Allah’ın Kulunu Sevmesinin Tezahürleri
Allah’ın kulunu sevmesinin mahiyetini ve sevdiklerini, ana hatları ile ve belli bir çerçeve dahilinde bundan önceki kısımda açıklamaya çalıştık. Her duygunun dışa akseden bir tezahürü olduğu gibi, sevginin de bir tezahürünün olacağım bir kere daha hatırlatmış olacağız.
Allah’ın kulunu sevmesinin de birtakım tezahürleri bulunmaktadır. Bu tezahürlerin, Islâmın itikad esaslarından kaynaklanan dünyevî ve uhrevî, maddî ve manevî, zahirî ye batınî değişik yönleri vardır. Biz, bu çalışmadaki genel metodumuzu bu kısımda da takip ederek, uzun yorumları ve değişik görüşlerle münakaşaları sayıp dökmeyeceğiz. Bunun yerine, Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerdeki sade temayı aksettirmeye çalışacağız. Bunu yaparken, meselelere açıklayıcı yaklaşımlar getiren görüşlere de yer vermekten tamamen uzak durmayacağız. Bu tezahürleri ara başlıklar halinde vermeyi uygun görüyoruz.
1-Allah Sevdiği Kulundan Razı Olur
Sevginin meyvesi ve Allah’a yakın olanların en üstün makamı olarak kabul edilen rızanın işin temelini teşkil ettiğine işaret etmeliyiz.[1] Rıza, Allah’ın, kulundan hoşnut olması demektir. Buna karşılık, kul da Allah’tan hoşnut olur ve her iki durumda aynı terim kullanılır. bu karşılıklı hoşnut oluş sevginin tezahürlerinden biridir. Çünkü rıza, bütün arzu ve isteklerin sonu ve zevklerin en üstünüdür.[2] İman edip güzel amel işleyenlerin yaratılanların en hayırlısı, mükafatlarının da içlerinde daimi kalacakları ‘Adn Cennetleri olduğu açıklandıktan sonra, Allah’ın onlardan, onların da Allah’tan hoşnut oldukları haber verilir.[3] el-Beydavî (Ö. 685/1286), Allah’ın onları umduklarının en son mertebesine ulaştırdığı şeklinde tefsir eder.[4] Kâmil bir amel ve tam bir hizmetin en üstün karşılığı rıza olmaktadır. Burada Arap dilinin kaideleri açısından da bir takım incelikler bulunduğuna dikkat çekilmiştir.[5]
Cabir lbn ‘Abdillah’tan rivayet edilen bir hadise göre, Allah, cennet ehlinin istedikleri her dilekte bulunabileceklerini kendilerine duyurur; cennetlikler de “bizden razı olmanı dileriz” derler. Allah, buraya rızası sayesinde girdiklerini bildirerek, cennetin en üsttün yeri olan ‘Adn Cennetine onları yerleştirir.6
Horasan mutasavvıfları, rızanın kulun çalışarak ulaşacağı makamlar cinsinden olduğunu söylerler.7 Bu görüş oldukça dikkat [çekici görünmektedir. Çünkü rıza, iyi niyetin, salih amelin ve dürûst hareketin bir neticesi olmaktadır. Bunlar ise, kulun kendi iradesi ile alâkalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın rızasının ‘Adn Cennetinden daha üstün [olduğunu ve bunun büyük bir sa’adet teşkil ettiğini haber verir.8 [Her kurtuluşun, başarının ve saadetin sebebi Allah’ın rızasıdır. Kul, Allah’ın kendisinden razı olduğunu bilince, bunun başka her nimetten daha büyük olduğunu nefsinde hisseder.9
Hz. Peygamber, Allah’ın cennet ehline bulundukları halden razı olup olmadıklarını sorduğunu, cennet ehlinin de bize hiç kimseye vermediğin nimetleri verdin nasıl razı olmayız, dediklerini naklettikten sonra şunları ilave eder: Allah, “Size bundan daha faziletlisini vereyim mi?” der; onlar “Ey Rabbimiz bundan daha faziletli olan nedir?” derler; Allah, “Size rızam hak olmuştur, bundan böyle ebediyyen size kızmam yoktur” der.10 Şu halde cennetteki en üstün mevki, rıza makamı olmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kendilerinden razı olduğu, kendilerinin de Allah’tan razı olduğu bir gurubu da sadıkların teşkil ettiğini bildirmiştir. Doğruluklarının hesap gününde kendilerine fayda sağlayacağı, en büyük saadet ve kurtuluşun da bu olduğu mûjdelenmektedir.11 Hz. Peygamber doğruluğun hayra, hayrın da cennete götüreceğini, kişinin doğruluğu arayarak ve doğru söylemekte devam ederek sıddîkler mertebesine ulaşacağını söylemiştir.