Baba Olarak Erkek-Anne Olarak Kadın: Mutlu Ailede Mutlu Çocuk

gorselimg_1616661940 Baba Olarak Erkek-Anne Olarak Kadın: Mutlu Ailede Mutlu Çocuk

Çocuk, annenin transfer ettiği şefkat ve babanın verdiği güven ile gelen mutluluktur.

Bir toplum, değerleri doğrultusunda kültür üretir. Şiir, ede­biyat, sanat, günlük dilde klişe cümleler bu kültürün oluşma­sında ve taşınmasında etkili araçlardandır. Temel kaynaklardan beslenen bu kültürel formlar toplumsal ilişkilere derinlik ka­zandırır ve ait olduğu kaynağa gitmeden dilden dile dolaşarak değerler doğrultusunda ilişkiler ağını örer. Anadolu kültüründe aile alanında bu türden değerli sözler mevcuttur. Mesela Ana­dolu’da “intizar almak” deyimi anne-baba sorumluluğunu ifade eden âdeta birçok ayet ve hadisin hulasası olan bir sözdür. Hem sorumluluğu hem de bu sorumluluğa özen gösterilememesi hâlinde çekilecek cezayı ve başa gelecek belayı beraberce ifade eder. Bu ifade anne-babasının hoşnutluğunu almayanın dünya ve ahirette bedbaht olacağını ifade eden Türkçedeki en etkili sözlerdendir. Keza “âh almak” aynı yönde anne-baba ile sınırlı olmaksızın zulmedenin aldığı bedduanın kötü sonucunu ifade eder. Bu gibi sözler ya da tutumlar temel kaynaklardaki veri­lerden beslenmeleri yanında tecrübeye, insanların zihninde yer bulan canlı olaylara ve yaşanan hatıralara işaret ettiği için çok güçlü bir etkiye sahiptirler. Hem olumlu davranış geliştirme de hem de olumsuzluğu engellemede eğitici bir güce sahiptirler.İşte bu bağlamda Anadolu kültüründe dilden dile dolaşan “hayırlı evlat , hayırsız evlat” ifadeleri aynı derinliğe sahip sözlerdendir Anadolu lisanında, “Hayırsız evlat ömür törpüsüdür.” sözü anne-babayı mutsuz kılan çok güçlü bir vurgudur. Tersinden bakıldığında “başarılı ve ahlaklı” çocuklar da anne-babalarının mutluluk kaynağıdır. Bu tecrübî olarak bilinen bir husus olsa da Kur’ân-ı Kerîm iyi çocukları anne-babaların mutluluğunu tamamlayan unsur olarak zikreder. Zira cennet ehlinin baba­ları, dedeleri, çocukları, hanımları ve hanımlarından sâlih amel işlemiş olanların topluca cennete girecekleri anlatılır.(Ra‘d (13), 23; Mü’min / Gâfir (40), 8.) Şayet iman bakımından atalarının izinden giden çocuklar amel ba­kımından onlardan daha geride ve bu sebeple makamları düşük ise anne-babalarından ayrı olmaları bu mutluluğa gölge düşüre­ceğinden çocukların dereceleri yükseltilerek onlara katılacak ve mutsuzlukları giderilecektir.(Tur,21) Bu da çocukların mutluluğunun aile saadetinde etkili olduğunu göstermektedir.

Ancak burada bir noktaya işaret etmek gerekir ki o da an­ne-babaların çocuklarından beklentilerini elde etmeleri ve on­larla mutlu olabilmeleri için üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmeleri gerekir. Şimdi bu hususu ele alabiliriz.

a- Çocuğa Din ve Dünya için Zarurî Bilgilerin Kazandırılması

”Bir anne-baba çocuğuna güzel terbiyeden / güzel ahlaktan daha değerli bir şey bağışlamamışttr” (Tirmizi, “Birr”, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, M, 412; IV, 77,78).

Çocuklar anne-babaları için birer imtihandır,(Enfâl (8), 28; Tegâbün (64), 15.) sonucu da ya başarı ya da hüsrandır. İmtihanın konusu çocuğun dünya ve ahiret hayatına hazırlanmasıdır. Dünyevi olarak geçimini temin edeceği, kabiliyetine uygun bir eğitimle mesleğe hazırlamak ve hayatını ilgilendiren konularda temel bilgilerle donatmak, kül­türel mirası aktarmak, toplumdaki görgü kuralları ve adaba ri­ayet hususunda bilinçlendirmek; manevi olarak da dinî vecibe­lerini öğretmek, hassasiyetle ve sürekli olarak yerine getirecek bir duyarlılık kazandırmak, yüksek İslam ahlakı ile yetiştirmek en önemli görevdir. Kısaca söylemek gerekirse Hz. Peygamber’in Allah’m özel konuk olarak ağırlayacağını ve kıyamet sıkıntıları­nı yaşatmayacağını müjdelediği yedi bahtiyar sınıftan birisi olan “Allah’a kullukla büyüyen genç” (Buhârî, “Ezân”, 36, “Rikâk”, 24, “Zekât”, 16, “Hudûd”, 19..)olabilecek şekilde biçimlen­dirmektir. Bu, çocuk için en değerli sermaye, anne-baba için de en büyük saadettir.

Din ve dünya için zaruri bilginin kesiştiği önemli bir nokta vardır o da şudur: Kişisel beceri, yeti ve bu doğrultuda elde edilen maharet ahlak ile bütünleştiğinde olumlu sonuç verir. Bu da hem çocuğun hem de anne-babasının dünya ve ahiret mutluluğudur.

Çocukların hayata hazırlanması baba ve annenin müşterek görevleri olsa da özellikle erkek çocukların bir meslek ve meslek ahlakı edinmeleri için babanın, kızlara da ev işlerinin öğretil­mesi hususunda annenin sorumluluğu vardır. Geleneksel eğitim modeli bu yönde oluşmuştur. Dolayısıyla erkeğin daha çok ev geçiminden sorumlu tutulması sebebiyle meslek eğitimini baba üstlenmiş, kız da evin tertip-düzeninden mesul olduğu için an­nesi tarafından bu yönde eğitilmiştir. Bu iki hususu biraz açmak gerekirse şunlar söylenebilir:

Allah, her insanı farklı kabiliyet ve özelliklerle donatm tır.(Enam,165;İsra,21,Zuhruf,32)Her bir yeteneğe toplumun ihtiyacı vardır. Anne-babaya düşen, çocuğunu popüler meslekler doğrultusunda yönlendir­mek değil potansiyelini keşfedip işlemek, yeteneklerini geliştir mek ve o yönde hayata hazırlamaktır. Çünkü Nasîruddîn et-Tûsî (0.672/1274) gibi İslam düşünürlerinin isabetle belirttiği gibi bireysel farklılıklar ve toplumsal ihtiyaçlar açısından çocuğun eğitiminde kabiliyetlerinin merkeze alınması ve o doğrultuda eğitime tâbi tutulması esastır.(Tusi,Exlag-ı Nasıri(trc.Rahim Sultanov).Bakı 1989,s.160)Bu çaba hem nimetin takdiri ve fiilî şükrü anlamına gelir hem de çocuğa ve aynı zamanda toplu­ma yapılabilecek en büyük katkı ve iyiliği ifade eder.

Kabiliyet bakımından insan, yaratıldığı toprağa benzer. Bu açıdan her toprak farklıdır ve kendi özelliğine uygun bitkiler yetiştirir. Buğdaya uygun toprağa mısır ekmek anlamsız oldu­ğu gibi mesela sosyal bilimlere yatkın bir çocuğu fen bilimlerine yönlendirmek de o derece manasız ve sonuç olarak da verimsiz­dir. Bu, çocuğa eziyet olduğu gibi yetenek nimetinin kadr-u kıy­metini bilmeyerek nankörlük yapmak daha da önemlisi insanı taşıyamayacağı bir yükle sorumlu tutmak, toplumu da Allah’ın lütfettiği bir kabiliyetten mahrum bırakmak demektir. Bu yön­deki hatalı tercih, çocuğun başarısını olumsuz yönde etkileyece­ğinden ileride aile huzuruna olumsuz yansıyacak ilk kıvılcımdır.

Çocukları dindar ve ahlaklı yetiştirmek, anne-babanın be­raberce sorumlu oldukları alanı oluşturur. Hz. Peygamber’in bu konuda: “Bir anne-baba çocuğuna güzel terbiyeden / güzel ah­laktan daha değerli bir şey bağışlamamıştır.”,(Tırmızî, “Birr”, 33..) “Çocuklarınıza ikramda bulunun ve terbiyelerini güzel verin.”(İbn Mace,Edeb,3) şeklindeki ha­disleriyle ümmetine mesajı nettir.

İkramdan maksat helal dairesinde ve şımartmayacak ölçü­de çocukların ihtiyaçlarını gidermek, imkânlar ölçüsünde baş­kasına muhtaç etmemek, manevi anlamda da Allah’ın emir ve yasaklarına saygı bilinciyle donatmak, çevreleriyle ilişkilerinde yüksek İslam ahlakını ilke edinmelerini, Allah ve kul hakkına karrşı duyarlılıklarını temin edecek bir eğitim vermeleri anla­mına gelir. Bunun yanında çocuklara ikram anne-baba sevgisi kazandıracağı için(Bk. Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, Kahire 1356, II, 90-91;..) aileye olan bağlılıklarını da güçlendirecek etki yapar.

Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in özel olarak anne-ba­balara yüklediği en önemli görev çocuklara namaz bilincinin kazandırılmasıdır. Namaz eğitimine küçük yaşta başlanarak temyiz döneminde bu işin halledilmiş olması gerekir. Çocuklu­ğun bu devri, genellikle hayatın yedi yaş ile bülûğ çağı arasın­daki kısmını kapsar. Temel özelliği çocuğun iyiyi-kötüyü, faydalıyı-zararlıyı belli ölçüde ayırabilecek akli olgunluğa ulaşmış, bu yönde meleke kazanmaya başlamış olmasıdır. Bu çağda ka­zanılan namaz bilinciyle çocuk, tam mükellef olduğu âkıl-bâliğ dönemine hazır olarak adım atacak ve küçük yaşta kazandığı bu bilinç, hayatı boyunca kalıcılık arz edecektir. Bir anne-baba için çocuklarına dinî vecibelerini öğretip içselleştirmelerini, bir yaşam biçimine dönüştürmelerini, Allah’ın rızasını her şeyden daha önemli görmelerini sağlamaktan daha değerli bir şey ola­maz. Bu ise küçük yaşlarda kazandırılabilir. “Ağaç yaş iken eği­lir.” sözünün anlatmak istediği budur. İşte bunun için Hz. Pey­gamber çocuklara namaz öğretimine yedi yaşında başlanmasını istemiş ve on yaşına kadar bu sorunun halledilmesi gerektiğini bildirmiştir.(Ebû Dâvûd, “Salât”, 26.) Aile reisinin hane halkına dinî vecibelerini öğ­retmek ve hatırlatmakla, kendisi de bunları yaşayarak örnek ol­makla yükümlü olduğuna dair açık ayetler vardır:

Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…”(Tahrim (66), 6.) şeklindeki ayetiyle genel nitelikli bir sorumluluktan bahsettikten sonra namaz özelinde konuyu ay­dınlatır:

“Aile fertlerine namaz kılmalarını emret Sen de sabırla devam et,biz senden rızık istemiyoruz, rızıklandıracak olan biziz. Güzel sonuç, Allah’ın emir ve yasaklarına içtenlikle bağlılık veren ve saygıda titiz davrananların (takva sahipleri) olacaktır.(Taha 132)

b- Anne-Babanın Çocuklara örnekliği

Aile ile efradına namazı emret, sen de sabırla devam et” (Tahâ, 20/132) ayeti geldikten sonra, Hz. Peygamber da­madı Hz, Ali ve kızı Hz, Fatıma’ya sabah namazlarına kaldırmıştır.

Başkasından talep edilen ortak bir davranışın ya da yapılması istenen bir eylemin öncelikle o kişi tarafından yerine getiril­mesi tutarlılık açısından çok önemlidir. Kur’ân-ı Kerîm:

“Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Böyle yapma­nız Allah katında çok sevimsiz bir davranıştır. (Saff,2-3)

*İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz yoksa?(Bakara,44)şeklindeki ayetlerinde bu hususu özellikle vurgular. Do­layısıyla ortak sorumluluklarda birisinden bir şeyi talep eden kişinin istediği şeyi öncelikle kendisi uygulayarak örnek olma­sı önemli bir ahlak ilkesidir. Bu, inandırıcılık, güvenilirlik ve tutarlılık açısından olduğu kadar eğitim bakımından da hayati önemi haizdir. Bu sebeple “aile efradına namazı emret, sen de sabırla devam et.” ayeti emredenin emrettiğini yapmaması hâ­linde tutarsız davranması sebebiyle talebinin karşılık görmeye­ceğine, inandırıcılığını ve güvenilirliğini kaybedeceğine, pratik olarak da sonuç alamayacağına işaret eder. Böyle bir durumda çocuk anne-babasının denetiminde bulunduğu sıralarda isteni­leni korku ya da bir başka saikle yapar, kendi başına kaldığında yapmaz, neticede istenilen yönde bir davranış ya da alışkanlık kazanmaz. En önemlisi ikiyüzlülük gibi bir şahsiyet bozukluğu geliştirmiş ve yalan söylemeyi öğrenmiş olur,.(Bk. Ebû Zehre, Zehretü ‘t-tefâsir, IX, 4814.)

Konunun dikkate değer bir başka boyutu daha vardır. O da çocuğun belli bir yaşa kadar anne-babasını taklit ederek bilgi kazandığı ve şahsiyetinin şekillendiği dikkate alınırsa aile bü­yüklerinin söz-davranış bütünlüğü sergilemesinin ve bu yolla küçüklere örnek olmasının ne kadar önemli olduğu kendiliğin­den ortaya çıkar.

Aile reisi çevresindekileri iyiye yönlendirmek, görevlerin ifa­sını sağlamakla yükümlüdür. Bu ise bizzat kendisinin en kâmil manada ve sürekli biçimde söylediklerine önderlik etmesi ve gü­zel örnek olmasıyla mümkündür.

Bunun içindir ki Hz. Peygamber’in cennetle müjdelenmiş olmasına rağmen “Aile efradına namazı emret, sen de sabırla devam et.” ayeti geldikten sonra, damadı Hz. Ali ve kızı Hz. Fa- tıma’ya sabah namazları için seslendiği nakledilmekte,(Kurtubî, e-Câmi’ li-ahkâmi’l-Kur’ân, Kahire 1384/1964, XI, 263..) bizzat Hz. Ali de bu bilgiyi teyit etmektedir.(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1,91.)Bundan başka Hz. Pey­gamber’in sadece onları değil sabah namazına giderken yolu üstündekileri namaz için uyandırdığı bilinmektedir.(Ebû DAvûd, “Tatavvû*”, 4.)

Aile bireylerine karşı aile reisinin sorumluluklarını açıkça ifade eden ayetlerde özellikle namazın vurgulanması onun bü­tün ibadetleri bünyesinde bulundurması sebebiyle dinin dire­ği(Beyhakî, Şu’abü’l-imân, IV, 300;..) ve cennetin anahtarı(Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III 330.)olarak nitelenmesinden olmalıdır. Kötülük ve çirkinliklerden alıkoyan özelliğiyle namaz(Ankebût (29). 45.) ahlakın teminatı ve dindarlığın ölçüsünü veren bir ibadettir. Bu nokta sadece Kur’ân-ı Kerim’de değil Hz Peygamber’in hadislerinde de teyit edilir. Mesela Hz, Peygamberin: “Kimi kıldığı namaz kötülük ve çirkinliklerden alıkoymuyorsa onun ancak Allah’ta,uzaklığı artmıştır.”(..Muttaki el-Hindî, Kenzü’l-ummâL, nr. 20083.) hadisi ayetle tam paralellik göstermekte­dir. Aynı yöndeki: “Nice oruç tutanlar vardır ki onun yanına kalan açlık, nice gece namazı kılanlar vardır ki onun yanına kalan uykusuzluktur.”(İbn Mace,Sıyam,21)hadisi davranışa yansımayan ibadetin içi boş, anlamsız, kuru bir şekilden ibaret olduğunu bildirmektedir. Kıyamet günü kulun ilk hesaba çekileceği amelinin namazı oluşu, namazından hesabı kolay olanın diğer amellerinin muhase­besinin de kolay geçeceği(Tirmizî, “Salât”, 188)yönündeki Nebevi bilginin verdiği me­saj namazın hemen öğretilmesi ve süreklilik kazanması için takip edilmesi yönünde aile reisinin gerekli hassasiyeti göstermesidir.

Ayetlerde, öncelikle kişinin dinî vecibeleri kendisinin öğrenip yaşaması ve bu yönüyle örnek olması, sonra ailesini eğitip-öğretmesi, “önce en yakın akrabanı uyar.(Şuara,214) düsturundan anlaşıldığı kada­rıyla da yakınlarını doğru yola ulaştırmak için çabalaması,(Cessâs, III, 466.) iyiliği emir ve kötülüğü önleme prensibi(Al-i İmrân (3), 104,110,114; A‘râf(7), 157;Tevbe(9),71,112…)gereğince de gücüyle orantılı biçimde bütün toplumla ilgilenmesi (Müslim, “İmân”, 78;..) şeklinde gittikçe genişleyen bir sorumluluk alanının bulunduğu dikkati çekmektedir.

Bütün bu anlatılanlar dikkate alındığında dünyevi ve uhrevi işlevi nedeniyle çocuğa namaz bilincinin küçük yaşlardan itibaren kazandırılması ailenin en önemli görevidir denilebilir.

Bunun anne-babaya dönen tarafı da vardır. Kendileri öldü­ğünde hayatta kalan çocukları namaz kıldığı sürece amel defterleri kapanmayacaktır. Çünkü Hz. Peygamber, öldükten sonra geride kendilerine dua eden sâlih çocuk bırakan anne-babanın amel defterinin kapanmayacağını ve sevap yazılmaya devam edileceğini haber vermiştir.(Müslim, “ Vasıyyet”, 14;..) Namaz, salih ve muttaki insan­ların ameli(Bakara (2), 2-3,177.) olduğu gibi içinde de ana-babaya hayır-dua vardır. Son oturuşta Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan ve dua olarak okunan şu ayette bu görülmektedir: “Rabbim! Bana, ana-babama ve bü­tün mu minlere mağfiretinle muamele et!” (ibrahim (14), 41.)

İnceleyin:  Carl Gustav Jung - Kırmızı Kitap (Alıntılar)

Konuyla bağlantısı bulunan Hz. Peygamber’in amcasının oğlu, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite kabul edilen ve çok hadis rivayet edenler arasında sayılan büyük sahâbî Abdullah b. Abbâs’ın (Ö.68/688) bir tespitine burada yer vermemiz uygun olur. O, Kur’ân-ı Kerîm’de üç ayette üç şeyin birbirine bağlı olarak nazil olduğunu ve peşindekinin eksik bırakılması hâlinde Al­lah’ın diğerini kabul etmeyeceğini söyler:

Birincisi “Allah’a itaat edin. Rasûlüne de itaat edin” ayeti.(Nisa 59) Kim Allah’a itaat edip de Rasûlüne itaat etmezse bu ameli mak­bul değildir.

İkincisi: “Namazı kılın, zekâtı verin.” ayeti.(Bakara (2), 43,83,110; Nûr (24), 56.) Kim namazı kılar, zekâtını vermezse namazı kabul edilmez.

