Avrupalılaşmak Mı, Avrupalılaştırılmak Mı?
Batı dillerinde karşılığı olmayan bir mefhum: Çağdaşlaşmak; cıvık, korkak, murdar… Bu habis kelimeyi, lugat hâzinemizden tardetmedikçe, düşünce selâmetine ulaşamayız. Gerçi Avrupa da şuurumuzu bulandırmak için, nice lâfızlar icad etmiş. Ama hiç bir emperyalizm, çağı tek başına temsil etmek gibi abes bir iddiaya kalkışmamıştır. Hıristiyan dünyanın son keşfi, «azgelişmişlik». Asırlık hezimetlerin öcünü almak için uydurulmuşa benzeyen bu sefil kelime müstağriplerimiz tarafından hararetle benimsendi. Ne de azgelişmiş, niçin azgelişmiş, kime göre azgelişmiş?
Tarih sahnesine çıkan büyük medeniyetler birbirine eşit değerdedir. İslâm – Türk medeniyeti, bu medeniyetler içinde en parlak, en uzun ömürlü, en zinde medeniyetlerden biridir. Medeniyetin tek ölçüsü vardır: insana verdiği değer.
Türk – İslâm dünya görüşünde, insan, Tanrı’nın bir nusha-yı suğra’sıdır. Tabiatın dışında imtiyazlı bir yeri vardır. Bu itibarla mukaddestir. Türk – İslâm dünya görüşü, insan haysiyetine büyük değer veren, bu haysiyeti inancın ve düşüncenin bütün belirtilerinde görmesini bilen bir idrâktir. Vazgeçilmez icâbları adalet, eşitlik, hürriyet ve müsâmahadır. Türk – İslâm medeniyeti bu idealleri gerçekleştirdikten sonra, her medeniyet için mukadder olan bir çöküş ve çözülüş merhalesine ulaşmıştır. Zaten doğunun ve batının bütün büyük târih felsefecileri medeniyetin, kavimlerin târihinde böyle çıkış ve iniş merhaleleri olduğunu kabul ederler. Demek ki, bizim için bir geri kalmışlık söz konusu değildir.
Zirveye vardıktan sonra yükselecek başka irtifalar olmadığı için, yürüyüşe devam etmek, ister istemez alçalmaktı. Batı’nın abeslerine îtibar etmek bu alçalışı büsbütün hızlandırdı. Rodinson, çağdaş, dünyayı, sanayileşmiş – sanayileşmemiş diye ikiye ayırıyor. Daha aydınlık, yâni daha ilmî bir sınıflandırış. Değer yargısı belirtmiyor; sanayileşmek iyi de olabilir, kötü de. Daha doğrusu sayısız mahzurları olan bir mecbûriyet-i elîme. Azgelişmiş yalanı, sömürgecilerin kendilerine vesâyet hakkı hazırlamak için uydurdukları bir mahkûmiyet kararı. Ah bu Avrupa!
İngilizler dünyanın en büyük medeniyetlerinden birini yok ederler; Hind’de kasırga gibi eser, tezgâhlan söker, mâbed taşlarını müzelere aktarır, insanlığın yüzünü kızartacak zulümler icâd ederler. Bu habâsetler insansever Marx’a lâtifeler ilhâm eder: “Doğuda içtimâi değişiklikler ancak Avrupa’nın istilâsı sayesinde gerçekleşebilir… aferin İngilizlere, istikbâlin büyük Hindistan’ını yaratmak, yâni Hind’i çağdaş medeniyete ulaştırmak için bu sıkıntılara katlandılar” der. “Sanayi bakımından gelişmiş ülke, azgelişmiş ülkeye geleceğin imajını sunar sâdece”.
Marx bu sözü niçin söylemiş, anlatalım: İngiltere’de kapitalizm gelişmiş. Sanayi inkılâbı ihtişam ve sefâletiyle ferman fermâ; Almanya ise milli birliğini bile kuramamış henüz. Sanayi alanında ise geri mi geri. Yazar Alman okuyucusunun dikkatini çekmek istiyor konuya. Sana anlattığım, kendi hikâyendir, diyor. Çünkü her toplum aynı merhalelerden geçecektir. Yarın sen de İngiltere gibi olacaksın. Bu hüküm çağdaş düşünceye Vico’nun armağanı, Vico’nun ve Auguste Comte’un: Her ülkenin târihi ayrı istasyonlardan geçmek zorunda.
Cemil Meriç, Kırk Ambar, s.263-264.