Batılıların Osmanlı’yı çok da geç olmayan dönemlerde tanıma imkânı buldukları, kurulan siyasî, ticarî ve diplomatik ilişkilerden anlıyoruz. Bu nedenle daha yakın zamanlara kadar canavarlık ve barbarlık hikâyelerinin anlatılmasının gerçekçi ve inandırıcı olmadığı açıktır. Hem yoğun ticaret yapılıyor hem de bir yandan ‘canavar’ ve ‘barbar’ olarak nitelendiriyorlardı Osmanlı’yı.
Avrupa’da Türklere/Osmanlı’ya karşı ciddi bir korkuyla karışık merak vardı. Avrupalılar seyahatnamelerinde özel olarak ele aldıkları konuyu Türkiye ve Türkler başlığı altmda ele almışlardır. Hatta 1603 yılında Londra’da Türkleri anlatan ve orijinali 1200 sayfa olan devasa bir kitap yazılmıştır. Ancak bu kitaplarda da, konuşmalarda da, genel olarak hafızada oluşan imge, gerçeklikten son derece uzaktı. Tek kelime Türkçe bilmeden Osmanlı tarihi yazan Avrupalı yazarlar vardı. 17 ve 18. yüzyıllarda Avrupa’nın Türkleri tanıma ve anlama çabaları sürüyordu. Fransa’da, 1480-1609 arasında Amerika’ya dair kırk kitap yazılırken Türklere dair seksenden fazla kitap yazılmıştır.
Bunlar o dönemdeki ilginin yönünü göstermekle beraber, bu ilginin gerçeğe ulaşmaktan ziyade tasarlanmış bir gerçek çevresinde dolaştığını göstermektedir. Niceliksel olarak bu kadar eserin anlama üzerinde değil anlamama üzerinde, görmek yolunda değil hayal etmek yolunda, bilmek için değil bilmemek için olması, açıkçası Avrupa’nın, hem zihinsel işleyiş şeklini hem de siyaset aracı üretmekteki yeteneğini göstermektedir.
Açık olan bir şey var o da Batı’nın Osmanlı algısı tehdit kavramı üzerinden izah edilebilir. 15 ve 16. yüzyılda Avrupa’ya meydan okuyan en büyük tehlikeyi, Avrupa’nın kalbine kadar sokulan Osmanlılar temsil etmekteydi. Bu tehdit algısı güvenlik endişesi kadar, mülkiyet hakkı, din özgürlüğü gibi bir dizi alanda yoğunlaşıyordu. Hatta Türklere karşı mücadele fikri uzun süre, Osmanlı dünyasıyla diğer her türlü ilişkiyi dışlayacak şekilde, Avrupalıların zihinlerine musallat olmuş gibidir. Osmanlı Batı’nın yüzyıllar sonra gördüğü en büyük akını düzenliyor, toprağına kattığı yerleri askerî olarak değil her anlamda ihya ediyordu. Osmanlının bıraktığı izlerin silinmemesi korkusu, bu izlerin insanların inançları üzerinde değişim etkisi doğuracağı endişesi Batının Osmanlı imajı üzerinde oynamalara girişmesine neden olmuştur. Osmanlı imajı üzerinde oynayarak yanık bir psikolojik ortam ve rahatlama sağlıyorlardı. Ama anlattıklarının Osmanlı ile bir ilgisi yoktu. Ancak bu anlatıların ve yazılan eserlerin Avrupa haf’ızasını şekillendirdiği muhakkak.
Batının Osmanlı algısındaki parçalanmanın bir kanadında ticarî ve siyasî ilişkiler geliştirilirken, diğer kanadında ise akla hayale gelmeyen hikâyeler anlatılıyordu. Bir Batılı olarak Solnon da aynı tespiti yapmaktadır. Solnon’a göre Batı Avrupalılar bir yandan Osmanlı’yı şeytan olarak nitelendirip, diğer yandan Osmanlı ile ticaret yapıyorlardı. Avrupalılar ticaretlerini Osmanlı sarayına kadar taşımışlar, daha iyi ilişki kurmak için hediyeleşıneyi de öğrenmişlerdi.’Her şeye rağmen korkunç Türk imajından vazgeçmiyorlardı. Osmanlı’ya dair bir sürü vahşet hikâyesi anlatılıyordu.
Avrupanın savaşan taraflarından çok Osmanlı ile savaşmayan tarafları -Batı Avrupa hafızayı şekillendirecek kayıtlar tutuyor, algı oluşturuyordu. 17. yüzyılda Batı’daki Türk/ Osmanlı algısı hâlâ netlik kazanmamıştır. Türkler kan içici, insanları esir eden yaratıklardır, ön yargılar çok ileri düzeydedir. Yargı ve algı 18. yüzyılda dahi biraz, netlik kazanmasına rağmen gerçeklikten uzaktır. Ortaylı’ya göre bu yüzyıl, Batı’ya dünyanın bütün diğer bölümlerine durgun medeniyetler ve bu insanlara da gelişmeyen toplum adamı olarak bakma bilincini getirmiştir. Ancak Osmanlı ile tarihî ilişkiler kuran Fransızlar için bile Osmanlı bu kapsamın dışına çıkamamıştır. Hatta Solnan’a göre, Osmanlıların en başarılı oldukları konularda bile, en mutedil yazarlar dahi olumlu bir görüş beyan etmiyordu. Bunun birkaç istisnası vardı elbette.
Orta Çağ’daki ilkel alışkanlıklarını düşünsel olarak belli alanlarda sürdüren Batı, tanımlarını ve anlatılarını da bu perspektifle kuruyordu. Hâlbuki Osmanlı gerçeğini içeriden görecek durumda olmaları bir yana, zaten gördükleri de bir vakıadır. Erken dönemde diplomatik ve ticarî ilişki kurulmasına rağmen, özellikle Fatih zamanında Venedik, Kanuni zamanında Fransa ile kurulan yakın ilişki, Avrupa’nın Osmanlı gerçeğini görmesine yetmemiştir. Diyalog kurdukları Osmanlı’yı, kendi ülkelerindeki insanlara canavarlaştırarak anlatmalarında bir siyaset olduğu çok açıktır, buna ilave olarak ikinci neden ticarî nedenlerdir.
Siyasî nedenlerin başında, Avrupa’da Osmanlı karşıtlığı üzerinden bir dirilme, canlılık ve birliktelik hesaplanırken, Osmanlı’nın ilerlemesine karşı Hristiyan bilinç çerçevesinde Haçlı ruhu oluşturarak, bu ilerlemenin önünde bir barikat oluşturma nedeni olabilir. Ticarî nedenlerin kökeninde ise Avrupalı tacirler kendileri Osmanlı ülkesinde ve başkentinde rahat rahat gezerken ve ticaret yaparken, bu ticaret hacminin paylaşılmasının önüne geçmek için bir canavar imajı oluşturulmuştur. Avrupalı meraklıların ve başka tacirlerin Osmanlı ülkesinde rahat gezemeyeceklerinin anlatılması, bir canavar imajının oluşturulması Osmanlı ülkesine tacir akım oluşmasına engel olmuştur. Avrupa’da körüklenen Osmanlı korkusuyla, Hristiyan dünyasının askerî ve siyasî olarak dehşete düşmesi, sonra da harekete geçmesi bekleniyordu. Ancak ticarî olarak harekete geçmemeleri için anlatılar farklı bir evrende seyrediyordu.
Aydınlanma çağının modası olan, toplumsal değişme veya durgunluk sorunları felsefî ve sosyolojik alanda Avrupa merkezli bir görüşle ele alınmaya başlamıştır. Bu nedenle Batı’nın Osmanlı algısının modern zamanlarda tüm dünyaya aynı şekilde yayıldığı söylenebilir. Zira Batı dünyası düşünsel merkezine yerleştikçe Orta Çağ’a özgü ilkel, cahilane hatta saçma-sapan birçok tanım, sıfat, algı, korku biçimi de sürmüştür. Batı’nın Osmanlı ve Müslümanlara bakışındaki bu gerilik Batı’nın düşünsel merkeze oturmasıyla merkeze yerleşmiştir. Bu algı ve tanımların bu zamana uzanması, Batı’nın düşünsel olarak hiçbir yeniliğe girişmemesinden, ayrımlar yapmamasından olmuştur. Sonrasında ise bu algı ve tanımlar bir siyaset ayrımı ve aracı hâlini aldı.
Hece Dergisi, Batı Medeniyeti Özel Sayısı
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…