Üçüncüsü de “(önce) bana ve (sonra da) ana-babana şükret. ayeti.(Lokman 14) Kim Allah’a şükreder de ana-babasına teşekkür etmezse şükrünü Allah kabul etmez.(Zehebî, Kitâbü’l-Kebâir, Kahire 1355,s. 43;…)

Son kısımla ilgili olarak Süfyân b. Uyeyne (Ö.198/814) beş va­kit namazı kılan Allah’a şükretmiş, namazın sonunda da onlara dua eden onlara teşekkür etmiş olur şeklinde bir değerlendirmede bulunur.(Âlûsî, Rûhu’l-me’ânî, Beyrut, ts, (Dâru İhyâi’t- türâsi’l-Arabî), XXI, 87.)Aslında namazın sonunda teşehhüdden sonra okunan duada ana-babaya mağfiret dileği yer aldığı için (rab. benâ’ğfir lî veli-vâlideyye…)(İbrahim 41)namazını kılıp bu duayı okuyan Müslüman bu emri yerine getirmiş olmaktadır.(Âlûsî, XV, 57.)

c- Çocuk için Annenin özel Görevi: Şefkat ve Merhamet Transferi

Son dönemde yapılan araştırmalara göre doğumu takip eden özellikle ilk yılda çocuğun ruh sağlığının temelinin atılması sebebiyle bu dönemde çocukta anne ilgisi, sevgisi ve şefkatindeki eksiklik ömür boyu telafi edilemez.

Kadının annelik rolü üzerinde özel olarak durmak gerekir. Çünkü Kur’ân ve Sünnette ona özel önem verilmiş, günümüzde yapılan bazı araştırmalarda da annenin çocuk için özel konu­muna vurgu yapan tespitlere yer verilmiştir. Çünkü anneliği öne çıkaran temel bir kavram vardır ki bu şefkattir. Şefkat sevginin en ileri boyutudur, ruhsal bir enerjidir ve çocuklar açısından en değerli kaynaktır, annenin çocuğa en değerli hediyesidir. (Nevzat Tarhan, Makul Çözüm, İstanbul 2007, s. 26…)Dolayısıyla anne sevgisi çocuğun gelişiminde hissettiği en temel ihtiyaçtır.(bk. Nevzat Tarhan, Evlilik Psikolojisi, İstanbul 2010, s. 147-148)

Babanın aile içinde oluşturduğu güven duygusunun çok önemli olduğunu, bunun getirdiği eksikliğin son derece olum­suz birtakım sonuçlar doğuracağını belirtmek gerekir. Ancak özellikle annelerin üzerinde durulmasının sebebi onun yerinin bir başkası tarafından doldurulamaması, bunun doğurduğu olumsuzluğun çok daha etkili olduğu gerçeğidir.

“Biz insandan anne-babasının üstüne titremesini istedik. Hele annesi, onca sıkıntılar sonucu güçten düşmesine aldırmayarak onu rahminde taşımıştır. Süt emme için belirlenen süre iki yıldır. İşte biz insana bana şükret, anne-babana teşekkür et diye tavsiyede bu­lunduk Dikkat edin! Dönüp-dolaşıp bana geleceksiniz.”(Lokman 34) ayetinde anne-baba beraberce zikredildikten sonra bir de ayrıca anneye yer verilmiştir. Hz. Peygamber de üç defa peş peşe “İyilik etmeme en layık kimdir?” sorusuna “Annendir” şeklinde aynı cevabı vermiş, dördüncü defa tekrar sorulduğunda “Babandır” demiştir.(Buhârî, “Edeb”, 2;..)

Babadan bir adım önde oluşunun sebebi çocuk açısından annenin alternatifinin bulunmamasıdır. Onu vazgeçilmez kılan, baba ve diğerlerinde bulunmayan annelik sevgisi ve şefkatidir ki bu bakımından onun yerini bir başkası alamaz.

İslam âlimleri, Kur’ân ve Sünnetin verileri ışığında kulluğun özünü ve ahlakın temelini “Allah’ın emir ve yasaklarına saygı, varlığa şefkat”(Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-31, X, 209;…) olarak belirlemişlerdir. Allah’ın kullarına, (En’âm (6), 12; Araf(7), 151; Yusuf (12), 64,92; Enbiyâ’ (21), 83; Mü’minûn (23), 109,118… )Hz. Peygamber’in ümmetine olan yaklaşımı hep şefkat ve mer­hamet kavramlarıyla ifade edilmiştir.(Tevbe (9), 128.) O zaman, “Şefkat ne­dir?” sorusuna cevap arayabiliriz.

Derinliği ve zenginliği olan kavramlar için tanım yapmak, onu sınırlandırmak ve anlamını kısırlaştırmak gibi olumsuz so­nuca yol açabileceğinden imkânlar ölçüsünde onu tasvir etmek daha sağlıklı bir yol olarak öne çıkmaktadır.

Şefkat, annenin önce rahminde sonra kollarında taşınmış, kucağında büyümüş, sütünü emmiş, ayaklarında uyumuş, ninnisini dinlemiş, salıncakta sallanmış, nefesini ve sıcaklığım his setmiş herkesin tanımlayamasa bile yaşayarak öğrendiği derin bir duygudur. O hâlde hem şefkat gören hem de şefkat gösteren açısından tasvir etmek gerekirse şefkat, Allah’ın ruhundan üfle­diği can, evreni kucaklayan, feleklere coşku veren hayat enerjisi­dir; incitmeksizin varlığa sevgiyle dokunuş, içten gelen bir tebes­sümle gönül tahtına kuruluştur, nezakettir, zarafettir, imtiyaz ve hiyerarşinin aşıldığı ilişkidir; kalbin sarmaladığı hayat iksiridir; tevazu ile yücelmenin sevincidir; vahşete meydan okuyan sığı­naktır, vahşice kükreyen güce gemdir; susuz köpeği sulamanın adıdır; Hakkın rızasına vuslat, cenneti bulmanın yoludur. Şef­kat, diğerini hissediş, onunla hâllenme, dertlenme, derdi olma, derde derman olurken derman bulmadır; zorluğu omuzlayış, acziyete meydan okuyuş, çaresizliğe çare oluş, karşılık beklemeden tutup kaldırış, sahibine mutluluk, karşısındakine hayat, güvenli sığınak, sağlam kalede ikamet, canavarları kovuş, yürekte yer kaçıştır. Şefkat, sevgi ile yoğrulanların, kalbi aklının önüne geçmiş olanların sahip olabileceği bir enerjidir.

Bu sebeple annenin çocuğuna transfer edeceği, ona üfleyeceği en değerli güçtür. Şefkat, Allah’ın anneye çocukları için lütfet­tiği çok değerli bir kaynak ve ayrıcalıktır. En vahşi hayvanların bile bu sevgi ve şefkatin etkisiyle yavrusunu korumak için ken­dini tehlikeye atması, hatta feda etmesi bu gerçekliği teyit eden bir husustur. Dolayısıyla anne-çocuk ilişkisinin zeminini oluş­turması gereken temel değer şefkattir.

İşte bütün bu tasvir edilen duyguları, tutumları kuşatan şefkatin makamı anneliktir, şefkat hissi onunla özdeştir. Yara­tılanlar içinde bu muhteşem özü taşıyan ve nakledebilen eşsiz varlık odur. Bu yüzden onun hakkı ödenemez ve cennet onların ayakları altındadır.(Kudâî, Müsneduş-şihâb, Beyrut 1407/1986, s. 102.)

Psikiyatr Sefa Saygılı ve Pedagog Ali Çankırılı, müşterek araştırmalarında doğumu takip eden özellikle ilk yılda çocuğun ruh sağlığının temelinin atılması sebebiyle bu dönemde çocukta anne sevgisi ve şefkatindeki eksikliğin ömür boyu dolduralamayağını, hiçbir zaman yeniden kazanılamayacağını ve telafi edilemeyeceğini, bu mahrumiyetin ilerleyen yıllarda birçok ruhsal hastalığı beraberinde getireceğini tespit etmişler­dir. (Annemi İstiyorum, İstanbul 1998, s. 24-26,29-31.)Modern psikiyatrinin çocuğun ana kucağından ve sevgi­sinden mahrumiyetini en temel depression sebeplerinden birisi olarak tespiti bu gerçekliğin teyididir.

Anneliğin bir kadın rolü olduğu tezini savunan John Bovvlby (1953) de şu tespitlerde bulunur:

“Eğer anne yoksa ya da çocuk annesinden küçük yaşta ayrılırsa -ki bu duruma anneden yoksunluk denir- çocuk büyük bir yeter­siz toplumsallaşma riski ile karşı karşıya kalır. Bu durum çocuğun hayatının ilerleyen dönemlerinde toplum karşıtı olması ya da psikopatik eğilimler göstermesi gibi ciddi toplumsal ve ruhsal sıkıntılar yaşamasına neden olabilir. Bir çocuğun refahı ve ruhsal sağlığı en iyi şekilde annesiyle kuracağı yakın ve sürekli bir kişisel ilişki yo­luyla güvence altına alınabilir. Şayet anne yerine bir başkası ikame edilecekse anne gibi olmasa da bu da bir kadın olmalıdır.”(Giddens, 515-516.)

İslam âlimlerinin varlıkla ilişkide şefkati merkeze almalarını ve İslam ahlakının özü saymalarını haklı çıkaran sebep budur.

Bütün bu açılardan Hz. Peygamberin şefkati anne ile ta­nımlaması açıklayıcı olduğu kadar da anlamlıdır. Zikredilecek şu örnekler meramı ifadeye kâfidir.

Hz. Ömer’den rivayet edildiğine göre kendisine getirilen bir grup esir arasında bir kadının panikle kaybettiği çocuğu­nu araması ve bulduktan sonra da onu şefkatle bağrına basıp emzirmeye başlaması Rasûlullah’ın (s.a.s.) dikkatini çekmiş ve yanındakilere: “Şu kadın hiç çocuğunu ateşe atabilir mi?” diye sormuş, onların: “Elbette atamaz yâ Rasûlallah!” cevabı üzerine: “İşte Allah, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden kullarına çok daha şefkatli / merhametlidir.” buyurmuştur.”(Buhârî, “Edeb”, 19; Müslim, “Tevbe”, 22.)

Bir kadın tandırı yakar ve ateş alevlenince de oradaki ço­cuğunu zarar görmesin diye ateşten uzaklaştırır. Sonra da ya­kınındaki Hz. Peygambere gelir: “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah merhametli olanların en merhametlisi değil mi?” diye sorar. Hz. Peygamber “evet” cevabını verince kadın: “Allah, kullarına bir annenin çocuğuna olan şefkatinden daha da şefkatli değil mi” diye ekler. Hz. Peygamber: “Evet” deyince bu sefer de kadın: “Bir anne çocuğunu asla ateşe atamaz, O zaman merhametli olan­ların en merhametlisi olan Allah kullarından bir kısmını nasıl ateşe atacak?” diye sorar. Bunun üzerine Hz. Peygamber başını önüne eğip gözleri yaşlı biçimde: Allah ancak yaratıcısını red­deden, azgın, inatçı, zorbayı ateşe atar, buyurur.(İbn Mace,Zühd,35)

Hz. Peygamber, Allah’ın rahmet ve şefkatini yüz parçaya böldüğünü doksan dokuzunu yanında tuttuğunu, bir parçasmı dünyaya indirdiğini, o bir parçayı yeryüzünün tamamına dağıt­tığını anlattıktan sonra bunun açılımını anne üzerinden yapar. Annenin çocuğuna, hayvanın yavrusuna gösterdiği şefkat ve merhamet o yüzde birden aldığı payın etkisiyledir. Allah ahiret yurdunda bütün mü’minlere yanında tuttuğu doksan dokuz ile muamele edecektir.(Buhari,Edeb,19..)

Sahabeden bir zat, ormanda seslerini işittiği kuş yavrularını alıp elbisesinin içine koyar. Anne kuş, yavrularını alan bu ada­mın başının üstünde dolaşmaya başlar. Adam tuzak olmak üze­re anneye yavrularını gösterir ve şefkatle onların üzerine kon­duğunda onu da yakalar ve elbisesine sararak bir ağacın altında arkadaşlarıyla sohbet eden Hz. Peygamber’in huzuruna gelir. Olayı anlatır. Hz. Peygamber de “Onları yere bırak!” buyurur ve bıraktığında annesinin yavrularının başından ayrılamadığını görürler. Hz. Peygamber oradaki arkadaşlarına: “Şurada gördü­ğünüz, annenin şu olağanüstü esirgeyici çabası hayranlık uyan­dıran bir tutum değil mi?” diye sorar. Onlar hep bir ağızdan: Evet Yâ Rasûlallah! Gerçekten öyle” diye cevap verirler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Beni hakkın temsilcisi olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki Allah’ın kullarına olan şefkati bu annenin yavrularına olan şefkatinden kat be kat fazladır. Şimdi 0 yavruları annesiyle birlikte götür, yuvalarına bırak.” buyurur ve adam da emri yerine getirir.(Buhari,Cenaiz,1)

Abdullah b. Mes’ud şöyle anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) ile bir seferde idik, bir ihtiyacından dolayı yanımızdan ayrılmıştı. O sı­rada iki kuş yavrusu gördük ve aldık, anneleri de gelip onların üzerine kanatlarını germeye çalışıyordu. Derken Hz. Peygamber geldi. Bir başka rivayete göre onun gelişiyle anne Hz. Peygamber’in başının üstünde dolaşıyor ve sanki ona yavrularının alın­dığını şikâyet ediyordu. Hz. Peygamber: “Yavrularından ayıra­rak bu kuşa azap çektiren kim ise hemen onları annesine versin.” buyurdu ve emri yerine getirildi.(Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 112,..)

Bir gün yoksul bir kadın Hz. Âişe’nin evine geldi. Sırtında iki çocuğu vardı. Hz. Âişe ona üç hurma verdi. O da çocukla­rına birer tane verip ötekini yemek için tam ağzına götürür­ken çocuklar onu da istedi. Kadın o hurmayı da ikiye bölüp çocukları arasında paylaştırdı. Bu yoksul kadının şefkatine hayran kalan Hz. Âişe, gördüklerini Hz. Peygamber’e anlattı. Hz. Peygamber: “Bu şefkati sebebiyle, Allah Teâlâ o kadına mutlaka ya cenneti vermiş ya da onu cehennemden âzâd et­miştir.” buyurdu.(Müslim,Birr,148..)

Şefkat, İslam kültürünün en merkezî kavramlarındandır. Geleneğimizde anne ile birlikte anılmıştır. Büyük âlim, zahid Abdullah b. Mübârek’ten az önceki hadislere paralel olarak nak­ledilen şu söz başka bir şeye hacet bırakmayacak derinliktedir: “İnsanları övgü ve yergide acele etme! Zira bugün hoşuna giden bir adam yarın hiç hoşlanmadığın birisi hâline gelebilir. İnsan­lar tonlarca günah işler, kıyamet günü geldiğinde Allah günah­ları affeder. Allah kullarına, çocuğu için bir yatak serip de eliyle yatağın üzerinde çocuğunu sokacak bir yılan var mı ya da ona batacak bir diken var mı, varsa çocuğum yerine bana gelsin diye araştıran anneden daha şefkatlidir.” (Abdullah b. Mübârek, ez-Zühd ve’r-rekâik (nşr. Habîburrahman el-A‘zamî), Beyrut, ts. (Dâru’l-Kütübi’l-îlmiyye), s. 314;..)

Sünnet ve sahabe uygulamaları doğrultusunda İslam huku­kunda şefkatin hayati önemi dikkate alınarak belirlenmiş hü­kümler mevcuttur. Bu konuda karı-kocanın herhangi bir sebeple ayrılmaları ya da boşanmaları hâlinde çocuğun yedi yaşına kadar mutlaka anneye verilmesi gerektiği konusunda İslam hukukçula­rının görüş birliği içinde olmaları (icma)(Bk. Ali Bardakoğlu, “Hidâne”, DİA, XVII, 467-468.) örnek olarak zikredile­bilir. Temelinde de az önce bahsedilen gerçeklik vardır. Bu sebeple olmalı ki ayrıldığı kocasıyla çocuk hakkında anlaşmazlığa düşen ve Hz. Peygamber e gelerek: “Ey Allah ın elçisi! Şu oğluma rahmim yuva, göğsüm pınar, kucağım kundak oldu. Şimdi ise babası beni boşadı ve çocuğu benden çekip almak istemektedir, şeklinde müra­caatta bulunan kadına Rasûlullah, Sen evlenmedikçe çocuğunda daha fazla hak sahibisin.” cevabını vermiştir.(..Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 182;)

İnceleyin:  Değişen Tüketim Zihniyeti:İşlevselliğe Karşı Statüyü Ölçen Araç Olarak Eşya/Şeytanla Kardeşlik

Buna benzer bir olay da Hz. Ebû Bekir’in halifeliği döne­minde meydana gelmiş, Hz. Ömer ile boşadığı karısı Ümmü Âsim arasında çocukları Âsım’m kimde kalacağı hususunda anlaşmazlık çıkmış, nihayet Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber’in uygulaması istikametinde çocuğun annesiyle birlikte kalmasına karar vermiş ve bu vesileyle Hz. Ömer’e şunu söylemiştir: ‘Anne­nin kokusu, nefesi, okşaması ve şefkati çocuk için büyüyüp kendi tercihini kullanıncaya kadar senin yanındaki petekli baldan daha hayırlıdır.”(Abdürrezzâk, el-Musannef (nşr. Habîburrahmân el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, VII, 154, nr. 12601; Zeyla‘1, Nasbu’r-râye, III, 266;..)

Yedi yaşına kadar anne şefkatini, merhametini içselleştiren ço­cuk, bu aşamadan sonra hayata hazırlanması için babasına verilir.

Bütün bunlar göstermektedir ki bir annenin en önemli göre­vi ve kendisine biçilen rol çocuğuna şefkat ve merhamet trans­feridir. Kur’ân-ı Kerîm’in özellikle kadınlan çocuk yetiştiren tarlalar olarak tavsif etmesi(Bakara,223) kadın için annelik rolünün fıtrî ol­duğuna, şefkatin de bunun merkezinde bulunduğuna işaret eder.

Bir annenin topluma kazandıracağı en temel değer, şefkatli ellerinde yetiştirdiği ahlaklı, şefkatli çocuktur. Mısırlı şair Hafız İbrahim annenin çocuk yetiştirmedeki rolünü ve bunun top­lumsal hayattaki önemini çok güzel şekilde resmeder:

Anne okuldur. Onu iyi yetiştirdiğinde, temiz (ahlaklı) bir top­lum yetiştirmiş olursun.(1)

Anne bahçedir. Onun suyu hayâdan verilmişse yemyeşil bitki­leriyle coştukça coştuğunu temaşa edersin

Anne, başarıda /yiğitlikte şöhreti ufukları aşan büyük hoca­ların ilk hocasıdır.(İbrahim el-Hâşimî, Cevâhiru’l-edeb, Beyrut, ts. (Müessesetü’l- Me ârıf), II, 249.196)

Bütün bunlar anne-çocuk ilişkisinin çok derinlikli bir özel­lik taşıdığının göstergesidir. Bu sebeple annenin babaya göre daha önde olması, yerinin doldurulamayışı ve hakkının öde- nemeyişi İslam’ın temel kaynaklarında ifadesini bulan bir hu­sustur. Bunun sebepleri arasında baba ile mukayese edildiğinde annenin hem şefkat ve sevgisinin hem de çocuğuna olan bağlılığının ona göre daha çok olması ve çocuğun da buna ihtiyacının bulunması sayılmıştır.(2)

Günümüzün iş hayatında kadının aktif olarak yer almasıyla birlikte çocukla olan ilişkisinin azalması sebebiyle annenin şef­kat ve merhamet elinin çocuğun üzerinden kalkması, bir başka ifadeyle çocuğu yoğuran annenin şefkat elinin aktivitesini kay­betmesi halkın öfke toplumuna dönüşmesinde belli ölçüde et­kisinin bulunduğunu belirtmek gerekir. Bu sebeple işten gelen ebeveynin, hususiyle annenin, çocuklarına olan sevgisini gös­termeleri, onlarla yeterince ilgilenmeleri ruh sağlığı açısından kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çünkü ihmalin pasif şiddet anla­mına geldiğini ve bunun insan psikolojisi üzerinde olumsuz etki bıraktığını modern psikiyatri de kabul etmektedir.

d- Modern İş Hayatında Kadın: Doğumdan ve Evden Kaçış

Hz. Peygamber buyurur ki: “Sevecen ve doğumdan kaçınmayan, yüksünmeyen kadınlarla evleniniz. Çünkü kıyamet günü ben sizin çokluğunuzla övüneceğim. (Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 3; Nesâî, “Nikâh”, 11; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 158,245). “Kadınların en hayırlı namazgahı evleri­nin köşesidir.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müs- ned, VI, 297, 301).

1980’li yılarda İslam ülkeleri ve Türkiye’de “aile planlaması” politikalarıyla doğum oranlarının düşürülmesi ve nüfus artış hızının aşağıya çekilmesi yönünde birtakım çalışmalar yapıldığını o dönemde yaşayan insanlardan hatırlamayan yoktur. Maalesef o donemde ülkemizde bazı ilahiyatçıların da Hz. Peygamber- doğurgan ve sevecen kadınlarla evlenip çoğalmayı tavsiye (den ve bu sayede kıyamet günü diğer ümmetlere karşı Muhammed ümmetinin çokluğuyla övüneceğini beyan eden hadisini(Nesai,Nikah,11..) farklı şekillerde yorumlayarak modern dünyanın İslam Alemini öğütmek için İnşa ettiği değirmene su taşıdıkları bilinen bir husustur. Bu hadisi “Hz. Peygamber’in kalitesiz, yoksul, geri kalmış insanların çokluğuyla övünemeyeceği, kastedilenin ekonomik durumu iyi, ilerlemiş, kültürlü Müslümanların çokluğuyla övü­neceği, dolayısıyla çok olup geri kalmış insanlardansa az olup ileri seviyedeki insanlara sahip olmanın daha iyi” olacağı şeklin­de yorumlayanlar olmuştu. Sosyal bir politika olarak aile plan­lamasının beklenen neticeyi vermediği söylenebilirse de gelinen noktada kariyer ve iş planlaması ya da işin araç olmaktan çıkıp amaca, bir varoluş mücadelesine dönüştürülmesinin de etkisiy­le kadınların doğumdan ve çocuktan kaçışı yönünde bir sonuç doğmuştur. Neticede ülkemizde de Batının yaşadığı sorunlara paralel biçimde nüfus yaşlanması probleminin işaretleri alınmış durumdadır. Kısa süre öncesinde % 3’lerden bugün % 13’lere gelmiş bulunan dünyadaki yaşlılık oranlarının 2050’li yıllarda dünya nüfusunun yarısına ulaşacağı dikkate alınırsa tehlikenin boyutları daha iyi anlaşılabilir.

Hz. Peygamber’in “Doğurgan kadınlarla evlenin.”(Ebu Davud,Nikah,3) hadisi­nin gerçekten mucizevi karakter arz ettiği bugün daha iyi anla­şılabilmededir. Trend bu şekilde devam ederse belli bir zaman sonra insan neslinin tehlikeye düşeceğini söylemek çok da güç değildir. Bugün, özellikle yaşlı nüfusun çoğunluğu oluşturduğu Avrupa ülkelerinde doğumun teşvik edilmesi ve doğum ücreti ödenmesi nüfusun önemine vurgu yapan uygulamalardan birisidir. Ancak ne kadar maddi imkân tanınırsa tanınsın zihinsel anlamda kadının evini işine önceleyebileceği, işini amaç değil araç olarak göreceği bir zihniyet oluşturulamadığı sürece bu so­run kolay çözülemeyecektir.

Modern iş hayatının bir varoluş mücadelesine dönüşmesi, işin araç olmaktan çıkıp amaç hâlini alması, kadınların kariyer önceli­ği, sadece doğumu sınırlandıran, geciktiren bir olgu değil doğum sonrasında da anne-çocuk ilişkisini kısırlaştırmış, çocuğa ayrılan zamanı daraltmıştır. Bencilliğin egemenliği ve fedakârlığın kay­bolması sebebiyle çocuğun ekonomik açıdan yük, iş ile kariyer önünde engel, özgürlüğü kısıtlayan ayak bağı olarak görülmesinin de bunda etkisi vardır. Yoğun iş hayatı ve değişen zihniyetin doğal sonucu olarak çocuklar, ev dışında kreş ve anaokullarında belli bir yaştan sonra da eğitim sürecinin gerektirdiği diğer resmî kurumlarda çocukluğunu tüketmekte; anneden, babadan, yuvadan mahrum büyüyen çocukların sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu da çocuğun şefkat ve merhamet duygularıyla yoğrulması, ço­cukların sosyalleşmesinin temini, manevi değerlerin, kültürel bi­rikimlerin kuşaklar arasında geçişinin sağlanması ve yaşatılması gibi ailenin en temel fonksiyonlarını olumsuz yönde etkilemekte­dir. Bu, hemen her ailede gözlenebilen bir durumdur.

Gündüzleri kreşe giden ve akşamları da anne-babası yanın­da olmasına rağmen onların yalnızlığını çeken çocuğun ileride ebeveynine sıcak davranması ya da çevresiyle zarafet ve nezakete dayalı bir ilişki içinde olması oldukça güçtür. Bugün ailenin ço­cukla buluşma süresini en aza indirmiş olan bir hayat tarzının dayatıldığı dünyada aile dışı kurumlar sadece dışarıda değil eve geldiğinde de çocukların zamanını çalmakta ve onları ailesine bırakmamaktadır. Dolayısıyla günümüzde aile içi ilişkiler çocuk açısından olumsuz bir seyir takip etmektedir. Burada esas sorun bu yaşantının aileler nezdinde normalleşmiş olmasıdır. Çocuğu­nun ve kendilerinin mutluluğunu isteyen aileler bunun farkında olmalılar ve ona göre tedbirlerini almalıdırlar.

Aile içi ilişkiler sıcaktır, samimidir ve derinliğe sahiptir. Bu onun mutluluğuna ortak olmak yapılması gereken işlerdendir Bazı psikiyatri uzmanlarının isabetle belirttiği gibi oyun çocu­ğun işidir, oyun ise seyirci ile oynanır. (msl. bk. Mücahit öztürk, Çocuk Sorunları ve İslam Sempozyumu (İstanbul 2010)’ndaki bir tebliğin müzakeresi, s. 519.) Bu sebeple çocuklara özel odalar tahsis edip istediği bütün oyuncakları alıp onunla baş başa bırakmak çözüm değildir. Ebeveynler modern döne­min yorucu iş trafiğine rağmen çocuklarını kazanmak için ge­rekli fedakârlığı göstermek, aile içinde yalnız olarak kalmasına ve yalnızlık içinde kendisine, ailesine ve hayata küsen bir birey olarak yetişmesine fırsat vermemek, yalnızlığına çare bulmak zorundadırlar. İlgisiz çocuklar sadece aileye değil içinde yaşa­dığı topluma da büyük sıkıntıdır. Çocukla çocuk olmak, onunla çocukluğu paylaşmak, oyununu fark etmek, seyretmek, gerekti­ğinde onunla oynamak Hz. Peygamberin ifadesiyle çocukla ço­cuklaşmak en ideal çözüm yolu olarak gözükmektedir.

