu kadar gecikmesinin sebebini açıklamaktadır. Dostça bir tartışmaları esnasında Protestan papaz Oskar Pfister’e, “Şu dindar adamlardan biri çıkıp, niçin daha önce psikanalizi oluşturmadı? Tamamen dinsiz bir Yahudi’yi beklemek zorunda mıydı?”diye sormuştu.46

Psikanalizin gelişmesindeki Yahudi etkisiyle ile ilgili bu gerçekler, Peygamberimizin (sav) kertenkele deliği tanımıyla uygunluk göstermektedir.

Psikanalize en büyük darbe ise ironik bir şekilde psikoterapi alanından gelmiştir. Bu alan, Freud’un kendisini en çok güvende hissettiği, teorilerinin uygulanmasına gerekçe olarak sunduğu, iddia ettiği başarılarını gerçekleştirdiği ve tedavi ile hiçbir ilgisi olmayan din ve felsefe konularında bile at koşturduğu bir yerdi. Freud, “17. Yüzyılda Bir Şeytan Nevrozu” isimli makalesinde şunları yazar:

Psikanalizin en basit ilişkileri bile gereksiz ayrıntılarla karmaşıklaştırdığı, olmayan problem ve sırları keşfettiği, önemsiz ayrıntılar üzerinden tuhaf sonuçlara ulaştığı şeklindeki bilindik eleştiriyi işitiriz.1471

Bu türden eleştirilere karşı, Freud’un nevrozu anlama ve tedavi etmede teorisinin başarılı olduğuna dair, kendi iddialarından başka bir dayanağı yoktur. Aynı makalede şöyle devam eder:

Benim haklı çıkmamın nedeni, genel olarak nevrozun doğası ile ilgili araştırmalarımızın başarısına dayanır. Tevazu göstererek söyleme cesaretini buluyorum ki meslektaşlarımız ve çağdaşlarımız arasında en kalın kafalılar bile, nevrotik hastaların psikanalizin yardımı olmaksızın tedavi edilemeyeceğini anlamaya başlamış görünmektedir. Sofok- les’lnPhiloctetes isimli oyununda Odise’nin dediği gibi: “Truva, sadece bu şaftlarla48 alınabilir”49

Psikanalizin psikolojik tedavi olarak gerçek etkileri konusunda yapılan kontrollü birçok araştırmadan öyle anlaşılmaktadır ki, Truva henüz alınmamıştır, en azından Freud’un alçak gönüllülükle iddia ettiği biçimde…

Hastanelerde psikanalitik yönelimli psikoterapi ve psikanaliz alan bir grup nevrotik hastada yapılan araştırmaların sonuçları iki yıl sonra hastanelerde yatak eksikliği veya diğer nedenlerle tedavi göremeyen, dikkatli bir şekilde eşleştirilmiş kontrol grubu hastaların sonuçlarıyla karşılaştırılmış, şaşırtıcı olarak iki grupta da iyileşme oranlarının aynı olduğu görülmüştü. Deney, nevrotik çöküntüden muzdarip olan askerlerde, duygu durum bozukluğu olan çocuklar ve suçlularda tekrarlanmış, sonuç her zaman aynı çıkmıştı. İstatistiksel önemi olan bir farklılık görülmemişti.50 Bu araştırmaların yanı sıra psikolojik rahatsızlıklara basit, fakat çok daha etkili bilimsel açıklamalar getiren “davranışsal terapi” gibi yeni tedavi ekollerinin doğması, psikanalizin tahttan inmesinin başlıca sebepleri arasındadır.

İnceleyin:  İsmail Kara - İçimden Geçen Günler 'Notlarım'

Bugün bir taraftan İngiltere ve Avrupa’da pek çok psikologun psikanalizden yüz çevirdiğini ve İslam’la nispeten çatışmayan yeni rakip ekollerin ortaya çıktığını görürken, diğer taraftan Müslüman ülkelerde birçok psikologun kendilerini hâlâ Freud’un kertenkele deliğinde emniyette hissettiklerini görüyoruz. Bunlar arasında Dr. Zevar gibi bazıları, insani duyguların en yücesini, Allah’ın Müslümanlara en büyük ihsanı olan çocuğu ve ebeveyn-çocuk ilişkisini, Oedipus kompleksiyle ve küçük çocukların babaları tarafından penislerinin kesileceği korkusuyla açıklanmasına izin vermektedirler.

Batılı psikologların kısmen veya tamamen terk ettikleri kertenkele deliğine körü körüne büyük bir merakla girmekte ısrar eden Müslüman psikologlar için gerekli uyarıyı yaptığımı umarım. Onlardan çoğunun Batılı psikoloji teorilerini hiç eleştiriye tabi tutmaksı- zın papağan gibi tekrar ederek, sadakatle uygulamaları gerçekten esef vericidir. Gördüğümüz gibi bu zihinsel esaret, ne yazık ki sadece bilimsel psikolojiyle sınırlı değildir. Doğup geliştikleri ülkelerde bile etkilerini kaybetmiş olan İslam dışı felsefe yönelimli Batı psikoloji ekollerinin çok sayıdaki dindar takipçisi, İslam üniversitelerinin kürsülerinde hâlâ bu ekolleri canlandırmaya çalışmaktadır.

Müslüman Psikologlar Olarak
Batı Psikolojisi Hakkında
Neler Yapmalıyız?

Şimdi, modern Batı psikolojisinin İslam ideolojisine yönelik fiilî ve muhtemel bazı tehditlerini tartıştıktan ve Müslümanların Batılı bir psikolog veya psikanalist modeline öykünmeleriyle ilgili örnekleri verdikten sonra kalemimi yerine koymadan, iki zor soruya deneme mahiyetinde de olsa bir cevap aramaya çalışacağım. Bu sorulardan birincisi, “Kertenkele deliğinden başını çıkarabilen çok az sayıdaki Müslüman psikoloğun durumu nedir?” İkincisi, “Büyük çoğunluğu Batı psikolojisine uymuş meslektaşları hakkında, bu psikologlar neler yapabilirler?”

Bir gün meşhur Mısırlı Müslüman düşünür Muhammed Kutub’un verdiği oldukça aydınlatıcı bir konferansın ardından, Suudlu bir eğitimci “Müslüman- lar olarak modern psikolojiye ihtiyacımızın olmadığını” söylemişti. “Bu bilim, bütünüyle bize yabancı, kâfir Batı uygarlığının ürünü olan teori ve uygulamalardan ibarettir” diyerek, Müslüman bilim adamlarının İslam ideolojisine dayalı yeni bir psikoloji metni yazıncaya dek, modern psikolojinin Suudi Arabistan’ın eğitim müfredatından çıkarılması gerektiğini savunuyordu. Gerçekten de son zamanlarda üniversitelerimizden birisi, bir profesörün gayri islami psikolojik bilgileri şiddetle savunması nedeniyle, psikoloji bölümünü kapatmıştı.

Birinci soruya, Müslüman bir psikologun Suud- lu eğitimci gibi düşünmemesi gerektiğini söyleyerek cevap vermek isterim. Zira onun düşünceleri yönünde hareket etmenin, tıpkı içindeki sağlıklı bebeklerle birlikte banyo suyunun dökülmesi veya değerli şeylerin atıklarla birlikte çöpe atılması anlamına geleceğine inanıyorum.

Bir kere, modern psikoloji tümüyle “Batılı” değildir. O, büyük ölçüde insan hakkında yine insanların deneyimlerinin birikiminden meydana gelmiştir. Modern psikoloji bu deneyimlerin gözlem, deney ve ölçümleme ile süzgeçten geçirilmesiyle oluşmuştur. Modern eğitim teorileri ve benzeri branşlarda, Aristo’ya ve eski Yunan filozoflarına kadar uzanan fikirler bulunur. Kişilik, sosyal psikoloji ve hatta psikoterapi gibi alanlarda Doğulu düşünürlerin isimlerinden bahsedilmese de, onların yapmış olduğu katkılar açıkça ortadadır. Bunların arasında, birçok Müslüman atamızı bulabiliriz. Psikoterapi ve psikiyatride İbn Sina, sosyoloji ve sosyal psikolojide İbn Haldun, rüya yorumlarında İbn Şîrîn ve kişilik çalışmalarında Muhasibi ile Gazali bunlar arasındadır. Bu nedenle, yanlışlıkla attığımız “bebek”lerden bazılarıyla aramızda kan bağı bile olabilir. Ve yine unutmamalıyız ki saygın Müslüman psikologlarımızdan bazıları, bugün bile Batının akademik ve uygulamalı psikolojisine katkıda bulunmaya devam etmektedir. Bunun örnekleri, Ebu’l-Aziz el-Kavsi’nin zekâ faktör analizinde, Şerif’in deneysel sosyal psikoloji alanında ve Mustafa Suef’in kişilik ve benzeri çalışmalarında açıkça görülebilir.

Bunun yanı sıra, modern bilimsel psikoloji Batı uygarlığının çocuğu olsa da eğitim, askerî ve tıbbi sistemlerini geliştirmek isteyen hiçbir ülkenin, tamamen onlarsız yapamayacağı pek çok yararlı araç ve uygulama geliştirmiştir.

Önceden de sözünü ettiğim gibi, zekâ testleri beşerî yeteneklerin ölçümünde büyük bir keşif olarak düşünülmektedir. Bu testlerin eğitim, iş dünyası ve diğer alanlardaki değeri inkâr edilemez. Onlardan savaşta ve barışta büyük ölçüde yararlanılmıştır. Diğer test tipleri el becerilerini, tutumları, mesleki ilgileri, duygusal rahatsızlıkları ve başka değişkenleri ölçmektedir. Hatta insandaki duygusal değişiklikleri ortaya çıkarmak için özel olarak geliştirilmiş bazı araçlar, yalan tespiti, psikoterapi ve diğer amaçlar yönünde başarıyla kullanılmıştır.

Müslüman ülkelerin de öğrenme alanında psikolojinin katkılarına ihtiyaçları vardır. Bu alan saf deneysel araştırmalara açık, din dışı spekülatif teorilere büyük ölçüde kapalı olan bir alandır, öğrenmenin doğası, motivasyon ve pekiştirme, eğitimin transferi, hatırlamanın doğası, unutmanın sebepleri ve benzeri konulardaki sorulara cevap aramak için hayvanlar ve insanlar üzerinde mükemmel araştırmalar yapılmıştır. Öğrenme teorisyenleri ve deneycilerin okullardaki eğitim uygulamalarının iyileştirilmesine önemli katkıları olmuştur. Diğer eğitim psikologlarının yardımıyla eğitim yöntemlerinin geliştirilmesini büyük ölçüde başarmışlardır. Bunun yanı sıra pek çok yararlı araç ve gereç geliştirmişlerdir. Bunlar, program dahilinde kullanılan sinema ve televizyon benzeri görsel-işitsel araçlar ve çocuğun bizzat yaparak öğrenmesine yardım eden eğitim araç ve gereçleridir.

Müslüman ülkeler, felsefi zeminlerinden etkilenmeden bu katkılardan büyük ölçüde yararlanabilirler. Bizim geleneksel okullarımızdan, eski tip öğrenme yöntemleriyle yetişen Müslüman nesillerimizden ancak eleştiri yoksunu iyi ezberciler yetiştiğini görünce, insan kendisini depresif hissetmektedir. Müslüman eğitim psikologlarımızın psikolojinin bu yönünden yararlanabilmesi için hiç kuşkusuz, Batı’da değerlerini kanıtlayan teori ve ilkelerin uygulanmasında, kendi araç ve yöntemlerini geliştirmeleri gerekmektedir. Tekrar söyleme gereğini hissediyorum ki bu, İslam ülkelerindeki psikoloji bölümleriyle işbirliği yapacak bir Müslüman psikologlar topluluğunun işidir.

Psikoterapi ve psikiyatri disiplinlerinde de psikolojik rahatsızlıklarla uğraşan etkin teknikler geliştirilmiştir. Her ne kadar, gördüğümüz gibi bu yöntemlerin temelinde yatan anlayış kılık değiştirmiş din karşıtı bir felsefe de olsa, onlardan geliştirilen bazı çok yararlı teknikler bir tür otonom tarafsızlık elde etmişlerdir, öğrenme teorileri ve deneysel psikoloji üzerinde temellenen davranışsal terapi ve davranışsal psikoterapinin yapılan kontrollü deneyimlerde fobik ve takıntılı tepkiler ve cinsel işlev bozukluğu gibi bazı nevrotik rahatsızlıklarda çok etkili tedavi yöntemleri olduğu görülmüştür. Davranış terapisti, psikanalizcinin yaptığı gibi bilinçaltına girmeden veya cinsel yorumlarda bulunmadan, semptomlarla mücadele eden bir teknisyen olarak çalışır. O, nevrozu öğrenilmiş bir alışkanlık olarak düşünür ve hastasının bu davranışı unutarak, onun yerine uyarlanabilir yeni davranışlar edinmesi için çalışır. Davranışsal terapinin teori ve uygulamasındaki temel süreç, koşullandırma, koşullandırmayı çözme ve kavratma suretiyle öğretme ve unutturmadır.

Müslüman toplumlarda “kâfir Batı psikolojisine ihtiyacımız yoktur” bahanesiyle bu yöntemler kullanılmazsa yazık olur.

Prof.Dr. Malik Bedri – Müslüman Psikologların Çıkmazı,syf:53-72

34) Age., s. 10.
35) Age., s. 8-9.
36) Bu konuda Freud’un Totem and Taboo (Türkçesi Totem ve Tabu, çev. Kamuran Şipal, Say Yayınları, İstanbul 2016) isimli eserine bakınız.

34) Ernest Jones, The Life and Work of Sigmund Freud (Türkçesi Freud Yaşamı ve Eserleri, çev. Emre Kapkın ve Ayşen Tekşen Kapkın, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2004), Pelikan Kitapları, Londra, 1964.
35) Ellenberger, Age., s. 528.

[40] B. Malinowski, Sex and Repression in Savage Society (Türkçesi TS CİnSel Ya}am’’ Saade‘Özkal’ Kabalcı Yayınları, İstanbul 1992) Humanities, Ne w York 1927

44) Hans J. Eysenck, Experimental Study of Freudian Concepts [Freudyen Kavramların Deneysel Çalışması], İngiliz Psikoloji ve Sosyoloji Bülteni, 25, 89,1972.
45) Bakan, Sigmund Freud and the Jewish Mystical Tradition [Sigmund Freud ve Yahudi Mistik Geleneği], Van Nostrand Co, Princeton, 1958.

46) Marthe Robert, From Oedipus to Moses, Routledge and Kegan Paul, Londra, 1977, s. 3-5.

[50] S. Rachman, The Effects of Psychotherapy [Psikoterapinin Etkileri], Pergamon Press, 1971.

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir