Büyük Selçuklular- Tuğrul Bey (2. Bölüm)

c3a7iftbac59flc4b1kartal-300x253 Büyük Selçuklular- Tuğrul Bey (2. Bölüm)

Tuğrul Bey (1040-1063)

Tuğrul Bey döneminde Selçuklu sınırlarının büyük bir hızla genişle­tilmesine devam edildi. Değişik Selçuklu kumandanları eliyle 1040’da Herat, 1041 ’de Sistan, 1051’den itibaren Kirman, Umman fethedilerek ül­keye katıldı. Bu sırada aile fertleri arasında bazı mücadelelerin varlığına da temas etmek gerekir. İbrahim Ymal, Resul Tekin ve Kutalmış’ın isyan­ları gibi. Bu vesileyle Hârizm’in ele geçirilişini de (1043) kaydetmek ge­rekir. Bu arada gerek bu fetihte büyük yararlılığı görülmüş olan ve gerek­se daha önce Belh, Cüzcân, Badgîs, Huttalân ve diğer Toharistan şehirle­rine hakim olan ve kardeşinin sultan olmasına rıza gösterecek kadar mah­viyet sahibi bulunan Çağrı Bey 70 yaşında olduğu halde (Safer 453/Mart 1060) Serahs’ta öldü. Bilindiği gibi naaşı daha sonra oğlu Alp Arslan ta­rafından yaptırılan Merv’deki türbesine nakledilecektir.

Sultan Tuğrul Bey’in devletinin sınırlarını kuzey, güney ve doğu yön­lerinde genişletmesi yanında, önemli icraatlarından biri de, Türkmen çıkın­larını Anadolu’ya kanalize etmek suretiyle, bu toprakların ebedî bir Türk yurdu olmasına katkısıdır. Dandanakan zaferinin kazanılmasından sonra Oğuzlar, büyük kütleler halinde Selçuklu ülkesine göç etmeye başladılar. Beraberlerinde biraz da intizamsızlık ve düzensizliği getirmişlerdi. Bu du­rumda Tuğrul Bey’e düşen, hakim olduğu İslâm ülkelerindeki halkı koru­mak, refahlarını sağlamak, bu arada devletinin temelini ve askerî gücünü oluşturan bu ırkdaşlarına yurt bulmak ve geçim imkânlarım hazırlamaktı. O aynı zamanda da İslâm’ın sultanı ve hâmîsi idi. Bu vaziyet karşısın^ İslâm ülkelerine giren Türkmenler, isabetli bir biçimde Bizans ülkesin yönlendirildiler, böylece bölgenin Türkleşmesine önemli katkıları temin edildi. Tabiatıyla bu arada İran ve Azerbaycan’da da muhtelif fetihler ger­çekleştirilmiştir. Nitekim fütuhât bölgesine yakınlığı dolayısıyla Nişabur yerine buradaki Rey başkent yapılmıştır (1043). Bizans’la yapılan ve İb­rahim Yınal’ın yönettiği Selçuklu ordusuyla Bizans ordu komutanı Lipa­rit arasındaki savaşta (18 Eylül 1048) Bizans ordusu mağlup edilmişti. Bu sene, Çağrı Bey’in daha Önceki faaliyeti bir kenara bırakılırsa, Türklerin Bizans topraklarına sürekli akınlarmın başlangıç tarihi olarak belirlenebi­lir. Hasankale zaferi sonrasında esirler arasında bizzat Liparit de vardı. Ganimet çok boldu. Bu savaşın sonunda batıdan Peçenekler tarafından sı­kıştırılan Bizans imparatoru Monomakhos ile bir antlaşma yapıldı. Liparit zengin hediyeler karşılığı kurtulmuştu. Tuğrul Bey, daha sonraki yıllarda bizzat ordusunun başında (1054 başları) Doğu Anadolu’ya gelerek, fetih hareketlerini düzenleyecek ve destekleyecektir. Onun bölgeden ayrılma­sından sonra ise akınlar ve fetihler görevlendirdiği Selçuklu şehzadeleri, emirler ve Türkmen beyleri tarafından yürütülmüştür.

Tuğrul Bey’in Anadolu’ya ilgisi ve bu ülkeyi bir Türk-İslâm yurdu yapma çalışmaları, tahtta bulunduğu sürece devam edecek, kendisinden sonrakilere de, mutlaka gerçekleştirilmesi gereken, değişmez bir hedef olarak intikal edecektir. Bununla birlikte onun dönemindeki Anadolu ha­rekâtı, tam anlamıyla bir fetih niteliğini taşımaktan ziyade, bilhassa da da­ha sonraki yıllarda yapılacak olan fetih ve kalıcı yerleşme hareketlerine uygun zeminler hazırlamış olmasıyla önemlidir.

İnceleyin:  Anadolu Selçuklularında Devlet Yapısının Şekillenmesi

Bu vesileyle genelde Selçuklular ve özelde Tuğrul Bey ile Bağdat Abbasî Hilâfeti’nin ilişkileri üzerinde kısaca durmak gerekir. Bilindiği gi­bi daha önce Halifenin elçisi Tuğrul Bey’e gelmiş, onun tarafından da Ha­lifeye elçi gönderilerek iyi ilişkiler tesis edilmişti. Bu arada Çağrı Bey’in kızı Hatice Arslan ile Halife Kâim-Biemrillah’ın evlendiklerini görüyo­ruz. Daha sonra Halife bazı Türkmen gruplarının İslâm diyarlarındaki ha­reketleri dolayısıyla tanınmış İslâm bilgini el-Ahkâmu’s-Sultâniye’nin müellifi el-Mâverdî’yi Tuğrul Bey’e göndermiştir. Selçukluların her yöne doğru hızla fetihlerini sürdürdükleri sırada Abbasî Halifesi Şiî Büveyhîler ve Fatımîler tarafından desteklenen Arslan Besâsirî’nin baskısı altın­daydı. Kâim-Biemrillah’m daveti üzerine Tuğrul Bey Bağdat’a yöneldi. 25 Ramazan 447/18 Aralık 1055’te şehre girdi. Böylece 110 yıldan fazla sürmüş olan Abbasî Hilâfeti üzerindeki Büveyhî hakimiyetine son verildi,

Besâsirî kaçmıştı. Tuğrul Bey, Halife’nin tahsisâtını artırdı. BöyleceiL basî Halifesini himaye etmek suretiyle Sünnî İslâm dünyasının müdafaa, nı da üstlenmiş oluyordu. Ay-Tigin (Aytekin)’i Bağdat’a askerî vali u ne) olarak bırakan Tuğrul Bey, şehrin yeniden imarını da başlatmış ve oradan ayrılmıştır.

Tuğrul Bey Z. Kâde 449/Ocak 1058’de Bağdat’a tekrar geldi. Bu sırada büyük törenler yapıldı. Halife Kâim-Biemrillah, Tuğrul Bey’e sancaklar, hil’atlar verdi, taç giydirdi, kılıç kuşattı. Onu Melikü’l-Meşrik vel Mağrib ilan etti. Ebû Talib künyesi ile Rüknü’d-Dünya ve’d-Din lâkabını de ve Yemînü Emîri’l-Mü’minîn, Kasîmü Emîri’l-Mü’minîn unvanlarını ver­di. Böylece halife, dünyevî yetkilerini Tuğrul Bey’e devretmiş oluyordu Maamafıh O. Turan’ın da isabetle İfade ettiği üzere, Şiî Büveyhîler döne­minde de Halifenin dünyevî yetkileri onlar tarafından kullanılmıştı.

Selçuklu Tarihi mütehassıslarından birçoğunun kabul ettiği bir görüşe Se göre, Halife ile Tuğrul Bey’in bu ilişkileri, hiç şüphesiz tarihinin en güçsüz dönemlerinden birini geçirmekte olan Bağdat Abbasî Hilâfeti açısın­dan olduğu kadar, Büyük Selçuklu Devleti açısından da çok önemlidir. Zira yeni durumda Halife ve onu takip edenler Büveyhî baskısından kurtu­luyor, tam müstakil değillerse de, saygı duyulan bir mevkiye yükseltiliyor­lar, daha doğru ifadesiyle hilâfetin bütün Müslümanlarca gönülden bağlanılan saygıdeğer niteliği, büyük çapta iade ediliyordu. Bununla birlikte ha- ® lifeler bu durumu çok da büyük bir memnuniyetle kabul etmiş değillerdi. Nitekim bundan sonra onlar, tamamen bağımsız olmanın, dünyevî alanlar­da da yetki kullanmanın yollarını her fırsatta arayacaklardır.