Bugün eskiden olduğu şekliyle büyük ve geniş ailenin ye­niden oluşturulması oldukça güç gözükmektedir. Bunun âhını çekmek yerine kendi değerlerimiz doğrultusunda yeni duruma adaptasyonun nasıl sağlanabileceğinin yollarını aramak gerekir. Bugün aile, ev içinde “çekirdek aile” konumuna gelse de evin dı­şına taşan yönüyle en azından ülkemiz açısından yine de geniş aile özelliğini korumaktadır. Bu yönüyle hâlâ Batıdan farklılığı­nı korumaktadır.

O hâlde yapılması gereken şey kadınların iş hayatının çocu­ğu ile ilgilenebilecek şekilde düzenlenmesi, aile bağlarının güç­lendirilmesine dair bir bilinç oluşturulması, geniş aile üyeleriyle ilişkilerin literatürümüzdeki ifadesiyle “sıla-i rahim” kültürünün diriltilmesiyle kurulması, bu yolla özellikle çocuk açısından iş ha­yatının eksik bırakacağı boşlukların doldurulması sağlanabilir.

Babanın aileye sağladığı güven duygusunun ya da ilgisinin yeterince oluşturulamaması da diğer bir ciddi sorundur. Burada hiçbir işin aileden daha önemli olmadığı bilinciyle baba, istis­nalar dışında işini evine taşımamalıdır. Ancak burada özellikle annelerin üzerinde durulmasının sebebi çocuk açısından mo­dern hayatın getirdiği eksikliğin bir başkası tarafından doldurulamaması, bunun doğurduğu olumsuzluğun çok daha etkili olduğu gerçeğidir.

Çalışan kadınların çocuklarına yeterli zamanı ayıramadık­ları bilinen bir gerçektir. Günün büyük bir bölümünü işinde ge­çiren ve evine yorgun hatta ortamına göre psikolojik yıpranmış- lıkla dönen kadın bir de geldiğinde ev işleriyle meşgul olmakta, şayet ev işlerini gören bir hizmetçi varsa yorgunluğunu gidermek için dinlenmeye ayırdığı zaman sebebiyle eşine ve çocuklarına yeterli ve kaliteli zamanı ayırma konusunda zorlanmaktadır.

Annesiyle yeterli zamanı geçiremeyen çocuk sıkıntı içinde büyümektedir. Çocuk ana kucağında merhamet-şefkat etkileşi­mi içindedir ve bununla yoğrulur. Daha ana kucağının tadını çı­karmadan, annesine doymadan, orada yoğrulmadan kreş, ana­okulu gibi kurumlara gönderilmesi, hem çocuk hem de toplum için sorunlu bireyin büyüyor oluşunu ifade eder. Çünkü çocuk okulda düzeni sağlamak için otoriteyi temsil eden öğretmeniyle karşılaşmakta, onu görerek yetiştiğinden belli ölçüde otoriter bir yapı kazanmaktadır. Çünkü belli dönemlerde çocuk gözleyerek, izleyerek, hayranlık duyduğu büyüklerini taklit ederek öğrenir. Bu çağdan sonra şefkatin telafisi var mıdır? Psikiyatr Sefa Saygı­lı ve Pedagog Ali Çankırılı kendilerine başvuran iş hayatındaki birçok kadının bunun ezikliğini yaşadığını ve bu sebeple de suç­luluk duygusu taşıdıklarını, sosyal hayata intibak sorunu çeken çocukların önemli bir bölümünün de çalışan annelerin çocukla­rı olduğunu tespit etmişlerdir.(Annemi İstiyorum, İstanbul 1998, s. 12*13.)Bu iki uzman, konu ile ilgili şu önemli tespitlerde bulunmaktadırlar:

Çalışan annelerin en önemli sorunu çocuk eğitimidir. An­neler, kendilerine ayıracak yeterli zamana sahip olamadığından ister istemez çocuklar yabancılar elinde büyümekte, bu da ço­cukla anne arasında sevgi ve şefkat ilişkisini kurmaya yetme­mekte, sonuçta da anne çocuğuyla sıcak bağ kuramamaktadır.

Bunu anlayamayan çocuk annesinin kendisini sevmediği gibi bir duyguya kapılabilmekte ve bu da çocukta güven duygusunun yerleşmesine mâni olmaktadır. Sevgi ve güven duygusu ise an­cak yaşanarak kazanılabilmektedir. Bu durum çocukların ruh sağlığını olumsuz olarak etkilemektedir. Bir çocuğun bakıcı eli­ne veya kreşe ne kadar erken yaşta verilirse ruh sağlığının da o kadar tehlike altında olacağı, anne kucağından, aile ocağından uzakta büyüyen çocukların ruh sağlığının ağır yaralar almış olacağı, şahsiyet kazanamayacağı da bilimsel olarak ispat edil­miş durumdadır.(Annemi İstiyorum, İstanbul 1998, s. 14*15.)

Ebeveynler modern dönemin yorucu iş trafiğine rağmen çocukları kazanmak için gerekli fedâkârlık için uygun şartla­rı oluşturmak durumundadırlar. İlgisiz çocuklar sadece aileye değil içinde yaşadığı topluma da bir sıkıntıdır. Çocukla çocuk olmak, onunla çocukluğu paylaşmak, oyununu fark etmek, seyretmek gerektiğinde onunla oynamak Hz. Peygamber’in ifade­siyle çocukla çocuklaşmak en ideal çözüm yolu olarak gözük­mektedir. Gündüzleri kreşe giden ve akşamları da anne-babası yanında olmasına rağmen onların yalnızlığını çeken çocuktan ebeveyni kendisine muhtaç hâle geldiğinde, yani yaşlandıkların­da merhametli davranmasını beklemek safdillik olur.

Çocukların merhametli oluşunun önündeki en önemli en­gellerden birisi de rekabet ortamı içinde yetişmeleridir. Bu du­rum, onların hayatları boyunca herkesi devre dışı bırakılması gereken birer rakip olarak görmelerine yol açmaktadır. Özel­likle imtihan hazırlıklarında diğer arkadaşlarını önünü kesen ve daha iyi okullarda okuyabilmesinin engeli olarak görmesine sebep olabilecek tutumlardan uzak durmak bir zorunluluktur.

(1)-Merhum Prof. Dr. Salim öğüt aile hakkında verdiği konferanslarda bu şiirin ilk mısraını sürekli okur ve anneyi bunun üzerinden anlatırdı. Kendisini rahmetle anıyorum.

(2)-İbn Atıyye, el-Muharrarul-vecîz (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfı Muhammed), Beyrut 1413/1993, IV, 348-349; Zehebî, s. 45; İbn Hacer el- Heytemî, II, 130-131; Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1983, X, 481. Bu konuda bk. Saffet Köse, “İslam Açısından Ebeveynin Çocukları Üzerindeki Hakları veya Çocukların Ebeveynine Karşı Vazifeleri”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 12, Konya 2008, s. 345-368.

 

Saffet Köse-Genetiğiyle Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin Sonu

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir