Kategoriler: İhsan Fazlıoğlu

Anlamdaş olmak millet olmanın temelidir

Tek bir kavramın bütünü yırtan bir etkiye sahip olduğu söylenebilir; bütünü beyaz bir kağıd gibi düşünürsek, öyle bir kavram ileri sürülebilir ki, ya bu beyaz kağıdı daha beyaz ya da daha siyah kılar. Günlük hayatımızda tanıdığımız bir kişi için bir ortamda ‘hırsız’ dendiğini düşünelim; yalnızca bu kavram o kişinin tasavvurumuzdaki yerini altüst eder; ya da tersine kendisine ‘veli’ dendiğini tasavvur edelim; benzer biçimde katımızdaki yeri bambaşka olacaktır. Kavram’ın ve kavram örgülerinin, sadece idraki değil, hisleri de nasıl etkilediği açıktır: Bir kavram bazen bir hayat kurtarır bazen söndürür.

Dünya’da yalnızca günlük hayat değil, siyasî, iktisadî, ilmî, hatta askerî hayatın kavramlar üzerinden yürüdüğünü, insanların birbirlerini ‘karalamak’ ya da ‘aklamak’ için kavramları fırça olarak kullandıklarını görürüz. Coğrafî anlamda ülkeler maddî bakımdan silahlarla tarumar edilirken, kültürler ve medeniyetler manevî bakımdan kavramlarla çökertilmektedir. Bu nedenlerledir ki silahlarla ele geçirlen ülkelerde işgalciler yeni bir kavram-örgüsü getirmedikçe erimişlerdir: İslam fethettiği topraklara yeni bir kavram-örgüsünü örttü; Moğollar ise geldiler, bir kaç nesil içerisinde işgal ettikleri coğrafyanın kavram-örgüsü içerisinde eridi gittiler. Özellikle günümüzde savaşların, yazılı ve sözlü medya üzerinden kavramlarla yürütüldüğü açıktır: Hedef karşıdakinin kavram-örgüsünü karalamak, yaralamak, en nihayet ilmik ilmik çözmektir. Kavram-örgüsü çözülen toplum ise hayatını idame ettirmek için ya yeni bir kavram-örgüsü inşa etmek -ki bu çok zordur ve zaman ister- ya da eski örgüyü çözen toplumun kavram-örgüsüne katılmak zorundadır: İnsan olarak kalmanın başka bir yolu yoktur çünkü.

Sömürge çağının kalıcılığı maddî coğrafyanın işgali değildir bu nedenle… Çünkü işgal edilen fizik coğrafya, o coğrafyayı yurt edinen insanların belirli bir zaman sonra karşı saldırısıyla defedilebilir. Ama nutkiyetin, dünya-görüşünün, başka bir deyişle o toplumu var-kılan, farklı-kılan, o toplum kılan kavram-örgüsünün işgali kalıcıdır; o toplumu o toplum olmaktan çıkarır. Tarihe baktığımızda Analolu coğrafyası’nda onlarca toplum gelip geçti; elbette bu toplumları oluşturan bireylerin tümü ortadan kalkmadı; tersine süreç içerisinde sonra gelenin anlam-dünyası’na katıldılar. Bu nedenledir ki var-olmak maddî coğrafyayı korumak değildir yalnızca; bu maddî coğrafya’ya derinlik katan, onu üzerinde yaşayan insanların vatanı kılan dünya-görüşü’nü, anlam-dünyası’nı, kavram örgüsü’nü koruyup kollamaktır var-olmak, yani millet olmak, millet kalmak…

İster birey ister toplum düzeyinde olsun bir millet’e aidiyet o milletin yaşadığı maddî coğrafya’da ‘bulunmak’ değildir; tersine bir millete aid olmak demek o milletin kavram-örgüsüne mensup olmak demektir. ‘Anlam-daş’ olamayan bireyler, ‘vatandaş’, ‘yurttaş’, hatta ‘dildaş’ olsalar bile ‘bir-millet’ olamazlar; olsa olsa ‘çıkar-daş’ olabilirler. Bu nedendir ki Çin siyaset felsefesine göre, devlet, ordu çökünce, toplum -kendisini birarada tutan- kavram-örgüsü çözülünce yıkılır. Devlet de, bu zihniyette zaten, aynı kavram-örgüsü içerisinde hayat süren insanların birliktelik’idir; ordu da yalnızca bu birliktelik’in vuku bulduğu maddî coğrafya’yı değil, bizatihi bu birliktelik’i mümkün kılan kavram-örgüsü’nü korumakla yükümlüdür. Bu kavram-örgüsünü işleyen, ona ‘bilinç’ katan ve zenginleştirerek sürdüren ise o toplumun bilginlerdir; en azından öyle olmalıdır.

Bütüne ilişkin sahih bir tasavvur, anlam veren kavram-örgüsü, o bütün içerisindeki parçaların da, bütünle ilişkili olarak anlamlı olmasını sağlar. Bu nedenle siyasî, iktisadî, toplumsal, ilmî, vb… sahalardaki sahih tasavvurlar, ancak ve ancak sahih bir kavram-örgüsü ile mümkündür. Örnek olarak, bir toplum -ve bu toplum içerisinde yaşayan bir birey-, kendi geçmiş’ine ilişkin sahih bir tasavvura sahip değilse, bu demektir ki genel anlamda, kavram-örgüsünde bir sorun vardır. Böyle bir toplumun gelecek’ine ilişkin sahih bir tasavvura sahip olması da mümkün değildir. Denebilir ki insanın yalnızca malumatları, bilgileri, inançları değil beklentileri, ümitleri, korkuları, hatta temennileri, içerisinde yaşadığı kavram-örgüsünün muhtevasına sıkı sıkıya bağlıdır.

İhsan Fazlıoğlu,Kendini Aramak

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce