Biz Kardeşiz
“Önce Ona Götür”
Gelin hep birlikte Yermuk savaşından bir sahneyi seyredelim:
Hişam oğlu Haris, Ebu Cehil oğlu İkrime ve Ebu Rebia oğlu Ayyaş, Yermuk savaşında ağır yaralar almışlardır. Yerlerinden kıpırdayamayacak haldedirler. Ebu Sabit oğlu Habib, elinde bir su kırbasıyla yaralıların arasında dolaşmaktadır, belki su isteyen olur da, bu kızgın çöl sıcağında susuzluğuna derman olurum diye.
Uzaktan bir ses gelir. “Su, ne olur biraz su!” diye kısık sesle yardım isteyen kişi, Hişam oğlu Haris’tir. Habib hemen o tarafa doğru koşar ve kırbayı Haris’in dudaklarına götürür. Tam o esnada öteden bir ses duyulur: “Allah rızası için bir yudum su veren yok mu?” Sesi duyan Haris, son nefesini vermekte olduğu halde başını yana çevirerek kırbayı ağzına almayı reddeder ve Habib’e, kırbayı sesin sahibi olan İkrime’ye götürmesini söyler.
Bu defa Habib İkrime’nin bulunduğu yere koşar. İkrime tam suya kavuşmuşken yanıbaşındaki Ayyaş’ın sesi duyulur: “Su, bir yudum su!” Haris’in, İkrime’yi kendi nefsine tercih ettiği gibi, İkrime de Ayyaş’ı kendi nefsine tercih eder ve başıyla kırbayı Ayyaş’a götürmesini işaret eder.
Habib bu sefer de Ayyaş’a su yetiştirmek için koşar, ancak yanına vardığında Ayyaş, bir daha susamayacak şekilde şehadet şerbetini içmiştir bile.
“Bari İkrime’ye su vereyim” diye düşünerek çabucak onun yanına döner Habib. Ama o da son nefesini vermiştir. “Hiç olmazsa Haris’e yetişeyim” diye onun bulunduğu yere doğru hareketlenen Habib’in bu çabası da sonuçsuz kalacaktır. Çünkü o da şehitlik şerrbetinden kana kana içeli çok olmuştur…
Bir Kese Para Üç El
İsterseniz gelin bir de o kutlu devirde bir bayram hazırlığını izleyelim birlikte:
Mübarek bir bayram arifesidir. Müslümanlardan birisinin, ev halkının bayram ihtiyaçlarını karşılayacak parası yoktur. Çocuğunu bitişikte oturan müslüman kardeşine göndererek bir miktar ödünç para ister. İstediği para gelir. Allah’a hamdederler ailece.
Tam o esnada kapı çalınır. Gelen, başka bir müslüman kardeşin çocuğudur. “Babamın selamı var” der çocuk, “varsa bir miktar ödünç para istedi.” Adam “belli ki hiç paraları yok” diyerek ağzını açmaya dahi fırsat bulamadığı para kesesini olduğu gibi çocuğa verir. Çocuk sevinç içinde para kesesiyle evin kapısından henüz girmiştir ki, bu defa da onların kapısı çalınır.
Bu kez gelen, diğer komşudur ve bayram için ödünç para istemektedir. Üçünçü kere el değiştiren para kesesini eline alan komşu bir de ne görsün, bu kese, az önce komşu çocuğuna kendisinin verdiği kese değil mi!
Evet! Para kesesi birkaç el dolaştıktan sonra dönüp yine ilk sahibine gelmiştir. Durumu anlayan para sahibi, kesenin içindeki parayı komşularıyla paylaşır ve bayramın coşkusuna kardeşliğin ve paylaşmanın mutluluğunu da ekleyerek hep birlikte Allah’a hamdederler.
Onların müslümanlığı işte böyle bir kardeşlik bağı oluşturmuştu aralarında ve onlar bu sarsılmaz bağlılıkla tarihin müşahede ettiği en bahtiyar toplumu oluşturmuşlardı.
Ya biz? Onları insanî duyguların zirvesine yükselten İslâm’ın yüce mesajı aynen bugün bizim de elimizde olduğu halde, niçin yanı başımızdaki kardeşlerimizin haline bu kadar kayıtsızız?
İslâm’ın diriltici soluğunu ve fertleri birbirine kenetleyici ruhunu, kendi nefsimizin dışında başka insanlarda arayıp durduğumuz sürece ne öyle bir müslümanlığa, ne de öyle bir kardeşliğe ulaşmanın mümkün olmadığını ne zaman fark edeceğiz?
Bizler işte bu kadar kardeş olduğumuz için müslümanlığımız da bu kadar. Ve toplum olarak müslümanlığımız bu kadar olduğu içindir ki başımız dertten kurtulmuyor!
Ebubekir SİFİL, Semerkand Dergisi , Ocak 2001.