Atatürk Yobazlığı
YALNIZ YAŞAMAK DININI AŞILAYAN VE BÜTÜN PRENSIPLERINI EKONOMIK TEMELLER ÜZERINE KURAN BIR “DIN” OLARAK DAYATILMIŞTI KEMALIZM. ONDAN BAŞKA SIYASÎ DOKTRINE VE DINE IHTIYAÇ DUYULMADIĞINI DÜŞÜNEN UCUBE KAFALARIN KEMALIZMI ILAHLAŞTIRMA SERÜVENI…
Yavuz Bülent Bakiler
Aradan 72 yıl geçmesine rağmen hadise bütün özelliğiyle aklımdadır. Sivas’ta Ziya Gökalp ilkokulunun beşinci sınıfındaydım. Bir sabah öğretmenimiz derse girer girmez hepimize birden sordu:
– Çocuklar, en büyük çizmeyi kim giyer? Hep bir ağızdan cevap verdik:
– Atatüüürk!
– Peki çocuklar, en büyük şapkayı kim takar? Tekrar hep bir ağızdan bağırdık:
– Atatüüürk! Öğretmenimiz kahkahalarla gülmeye başladı. İtirazını hiç unutmadım:
– Çocuklar! En büyük çizmeyi niçin Atatürk giyinsin? Kimin ayağı büyükse en büyük çizmeyi o giyer. Atatürk’e en büyük çizmeyi giyindirdiniz mi, Atatürk yürüyemez! Çocuklar! En büyük şapkayı niçin Atatürk taksın? Siz en büyük şapkayı Atatürk’ün başına koydunuz mu, Atatürk önünü göremez. Çünkü o şapkanın yanları Atatürk’ün omuzlarına kadar iner. Kimin başı büyükse, en büyük şapkayı o takar. Anladınız mı?
Doğrusu ben hiçbir şey anlamamıştım. İçimden kendi kendime sormuştum: Kimin ayağı Atatürk’ün ayağından büyük olabilir? Ve kimin başı Atatürk’ün başından daha büyüktür? Çünkü en büyük odur! En büyük adamın ayağı da başı da en büyüktür! diye düşündüm. Aradan çok uzun yıllar geçti. Ben Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. Bir süre Ankara Radyosu’nda, bir süre Ankara Televizyonu’nda çalıştım. Sivas’ta dört yıl Adalet Partisi’nin il başkanı oldum. Dört defa milletvekili seçimlerine katıldım. Sonra bir süre Kültür Bakanlığı’nda müsteşar yardımcısı olarak bulundum. Devletin en üst kademelerinde bulunan kimseleri tanıdım. Milletvekillerimizi, bakanlarımızı, başbakanlarımızı, cumhurbaşkanlarımızı dinledim. Bir kısmı Atatürk’ü hiç okumamıştı, bilmiyordu. Bir kısmı da Atatürk’ü bizim o ilkokul yıllarımızdaki gibi düşünüyordu. Kırk örnekten sadece birini dikkatinize sunmak istiyorum. Mesela cumhurbaşkanlarımızdan Kenan Evren, Atatürk’ü misilsiz duygularla seviyordu. Samimiyetle inanıyorum ki insan vücudundaki ısıyı ölçen termometreler gibi, insan yüreğindeki sevgiyi de ölçen cihazlar yapılmış olsa idi Kenan Evren’in Atatürk sevgisi, bütün cihazları paramparça ederdi. Ama Paşa’nın Atatürk bilgisi sıfırla bir arasında idi. Bana bin defa sorsalar; Millî Mücadele tarihimizin bir numaralı ismi kimdir, deseler bin defa aynı cevabı veririm.
Millî Mücadelemizin bir numaralı ismi Mustafa Kemal Paşa’dır derim. Peki, Mustafa Kemal Paşa tenkit edilebilir mi? Mustafa Kemal Paşa’nın yanlışları, hataları, günahları oldu mu diye sorsalar; Mustafa Kemal Paşa elbette tenkit edilir. Çünkü tenkit medenî düşüncenin, ilmin, doğruyu bulmanın vazgeçilmez yoludur. Mustafa Kemal tenkit edilemez diyenler ya çok korkak adamlardır veya Mustafa Kemal hakkında hiçbir şey okumayan, bilmeyen zavallı kimselerdir, diye cevap veririm. Millî Mücadele yıllarında da, Cumhuriyet’in ilanından önce de, sonra da Atatürk’ün elbette büyük yanlışları, günahları oldu. İnkâr etmeye gerek yok; dün de, bugün de Türkiyemizde Atatürk’e karşı ciddi bir soğukluk, kırgınlık var. Bu soğukluğun, bu kırgınlığın hatta bu düşmanlığın sebebi kim, diye sorarsanız eğer dinlemeye ve öğrenmeye tahammülünüz varsa bu sorunun da cevabını veririm. Yalnız söze başlamadan önce tamamen tecrübelerime dayanarak söylüyorum: Türkiyemizde Atatürk’ü tenkit etmenin ismi Atatürk düşmanlığıdır.
Bizim, sözüm ona yüksek tahsilden geçmiş; doktora çalışmasını Avrupa’da yapmış birtakım anlı-şanlı kişilerimiz tenkitle hakareti birbirinden ayıramayacak kadar ahmak insanlardır. Ve tabiî bu hâl, içerisinde bulunduğumuz hazin durumu göstermesi bakımından çok mü himdir. Mesela ben Türk edebiyatında anneler üzerine en çok şiir yazan iki-üç şâirden biriyim. Annemi de dünyalar kadar seviyorum. Yaşadıkları müddetçe anneme de babama da ‘üf’ bile demedim. Ama yazılarımda, konuşmalarımda annemi de babamı da çok tenkit ettim. Böyle davrandığım için hangi gerizekâlı beni annemin ve babamın düşmanı olarak gösterebilir? Biz, dünyada en az okuyan milletlerden biriyiz. Atatürk de bizim en az okuduğumuz, en az bildiğimiz kahramanlarımızdan biridir. Bizim gençliğimiz ve halkımız Atatürk için meydan konuşmalarında ne söylenmişse işte o kadar biliyor. Bu bakımdan siz Atatürk hakkında yüzde yüz doğru bir şey söylerseniz Ata türk’ü hiç okumamış kişiler size Atatürk düşmanı gözüyle bakarlar.
Mustafa Kemal Paşa elbette tenkit edilir. Çünkü tenkit medenî düşüncenin, ilmin, doğruyu bulmanın vazgeçilmez yoludur. Mustafa Kemal tenkit edilemez diyenler ya çok korkak adamlardır veya Mustafa Kemal hakkında hiçbir şey okumayan, bilmeyen zavallı kimselerdir.
Atatürk’ü Koruma Kanunu
Benim Arif Nihat Asya İhtişamı isimli bir kitabım var. Orada Arif Nihat’tan dinlediklerimi yazdım. Bir sohbetimizde dedi ki:
– 1950 yılında ben Demokrat Parti’den Seyhan milletvekili seçildim. Bir gün yine benim gibi DP Seyhan milletvekili olan Sinan Tekelioğlu ile birlikte İstanbul’a gittik. Kaldığımız yere Nihâl Atsız geldi. O günlerde de Atatürk’ü Koruma Kanunu meclis gündemine alınacaktı. Nihâl Atsız bize:
– Aman sakın bu kanuna destek vermeyin. Eğer böyle bir kanun çıkarsa yarın milletimize, devletimize, dilimize, dinimize düşman olanlar bu kanunun arkasına sığınarak ortalığa çıkarlar. Bu çok tehlikeli olur. Bu kanunla Atatürk bir tabu haline getirilir ve büyük acıların doğmasına yol açar. Bu kanun tasarısı mutlaka reddedilmelidir. Atsız’a dedim ki:
– Ben Atatürk için çok şiirler yazdım. Şimdi o kanunun aleyhinde konuşursam çıkmazlara girerim. Ben konuşamam.
Ama arkadaşım Sinan Tekelioğlu emekli jandarma binbaşısı idi. O, Atsız’ın tavsiyesine uyarak Meclis’te aleyhte konuştu.Ama kanun kabul edildi. Bugün tam Atsız’ın söylediği durumdayız. Atatürk maskesi arkasında büyük mel’anetler oynanıyor.Atatürk’ü Koruma Kanunu 1951 yılında Adnan Menderes’in gayretiyle meclisten geçti. Garip tecelliye bakınız ki DP iktidarını Atatürk düşmanığıyla suçladılar.Adnan Menderes’i ipe götüren subaylar hep Atatürkçü olduklarını söylüyorlardı.Atatürk Türkiyemizde beş bin voltluk bir cereyan hâline getirildi. Bu silah ilim adamlarımızı bile muma çevirdi.
Bir gün İlber Ortaylı’ya sordum:
– Hocam, dedim. Tek partili Cumhuriyet idaresi olur mu?
– Olmaz, dedi.
– Hiç olmaz mı, diye üsteledim.
– Bazı Arap devletlerinde olabilir, dedi.
– Ama Atatürk’ün ilân ettiği Cumhuriyet’te bizim de tek partimiz vardı.
– Bizi karıştırma! Bizi karıştırma! diyerek savuştu.
Eğer Ortaylı, “Bizde ilân edilen rejim Cumhuriyet değildir” derse birtakım Atatürkçüler onu derhâl “Atatürk düşmanı” olarak suçlarlar. Ben çeşitli vesilelerle yaptığım açıklamalarda diyorum ki, Atatürk’ün 29 Ekim 1923 tarihinde ilan ettiği rejim Cumhuriyet değildir. Tek partiyle Cumhuriyet idaresi olmaz. Atatürk’ün kafasında ikinci bir partiye yer yoktur. Netekim Kâzım Karabekir ve arkadaşlarının kurdukları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na Atatürk sadece 5 ay ses çıkarmadı, sonra derhal kapattı. Sonra Atatürk’ün yakın arkadaşlarından, eski Başbakanlarımızdan Ali Fethi (Okyar) Bey’e zorla Serbest Fırka’yı kurdurttu. Ali Fethi Bey:
– Paşam! Ben size karşı muhalefet yapamam! diye direnmek istedi. Atatürk:
– Namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum ki ben tarafsız olacağım, diye söyledi. Ali Fethi Bey ikinci bir parti kurdu. Bu sırada Türkiye’de belediye seçimleri yapıldı. Serbest Fırka 500 belediye başkanlığından sadece 41 kadarını kazandı. Kazandığı şehirler arasında Samsun da vardı. Atatürk Ankara’dan kalkıp Samsun’a gitti. Önce Samsun Valisi Kâzım Paşa’yı azarladı ve onu Bakanlık emrine aldı.
– Sen Samsun’da Serbest Fırka’nın kazanmasına neden göz yumdun? diyerek Samsun Valisi’ni azarladı. Sonra Serbest Fırka’dan seçim kazanan Avukat Ahmet Resaî’ye:
– Serbest Fırka’dan istifa ederek CHF’ye (Cumhuriyet Halk Fırkası, daha sonra “CHP” oldu) geç! diye tavsiyede bulundu. Ahmet Resaî bu teklifi kabul etmeyince Atatürk Serbest Fırka’nın kapatılmasını istedi. Fırka kapatıldı. Yeniden yapılan seçimde, Samsun Belediye Başkanlığını CHF kazandı.
Bunu şunun için anlatıyorum: Atatürk’ün hayatında ikinci bir partiye yer yoktur. Anlattığım konuyu merak edenler, Önder Duman’ın Canik Belediyesi Yayınları arasında çıkan Canik-Samsun’da Seçimler ve Siyaset isimli eserinin 376-377 sahifelerine bakabilirler. Serbest Fırka üç ay yaşatıldı. Tek partili Cumhuriyet olmaz. Aradan 96 yıl geçmiş olmasına rağmen ilim adamlarımız bile Atatürk düşmanlığıyla suçlanmamak için, korkularından ağızlarını açamıyorlar! Bir televizyon programında yüz binlerin karşısında Atatürk’ün üç ayrı dil anlayışı olduğunu, bunlardan ikisinin ummanları dolduracak kadar yanlış, birisinin de ufukları kucaklayacak kadar doğru olduğunu söyledim. Adeta küçük bir kıyamet koptu. Hiçbir ciddi araştırmada bulunmayan, Atatürk üzerine tek kitap olsun okumayan Atatürkçüler, beni “Atatürk düşmanı!” ilan ettiler.
– Atatürk yanlış yapar mı? Atatürk hata yapar mı? diye tepindiler.
-Elbette yapar. Çünkü Atatürk de bir insandır! diye cevap verdim. Adeta çıldırdılar. Türkiye iki ayrı yobazın kıskacı içindedir: Din yobazları ile Atatürkçülük yobazları! Atatürkçülük yobazları, din yobazlarından daha baskındırlar. Yobazlar, okumayan, araştırmayan, ama okuyanı, araştıranı, bileni en ağır kelimelerle susturmaya çalışan ahmak insanlardır. Türkçe bizim varlık sebebimizdir. Varlığımız, Türkçemizin yaşatılmasıyla mümkündür!
Şimdi ben burada bütün okuyan, araştıran, bilen kimseleri şahit göstererek açıklıyorum: Atatürk, Arapça ve Farsça kelimeleri sevmiyordu. Bu kelimeler dilimizden çıkarılıp atıldığı takdirde dilimizin daha da zenginleşeceğine inanıyordu. O bakımdan 1932 yılında Türk Dil Kurumu’nu kurdu.
Kamalizm Türk’ün dinidir (!)
Atatürk, Arapça olduğu için kendi ismini de beğenmiyordu. Yakınları ona dediler ki: “Milletimiz, İslamiyeti kabul etmeden önce yüksek duvarlı kalelere KAMAL diyordu!” Atatürk Arapça olan Kemal isminden kurtulmak için derhal adını KAMAL diye değiştirdi. Bilgisayarları olanlar bakmalıdırlar. Atatürk’ün nüfus cüzdanındaki ismi KAMAL’dır. Atatürk, 1934-35 yıllarında, ufukları kucaklayacak ölçüde dosdoğru bir dil anlayışı içinde yaşadı ve yazdı. O yeni dil anlayışını “Türkçeleşen Türkçedir” diye ifade edebiliriz. Bu görüşü 1912 yılında Selanik’te çıkardıkları Genç Kalemler dergisinde Ömer Seyfeddin, Ziya Gökalp, Ali Canip (Yöntem) ileri sürmüşlerdi. Atatürk’ün benimsediği çok yanlış üçüncü dil anlayışının ismi Güneş Dil Teorisi’dir. Bu görüşe göre “İlk insan Türk’tür, ilk lisan Türkçedir, bütün dünya dilleri Türkçeden doğmuşlardır!”
Yakup Kadri, bu görüşün: “Gayrı ciddî, gayrı aklî, gayrı mantıkî, gayrı ilmî” olduğunu söylemişti. Falih Rıfkı Atay da Çankaya kitabının 554. sahifesinde “Bu Güneş Dil Teorisi’ne hiç inanmadığını” yazmaktadır. Karaosmanoğlu, bu teoriyi ileri süren Avusturyalı Kıvergiç’i kendisinin Atatürk’e götürdüğünü söylemişti: İlk insan, Güneş’i gördüğünde ilk defa Türkçedeki ilk sesli harfi telaffuz etti ve uzatarak: “Aaa!” dedi. Sonra bu -a seslisinin yanına yumuşak (g) harfini koyarak “ağğğ” dedi. Ağ hem beyaz hem de insan demektir. Zamanla bu ağ hecesine başka heceler de ekledi: ağ+an demeye başladı. Sonra ilk insan bu hecelerden bazılarını atarak “Anğara! Angara! Angara!” diye haykırdı. Yakup Kadri der ki: “Atatürk bu açıklamaya bayıldı, bayıldı, bayıldı. Halbuki ben sanıyordum ki Kıvergiç’e diyecekti ki: “Efendi, ilk insan ile günümüz arasında elli milyon yıllık bir zaman var. Sen ne biliyorsun ilk insanın “aaa” dediğini, “ağ” dediğini? Sen o ilk insanın yanında mıydın? Elinde bir kâğıt kalem mi vardı? Söylediklerinin hiç birisi ilmî değildir. Kabul edilemez!” diyecektir. Fakat demedi. Etrafındakilere emir verdi: “İlk insanın Türk, ilk lisanın Türkçe olduğuna dair eserler yazacaksınız” dedi. Herkes Atatürk’ün gözüne girmek için uydurmaya başladı.
Batılıların şiddetli hücumlarına uğradık. İsmet İnönü’nün emri üzerine Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nden bu nazariye kaldırıldı. Şimdi ben, bu nazariyeyi, bizzat o fakültede okutulan ders kitabında bularak inceledim ve öğrendim. Ayrıca Yakup Kadri’yi dinledim. Okuduklarımı ve dinlediklerimi olduğu gibi anlatınca Atatürkçülük yobazları bana “Atatürk düşmanı” dediler. Türkiye’de Atatürk’e gerçekten düşman olan, heykellerine sadıran, kırıp döken insanlar vardır. Bunları katiyyen inkâr etmiyorum. 1950 yılında Demokrat Parti iktidar olunca da birtakım kimseler, Atatürk’ün heykellerine saldırdılar. 1960 yılında bomboş kafalar Menderes ve DP’yi “Atatürk düşmanlığı” ile suçlayarak iktidardan düşürdüler. O Atatürkçü kafalar Türkiye’de birtakım kimselerin, niçin Atatürk heykellerine saldırdıklarını araştırmadılar. Sadece Atatürk’e hayran olduklarını, DP’yi Atatürk sevgisiyle yıktıklarını söylediler. Bu darbecilerin, “en büyük çizmeyi Atatürk’ün giydiğine, en büyük şapkayı Atatürk’ün taktığına” inanan çocuklardan farkları yoktu.
“Şey”i Yasaklamıştı
Atatürk 1932-34 yılları arasında dilimizde tasfiyeci oldu. 950 yılında Müslüman olmuştuk. Bin yıldan beri İslam inancı içinde yaşıyorduk. Dolayısıyla dilimizde Arapçadan ve Farsçadan geçen çok sayıda kelime vardı. Atatürk o kelimelerin dilimizden atılmasını emretti. Hatta “şey” kelimesini bile yasakladı. O yıllar müthiş bir tasfiyecilikle geçti. Yayımlanan bazı dergilerde “Törütgen, İrde, Ertik, Kınav, Yoğal, Asığ, Aıkat, Tecim, Yeğritim, Yasav, Taplamak, Yüret, Tutaklar, Kapsıklar, İzdiş, Erge” gibi hiç kimsenin manasını bilmediği, anlamadığı, sevmediği kelimeler vardı. Falih Rıfkı Atay’ın Hürriyet Yayınları arasında çıkan Çankaya isimli eserinin 550-552. sayfalarında belirtildiği gibi Atatürk, Falıh Rıfkı Atay’a dedi ki: “Dili, bir çıkmaza saplamışızdır. Bırakırlar mı dili bu çıkmazda. Hayır! Ama ben bu işi başkalarına bırakmam. Çıkmazdan biz kurtaracağız!” Atatürk bu çok yanlı dil anlayışından vazgeçtiği için Nutuk isimli eserini de Gençliğe Hitabe’sini de yaşayan Türkçeyle yazdı.
Şimdi ben burada kendi kanaatimi açıklıyorum: Türkiye’de birtakım insanların Atatürk’e şiddetle muhalif olmalarının en büyük sebebi bizzat Atatürk’tür. Atilla Oral’ın Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu isimli çalışmasında Atatürk’ün el yazısıyla yazdığı mektuptan anlıyoruz ki Türk Tarih Kurumu Başkanlığı, okullarımızda okutulacak olan İslam tarihiyle ilgili bölümü Camiul-Ezher mezunu Zâkir Kadirî isimli birisine yazdırmış. Atatürk Zâkir Kadirî’nin Hz. Muhammed (sas) üzerine yazdıklarını okuyunca çok öfkelenmiş. Oturup Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Başkanı Tevfik Bıyıklıoğlu’na çok sert bir mektup yazmış. Zâkir Kadirî’den “cahil ve sersem Camii Ezher kaçkını” diye bahsetmiş. Atatürk mektubunda “önüme koyduğunuz örümcek Arap yazılı paçavralar üzerinde yeniden çalışmaya mecbur oldum” diyerek düşüncelerini açıkla mış.
Atatürk’ün öfkeli mektubundan sonra Türk Tarih Kurumu yetkilileri Hz. Muhammed’le, Kur’an’la, cinlerle ilgili açıklamaları yeniden yazmışlar. 1931 yılından 1950 yılına kadar liselerimizde okutulan Orta Zamanlar Tarihi’nin sahifelerinde Kur’an, Hz. Muhammed’in bir uydurması olarak gösterilmiş. İşte anılan tarih kitabında alelade bir insandan bahseder gibi Hz. Muhammed üzerine yapılan açıklamalardan kısa örnekler: “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir.” (s. 90) “O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena pek iptidâi ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisine vahiy ve ilham fikri doğmuştur.” (s. 90) “Muhammed uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulu olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu.” (s. 91)
Nedir bu inkârlar? Bu safsatalar? Atatürk’ün ikazından sonra, Hz. Muhammed ve Kur’an üzerine böyle açıklamalar yapılınca birtakım kimseler Allah ve Peygamber yerine Atatürk’ü, Kur’an yerine Atatürk’ün eseri olan Nutuk’u koymaya çalıştılar. “Atatürk yarım ilahtır” diyenler 1926 yılında İstanbul’da Muallim Ahmet Halit Kitabevi’nde, Edirne Saylavı (milletvekili) Şeref Aykut tarafından yazılan Kamalizm (CHP Programının İzahı) adlı kitap basıldı. Aykut Kamalizm’i yeni bir din olarak gösterdi. Şu cümleler ona aittir: “Kamalizm, bunların üstünde, yalnız yaşamak dinini aşılayan ve bütün prensiplerini, ekonomik temeller üzerine kuran bir dindir.” (s. 3) “Kamalizm bir dindir ki onun en büyük ve ana sıfatlarından birisi de devrimci olmasıdır.” (s. 15) “Kamalizm dininin devletçiliği şu cümlede toplanıyor.” (s. 32) Atatürk, bu kitabı yazan Şeref Aykut’u Edirne Milletvekili olarak TBMM’ye aldı. Kamalizm bir din olarak gösterilince ve Şeref Aykut milletvekili olunca, diğer dalkavuklar da sıraya girdiler.
Bazıları Atatürk’ü Kamalizm dininin peygamberi, bazıları (haşa) Allah’ı olarak gösterdiler. Çankaya’yı Kâbe olarak gördüler: Ne örümcek ne yosun Ne mucize ne füsun Kâbe Arab’ın olsun Çankaya bize yeter. Bu mahzumeyi yazan Kemalettin Kamu da milletvekili oldu. Sonra tarihimiz boyunca görülmeyen bir dalkavukluk yarışı başladı. İşte Aka Gündüz’ün mısraları: Atatürk’ün tapkınıyız! Her şeyde Atatürk! Yerde o! Gökte o! Denizde o! Varda o! Yokta o! Herşeyde o: Atatürk. Görünmezi görür, bilinmezi bilir, duyulmazı duyar, sezilmezi sezer. Elimizi yüzümüze, gönlümüzü özümüze kapıyoruz. Biz sana tapıyoruz, biz sana tapıyoruz! Varsın! Teksin! Yaratansın! Sana bağlanmayanlar utansın! Aka Gündüz de milletvekili yapıldı. İslamın tekbiri Allahu Ekber midir? Namaza Allahu Ekber diyerek mi başlıyoruz? Yusuf Ziya Ortaç da yeni tekbirimizi yazmakta gecikmedi: Allahu Ekber! Allahu Ekber! Ancak o var! Atatürk ekber! Ancak o var: Atatürk! Evliya O’dur, Peygamber O’dur, sanatkâr Atatürk! Tarihe hâkim, zekaya önder! Atatürk ekber! Yusuf Ziya Ortaç da milletvekili oldu. Derken Behçet Kemal Çağlar, Süleyman Çelebi’nin Hz. Muhammed (sas) için yazdığı mevlidi baştan sona kadar Atatürk için değiştirerek okumaya başladı:
Ol Zübeyde Mustafa’nın ânesi Ol sedeften doğdu ol dürdânesi Gün gelip oldu Rıza’dan hâmile Vakt erişti bin sekiz yüz seksene Ger dilersiz, bulasız Od’dan necât Mustafa-i bâ Kemâl’e esselât! Çağlar da milletvekili yapıldı. En Atatürkçü şairlerimizden Edip Ayel aynı şiir içinde Atatürk’ü hem Peygamber, hem de (haşa) Allah olarak gösterdi: Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kabe. Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doğdun Türk ırkının en son ulu Peygamberi oldun. Ölmez bize Cennetlerin ufkundan inen ses İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez! Atatürk devrinde, Atatürkçüler arasında, sevgili Peygamberimizden hep: “Baldırı çıplak Arap!” diye bahsedildi. Osman Nuri Çerman isimli bir adam diyordu ki: “Takılıp gittin peşine, baldırı çıplak Arabın Sonra girdin kanına sevginin, aşkın , şarabın!” Cumhuriyet gazetesi 5 Ağustos 1935 tarihli sayısında birinci sayfasının sağ köşesinde haykırmıştı: “Atatürk yarım bir ilahtır! Türklerin babasıdır!”
Uğur Mumcu’nun Kazım Karabekir Açıklıyor isimli kitabında var. Ayrıca Kâzım Karabekir de açıklıyor. Atatürk, Karabekir Paşa’ya demiş ki:
– Karabekir, Kur’an’ı Türkçeye çevirttiriyorum. Millet okusun, o Arabın oğlunun yavelerini anlasın. Bu açıklamaları şunun için dikkatinize sunuyorum: Bugün Türkiye’de Atatürk’e muhalif bir grup varsa bunun müsebbibi bizzat Atatürk’tür. İddia ediyorum: Atatürk kendi etrafında dalkavukluk çırpınışları içinde olan o kişilere: “Kesin bu zırıltıları!” demiş olsaydı hiç kimse Atatürk’e: “Sen bizim Allahımızsın! Peygamberimizsin!” diyerek yaltaklanmayacak ve bazı kişiler Atatürk’e karşı derin kırgınlık duymayacaktı. Atatürkçülük anlatılmaz bir yobazlıkla devam ediyor. Bu dehşetli taassup herhalde 100 sene sonra ortadan kalkacaktır.
Derin tarih,Ekim 2019,syf.40-45