Kur’an’ın, insanlığın dünya ve ahiret saadetini temin ve Allah’ın rızasına uygun, “insanca” bir hayat için gönderildiğini hepimiz bilir ve söyleriz de, bundan sonrasının “nasıl”lığı konusunda son yıllarda kafaların iyice karıştığı bir gerçek.
Yaklaşık 23 yıllık bir zaman kesiti içinde nüzulü tamamlanan, kimi zaman özel olaylara özel çözümler ihtiva eden, kimi zaman bütüne şamil hükümler getiren; bazan hususi bir ifade kullandığı halde umumu, bazan da umumî bir ifade kullandığı halde belli bir kesimi hedef alan; tarihi, kozmik dünyayı, görünen alemi ve ötesini, bu dünyayı ve öbür dünyayı, “iyi”yi ve “kötü”yü, “farz”ı ve “teşvik”i içeren, bütün kitaplardan farklı bir kitap ve bütün hitaplardan farklı bir hitap…
Böyle bir kitabı anlayabilmek, sadece onu herhangi bir dildeki tercümesinden ve “roman okur gibi” okumakla mümkün olabilir mi?
Şu bir gerçek ki o, bir taraftan insanı ve toplumu rıza-ı ilahî doğrultusunda inşa eden, ama diğer taraftan tarih içinde görmüş ve hal-i hazır itibariyle ve görmekte olduğumuz bin türlü dalalete de geçit veren bir yapıya sahip.
Nasıl tarihte ortaya çıkmış her bir bid’at ve dalalet fırkası kendi görüşlerini Kur’an’a dayandırıyor, Kur’an ayetlerinden cımbızladığı delillerden destek çıkartıyor idiyse, bu faaliyet günümüzde de devam etmektedir.
Yüce Allah Kur’an hakkında, “Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitab‘ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşabihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitab’ın sadece müteşabih kısmının ardına düşerler…” buyurarak, müteşabih ayetlerin yorumuyla uğraşanların “fitne çıkarmak” amacındaki “bozuk kalpli” kimseler olduğunu ihtar ediyor.
Ayet böyle dediği halde, içlerinde bu meali kendisinden aktardığım kişinin de bulunduğu bir grup “eğri ve bozuk kalpli” zevat ne yapıyor? Tabii ki Kur’an’ın haber verdiğini:
“Ne yazık ki, geleneksel baskı ve hurafe Âli İmran 7’deki bu apaçık ayeti saptırarak ufuk açıcı bir beyyine olmaktan çıkarmış, Kur’an mü’minlerini prangalayan bir baskı aracına dönüştürmüştür. Bu sakat anlayış, Kur’an’ın en hayatî mesajlarından birini veren Âli İmran 7. ayet üzerinde uygulanan bir operasyonla kurallaştırılmıştır. O ayet, içine sonradan konan ve cümlenin bitmiş olacağını kabulü gerektiren “mutlak durma işareti olan Mim” atılarak değerlendirildiğinde şunu demektedir: “Müteşabihleri bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar…”
“Müdahale, ayetteki Allah kelimesi üzerine bir vakfe Mimi koyup cümleyi kendi anlayışına uygun olarak bölmekte ve anlamı şu şekle getirmektedir: “Müteşâbihlerin yorumunu Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlara gelince onlar şöyle demekle yetinirler…”Ayetlerin orasına-burasına harf ekleme hakkı Kur’an’ın tebliğcisi olan Peygamber’e bile verilmemişken, başkalarına nasıl verilebilir? Bu müdahale Kur’an bünyesinde örtülü bir müdahale olarak algılanırsa durum ne olacaktır?
“Bu yetkiyi bunlara kim vermiştir? Kur’an’da eksikler mi var da bunlar düzeltiyor? Eğer iş onların dediği gibi ise, Kur’an’ın yaklaşık yüzde doksan beşi bizim için anlam ifade etmez olacaktır. Çünkü ahkâm ayetleri denen 200-300 ayet dışındaki tüm beyyineler müteşabihtir. Biz altıbin küsur ayetin sadece 200-300 tanesini anlayabileceksek Kur’an’ın mufassal (ayrıntı veren), mübîn (açık-seçik), anlaşılmak için kolaylaştırılmış olmasının anlamı nedir?
“Allah mı bizi aldatıyor, yoksa birileri bize oyun mu oynuyor?..”
Bu uzun alıntıyı, Kur’an’a ilişkin “temel” tesbitler ihtiva ettiği için yaptım. Eğer bu “temel” tesbitler doğruysa söylenenlerde yerden göğe haklılık payı var. Peki ya doğru değilse?!
Öyleyse olaya biraz yakından bakalım:
1-Her şeyden önce Kur’an’ın ne kadarının muhkem ve ne kadarının müteşabih ayetlerden oluştuğu konusundaki “yüzde”li rakamları ele alalım.
Yukarıda Kur’an’ın “yaklaşık yüzde doksan beşi”nin müteşabih ayetlerden oluştuğunun söylendiğini hep beraber gördük. Bu rakama inanabilir miyiz?
Bakmayın bu sözlerin sahibinin burada verdiği % 95 rakamına. Zira aslında kendisi bu konuda henüz nihai karar aşamasına gelebilmiş değil. Bu, onun kitaplarından sadece birisinde verilen rakam. Diğer kitaplarına bakarsanız bu rakamın, kimisinde % 5’lik bir tenzilatla “yüzde doksanına yakın” biçimine, kimisinde ise tam % 15’lik bir tenzilatla “yüzde seksenine yakın” şekline geldiğini görürsünüz.
Acaba bu “Kur’an uzmanı”nda müzmin bir unutkanlık illeti mi var, yoksa birileri birileriyle dalga mı geçiyor?! Bir nokta kesin: Allah bizimle dalga geçmiyor, ama bu muhterem, şecaat arz ederken sirkatin söylüyor.
Kur’an’daki muhkem ve müteşabih ayetlerin miktarı konusunda yukarıda aktardığım çelişkili tesbitler, bu temel konuda bile bir karar veremeyen “kalpleri eğri” kimselerin, muhkem-müteşabih ayrımından da kalplerindekine uygun bir “i’vicâc” çıkaracakları tabiidir.
Bir kere Kur’an’da mevcut bulunan müteşabih ayetlerin tamamının aynı mahiyette olmadığını belirtelim. Müteşabih kapsamına giren ayetlerin bir kısmı “hafî”, bir kısmı “müşkil”, bir kısmı “mücmel” ve bir kısmı da “halis müteşabih”tir.
Çağdaş “Kur’an uzmanı” mütemechid, bir taraftan “Kur’an’da mücmel ayet yoktur” derken, diğer taraftan Kur’an’ın yüzde 95’inin müteşabih olduğunu söylemekle Kur’an ilimleri konusundaki “derin” bilgisini konuşturmuş oluyor.
2-Öte yandan, 3/Âl-i İmrân, 7 ayetindeki vakfeye takılarak her zamanki tavrıyla önüne gelene “veryansın” eden “Kur’anuzmanı”mız, bu ayetteki vakfe işaretinin “Ve’r-râsihûne fi’l-ilm”de olması gerektiğini söyleyen –başta İmam el-Eş’arîolmak üzere– alimlerin bulunduğunu ya bilmez, ya da bilmezden gelir.
Kaldı ki tarih boyunca kaleme alınmış binlerce tefsir kitabının hangisinde, “Kur’an’ın % 95’i müteşabihtir, öyleyse bunları tefsir etmeyelim” gibi bir ifade görülmüştür? Yine bu “Kur’an uzmanı”, ulemanın, yukarıda zikrettiğim müteşabih türlerinin tamamını –hatta “yed”, vech”, “istiva” gibi müteşabih-i mahz olanları bile– tefsir/tevil etmekten geri durmadıklarını bilmez mi, bilmezden mi gelir?
Ele aldığı her konuda eskilerin “recmen bi’l-gayb” dediği tarzda “birilerine saldırarak” mangalı da külleri ile birlikte savuran bu zat, aslında ne yaptığının pekala farkındadır. Ulema ile buluştuğu noktalarda bile –”hâlif tu’raf” fehvasınca– “muhalefet eder” görünmenin “getiri”sini hesaplama konusunda üstüne yoktur.
Müteşabih ayetlerin, muhkemler esas alınarak yorumlanabileceğini söylerken doğru bir ilkeden hareket eden uzmanımızın, işin bundan sonrasını karıştırdığını ve yaptığı yorumlarla ortada esas alınacak “muhkem” diye bir şey bırakmadığını bilenler biliyor.
Ahkâm ayetleri üzerinde “anlamın buharlaşması”na yol açan “oynamalar” yapmak suretiyle Kur’an’ın tümünü fiilen müteşabih hale getirmiş olan “İslam düşüncesi profesörü, gazeteci-yazar, avukat, televizyon programcısı” –ünvanlar kendinden menkuldür–, hala ne diye sızlanıp durmaktadır bilmem ki!..
Ebubekir Sifil