1-Hz. Ömer, sünnete ait bilgileri yazdırmayı ve bir araya toplamayı düşünmüş, bu fikrini sahâbîlere açıklamış, tasviblerini almıştır. Ancak bir ay süren istihare sonunda kararını:“Ben hadisleri yazdırmayı istemiştim, hatırladım ki sizden önce bir millet, kitaplar yazmışlar ve onlara önem vermişler ve Allah’ın (kendilerine göndermiş olduğu) kitabını terketmişlerdi. Allah’a yemin ederim ki ben, Allah’ın kitabını bir başka şeyle örtemem, ona gölge düşüremem” sözleriyle bildirmişti.(Hatib el Bağdadi, Takyîdü’l-ilm, Dımeşk, 1949, s. 49.)
Bazı kesimler bu rivayete dayanarak sünnetin dinde delil oluşunu inkâr etmiş; bazıları da bir ilke olarak dinde sünneti kabul etse de hadisler söz konusu olduğunda önemsiz oluşlarına vurgu yapmışlardır. Zira esas olan Kur’an’dır. Kur’an’ın en büyük uyarısı “kitabın arkaya atılması” konusudur. Müslüman îsrailoğulları’nı Yahudileştiren en büyük amil kitaplarını arkaya atarak hükümlerini reddetmeleridir. Hz. Peygamber de “benden bir şey yazmayın” diyerek ümmetin Yahudileşerek Kitab’ı tahrif etmesinden korktuğunu ifade etmiştir. Yukarıdaki Hz. Ömer’in ifadesi de bu durumu te’yid etmektedir.
Sünnetin, delil oluşunu toptan inkâr edenlerin bu tür delilleri kullanmalarını anlamak mümkündür. Ancak hadisi ve sünneti delil kabul edenlerin yukarıdaki rivayetleri alıp bütünüyle Kur’an’a yönelmemiz gerektiği, hadislere o kadar da gerek olmadığı şeklindeki imalarını anlamak mümkün değildir. Bu anlayışın varacağı sonuç Kur’an’la amel edilmesi gerektiği, hadislerle amel etmeye gerek olmadığıdır. Zaten Hz. Ömer de böyle düşünmüştür. Oysa Hz. Ömer’in vurgusunu iyi anlamak gerekir. Hz. Ömer’in hadisle asla problemi olmamıştır. Onunla ilgili diğer rivayetleri göz önünde bulundurduğumuzda mesele daha iyi anlaşılın Burada pek çok olmasına rağmen iki örneğe dikkat çekmek istiyoruz:
a-Şa’bî’nin naklettiğine göre Hz. Ömer, Şureyh’i Kufe kadısı olarak tayin etmiş ve ona şöyle demiştir: “Ortaya çıkan bir meseleyi Allah’ın Kitab’mdan araştır, başkasına sorma! Allah’ın Kitab’ında yoksa Resulunun sünnetinde araştır. Sünnette de yoksa re’yinle ictihad et!” (İbn Abdilberr, Câmiu beyâni’l-ilm, I, 848.)
b-Hz. Ömer şöyle der: “Diyet akileye aittir. Kadın kocasının diyetinden hiçbir şeye varis değildir.” Fakat Dahhâk b. Süfyan, Resûlullah’ın Eşyem ed- Dabbanî’nin karısını kocasının diyetine varis kıldığını haber verince Hz. Ömer önceki görüşünden dönmüştür.”(Ebu Davud,Feraiz,18)
Görüldüğü gibi Hz. Ömer hadisle amel etmektedir. Bir haber-i vahid işitse bile kendi görüşünü terk edip ona uyabilmektedir. O halde Hz. Ömer’in hadisle bu denli amel edişiyle hadislerin yazılması karşısındaki tereddüdünü nasıl te’lif etmeli nasıl anlamalıyız?
Evvel emirde Hz. Ömer’in tereddüdü, görüldüğü üzere, sünnetin yazılması husûsunda Hz. Peygamber’den gelen bir yasağa dayanmıyor. Böyle bir yasağa dayansaydı;
a-Ashâbla istişâre etmezdi.
b-Ashâb ittifakla müsbet kanaat izhar etmez, ihtilâf ederdi.
c-Bir ay boyu istihâreye hâcet görülmezdi.
d- Menfi olarak tecelli eden kararma gerekçe ve sebep olarak, söz konusu yasağı gösterirdi. Onun tereddüdü başka bir endişeden kaynaklanmıştır: O da Kur’an’ın ihmâle uğramasıdır. Ancak bu ihmal meselesi Kur’an’ın yaşanmasıyla ilgili değildir. Yani Hz. Ömer Kur’an’ın hükümlerini yaşamak istiyor da hadislerle amel etmek istemiyor değildir. Kur’an’ın ihmale uğraması, Kur’an’la meşgul olamamak anlamındadır. Kur’an’la meşgul olamamak da hükümleriyle, onu yaşamakla ilgili değil, onu muhafaza etmekle alakalıdır. Bu noktanın altı çizilmelidir. Hz. Ömer’in endişesi Kur’an aslıyla muhafaza edebilme endişesidir. Bu konuda da Hz. Ömer ileri görüşlü olduğunu göstermiştir. Zira Hz. Ömer devrinde bu endişe son derece mâkul ve yerinde bir endîşedir. Henüz, Kur’an tek nüshadır. Zaten onun zamanında kıraat farklılıklarının sebep olduğu sıkıntılar da yaşanmıştı. Geçmiş ümmetler himmetlerini kutsal kitaplarının muhafazasına tam olarak verememiştir. Aynı akibeti bu ümmet yaşamamalıydı. Sünnetin,derlenmesi, yazılması acil bir ihtiyaç değildi. Onu çok iyi anlayan, onu anlama« da dersini bizzat Resûlullah (s.a.v.) ‘dan almış bulunan Sahâbe nesli hayattadır Sünneti herkes bilmektedir. Ayrıca şifahî olarak hadîslerin talim ve taallümü husûsunda herkes iştiyaklı ve hırslıdır. Husûsi himmetler bu işi yürütmektedir Yâni hadîslerin ayrıca resmen yazdırılmasına ciddî bir ihtiyaç yoktur.
Bir başka açıdan da şu söylenebilir: Hz. Ömer’in bu teşebbüsü, resmî bir teşebbüstür, yânî resmî tedvîn işidir. Bu devir ise, bir yandan fütûhât, bir yandan da devletin teşkilatlandırılma ve müesseseleştirilme devridir. Meşguliyetlerinin bu kadar çok ve kesif olduğu bir dönemde, çok fazla ihtiyaç duyulmayan bir meseleye el atmak, gerçekten mesâiyi dağıtacak ve daha mühim husûslara sarfedilmesi gereken himmeti azaltacaktı. Hz. Ömer’in dilinde bu, “Kur’an’a olan himmetin azaltılması” şeklinde ifadesini bulmuştur. Dolayısyla Kur’an’ın aslî şekliyle muhafaza edilmesine azami derecede gayret gösterilmeliydi.
Ama ne var ki, bir müddet sonra, sünnetin yazılması işi de, olayların gelişmesiyle ciddî bir ihtiyâç hâlini alacak, o zaman mesele resmen gündeme getirilecekti. Nitekim Kur’an’ın tedvîni işi de şöyle olmuştu: Ridde harbleri sırasında birçok değerli hafızların şehid düşmesi, Kur’an’ın kaybolabileceği endişesini doğurmuş ve Hz. Ebu Bekir zamanında iki kapak arasında bir kitap yâni “Mushaf” hâline getirilmiş, bilâhare, kıraat ihtilafları sonunda da tertip ve imlâya müteveccih çalışmalarla hem bugünkü şekil verilmiş ve hem de çoğaltılmıştır. Rivayetler böyle değerlendirlmezse Hz. Ömer’i yanlış anlamak ve rivayetleri yanlış yorumlamak mümkündür.
SA’LABE KISSASI
2- Sa’lebe hadisi diye meşhur kıssa: Bir adam Peygamberimize gelip “benim için dua et de malım mülküm olsun” demişti. Peygamberimiz de onun için dua etmiş ve dua kabul olunca Sa’lebe zamanla bir hayli zengin olmuş. Daha sonra Peygamberimiz zekât memurlarını ona gönderince Sa’lebe zekât vermekten kaçınmış. Fakat daha sonra pişman olup zekât vermek istediği halde Peygamberimiz onun zekâtını kabul etmemiş. Peygamberimizin vefatından sonra Sa’lebe, zekâtını Hz. Ebu Bekir’e götürmüş o da kabul etmemiş, onun vefatından sonra Hz. Ömer’e götürmüş o da kabul etmemiş… Hz. Osman zamanında da Sa’lebe ölmüş.
Bu rivayetin oldukça zayıf ve metninin de tenkide açık oladuğu ifade edilmektedir. Şöyle ki:
“Hadis otoritelerinin raviler hakkında beyan ettikleri ifadelere göre Sa’lebe hadisi, isnâd yönünden son derece zayıf, illetli ve münker bir rivayettir. İbn Hazm, Sa’lebe hadisinin Mu’ân b. Rifâa, Ali b. Yezîd ve Kâsım gibi zaîf raviler kanalıyla nakledilen asılsız ve bâtıl bir rivayet olduğunu; ayrıca nüzul sebebi yönünden de Tevbe 75-77 âyetlerinin münafıklar hakkında genel olduğunu, dolayısıyla bunun Sa’lebe ile bir ilgisinin bulunmadığını kaydeder.
Ibnu’l-Esîr, Sa’lebe kıssasının sahih olmadığını yahut Bedir’e katılan Sa’lebe hakkında şaibeli olduğunu belirtir. Zehebî, Sa’lebe hadisinin münker olduğuna temas eder. Irâkî ve Heysemî, Taberânî’nin naklettiği Sa’lebe hadisinin Ali b. Yezîd adında metrûk bir ravi sebebiyle zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir. Ab- dulfettah Ebû Gudde, Sa’lebe hadisinin illetli ve münker bir rivayet olmasına rağmen bilhassa müfessirler tarafından illetine ve nekaretine temas edilmeksizin nakledildiğine dikkat çeker.
Alimlerin de ifade ettikleri bu tenkit ve değerlendirmelere göre Sa’lebe hadisi, son derece zayıf, illetli, münker, hatta asılsız ve bâtıl bir rivayettir. Elbette böyle bir rivayet, muhtevada sunulan hususlarda delil olamaz. Hatta bu kabil rivayetlerin nakledilmesi uygun düşmez.
Rivayette Sa’lebe’nin pişman olup zekâtını getirdiği halde, gerek Resûlullah tarafından, gerekse halifeleri tarafından kabul edilmediği anlatılmaktadır. Zekâtını getiren kimseyi reddetmek, başta Resûlullahın, sonra da Raşit Halifelerin uygulamalarına zıt düşmektedir. Özellikle Resûlullah’ın münafıklara karşı izlediği tavır ve stratejiler incelenirse, nifâklarını açıkça yüzlerine vurmadığı, İbn Selûl gibi meşhur münafıkları dahi sabırla idare ettiği görülür. Ayrıca Resûlullah’ın ve ilk halifelerin uygulamalarına göre imkân sahiplerinden zekât alınması, gerekirse güce başvurulması söz konusudur. Üstelik bu mevzuda ilk halife Hz. Ebû Bekr’in zekât vermeyenlere karşı kararlı tutumu ve harp ilan etmesi bilinen bir vak’a iken, elbette gönül rızasıyla zekâtını getiren kimselerden reddedilmesi diye bir şey olamaz. Bu itibarla Sa’lebe’nin geri çevrilmesi, ne İslâm ahkâmını tatbik eden Resûlullah’ın ne de onun sünnetini takip eden halifelerin uygulamalarıyla bağdaşmaz. Bütün bu veriler, Sa’lebe hadisinin metin/ muhteva açısından çelişkilerle dolu olduğunu göstermektedir.” (bknz;Kadir Paksoy, “Sa’lebe Kıssasıyla İlgili Rivayet Üzerine Sened ve Metin Esaslı Tahliller”, Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 70, 2005.)
Yavuz Köktaş – Günümüz Hadis Tartışmaları
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…