[12] Abdullah lbn ’Ömer’den rivayet edilen ve “Mağara Kıssası” olarak da bilinnen uzun hadiste, bir mağarada mahsur kalan üç kişinin bu korkunç musibetten kurtuluşları doğrulukları sayesinde olmuştur.[13] Hz. Peygamber’in bu hadiseyi ashabına ve ümmete tebliği, kıssadan hisse kabilinden kabul edilmelidir. İmanında, amelinde, özünde ve sözünde doğru olanlarla beraber olmayı Allah emretmektedir.[14]
Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kendilerinden razı olduğu ve kendilerinin de Allah’tan razı olduğu mü’minleri “Allah’ın Gurubu” (Hızbul- lah) olarak isimlendirmekte, kurtuluşa erecek olanların “Allah’ın Gurubu” olduğunu haber vermektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de sadece iki yerde geçen “Hızbullah” tabiri, Allah’ı, Rasulünü ve mü’minleri dost edinenler için kullanılmıştır.[15],
Bir hadisten öğrendiğimize göre, Allah mü’minlerin sadece kendisine ibadet etmelerinden, kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamalarından, toptan Allah’ın ipine sarılıp tefrikaya düşmemelerinden razı olur.[16] Kendisinden razı olduğu kulu ise öğüp yüceltir.[17]
Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın kendilerinden razı olduğu kişi ve ve topluluklardan bahsetmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir: Muhacirlerden, Ensardan en ileri ve evvel gelenlerle iyilikte onlara uyanlardan Allah razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.[18] Ağaç altında (Şecere-i Rıdvan) Peygamber’e biat eden mü’minlerden de Allah razı olmuştur.[19] Allah’ın rızasını gözeterek O’na tabi olanla, Allah’ın hışmına uğrayan bir değildir.[20] Allah, din olarak da İslamdan razı olduğunu bildirmiştir.[21] Allah’ın rızası yolunu tutanlar, başka hiçbir şeyden korkmazlar, dünyalık korkular karşısında onlaların imanı artar ve Allah’ın yardımı kendilerine yeter.[22] Kur’ân ve Hz Peygamberle rızasını kazananları, Allah selamet yollarına iletir, iradesiyle karanlıktan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru yola götürür [23] Münafıkların, mü’minleri kandırmak için müslüman olduklarına dair Allah’a yemin etmeleri kınanarak, eğer mü’min iseler Allah’ ve Peygamberini hoşnut etmeleri ve Allah’ın rızasını kazanmaları gerektiği vurgulanır [24] Binasını, Allah rızasını kazanmak temeller üzerine kuran, yıkılmakta olan bir yarın kenarına kurarak onunla beraber cehennem ateşine çökenden elbette hayırlıdır.[25] Kötülükten en çok sakınan, başkalarına yardım için malını vererek özünü temiz tutan kimsenin cehennemden uzak kalacağı, böylesinin iyiliğine karşılık, hiçbir kimseden mükafat beklemediği, ancak yüce olan Rabbinin yolunda iyilik ettiği ve Allah’ın da böylelerinden razı olacağı bildirilmiştir.[26]
Hz. Peygamber, rızanın beşeri münasebetlerle bağlantısına da işaret etmiş bulunmaktadır. ‘Abdullah İbn ‘Amr’dan gelen bir hadiste “Allah’ın rızasının babanın rızasında, Allah’ın kızgınlığının da babanın kızgınlığında olduğunu”[27] söylemiştir. Ümmü Seleme’den rivayet edilen bir hadiste de “kocası kendisinden razı olduğu halde ölen bir kadının cennete gireceğini”[28] bildirmiştir. Allah’ın rızasına ulaşabilmenin yolunun, itaatla yakın alâkası bu hadîslerden anlaşılmaktadır.
İnsani vasıflarla ilgili tabiî haller, haddi aşmamak şartıyla, Allah’ın rızasına aykırı değildir. Enes İbn Malik’in anlattığına göre, oğlu İbrahim’in can çekişmekte olduğunu gören Hz. Peygamber’in gözyaşlarını tutamaması Abdurrahman İbn ‘Avfı şaşırır ve “Sen de mi ey Allah’ın Rasulü?” der; Hz. Peygamber, bunun bir rahmet eseri olduğunu, gözün yaş akıtması ve kalbin hüzün duymasının normalliğini ona anlatır ve “Biz, Rabbimizin razı olmadığı bir şey söylemiyoruz” der.[29] Hz. Peygamberi, dualarında Allah’ın razı olacağı amelleri nasip etmesini dilerken görüyoruz.[30]
Bir hadisten, Allah’ın sevdiği bir topluluğu bir takım musibetlerle imtihan edeceğini, bunlara razı olanlardan Allah’ın da razı olacağını öğreniyoruz.[31] İnsanoğlunun saadeti Allah’tan gelene razı olmasındadır.[32] Hz. Peygamber, pek çok hadislerinde, Allah’ın hoşnutsuzluğundan ve kızmasından rızasına sığınmış,[33] bize de bu prensibi öğretmeyi hedef almıştır. Allah’ın kulundan, kulun Allah’tan razı olmasının yanında, insanlar arasındaki rıza ile alâkalı rivayetler de çoktur. Rızanın bu kısmı bizim konumuzun dışındadır.
Rabia’ el-‘Adeviyye (Ö. 135/752), rıza mertebesine ulaşabilmesi için, Allah’ın nimeti gibi musibetinin de kulu memnun etmesi gereğine işaret etmektedir.[34] el-Gazalî ise, rızaya sevgi açısından yaklaşarak, belâ ve musibetlerde sabrın ötesinde bir rızanın olamayacağını iddia edenleri reddetmekte, böyle düşünenlerin sevgiyi (muhabbet) inkâr ettiğini söylemektedir. Allah’ın sevgisini kabul edenin- rızayı inkâr edemeyeceğini, zira sevenin, sevdiğinin yaptığı her şeye razı olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Konuyu çeşitli yönleri ile misallendirip isbatına gayret eden el-Grazalî, gözünü kaybedenin suret güzelliğini, kulağını kaybedenin seslerin ve ahenkli nağmelerin güzelliğini inkâr etmesi gibi, kalp ve gönül gözleri görmeyenler sadece kalbin görebileceği bir takım zevk ve lezzetleri inkâr edebilirler, ama bu inkâr hiçbir mânâ taşımaz ve inkâr edilenin olmamasını gerektirmez, demektedir.[35] Rıza konusunun tasavvufi değerlendirmesi ve mutasavvıfların görüş ve yorumları ayrıca tedkike değer mahiyettedir.
2-Allah Sevdiği Kulunu Gök ve Yer Ehline Sevdirir
Allah’ın, kulun hayrını istemesi, ona lütufta bulunması ve çeşitli şekillerde ikram etmesi olan muhabbetinin[36] tezahürlerinden biri de, sevdiği kulunu meleklere ve insanlara sevdirmesidir. Ebu Hu- reyre’den nakledilen bir hadise göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulu sevdiğinde Cebrail’e, “Allah filan kulu sever, sen de onu sev” diye emreder. Cebrail o kulu sever ve gök ehline: “Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz” der; onlar da o kimseyi severler. Sonra yeryüzündeki insanların gönlüne o kulun sevgisi konulur ve müslümanlar arasında da o kul sevilir.”[37] Hemen hemen genel prensip olarak, müslümanlar arasında sevilen her insanın Allah katında da sevileceği kabul edilmiştir.[38] Çünkü Hz. Peygamber, “Sizler, Allah’ın yeryüzündeki şahidlerisiniz”[39] buyurmaktadır. Bununla ümmetin doğru ve müttekileri kastedilmiştir.[40]
Enes Ibn Malik’ten rivayet edilen bir hadise göre de, Allah’ın, sevdiği kulun sevgisini, buğzettiğinin de buğzunu önce sür’atle meleklerin kalbine attığı, sonra da insanların kalbine yerleştirdiği ifade edilmiştir.[41] Bu tesirler insanın suretinde ve siretinde kendini gösterir.Neticede
terir.Neticede insanlar da Allah’ın sevdıgi kişiye karşı sevgi ve saygı duyarlar. 42
3-Allah Sevdiği Kulunun Yanındadır ve Onun Her İşini Kolaylaştırır
Allah’ın bir kuluna sevap ve nimet vermeyi murad etmesine rahmet, özel bir yakınlık ve yüce haller bahşetmeyi istemesine de muhabbet denilmektedir.43 Şöhreti çok yaygın olan bir kudsî hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Ben kulumun beni anlayışı yanındayım. Kulum beni andığı zaman ben onunla beraberim. O beni gönlünde gizlice zikrederse, ben de onu nefsimde zikrederim. O beni bir cemaat içinde zikredip anarsa, ben onu daha hayırlı bir cemaat içinde zikredip anarım. Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. Kul bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım.”44 Bu hadiste geçen “Allah’ın nefsi”nden muradın zatı olduğu, daha hayırlı cemaattan maksadın ise melekler cemaatı olduğu ifade edilmiştir. Allah’ın yaklaşması, koşması gibi izahlann zâhir mânâsının muradedilmesi imkân dışıdır. Bunlarla, Allah’ın kuluna layık olduğu mükafatı vermesi ve ona ihsanları anlatılmak istenilmiştir.”45 Bu hadisteki tabirler Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in başka hadislerinin ışığında, hadis kitaplarına yazılan şerhlerde genişçe ele alınmış bulunmaktadır.46 Allah’a yakın olmanın yolunun önce farzları, sonra da nafile ibadetleri yapmak olduğunu bildiren kudsî hadis,neticede,nafile ibadetler sayesinde Allah’ın kulunu sevecegini bildirmektedir. Allah kulunu sevince de “ışiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum; benden isteyince mutlaka veririm, bana sıgınınca onu korurum””47 buyurarak sevgisinin tezâhurünu bize açıklamış olmaktadır.
Şu halde, Allah’a yakın olanlar iki derece üzeredirler: Birinciler, farzları yerine getirmek suretiyle Allah’a yakın olanlardır. Hz. Ömer’in ifadesine göre, “Amellerin en üstünü Allah’ın farzlarını yerine getime, haramlarından sakınma, Allah’a karşı işleyeceği amellerde samimi niyet sahibi olmadır.” lkinciler ise, farzların edâsından sonra, nâfile ibadetlerle de meşgul olanlar, Allah’tan korkuları sebebiyle, mekruhlardan dahi sakınarak Allah’ın sevgisine kavuşanlardır.“ 48
Daha önceki hadiste oldugu gibi, bu hadiste sayılan uzuvların da aslî mânâlarında kullanılmadığı kesindir. Bu ifadelerle, Allah’ın, kulunu, zikredilen uzuvlarla yapacagı günahlardan koruması kastedilmiştir. el-Hattâbî (Ö. 388/998), “Allah’ın, hoşlanmadığı şeylerden kulunu koruması, azalarını muhafaza etmesi, bu uzuvlarla yaptıgı amellerinde kuluna yardımı ve neticede muhabbetini nasib etmesidir. Meselâ, kulağıyla boş ve lüzumsuz sözleri dinlemek, gözüyle nehyolundugu bir şeye bakmak, eliyle helâl olmayanı tutmak, ayağıyla bâtıla koşmak gibi hareketler böyledir” der.49 Ibn Hacer (0. 852/1448), hadisin mahiyetini anlamanın güçlüğüne işaret ettikten sonra, birkaç açıdan degerlendirme yapar. çeşitli nakillerde bulunur ve beş ayrı ihtimali sayar. En tercih edilebilecek olam, elHattabî’den yukarıda naklettigimiz görüşe yakın olanıdır.50 eş Şevkani (0. 1250/1834), sadece bu hadisle ilgili bir kitap meydana getirmiş bulunmaktadır.51
Gerek bu hadiste, gerekse başka hadislerde nafile ibadetlerle kastedilen mânânın çok şümullü olduğunu, dinin hoş karşıladığı ve yapılmasında sevap umulan herşeyin nâfile olduğunu kabul edenler vardır.[52]
Sevilene düşman olanlarla mücâhade, sevginin tamamı kabul edilmiştir. Nitekim Allah yolunda cihâd, Allah’tan yüz çevirenleri ve O’nun düşmanlarını kesin ve açık delillerle doğru yola davetten sonra, şayet uymazlarsa harb ilân ederek Allah yoluna dönmeye bir çağırıdır. O halde cihad sevginin bir neticesidir.[53]
4-Allah Sevdiği Kulun Günahlarını Bağışlar
Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın sevdiği kulunun günahlarım bağışlayacağını haber vermektedir. “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”[54] âyeti bunun delillerindendir. Günahkâr oldukları halde Allah’ın sevgilisi olduklarını iddia eden kimseleri reddederek “Öyle ise niçin Allah sizi günahlarınız yüzünden azablandırıyor?”[55] âyetiyle cevaplandıramayacakları bir soruya muhatap kılar.
Allah’ın sevdikleri arasında bulunan tevbe edenleri daha önce tanıtmaya çalışmış ve gerekli bilgileri vermiştik. Şu halde günahların bağışlanması için tevbe eden ve günahı bağışlanmış olan her mü’min kul, Allah’ın sevdikleri arasına girmiş olur. “Allah bir kulu sevince günah o kula zarar vermez”[56] denilir. el-Gazalî bunun mahiyetini, Allah’ı seven kimsenin ölümden önce O’na tevbe edeceği ve geçmişe ait günahları çok bile olsa, o kula günahlarının zarar vermeyeceği şeklinde açıklar. Müslüman olan bir kimseye, geçmişteki küfrünün zarar vermeyeceği delilini de buna ilâve eder.57 Bir başka rivâyette ise Peygamberimiz, ’’Günahından tevbe eden kimse hiç günah işlemeyen gibidir”58 buyurarak, tevbenin günahların bağışlanmasının yolu olduğunu bize hatırlatır.
5-Allah Sevdiği Kulunu Musibetlerle İmtihan Eder
Hz. Peygamber, “Mükâfatın büyüklüğü, musibetin büyüklüğüne göredir. Allah bir topluluğu sevince, onları musibetlerle imtihan eder. Allah’ın rızası buna razı olan Allah’ın kızgınlığı buna kızanadır”59 buyururlar. Ahmed İbn Hanbel (Ö. 241/855)’in rivayetinde “sabredenin sabrının mükâfatını göreceği, sabırsızlık yapanın da karşılığında ceza çekeceği”60 ilâvesi yer almaktadır. Benzer bir rivayeti et-Tabaranî (Ö. 360/970)’den nakleden el-‘Aclûnî (Ö. 1162/1748), “Allah bir kimseyi çok sevdiği zaman kendisini iktina eder, yani evlâd ve mal diye bir şeyini bırakmaz”61 ifadelerini ilave etmektedir. Allah’ın kulunu sevmesinin alâmetlerinden biri de, o kulu kendisinden başka her şeyden uzaklaştırması ve kulunun başka şeylerle alâkasını kesmesidir.62
Allah’ın kulunu imtihanı, hastalık, keder veya sıkıntı gibi hallerden biri ile olabilir. Ebû Hureyre’den rivâyet edilen bir hadise göre, bu imtihanın sonunda, kulun o andaki yalvarma ve niyazı Allah’a ulaşır ve kabul edilir, insanın çaresiz kaldığı sıkıntı ve üzüntü anlarında daha çok Allah’a yöneldiği ve yegane merciinin Allah olduğunun şuuruna erdiği inkâr edilemez. Bu sebepledir ki, kulları arasında musibetlere en çok uğrayanlar, O’nun seçkin ve temiz kulları olmaktadır.63 Peygamberlerin çektiği sıkıntılar, Kur’ân-ı Kerîm ve sahih hadislerde anlatılmıştır. Allah’ın en seçkin kullarının peygamberler olduğu bilinen bir gerçektir.
Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyururlar: “Allah bir kulu sevince, onun üzerine belâyı adeta boşaltır ve yağmur gibi indirir.”[64] “Andolsun sizi imtihan edeceğiz. Tâki içinizden mücâhitler ile felakete karşı göğüs gerip sabredenleri belirtelim”[65] âyeti ile her türlü imtihan kastedilmiştir. Peygamberimiz kendisine “Seni seviyorum” diyen kimseye “o halde fakirliğe hazır ol” demiş, “Allah’ı da seviyorum” deyince “şu halde belalara da hazır ol” cevabını vermiştir.[66]
6-Allah Sevdiği Kulunu Himaye Eder
Katade İbn en-Nu’man’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulu sevdiğinde onu dünyadan korur. Sizden birinizin hastasını sudan koruduğu gibi.”[67] Allah’ın kulunu dünyadaki kötülüklerden himâye edip koruması mühim bir vâkıadır. Bu himâye, sevgi esasına bağlanmış bulunmaktadır. Çocukluğundan itibaren onu en iyi şekilde terbiye etmesi, kalbine limanı yerleştirmesi, aklını nurlandırması, kendisini Allah’tan uzaklaştıracak herşeyden nefret ettirmesi, işlerini kolaylaştırması, içini ve dışını düzeltmesi ve kendi sevgisini kuluna nasib etmesi birer himaye kabul edilmelidir.[68] Ayrıca dünya metâı ve şehvetlerden kulu muhafaza etmesi, kalbini dünya sevgi ve ülfetlerine kaptırmaması, ahireti hoşgörmeme hastalığından kurtarması da kul için bir himaye niteliği taşımaktadır.[69]
Huzeyfe İbn el-Yeman, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Allah mü’min kulunu, merhamet ve şefkat sahibi bir çobanın, koyunlarını tehlikeli otlaklardan koruması gibi, her türlü tehlikelerden korur.”[70] Allah’ın koruluğunun, haram kıldığı Leyler olduğunu hadisten öğreniyoruz.[71] Dolayısıyla kul Allah’ın [himayesi sayesinde haramlardan da korunmuş olmaktadır.
7-Allah Sevdiği Kuluna Kavuşmayı İster
Sahabeden pek çok râvisi bulunan bir hadislerinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a kavuşmayı dilerse, Allah da ona kavuşmayı diler. Her kim Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”[72] Hadisin bazı rivayetlerinde şu ilâveyi buluyoruz: Hz. ‘Aişe, bunun üzerine der ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ölümden hoşlanmadığı için mi? O halde hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz, dedim.” Bunun üzerine: “Öyle değil, lâkin mü’min Allah’ın rahmeti, rıdvanı ve cenneti müjdelendiği vakit, Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz. Böyle olunca Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdular[73]
Sahih Hadis külliyatının pek çoğunda “Allah’a kavuşmayı arzu edip sevene Allah da kavuşmayı arzu eder ve sever” başlığı altında bir bab ayrıldığını görüyoruz.[74] Bu husus, konuya gösterilen alâka ve verilen ehemmiyeti yansıtmaktadır.
el-Hattabı (Ö. 388/998), meseleye birkaç açıdan bakılabileceği- ni söyler. Bunlardan biri şu âyette belirtilen husustur: ‘Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar, hiç şüphe yok ki, ziyana uğradılar.”[75] İkincisi, ölümle ilgili yönleridir. Şu âyetlerde olduğu gibi: “Her kim Allah’a kavuymayı umarsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği vaîde, muhakkak gelecektir.”[76]
el-Hattabl sözlerine devamla şöyle demektedir: Kulun Allah’a kavuşmayı sevip istemesi; âhireti dünyaya tercihi, dünyada sürekli kalmayı sevmeyerek, ondan göç etmeye hazır olmasıdır.[77
Mü’min bir kulun Allah’ı sevmesi de, Allah’ın onu sevdiğinin bir tezahürü sayılır. Zira kulun Allah’a sevimli olması, o kimsenin Allah’ı seven bir kul olmasından daha önemlidir. Allah’ın kulu sevmesi hem daha üstün bir mevki hem de önceliği olan bir sevgidir. Bu sebebledir ki, sevilene itaat, sevginin âdeta ünvânı olmuştur.78 Nitekim Allah Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde sadece kendisine itaat edilmesi üzerinde önemle durmaktadır.
lbn Kayyım el-Cevziyye (Ö. 751/1350), “Allah yakında öyle bir toplum getirecek ki, O onları sever, onlar da O’nu severler”[79] âyetinden dört esasın anlaşılacağını söyler:
1-Onlar, mü’minlere karşı alçak gönüllüdürler. Yani son derece yumuşak, merhametli, şefkatli ve duygusaldırlar.
2-Kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler.
3-Allah yolunda canları, malları, el ve dilleri ile cihâd ederler. Bu nokta sevgi davasının gerçeğidir.
4-Allah yolunda olmaları sebebiyle kınayanın kınaması onlara tesir etmez. Bu da muhabbetin sıhhatinin delilidir.[80]
Prf.Dr.Raşit Küük – Sevgi Medeniyeti,syf.
Dipnotlar:
[1] el-Gazzâlî, İhya, XIV, 2663.
[2] Ebû Talib el-Mekki, Kûtu’l-Kulûb, II, 76.
[3] el-Beyyine, 98/8
[4] el-Beydâvi, Envâru’t-Tenzil, II, 615.
[5] Fahru’d-Din er-Razi, et-Tefsiru’-Kebir, XXXII, 59.
6 et-Tirmizî es-Sünen, Sıfatu Ehli’l Cenne, II, 15
7 el-,Kuşeyrî, er-Risale II 422.
8 et-Tevbe 9/72
9 ez-Zemahşerî el-Keşşâf, II 203
10 elBuharî, esSahih, Rikak, 51; Tevhîd, 38; Müslim, es-Sahîh, Cennet, 9; et-Tirmizî, es-Sünen, Cennet, 18.
11 el-Maide, 5/119.
[12] e-Buharî, es-Sahih, Edeb, 69; Müslim, es-Sahih, Birr, 103-105; Ebû Davûd, es-Sünen, Edeb, 80; et-Tirmizî, es-Sûnen, Birr, 46.
[13] el-Buharî, es-Sahîh, Enbiya, 53.
[14] et-Tevbe, 9/119.
[15] Bk. el-Maide, 5/56; el-Mücadele, 58/22.
[16] Müslim, es-Sahîh, Akdiye, 10; Mâlik, el-Muvatta’, Kelâm, 20.
[17] Ahmed lbn Hanbel, el-Müsned, III, 38.
[18] et-Tevbe, 9/100
[19] el-Feth, 48/18
[20] Al-imrân, 3/162,
[21] el-Maıde, 5/3
[22] Âİ-i İmran, 3/173-174.
[23] el-Maıde, 5/16
24 et-Tevbe, 9/62.
[25] et-Tevbe, 9/109
[26] el-Leyl» 92/17-21
[27] et-Tirmizi, es-Sünen Birr, 3.
28- et-Tirmizi, es-Sünen Rada , ibn Mace, es-Sûnen, Nikah, 4.
[29] el-Buhari, es-Sahih, Cenaiz, 45; Muslim, es-Sahih, Fedail, 62.
[30] ed-Dariml, es-Sünen, lsti’zan, 42; Ahmed lbn Hanbel, el-Müsned, II, 144; V, 396,
[31] et-Tirmizi, es-Sünen, Zühd, 56; lbn Mäce, es-Sünen, Fiten, 23.
[32] et-Tirmizi, es-Sunen, Kader, 15; Ahmed lbn Hanbel, el-Musned, I, 168.
[33] Mesl bk Müslim, es-Sahih, Salat, 222; Ebü Davüd, es-Sünen, Salat, 148; et-Tirmizi, es-Sünen, Da’avat, 75; en-Nesat, es-Sünen, lsti’aze, 62; lbn Mace, es-Sünen, Du’a, 3,
[34] el-Kuşeyri, er-Risäle, II, 424,
[35] el-Gazzâlî, İhya, XIV, 2669, 2676.
[36] lbnül-Halb, el-Hubb, 45,
[37] el Buharı, es-Sahih, Tevhld, 33; Müslim, es-Sahih, Birr, 157,
[38] el-‘Ayni, ‘Umdetu’l-Karî, XV, 132,
[39] el-Buhari, es-Sahih, Cenaiz, 86; Müslim, es-Sahih, Cenaiz, 60; et-Tirmizi es-Sûnen, Cenaiz, 63, en-Nesaî, es-Sünen, Cenaiz, 50.
[40] lbn Hacer, Fethu’I-Bari, VI, 279 (Mısır).
[41] el-Münavi, Feyzu’l-Kadlr, 1, 246.
42 A.g.e., l, 247 (Şerh kısmı).
43 el-Kuşeyrî, er-Risale, 11, 611.
44 el-Buharî, es-Sahîh, Tevhîd, 15; aynı veya değişik rivayetleri için bk. Müslim, es-Sahîh, Zikr, 20-22; et-Tirmizî, es-Sünen, Da’avil, 131; Ibn Mace, es-Sünen, Edeb, 58; Ahméd lbn Hanbel, el-Müsned, II, 413; 111, 122.
45 el-‘Ayni, ‘Umdetu’l-Kari, XXV, 101.
46 Ibn Hacer, Fethu’l-Bari, Mısır, XXVlll, 163-166.
47 eI-Buhari, es-Sahih, Rikak, 38.
48 Ibn Receb, Cami’u’l-‘Ulum, 340.
49 el-‘Ayni, ‘Umdetu’l-Kari, XXIII, 90.
50 Ibn Hacer, Fethu’l-Bari, Mısır, XXIV, 138 vd.
51 Bu kitabın adı “Katru’l-Veli ‘ala Hadisi’l-Veli” olup, IbrahimIbrahim Hilal, eseri bir araştıma ve tahkikle birlikte “Velayetu’l-Lah ve’l-Tarik lleyha” adı ile Mısır’da neşretmiştir. (B.t.y.)
[52] eş-Şevkâni, Katru’l-Velî, 422 ve 426.
[53] İbn Receb, Camiü’l-‘Ulûm, 341.
[54] Al-i ‘İmrân, 3/3i.
55] el-Maide, 5/18,
[56] Ebû Nuaym, Hılyetü’l-EvliyA, IV, 351-352 (MA. A tâ neşri); el-‘Aclûni, Keşfu’I-Hafa, I, 296.
57 -el-Gazzâli, İhya, XIV, 2637.
58-İbn Mace, es-Sünen, Zühd, 30.
59-et-Tirmizi, es-Sünen, Zühd, 56; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, V, 427 el-Münavi, Feyzu’l-Kadir, 1, 246.
60-Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, V, 429.
61 el-‘Aclûni, Keşfu’l-Hafa, I, 77
62-el-Gazzâli, İhya, XIV, 2639,
63 el-Münavi, Feyzu’l-Kadîr, 1, 245-246
[64] el-‘Aclûni, Keşfu’l-Hafa, 1.77. (Taberânî’den naklen)
[65] Muhammed, 47/31,
[66] Ebû Talib el-Mekkî, Kûıü’l-Kulûb, 11,100.
[67] et-Tirmizl, es-Sünen, Tıb, 1; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, V, 427.
[68] el-Makdisi, Muhtasaru Minhaci’l-Kasidîn, 365.
[69] el-Gazzâli, İhya, XIV, 2640.
[70] el-Mûnavî, Feyzu’l-Kadîr, II, 298.
[71] Ebû Davûd, es-Sünen, Büyü’, 3.
[72] el-Buhari, es-Sahlh, Rikâk, 41; Müslim, es-Sahih, Zikr, 14-18; et-Tirmizi es-Sunen, Cenaiz, 67; en-Nesai, es-Sünen, Cenaiz, 10; Ibn Mace Sünen, Zühd, 31, ed-Darimi, es-Sünen, Rikak 43 ’
[73] el-Buharl, es-Sahih, Rikâk,41; Müslim, es-Sahih Zikr 15
[74] Msl., Bk. el-Buhari, Rikak, 41 Müslim Zikr 5 ed-Darimi 43.bab
[75] el-En’âm, 6/31
[76] el-‘Ankebût, 29/5; Ayrıca bk, el-Cum’a, 62/8; Yûnus, 10/7.
[77] lbn Hacer, Feihu’l-Bari, Mısır, XXIV, 159.
[78] el-Gazzâli, ihya, XIV, 2640; lbn Kayyım, Ravda, 258.
[79] el-Maide, 5/54.
[80] lbn Kayyım, Medaricu’s-Salikin, III, 14.