Bir gelecek idraki olarak tarih
“Malumatın yanlış olduğu yerde yorum üzerinde konuşmak, abesle iştigaldir”. Öte yandan söz kadar sözün sahibi de önemlidir; bu nedenle, İblis’in “Tanrı Bir’dir” deyişi bile ihtiyatla karşılanmalıdır. Bu tür bir bakış, daha baştan bir tür niyet okuması olarak görülebilir. Ancak, günlük hayatta yalnızca şeyin hakikatine ilişkin bilgi sahibi olmak yanında bu bilginin davranışını, başka bir deyişle, siyasetini de edinmek; bir tür, davranışta firâset sahibi olmak gerekir. Firâset, bir terim olarak, bir kişinin dış görünüşüne, davranışlarına (zâhirine) bakarak, iç görünüşünü (bâtınını) zan yoluyla bilmek anlamına gelir. Elbette, zan, kesin (yakin) bilginin bir alt türü olmakla birlikte, başkasını belirlemez (ilzam), ancak kişiyi davranışlarında ayık tutar, hakikati koruyan siyaset sahibi kılar.
Öte yandan, konumuz çerçevesinde, bir şey’in hakikati yoksa, sureti olmaz; sureti olmayan bir şeyin de bilgisi (ilmi) bulunmaz; kısaca, mahsus olmayan makul hale gelmez; makul hale gelmeyenin de bilgisi ortaya çıkmaz. Bu nedenledir ki, Tanrı’nın, Ruh’un ve Aklın ilminden değil, marifetinden bahsedilir; çünkü mahiyetleri bilinmez, çünkü suretleri yoktur; çünkü mahsus değillerdir. Bu çıkarımın sonucu şudur: Türkiye’de, tarihimiz mahsus olmadığından, makul değildir; makul olmadığından da bilgisi yoktur; ya mitolojik bir söylentidir; ya psikolojik bir avuntudur; ya da akademik bir gevezeliktir; ama her halükârda idrak değildir; eğitim (terbiye) ve öğretimin (talim) ve erdemimizin (edeb) içine yedirilmiş, eritilmiş bir halde bulunmadığından da davranış haline gelmemiştir. Bu nedenledir ki, idrak ve davranış haline gelmediğinden, Türkler kendi tarihi içinde değil başkalarının tarihleri içinde yaşamaktadırlar.
Bu durumu en güzel, aynı kültür ve tarihe ait, herkesin bilmesi gereken bir konudan konuştuğunuzda bile yanınızdakinin, sanki yabancı bir kültürün tarihinden bahsediyormuşçasına, “Yazın da öğrenelim!” deyişi özetler. Kendisi hakkında bir idraki bulunmayan kişi, ne kendisine ne de tarihine saygı duyar; başka milletlerin kültür ve tarihlerinde yanaşma, sığıntı olarak yaşar.
Yenilmiş, yok edilmiş üç-beş Kızılderilinin Türk olduğunu kanıtlamak için uğraşanların, Selçuklu-Osmanlı çizgisi için tereddütsüz “Türk değiller; ya Fars ya da Bizans’tırlar” deyişleri, yalnızca cehaletle, hatta gafletle açıklanamaz; tersine kendinden derin bir kaçışın ve ihanetin sonucudur. Çünkü gaflet, tenbihle; cehalet, talimle giderilebilir; ama ihanetin ilacı yoktur; hele sözde-aydın ihanetinin.
İhsan Fazlıoğlu,Akıllı Türk Makul Tarih