Çağdaş İslam Dünyasında Değer ve Kalkınma
H. 9, yüzyılın sonlarından itibaren, Batıcı fikirlerin İslâm alemindeki siyasi kadroların önemli bir kesimini etkilemeye başlamasıyla birlikte, önceleri ‘ilerleme’(progress) ve sonra da ‘kalkmma’(development) düşünceleri büyük oranda kabul görmüş ve bir müddet, tarihsel akışın doğal bir sonucu telakki edilmişlerdir. Ne ki bu fikirlerin, taşıdıkları ‘değerler’ ve tehdit ettikleri İslâmî fikir ve normlar açısından objektif bir analizi pek yapılmamıştır. Her ne kadar Batı ile ilk temaslar sırasında geleneksel aydınlar ‘ilerleme’nin felsefî açıklamalarını çürütmeye çalışmışlarsa da, kalkınma kavramının giderek daha büyük bir yaygınlık kazanması Sonucu, İslâmî değerler manzumesi açısından kalkınmanın ne anlama geldiği, önceki dönemlere göre çok daha az sorgulanır olmuştur.
Şükür ki geçtiğimiz yirmi-otuz yıl esnasında modern medeniyetin yaşadığı açmaz ve kalkınmanın doğal sonucu olan kimi acı ürünler, aklı başında bazı müslümanların kalkınmanın tabiatını, Batı için anlamını ve İslâmî ‘değerler’ sistemi açısından ne ifade ettiğini sorgulamaya başlamasını sağlamıştır. Son birkaç yıl içerisinde ‘kalkınma nedir?’, ‘ne için kalkınma?’ gibi sorular daha sık işitilir olmuştur. Aslında İslâm dünyasında son dönemdeki en önemli kalkınma, Batı ve Batılılaşmış Müslümanlarca anlaşıldığı şekliyle kalkınmanın kendisinin sorgulanır hale gelmesidir.
Bu kısa incelemede, İslâmî değerler açısından kalkınmayla bizi önemli meseleleri ele almaya çalışacağız. Bu değerlerin en köklülerinden biri, zamanın doğası ve tarihi sürecin mahiyetidir. Batı’daki sürekli kalkınma ve ilerleme fikri, Allah’ın tarihe, Cennetteki ahenkli hali yemden tesis için müdahalesi biçiminde özetlenebilecek geleneneksel ‘zamanı durdurma’ öğretisinin kötü bir parodisi olan ûtopyacılıktan türemıştır. Daha önceki bölümde de açıkladığımız gibi, ütopya fikrini Arapça ve Farsça’ya çevrilmesi oldukça zordur. Her ne kadar Sûhreverdinın kullandığı ifade ilk bakış itibariyle ‘utopia’ gibi bir anlam taşıyorsa da, ’ideal şehir’ veya uzam anlayışımızın ötesinde bir sekizinci yer olan ‘’nahucaabad’la’’ kelimenin bugün sahip olduğu anlam arasında ciddi bir fark vardır. İslâm’daki zaman kavramı, insanlık tarihinin, peygamberler aracılığıyla sürekli yenilenmesine ve Mehdi’nin zuhuruyla özdeşleşen kıyamet alametleriyle sona ermesine dayanır. Bu, dünyadaki huzur ve ahengin, insanın meydana getirdiği değişimler vasıtasıyla değil, ilahi müdahale marifetiyle tesis olunacağı anlamına gelir. Batılı modern kalkınma teorisinin İslâm dünyasına ilk meydan okuyuşu, tarihsel zaman içerisinde insan eyleminin nihai gayesi olarak tarihin anlamı ve doğasına ilişkindir. Geleneksel İslâmî eskatoloji öğretileri ve Batılı felsefi ûtopyacılık arasında aşılamayacak bir uçurum vardır: Bu uçurum aynı zamanda, geleneksel İslâmî kültür ve Batılı fikirler arasında tereddüt yaşayan müslümanların zihin ve ruhlarında da derin bir çatışma yaratmaktadır.
İlerleme (kalkınma), belli bir amaca yönelmiş bir faaliyeti işaret eder.İslâm’da bütün insan fiilleri, Şeriat’te belirtildiği üzere Allah’ın iradesiyle uyumlu olmak zorundadır; dolayısıyla, eşya üretimi sözkonusu olduğunda da, yine İslâmî vahiyden kaynaklanan İslâm sanatının norm ve ilkelerine uygunluk söz konusudur, insanın ameli, Allah indinde makbul ve hoş olmalıdır. Elbette ki modern anlamda kalkınmanın, kişinin refahına yönelik, mesela gıda ve konut temin etme gibi yönleri dinî açıdan da meşru sayılır ve hatta desteklenir. Fakat ilerlemenin maksadını, salt dünyevi bir varlık ya da İktisadî bir hayvan olarak görülen insanın başıboş gelişmesi biçiminde algılamak meşru görülemez. Diğer dinler gibi İslâm da, insanın amacını, manevî yollardan kemale ulaşmada görür ve insanı aşkın, kendinden öteye ulaşmak için yaratılmıe amelinin anlamı konusundaki telakkisini zedeler.İslam’ın kişinin geçimini temin etmesi ve maddi ihtiyaçlarını karşş bir Varlık olarak tanımlar.Açıktırki,sadece maddeye ve dünyaya dayalı bir ilerleme,İslam’ın,insan hayatınn ve amelinin anlamı konusundaki telakkisini zedeler.İslam’ın kişinin geçimini temin etmesi ve maddi ihtiyaçlarını karşılaması üzerinde durduğu bir gerçektir:fakat bu dünyevi ameller,ancak insanın öteki dünyasına,ahirete faydalı ise teşvik edilir. Kuran’da, daha önce de belirttiğimiz bir ayette açıkça, “Elbette sizin için ahiret bu dünyadan daha hayırlıdır.” (Nahl, 30) diye buyurulmaktadır. Bu nedenle, son dönemlere kadar temelde maddiyatçı ve salt iktisadi olan modern ilerleme fikrinin, İslâm’ın insan hayatının ruhî ve maddi yönleri arasında kurmuş olduğu dengeyi bozduğu ve insanın dünyada, akibetinden haberdar olarak, yaşama ve faaliyette bulunma ihtiyacını gözardı ettiği belirtilmelidir.
İslâm toplumu, içerisinde bireyin anlam ve destek bulduğu, organik bir sosyal çeşitlilik içeren bir toplumdur. Islâm toplumu, ne toplumun K atomik birimlere ayrıştığı bir bireyciliğe, ne de bireyin iç özgürlüğünü kaybettiği ve üretim gücünün tekelcilik ve tekbiçimlilik yoluyla köreltilmesi tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu bir kollektivizme yaslanır.
Şimdiye kadar tektip ve kör bir sanayileşme amacını gütmüş modern ilerleme teorisi, bu sebeple, bireyin geniş aile, mahalli bağlar, loncalar ve -daha içsel bir boyutta- tarikatlarla daha büyük bir bütüne bağlandığı geleneksel toplumların organik yapısının temelini yıkma eğiliminde olmuştur. Gayet tabiidir ki böylesi bir toplumun değerler sistemi her zaman için, bu tür bağları gevşetecek veya zayıflatacak birtakım güçlerin tehdidine açıktır. İslâm dünyasının kalkınması bu bağlan yok etmese de, şüphesiz zayıflatmıştır.
İslâm dünyasında son yirmi otuz yılda cereyan ettiği ve algılandığı biçimiyle kalkınma, insan ve toplum, insan ve tabiat ve son olarak da insan ve Allah arasındaki ilişkileri etkilemektedir. Bu anlayış, İslâm’ın teomorfik anlayışına zıt, dünyevi ve evrimci bir antropomorfık felsefenin gelişmesini sağlamaktadır. Bu görüşten etkilenen müslüman da haliyle, toplumu bir ümmet veya Allah’ın kanunlarıyla idare edilen dini bir cemaat olarak değil; giderek daha hızlı bir üretim ve tüketim çarla içine girmeye mahkum, atomize bireylerden oluşmuş bir topluluk olarak görmeye başlamaktadır. Aynı şekilde tabiat da artık, Allah’ın, içinde uyumlu bir şekilde yaşanacak ve tefekkür edilecek bir eseri değil; mümkün olduğunca seri biçimde tüketilmesi ve yağmalanması gereken bir nesne; yani ‘o’dur. Son olarak Allah da, insan hayatının her anına hükmeden,kişinin her iş ve hareketinde kendisine karşı sorumlu olduğu kadir-i mutlakbir Varlık değil, çok çok yaratıklarını uzaktan seyretmekle yetinen bir varlıktır.
Tabii ki bu saydıklarımız, yaygın olmakla birlikte İslâmi değerler sistemini yok edememiş eğilimlerdir. Aslında bu değerler, yakın zamanlara kadar bakim olan kalkınmacı fikirlerin doğurduğu meselelere karşı ciddi tepkiler yaratacak kadar kuvvetlidirler. Bunun yanısıra, insanların sektiler hümanizm, ütopyacılık veya tarihi determiniz medayalı kalkınmadan gördüğü zarar üzerine Batı’da pek çok akıl sahibi araştırmacı bu fikri yeniden değerlendirirken; İslâm dünyasında da kalkınma sûrecini İslami değerler açıcından yeniden tanımlama çabaları görülmektedir. Geleceğin müslümanların ‘kalkınması’ hakkında ne göstereceği bir yana; İslâmi açıdan kalkınma, insanın, şimdi, burada ve onunla birlikte olan ve ona Allah tarafından bahşedilmiş her türlü imkanın farkına varmasından başka bir şey değildir.
Seyyid Hüseyin Nasr,Modern Dünyada Geleneksek İslam