Anlamın Öznelleştirilmesi

images-3 Anlamın Öznelleştirilmesi

…Kuranı Kerim, modern dünyanın sahip olduğu birtakım değer ve anlayışların tahammül edemeyeceği (!) bazı hükümler içeriyorsa ve bu hükümler Kur’an adına günümüz insanlarına ‘açıklanabilir’ ve tabii ki ‘savunulabilir’ standartlara sahip değilse, daha doğrusu bu hükümler, müminlerince artık ‘anlaşılabilir’ olmaktan çıkmışsa, ne yapılmalıdır?

“İşinize gelirse… Rabbimiz böyle diyor” (anlam, neyse odur) mu denilecek? Yoksa anlamadığımız, anlayamadığımız bir ibare (“ne olsa gider” denilip) ‘anlayabileceğimiz’ bir form’a mı transfer edilecek?

İşte bu ikinci yola başvurulduğunda, daha önce zikrettiğimiz şu sual karşımıza çıkacaktır:

  • Anlamadığımı, anlayabileceğim yeni bir forma soktuğumda, zım­nen söylenen (şey)i anlamadığımı itiraf etmiş olmuyor muyum?

Niyetlerin samimi olması kaydıyla, bu suali hiç tereddütsüz ‘evet’ şeklinde cevaplayabiliriz.

Samimi olmak kaydıyla, anlam’ı her değiştirme teşebbüsü, bu teşebbüsün sahibinin söylenen’i anlamadığını, anlayamadığını gös­terir; samimiyetsizlik halindeyse, iftira ettiğini…

Sahiplerinin samimi olduğuna inandığımız bu tür bazı teşebbüs­lerden misâller vermek, sanırız, söylemek istediklerimizi daha açık hale getirecektir.

Örnek:1

  • Kuran kadınların örtünmelerini, hem de çok açık bir surette emretmiştir. Ancak bu emir, bazıları için ‘anlaşılabilir’, dolayısıyla ‘savunulabilir’ olmaktan çıkmışsa?… Bu sorun değildir; zira ‘anlatı­lan’ önemli değildir.

İşte ilgili ayete verilen anlam:

…ve örtülerini göğüslerinin üzerine kapasınlar…

Niçin böyle bir anlam verilmiştir? Çünkü meal sahibinin iddia­sına göre; “Kur’an kadınların başlarını veya yüzlerini değil, göğüs­lerini örtmelerini öğütler.”

Işte bu noktada bizce tartışılması gereken husus, anlam’ın ken­disi, dolayısıyla böyle bir anlam’ın nasıl verildiği yerine, niçin bu anlam’a ihtiyaç duyulduğu, bir bakıma anlam verme7nin mantığı olmalıdır; zira anlam’ı doğrulamanın ölçüsü önümüze konan filolo­jik deliller değil, arkada kalan sebeplerdir. (Aynntılı bir değerlendir­me için bkz. Cündioğlu, 1995)

Örnek-2

  • Kur’an-ı Kerim’de (Nisa: 34 ayetinde) erkeklerin kendilerine nüşûz içerisinde olan zevcelerini te’dib için başvuracakları bazı yollar sözkonusu edilmekte ve ilgili şıklardan birinde, bu durum­daki kadının ‘dövülebileceği’ ifade olunmaktadır. Kadın haklarının bu denli yaygın bir şekilde tartışıldığı, kadın-erkek, karı-koca ilişki­lerinin bambaşka algılandığı günümüzde, böyle bir te’dib tarzının (hatta sırf Kur’an’da yer alıyor olmasının) ‘açıklanabilir’, dolayısıyla ‘savunulabilir’ olmaktan çıktığını düşünen kimseler ne yapacaklar, tabiri caizse kamuoyunun önüne nasıl çıkacaklardır?
İnceleyin:  Cennetten Çıkarılmak Hz. Adem İçin Bir Ceza mıydı?

Yapılacak iş bellidir… Böyle durumlarda hep kendisine başvu­rulan bir yöntemle önce ayette geçen kelimenin anlam dökümü or­taya çıkarılır ve içlerinden yeni duruma en elverişli olanı seçilerek, ayet ‘anlaşılabilir’,dolayısıyla ‘savunulabilir’ hale getirilir:

Onları dövün” biçiminde çevrilen idribuhunne kelimesinin kökü DaRaBa’ fiilidir. Herhangi bir Arapça sözlüğe bakarsanız, bu keli­menin altında uzun bir anlamlar listesini bulacaksınız. Bu liste Arap dilinin en uzun listelerinden biridir… (Yüksel, 1992: 18)

Böylelikle ‘çokanlamlı’ olduğunu öğrendiğimiz bu kelimenin bu yönünden yararlanmamak niye? Bu zihniyet, kelime’nin Kuran’da- ki çeşitli kullanımlarını da göstererek ‘çokanlamlılık’ konusundaki tezini ispatladığına (1) göre, artık uygun bir tanesini seçip ibareye yeniden anlam verilebilir:

… nihayet onları çıkarın.

Şimdi mesele daha da izah edilebilir durumdadır:

4:34 ayeti, sadakatsiz ve iffetsiz davranan eşine kocasının nasıl davranacağını öğretiyor. Bu uygunsuz tavrın başlangıcında koca öğüt vermeli. Eğer kadın başkasıyla flörte devam ederse, kocası yatakları ayırmalı. Eğer bu da yarar sağlamaz ve kadın işi zinaya kadar götürürse, o zaman kocası onu evinden çıkarmalı (4:34 ve 65:1).

Söylenen (şey), ‘anlatılan’ yerine, anlaşılan (şey) olarak kabul edildiği takdirde, yapılan yorumlar gramer’i aşıp onu iptal eder ve hiçbir gramatik mülahaza anlam’ı kur(tar)maz; zira anlam sadece gramere tâbi olan, gramer’’den çıkan (şey) değil, aynı zamanda gramer’i kendine tâbi kılan, gramerin içine giren (şey)dir.

Yorumun gramer’i iptal etmesi, farklı ifade kategorilerinin bir-birleri içerisinde kullanılması gibidir ve dolayısıyla ortaya çıkan yeni anlam’ın şu ‘saçma’ sayılan ifadeden hiçbir farkı kalmaz.

‘Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, çok eskiden elektronların enerji dağılımı ters bir Gauss eğrisi şeklinde idi. (Kocabaş. 1984:

Örnek 3:

Kur’an-ı Kerim’de (Mâide: 38) kadın veya erkek hırsızlık yapan kimselerin belli şartlar muvacehesinde, ellerinin kesilmesi söylenmektedir. Peki ama günümüzde bu ceza, ilgili suç için “çok ağır bir ceza’’ olarak algılanıyorsa ve meselâ hukukun bir kaidesi olan cezanın suça nisbeti meselesi de gerekçe olarak gösteriliyor­sa, kısaca bazıları için bu Kur’anî hüküm ‘açıklanabilir’, dolayısıyla ‘savunulabilir’ olmaktan çıkmışsa ne yapılmalıdır?

Çözüm iki türlü olacaktır; ya anlam’ın orijinal bağlamının değiş­tiği iddia edilecek ve dolayısıyla kendi bağlamında ‘geçerli’ (=an­lamlı) olanın, bağlam değiştiği için ‘geçersiz’ (=anlamsız) olduğu söylenerek ibarenin kendisi ve/veya “kendisinde mündemiç olan anlam ”ı değil, sadece bağlamı reddedilecektir ya da ibarenin kendi­sine ‘yeniden’ anlam verilerek, mesaj bu yeni duruma elverişli hale getirilecektir. Mesela denilecektir ki:

İnceleyin:  Kişi Ancak Kendi Emeğinin Karşılığını Mülk Edinebi­lir

Burada kastedilen eli kesmek değil, sadece çizmektir.

İşte bu durumda, “Bu anlamı nasıl veriyorsunuz?’ sorusunu kar­şılamak maksadına matuf filolojik deliller bir kıymeti haiz olmak­tan çıkarlar Çünkü burada anlam, öne sürülen filolojik delillerden elde edilen değil, bu filolojik delillerin içine sokulan birşeydir; başka bir deyişle, minareyi çalan kılıfını hazırlar.

Anlatılan’ın, ona muhatap olanlarca öznelleştirilip anlaşılan haline getirilmesi ve her muhatabın bu işlemi kendisi için ve ye-
niden gerçekleştirerek metinden hareketle yeni anlam dünyaları üretmesi, sonra da bu zenginliğin, anlatılan’ın çokanlamlılığa (aslın-
da, farklı yorumlara) imkan veren yapısından kaynaklandığını öne sürerek çokanlamlı bir söz’ün çok şey söylediğini bir marifetmiş gibi ilan etmesi, kısaca bütün bu gayretkeşlikler, aslında anlamın doğruluğunu değil , öznelliğini meşrulaştırmak yolundaki girişimlerdir; amaçları da anlam karşısında (onu anlamak konumundaki) özne’yi,tabi olmaktan metbu olmaya, açıklanan/yorum lanan olmaktan açıklayıcı/yorumlayıcı olmaya terfi ettirmekten ibarettir.

Burada özne, anlatılan karşısında, betimlenen, belirlenen de­ğil , aksine betimleyen, belirleyen konumundadır. Güç muhatabın elindedir artık, zira anlam veren odur. Muhatabın anlama faaliyeti içerisinde belirleyici konuma gelmesi, daha açık bir ifadeyle ‘anlatan’ın yerine geçmesi, metni yazarından daha iyi anladığını iddia etmesi demektir ki ‘yazarın ölümü’ olarak nitelenen ‘son’a yol açan da işte bu tavır-alıştır:

Yazarın ölümü, okuyucunun doğumuna yol açar. (Risser, 1 99 1: 95-97)

Şimdi tam da bu noktada Wittgenstein’ın -bir vesileyle- söylediği şu sözleri üzerinde düşünülmelidir:

..Bir noktanın siyah ya da beyaz olduğunu söyleyebilmek için,önce bir noktaya ne zaman siyah ne zaman beyaz dendiğini bilmem gerekir; ‘p’ye doğrudur (ya da yanlıştır) diyebilmek için, ‘p’ye hangi koşullarda doğru diyeceğimi belirlemiş olmam gerekir, böylelikle de tümcenin anlamını belirlemiş olurum. (Wittgenstein, 1 985:55-57)

Dücane Cündioğlu – Kuran’ı Anlamanın Anlamı,syf.16-20

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir