Bazı düşünürler Batı uygarlığını,İslam uygarlığıyla izaha çalışırlar.Bunlardan kimisi,özellikle Endülüs ve Sicilya’daki İslam medreselerinin önemli rolü üzerinde durarak,buralarda birçok batılı öğrecilerin okuduğunu söz ederek,adeta Batı uygarlığının tamamen İslamdan kaynaklandığını ileriye sürerler.Bu görüş Rönesans’ı İslam uygarlığının bir uzantısı saymaktadır.
Bu düşünceye göre Batı uygarlığı bizden alarak onu işlemiş,geliştirmiş,bugünkü seviyeye ulaştırmıştır.Dolayısıyla Batı uygarlığı,özü bakımından İslam’a aittir.Şimdi biz onu alırsak , kendi kaybettiğimize,kendi malımıza kavuşmuş oluruz, diye düşünürler.
Tanzimat, Meşrutiyet ve hatta daha sonraki dönemlerimizin birçok fikir ve sanat adamları bu görüş içindedirler. Bunlar Batı uygarlığını büyük ve erişilmesi gerekli bir vakıa olacak kabul etmiş kişilerdir. Batıya açılmamızda zaruret görürler. Vaktiyle bizden alındığı gibi, onlardan da alınması gerektiğini ileri sürerler uygarlığın. Fakat bu transfer esnasında bir şeye dikkat etmemiz gerektiğini savunurlar, “örfümüzü ahlakımızı ve dinimizi koruyalım” derler.
Şimdi bu anlayışın yanılgısı üzerinde duralım. Bilindiği gibi Batı uygarlığının yeni teşekkülü olan Rönesans aslında Batı’nın kendi tarihi uygarlık temellerine bir dönüş hareketiydi. Antik Yanan düşüncesini yeni baştan gündeme alma olayıydı. Ayrıca Roma hukuk ve nizamını tekrar canlandırma ve yorumlama hareketiydi. Ve nihayet, gerçeğinden saptırılmış olduğu kabul edilen Hıristiyan inancını, özellikle duyarlığını yeniden düzenleme faaliyetiydi. Bütün bunlarla birlikle Hristiyan imparatorluğunun denetiminde olan Avrupa’daki feodal düzeni, gelişen burjuvaziyi arkalarına alarak ulusal bir düzen anlayışıyla değiştirmekti.
Şimdi soralım: Bütün bunların hangisinde, İslam uygarlığını temel yapma gibi bir öz mevcuttur?
Rönesans’ın İslam’la ilgili yanı bir uygarlık ortaklığı şeklinde değil, bîr düşmanlık biçimindedir. Yani sadece şudur: Kutsal Kilise imparatorluğunun, yürüttüğü bütün Haçlı seferlerine rağmen, İslam dünyasına karşı hiçbir başarı kazanamamış olması üzerine, İslam’la başa çıkmak adına sevk ve idareyi kiliseden alarak yeni ulusal güçlere vermesi ve bu noktaya varabilmek için ise kendisini tarihi kaynaklarıyla donatmak ihtiyacını duyması.
Yani batılı, tam bir batılı olmanın bilincine Rönesans’la ermeye başlamıştır. İslam uygarlığına aykırı ve düşman olmanın yeni düzenlemesi Rönesans’la yürürlüğe girmiştir, önceki düşmanlıklar özellikle Haçlı Seferleri Hıristiyan dünyasının Müslümanları tanımasına geniş ölçüde fırsat vermiş; bu fırsat, İslam’a düşmanlığı daha da çoğaltmış, bu anda da İslam dünyasını alt etmenin ancak yeni bir uygarlıkla mümkün olacağı fikrinin doğmasına sebebiyet vermişti. Yani Avrupa’nın İslam’a aykırı bir uygarlık geliştirmesinin zeminini oluşturmuştu sadece. Asıl büyük düşmanlık sonradan Rönesans’la gelecektir.
Kısacası Batı uygarlığı ile İslam uygarlığı birbirinden farklı. hatta aykırı iki dünyayı belirler.