Tuğrul Bey yönünden ise yeni durum, bir devletin sultanı olmak veya geniş toprakları içeren ülkeleri fethedip oraları devletine katmaktan çok daha mühim bir gelişme idi. Zira bundan sonra adı hutbelerde, halife®® j1 isminden hemen sonra zikredilecek, “Doğunun ve Batının Hakânı” olan Abbasî Halifesi’nin tanındığı her yerde Müslüman cemaatin işleriyle ilgilenecekti. Zaman içerisinde Abbasî Hilâfeti’nin olan bütün bölgeleri y*® den bir elde toplamak, tabiatıyla rakip Kahire Fatımî Hilâfeti’ni kaldırmaya çalışmak, artık Tuğrul Bey’e ve ondan sonra kendisini eden sultanlara düşen bir görev, Büyük Selçuklu Devleti’nin takip etmesi gereken önemli bir siyasî hedef olacaktı.

İnceleyin:  Selçuk Devleti ve Türkiye’nin İktisadî Tekâmülü

Ana bir kardeşi İbrahim Yınal’ın isyanı üzerine Bağdat tan Tuğrul Beyin ayrılmasını fırsat bilen Arslan Besâsirî tekrar Bağdat’a girdi (Ara­lık 1058) ve el-Mansur Camii’nde hutbeyi Mısır Fatımî Halifesi el-Muntasır (1036-1094) adına okuttu, el-Mustanstrî adlı dinarlar bastırdı. Tuğrul Bey, İbrahim Yinal meselesini hallettikten sonra Bağdat’a üçüncü defa gelerek (Aralık 1059) Halife’yi tekrar makamına oturttu. Yangınlar­dan harap olmuş olan Bağdat’ı yeniden inşaya girişti. Emir Porsuk’u Bağdat şahnesi tayin etti, devlet işlerini rayına oturttu, sonra da Rey’e dön­dü. Bu arada Besâsirî, üzerine gönderilen Selçuklu birliğinin hücumuyla ele geçirilerek öldürüldü (Ocak 1060).

Tuğrul Bey’in Abbasî Hilâfeti ve halife Kâim-Biemrillah (1031-1075) ile olan ilişkisi dolayısıyla hatırlanabilecek bir konu da, halifenin kızı Seyyide Hatun’la evlenmesi meselesidir. Tuğrul Bey’in, zekâsı ve hayır severliği ile tanınmış olan karısı Altuncan Hatun, Aralık 1060’da Çağrı Bey’den dokuz ay sonra vefat etmişti. Hiç çocuğu olmayan Altuncan Ha­tun, bir rivayete göre Tuğrul Bey’e Halife’nin kızı ile evlenmesini tavsiye etmişti. Önce bu evliliğe razı olmayan Halife, sonra kabul etmiştir. 22 Ağustos 1062’de Tebriz dışında nikah kıyıldı. Düğün ertesi sene Şubat 1063’te Bağdat’ta son derece gösterişli bir biçimde yapıldı. Fakat daha sonra Rey’e hareket eden Tuğrul Bey, burada kısa bir süre sonra hastala­narak 70 yaşında olduğu halde 4 Eylül 1063’te öldü. Tahran’a 22 km. uzaklıkta bulunan Rey’deki türbesine (Kümbed-i Tuğrulı) gömüldü. “Ada­leti ve dindarlığı bütün kaynaklarda belirtilen Tuğrul Bey, zekâsı ve siya­sî görüşlerindeki isabeti ile, Selçuklu ailesi içinde temayüz etmiş, bu se­beple Selçuklu Devleti’nin ilk sultanı olmuş ve 25 yıla yakın saltanatı es­nasında temelini attığı Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Yakın-doğuda dinî anlaşmazlıkları giderici, asayişi yerleştirici vasfı ile de sarsılmaz bir siyasî teşekkül olarak gelişmesini temin etmiştir. Bu itibarla Tuğrul Bey, Türk-İslâm Tarihinde seçkin bir yer tutmaktadır”85

Tuğrul Bey’in dindar bir hükümdar olduğunu ifade etmiştik. “Kendi­ne saray yapıp yanında Allah’ın evini (cami) inşa etmezsem utanırım” sözü ona aittir. Kaynaklar Pazartesi ve Perşembe günleri daima oruçlu oldu­ğu da eklerler. Âlimlere ve din adamlarına sevgi ve saygı onun tabiatı- /f’ paleti, şefkati, ihtiyatlılığı, sabrı, tahammülü ile göçebe bir teşkilâtın fiğinden imparatorluğun başına geçebilmiştir. Onun ölümünde devletin sınırları; Ceyhun’dan Fırat’a kadar ulaşmış, tâbî devletlerin sayı» bulmuştur. Ayrıca o, Türkmenleri Bizans’ın idaresinde bulunan Anadoluya sevk ederek burasının bir Türk yurdu haline gelmesine de İli olmuştur.

Kaynak:

Nesimi Yazıcı – İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi

 

Harun Selçuk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir