Kategoriler: Mehmet Kaplan

Batıl İtikatlarla Mücadele

Batıl itikat nedir? Tabiat, insan ve cemiyet hakkında beslenilen yanlış fikirdir. Yanlış fikirlerle mücadelenin müspet şekli, onların yer­lerine doğrularım koymaktır. Bir insanı inandığı fikirlerin yanlışlığı­na ikna etmek için, onu tehdit etmenin hiçbir faydası yoktur. Namık Kemal “Hürriyet-i efkâr” makalesinde bu noktayı çok iyi anlatmıştır.

Bir adamın velev taşlarla beyni ezilsin, fikirince kanaat ettiği tasdikatı tağyir etmek kabil midir? Velev hançerle yüreği paralansın, vicdanınca tasdik ettiği mûtekatı gönlünden çıkarmak mümkün olabilir mi? Demek ki, naklî, aklî, hikemî, siyasi, İlmî, zevkî, her nevi efkâr zaten serbest, zaten tabiidir. Değişirse, kimsenin icbâriyle değil, tabiatın ilcasiyle deği­şir… Pek kanlı, pek hatalı, pek müteaddit tecrübelerle sabit olmuştur ki fikre galebe, yine mücerret fikrin şanmdandır. Maddiyat, teaddiyet-i efkâr üzerine teslît olunca baruta dokunan ateş veyahut buhara hadden ziyâde icra olunan tazyik hükmünü vermek mukarrerdir.

İtiraf etmek lazımdır ki, eski Namık Kemal zamanımızın birçok sözde münevverlerinden çok daha yeni ve ileridir. Yapılan bunca tec­rübelere rağmen, hâlâ yanlış fikirleri ortadan kaldırmak için en kaba usullere başvuruluyor; insanlar hapse atılıyor, elleri kelepçeli olarak şehirden şehire sürülüyor, aç bırakılıyor. Ve işin acı tarafı, bunların “inkılap” ve “hürriyet” adına yapılır gibi gösterilmesidir. İnkılâptan ve hürriyetten nefret ettirmek için bundan daha iyi bir yol bulunamazdı.

En korkunç batıl itikat, şüphesiz, yanlış fikre karşı cebir ve kuvveti harekete getirmektir. Her şeyden önce, bu batıl itikattan kurtulmamız lazımdır. Çünkü gerçekten inançlar üzerinde baskının müspet bir tesi­ri yoktur. Dikta rejimlerinin hatası, medeni fikirler manzumesi olan inkılapları, gayrimedeni usullerle halka kabul ettirmeye çalışmalarıdır. Bu korkunç baskıdır ki, halkta onlara karşı derin bir nefret uyandırır, daha kötüsü, batıl itikatlara daha fazla sarılmasına sebep olur. Yüzde sekseni cahil olan bir milletin asırlardan beri kafasına yerleşmiş fikir ve itiyatlar, bir hamlede, birdenbire ortadan kaldırılmak istenildi. Bu suretle dünyaya imkânsız bir mucize gösterilecekti. Fakat tabiatte olduğu gibi cemiyette de mucize yoktur.

Çalışma vardır. Bin bir vası­ta ile bu millet cehaletten kurtarılacak yerde, en kolay usule, zora başvuruldu. Mektep açılacak yerde hapishane açıldı. Kalem yerine kılıç kullanıldı. Bunca tecrübeden sonra neticeyi görüyoruz: Hürriyet hâkim olmaya başlayınca, diktatörlüğün baskısı altında sinmiş ve gizli gizli hayatına devam etmiş batıl inançlar, birdenbire ve kuvvetle tekrar orta­ya çıktı. Bundan dehşete düşenler, tekrar zorba metoduna başvurulma­sını tavsiye ediyorlar. Geçmiş tecrübelerden yine ders alınmadan aynı hataya devam olunuyor.

Büyük şehirlerde, maddi ve manevi şartları müsait olanların oku­maları, aydınlanmaları, ileri fikirli olmaları gayet tabiidir. Bir köy çocuğu da onların yerinde olsa aynı seviyeye yükselirdi. Fakat maddi, manevi yükselme imkânları bulunmayan yerlerdeki bedbahtların sizin gibi aydın fikirli olmalarını nasıl bekleyebilirsiniz? En geri medeniyet şartları içinde yetişen milyonlarca vatandaş kitlesinin Avrupalıca hare­ket etmesini beklemek bir batıl ümitten başka nedir? Bu devlet, bu mil­leti okutmak ve aydınlatmak için şimdiye kadar fiilî olarak düşünülürse mahkûm edilmesi, hapse atılması, cezalandırılması lazım gelenler, ellerinde hiçbir imkân olmadığı için cahil kalan zavallı insanlar değil, bu memleketi idare edeceğiz, ileri götüreceğiz diye başa geçip de ken­di zevklerinden, servetlerinden başka hiçbir şey düşünmeyen hodgâm idare adamlarıdır. Mesul olan onlardır.

Bizim bütün meselemiz, medeniyet ve kültür üzerinde toplanıyor. Hakiki ve sağlam inkılap, bütün bir milleti bulunduğu hayat seviyesin­in daha yüksek, daha ileri bir seviyeye ulaştırmaktır. Bir kaç büyük şehrin beş-on bin münevverinin değişmesi ile bir memlekette gerçek bir inkılap vücuda gelmiş olmaz. Ötede milyonlarca insan hâlâ asırlardan beri sürüklediği cehalet ve sefalet hayatını devam ettirirse, yapılan işlere büyük işler nazarı ile bakılamaz. Yaptığımız işleri göklere çıkarmakla sadece yalan söylemiş olduk.

Hakikate gözlerimizi kapadık. Kendi dar muhitimizin içindeki suni değişmeleri, memlekete şâmil gerçek köklü ve temelli inkılaplar zannettik. Yüzüne bakmadığımız halk, yıllardan sonra birdenbire eski sefalet ve cehaleti ile karşımıza çıkınca ondan nefret ettik. Ona gerici, yobaz, mürteci dedik. Karikatür­cülerimiz onları en gülünç şekillerle göstererek sözde ileri fikirli şehir münevverlerini güldürmeye çalıştı. Bu merhametsizce tepeden bakışın bir ahlaksızlık olduğunu hissetmedik.

Hiç kimseye zararı olmayan, itaatli, kendi halinde Türk halkının hakikat bildiği imanına sarılışı ile ona tecavüz eden, onu durmadan lekeleyen ve kötüleyen sözde ileri fikirlileri mukayese edince, insan, bütün cehaletine rağmen halktan tarafa çıkıyor. Onun bu masum dav­ranış tarzında bir asalet buluyor.

Cahil köy hocaları, istismarcı üfürükçülerle başa çıkamayan bir hükümet karşısında halkın duyduğu his nedir, bilmiyorum. Halk her­halde şöyle düşünüyor: “Ben mustarip iken benim derdime yalan yanlış da olsa bir çare arayanlar bunlardır. Ben, tabiat, insan cemiyet hakkında hiçbir fikre sahip değilim. Bu adamlar bir şeyler söylüyorlar; aksini söyleyenler olmadığına göre bunlar haklıdırlar. Şehre gittiğim zaman iyi giyinmiş beyler gördüm. Evleri, barkları, hayatları güzel olduğuna göre benden ve bizim köy hocasından daha başka şey bildikleri muhak­kak. Fakat onların yanına yanaşmak kabil değil ki… Tüccarına giderim beni aldatır, memuruna giderim, beni hor görür; askerlikte de onların ne biçim adamlar olduğunu gördüm. Onlarla anlaşmak güç. En iyisi yine bizim köy. Tarlamız öküzümüz, imanımızla biz başka bir âlemiz. Şehirli olmak iyi ama bunun yolu bizler için kapalı.”

Halkı anlamak için onun seviyesine inmek, onun hayat şartlan ve bu hayat şartlarına sımsıkı bağlı olan inançları ve örfleri benimsemek lazım. Halk, şehirden değil, kendi içinde anlaşılır.

Ve halka gerçekten medeni fikirleri aşılamak istiyorsak, evvela şu tepeden bakan ileri fikirli davranış tarzımızı, gösterişçi halimizi bıra­kalım. Bir insanı, bilhassa basit bir insanı, cahil bir insanı aydınlığa götürmenin büyük bir maharet, sabır, bilgi ve her şeyden önce sevgi istediğini bilelim.

Alain, bir insanı ikna etmenin en iyi yolu onun fikirlerinden hare­ket etmektir, der. “Hayır!” diye söze başladınız mı karşınızda derhal bir düşman yaratırsınız. Anlayışlı, kültürlü insanlara karşı hayır diyebilir­siniz. Fakat yanlış inançlarına sımsıkı bağlı bir insana karşı yapılacak ilk muamele dostluk olmalıdır. Sonra bütün yanlış fikirlerden doğrularına gitmek mümkündür. Bunun sırrını da filozoflardan öğrenebilirsi­niz. Hiç batıl itikat yoktur ki, maharetle tefsir edilirse, daha doğru fikir­lere gitmek için başlangıç olmasın. Bu yol bizde hiç denenmemiştir. İleri fikirleri hap gibi yutanlar, kudurmuş gibi etraflarına saldırıyorlar. İleri fikirleri onların sesinin tonunu daha değiştirmemiştir. Bekledikleri klişeleri cahilin kalbine hançer gibi saplamak isterler; bundan vahşice bir zevk alırlar.

Eğer biz halkı yükseltmenin yolunu bilseydik, işe dini inkâr ile değil, dini tasdik ile başlardık. Çünkü halk, henüz batıl itikat seviye­sindedir; gerçek dini bilmez. Halkı gerçek din seviyesine ulaştırdıktan sonra, oradan felsefeye, oradan ilme, oradan tekniğe doğru gidebilir­dik. Beşeriyet tarihi bu yolu takip etmiştir. Her cemiyet, her insan bu büyük merhaleleri katetmek suretiyle en ileri seviyeye yükselir.

Ama siz, bizim işimiz acele, biz birdenbire en iptidai çağdan yir­minci asır medeniyetine yükselmek istiyoruz; böyle uzun, dolaşık, ihti­yatlı, bin bir emek ve dikkat isteyen hareketlere girişecek vaktimiz yok diyorsunuz. O zaman yapacağınız şey şüphesiz, şimdiye kadar yaptı­ğınız gibi olacaktır: Jandarma, polis, hapishane, dayak, tehdit, tezyif! Ne güzel, ne ileri medeniyet vasıtaları!

Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, 104-107 s.

Yusuf Aslan

Tarih talebesi ve ilme pek meraklı.

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce