Bütün Nehirler Denize Akar
Bilim, yaygın inancın aksine, Avrupa’nın icadı değildir. Hemen hemen bütün medeniyetler ve kültürler -ki bunlar İslam, Çin ve Hint medeniyetleri gibi “büyük”; Afrika, Kolombiya Amerikası öncesi ve Pasifik Adasındakiler gibi “karmaşık” ya da “basit” de olabilirler- kendi bilimini üretmiştir. Modern Batı bilimi, Avrupalı olmayan medeniyetlerin oluşturduğu bu bilimlerinin mirasçısıdır. Fakat Batı diğer tüm Öteki bilimleri, seküler bir çatı altında çerçeveleyerek ve tanımlayarak kendine mal etmiştir. Farklı çatılar altında işleyen bilimlerin, bilim olmadığını ifade edip, onları tarihin dışına itmiştir. Evrim tarihi ve modern bilimin gelişimi gibi Avrupa’nın kökenleri de, hem modern bilimin hem de Avrupa’nın, öteki kültürlerden ayrı ve özerk bir yeri olduğunu göstermek için yeniden yazılmıştır.
Paul Davies, bilimsel ilerlemenin Avrupa merkezli resmini çizer. İlkel kültürlerde, dünyanın anlaşılması günlük meselelerle sınırlandırılmıştır. Bunlar mevsimlerin gelip geçmesi ya da, yaydan çıkan bir okun hareketi gibi şeylerdir. Tamamen pragmatik ve büyülü terimlerin dışında hiçbir teorik temeli olmayan şeylerdir. Bugün, bilim çağında, kavrayışımız bir hayli artmış olup, bilgiyi, astronomi, fizik, kimya, jeoloji, psikoloji vb. gibi konulara ayırmak zorunda kalmışızdır. Bu dramatik ilerleme tamamen “bilimsel yöntemin” sonucunda olmuştur: Deney, gözlem, tümden gelim, hipotez, yanlışlama…. Bilim akıldışı inanca karşı aklı öne çıkaran katı prosedür ve tartışma ölçütleri talep eder.
Biz biliyoruz ki, Avrupa tarafından “ilkel” olarak tanımlanan bu kültürlerin bile son derece karmaşık bilimler geliştirdiğine tarih tanıklık etmektedir. Kolombiya öncesi kültürler ince elenip sık dokunmuş bir bilimle, deneysel tarımı geliştirmişler ve en az 3.000’e yakın patates çeşidi yetiştirmişlerdir. Pasifik Adaları halkı bugün bile bilinmeyen son derece parlak gemi inşa tekniklerini geliştirmiş, bunun sonucunda da uzun deniz yolculuklarını başarmışlardır. Karbon çeliği ilk defa bundan 1500 sene önce bugün Tanzanya denilen yerde üretilmiştir. Avrupa onları on dokuzuncu asrın sonuna kadar başaramamıştır. Açıkçası bu tip anıtsal ustalıklar,“akıldışı İnançlar” ya da “ölçütsüz bir prosedürle” kazanılmış olamaz. Batı “akıl dişiliği” ve geleneksel hikmeti Batılı olamayan kültürlere atfeder ve onların kazanımlarını kafalardan çıkarır. Bununla birlikte sözde “ilkel” kültürlerin biçim ve teknoloji tarihleri araştırıldığında, böylesi küstahlıkların gerekçelendirilmesi gittikçe zorlaşır.
Son yirmi yılda, İslam, Çin ve Hint medeniyetlerinin bilimsel bilgileri hakkındaki bilgimiz uzun mesafeler kat etmiştir. Joseph Needham ve diğerlerinin anıtsal çalışmaları Çin biliminin empirik tabanını ve karmaşıklığını göstermektedir. Bunlar, “insanın doğal bilgisinin, insanın pratik ihtiyaçlarına uygulanmasında Batı’ya ait olanlardan çok daha verimlidir.” Çin’in magnetik iğneyi, pusulayı ve barutu keşfi olmasaydı Avrupa kendi coğrafi sınırlan içinde kalacaktı. İslam bilimi üzerinde akademisyenler -Fuat Sezgin, A.I. Sabra, E.S. Kennedy ve Donald Hill- tarafından yapılan geniş araştırmalarda, İslam bilimin nitelik ve nicelik açısından ulaştığı seviyenin hiçbir şüpheye yer bırakmayacak düzeyde olduğu gösterilmiştir. Bu araştırmalar aynı zamanda Avrupalı bilim adamlarının, Müslüman bilim adamlarından ne kadar “borç” aldığını da göstermektedir. Tusi, îbn-i Şatir, el-Heysem ya da îbn- i Nefis gibiler olmadan Copernicus, Kepler, Newton ya da Harvey de olmayacaktır. Doğrusu, on dördüncü asrın Müslüman bilim adamı İbn Şatir’in matematik modellemeleri olmasaydı “bilimsel devrim” diye birşey de olmayacaktı.
Onüçüncü asırda Azerbaycan’ın Maraghe’sında yapılmış meşhur rasathanede Nasireddin Tusi gibi astronomların çalışmalan olmasaydı “bilim devrimi” de olmazdı. Maragha astronomları Tusi çiftini ve eksentik modelleri, episiklik modellere dönüş
türecek bir teorem geliştirdiler. Müslüman bilim adamları Batlamyus’un gezegenlerin hareketleri hakkındaki tezlerinin, el-Heysem’in deyişiyle “yanlış” olduğunu biliyorlardı. Böylece Müslümanlar büyük bir kırılmanın eşiğine geldiler. Copernicus sadece Tusi çiftini ve ibn-i Şatir’in teoremlerini kullanmakla kalmayıp, onları modeldeki aynı noktalar üzeninde de kullanmıştır. Copernicus ve Maragha Okulunun aya ait modelleri tamamen benzeşmektedir. Copernicus’in yaptığı tek iş, dünyayı modelin merkezinden alıp, güneşle yer değiştirmektir. “Bilimsel devrim” bundan sonra patlamıştır. Eğer bilim evrensel bir binaysa, onun temelleri Avrupa’da değil, Batılı olmayan bilimsel geleneklerde yatmaktadır.
Fakat Batılı olmayan kültürler de derin kökleri bulunan sadece modern bilimin temelleri değildir. Batılı bilimin büyümesi bir istismar, sömürme işlevidir ve Batılı olmayan toplumların gelişmesini engeller. Sömürgecilik ve endüstri devriminin elele gitmesinde olduğu gibi Batılı bilimin gelişimi de doğrudan Avrupa imparatorluklarına bağlıdır.
Ziyauddin Serdar,Postmodernizm ve Öteki