Ayrı Bir Uygarlık
Nasıl ki İslam uygarlığının temelinde yunan düşüncesi yoksa Batı uygarlığında da öylece İslam yoktur. Nasıl ki birçok uygarlıkta bir başka uygarlığı andıran bazı görüntüler bulunabilirse, ancak öylece İslam uygarlığıyla Batı uygarlığı arasında bir yakınlık söz konusudur. Bu görüntü, ya da yakınlık kesinlikle bir eşitlik, benzerlik anlamında değildir. Nasıl ki sırf ayakları var diye bir kertenkele ile bir güvercin aynı cins yaratıklar değilse; her uzuv her varlığın hilkatine göre teşekkül etmişse, uygarlıklardaki birbirini andıran hususlar da yekdiğerinin aynısı değildir.
Uygarlıklardaki birbirini andıran özellikler insanın fıtratındaki ayniyetle ilgilidir. Ama bu fıtri ayniyet, uygarlıkların farklı gelişme ortamı bulmasını önleyemiyor. Çünkü toplumların tarihi, sosyal ve kültürel kaderleri fıtrata tabi bir çizgi içinde gelişmiyor, beşeri müdahalelerin, ilahi özü çarpıttığına ve ona aykırı gelenek kurduğuna da şahit oluyoruz. Bu bakımdan uygarlıklar farklı olarak oluşmaktadır.
Bütün insanların İslam fıtratı üzere doğduğu halde, aile çevresinden başlayarak, içinde bulunduğu topluma kadar geniş bir çevre,onun farklı bir insan, yani farklı bir uygarlığın üyesi olarak yetişmesini sağlıyor.
Kişinin yetiştiği, kendisini bir üyesi olarak bulduğu toplumun uygarlığı ise, ya İslam gibi tamamen ilahi bir kaynağa, yani vahye bağlı bir uygarlık olmakta veya asıl ağırlığını insan zekâsının yoğurduğu ve tamamen ilahi Özden yoksun, doğrudan doğruya insanın zihni ve ruhi spekülasyonunun ortaya koyduğu dalalete bağlı bir uygarlık olmaktadır.Çoktanrıcı putperest inançlardan kaynaklanan uygarlıklar bu türdendir. İnsanoğlu bu iki uygarlıktan birine bağlı bir toplum içinde gözünü açmaktadır. Yani ilahi veya yarı ilahi yahut da batıl bir inanç ve inançlara bağlı olarak gelişmiş bulunan bir uygarlık ortamında doğa gelmiştir.
Bu bakımdan her uygarlığı ayrı bir bütün saymak durumundayız . Bu cümleden olarak Batı uygarlığını, İslam etkisinde, ondan yararlanarak kurulmuş bir uygarlık gibi göremeyiz. Bunun gibi, İslam uygarlığı da kesinlikle Antik Yunan düşüncesinden yararlanarak gelişmemiştir.
Gerçi birçok İslam düşünüründe Antik Yunan düşüncesine yönelme, onları yorumlama, İslam düşüncesiyle bunlar arasında bir dengelemeye gitme çabası görülmemiş değildir. Hatta bu düşünürler Antik Yunan felsefesinin unutulmamasını, onun Batı’ya geçmesini ve Rönesans’ı hazırlamasını sağlayan kişiler olmuşlardır. Bunlardan bazılarının kendilerince bir İslam felsefesi kurmaya çalıştıkları da bilinmektedir. Ne var ki bütün bu çabalan İslam uygarlığının verileri arasında göremeyiz.
İslam uygarlığının gelişmesini, yayılmasını sağlayanlar, kendini putçu Yunan düşüncesine kaptıran felsefe adamları değil; Kur’an ve Sünnet’e bağlı kalarak yorumlar getiren bilginlerdir. Bunların çalışmalarına ‘‘felsefe” değil “hikmet” diyoruz.
Değil yalnız Eski Yunan düşüncesinin çizgisi içinde düşünen,fikir imal eden düşünürler, eski İran inançlarıyla İslam arasında bazı unsurlar yakalayarak yeni terkibe giden fikircilerin ürettikleri görüşleri de aynı şekilde İslam uygarlığının dışında mütalaa etmek zorundayız.
Ehl- i sünnet itikadının ötesinde kalan her türlü telifi, İslam’ın, onun uygarlığının ürünleri olarak sayamayız. Çünkü İslam kendisinin dışındaki hiçbir düşünce sistemine muhtaç olmayan büyük ve eksiksiz bir nizamdır.Uygarlığının bütün kaynağı da bizzat bu nizamdır
M.Akif İnan,Din ve Uygarlık
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…