Allah’ın Kaderinden Öbür Kaderine Kaçıyorum
Paylaş:

 

images-2 Allah'ın Kaderinden Öbür Kaderine Kaçıyorum

Burada kader tartışmalarına girmek istemiyorum. Konum o değil. Ama bir rivayet var. Başlıkta geçen ifade orada yer alıyor. Bu ifadeyi anlamakta zorlanıyordum. Ama Türk dizi ve filmlerinde çokça zikredilen bir repliklerle karşılaştır­dığımda bu ifadeyle ne kastedildiğini anlar gibi oldum. Önce olayı nakledeceğim, ardından repliği nakledip bir değerlendir­mesini yapacağım.

İbn Abbas anlatıyor: Hz. Ömer,Şam’a gitmek üzere yola çıkmıştı. Serğ denilen yere vardığında, Hz. Ömer’i ordu komutanları (Ebû Ubeyde b. Cerrah ve arkadaşları) karşıladılar ve ona Şam’da salgın hastalığın başgösterdiğini haber verdiler.

Hz. Ömer bana “İlk Muhacirleri çağır” dedi.

Onları çağırdım. Hz. Ömer Şam’da salgın hastalığın başgösterdiğini bildirerek onlarla istişare etti. Onlar ihtilâf ettiler. Bazıları “Sen bir iş için yola çıktın; geri dönmen için bir sebep görmüyoruz” dediler. Diğerleri ise “İnsanların kalan kısmı ile Resulullah’ın ashabı seninle beraber; onları tehlikeye atmanı uygun görmüyoruz” dediler.

Hz. Ömer onlara “Siz gidin” dedikten sonra bana da “Ensârı çağır” dedi.

Ensârı çağırdım, Hz. Ömer onlarla da istişare etti. Onlar da Muhacirlerin yolunu tutup ihtilâf ettiler.

Hz. Ömer onlara da “Siz gidin” dedikten sonra bana dönüp şöyle dedi:

“Bana Mekke’nin fethinden önce hicret eden Kureyş’in yaşlılarından burada bulunanları çağır.”

Ben de onları çağırdım. Onlardan iki kişi bile bu konuda ihtilâf etmedi. Hepsi birden “Biz senin insanlarla beraber geri dönmeni ve onları vebâ salgınına atmamanı uygun görüyoruz” dediler.

Hz. Ömer bunun üzerine halka seslenerek “Sabahleyin ben bineğimin sırtında olacağım; siz de bineklerinize atlayın” dedi.

Ebû Ubeyde b. Cerrah (r.a.) “Sen Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi.

Hz. Ömer “Keşke bunu senden başkası söylemiş olsaydı Ebû Ubeyde” dedi. Onun muhalefetinden Hz. Ömer hoşlanmamıştı. “Evet,” dedi. “Allah’ın kaderinden Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Söylesene, senin develerin olsa da iki taraflı bir vadiye inseler, bu vadinin iki tarafından biri verimli, diğeri de çorak olsa, sen develerini verimli yerde de otlatsan, çorak yerde de otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?”

O sırada, bir süredir bazı ihtiyaçları için ortalıkta görünmeyen Abdurrahman b. Avf (r.a.) çıkageldi ve “Benim bu konuda bilgim var,” dedi. “Resulullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işitmiştim: Bir yerde veba olduğunu işittiğiniz zaman oraya girmeyin. Siz oradayken bulaşıcı hastalık başgösterecek olursa hastalıktan kaçmak için oradan çıkmayın.”

Bunu işiten Hz. Ömer Allah’a hamd etti ve Şam’a girmeden geri döndü.(Buharî,Tıb 30; Müslim, Selâm 98)

Türk filim ve dizilerinde maalesef kader inancını zedeleye­cek birçok ifade var. Bu da kaderin ne kadar yanlış anlatıldığını ve anlaşıldığını gösterir. Önce bir sahneye bakalım:

15 yaşında genç bir kız. 60 yaşında bir ağa. Ağa bu kızla evlenmek ister. Kız ise istemez. Ama kız zorla da olsa almak ister. Kızın anne babası ise kızını ağaya vermeye razıdır. Kız is­yan eder. Hatta sonuçta nikahlanırlar, ama yine de isyan eder. Anne babası “bu senin kaderin” der, “niye boyun eğmiyorsun? Boyun eğ kaderine!” Kız “hayır, ben kaderimi değiştirmek is­tiyorum, buna razı değilim, kaderimi onlar yazdı, ama ben bo­yun eğmeyeceğim” der.

Ne olacak şimdi? Bir kader var ve bu kader değiştirile­bilir. Buradan anlaşıldığına göre kader boyun eğilecek değil, değiştirilebilir bir şeydir. “Alınyazısı” denilen husus da buna benzerdir. Bazıları bu alınyazıdır, der; bazıları hayır, bu alınya- zısını değiştiririm, diye isyan eder. Yukarıdaki sahnede verilen mesaja göre kader diye bir şey yoktur. Özellikle tercih söz ko­nusu olduğunda kaderden bahsetmek olmaz. Eğer böyle anla- şıhyorsa burada kadere zorunluluk anlamı yükleniyor demektir. Bir kimse anne babasını kendisi seçemez. Ama kiminle evle­neceğini seçebilir, ilki kader, diğeri tercih olmaktadır. Demek ki, kader denince bir zorunluluk, bir mutlak belirlenmiştik an­laşılıyor. Tercih söz konusu olduğunda kader değil, yani zorun­luluk değil, sorumluluk başlar. Burada senin tercih ettiğin şey kader olmaktadır. Yani sanki önceden belirlenmiş kader diye bir şey yok, sen neyi tercih ediyorsan kader odur. Kısaca kade­rini sen yazıyor, sen tayin ediyorsundur.

İnceleyin:  Kader ve Kaza Nedir ?

Evet, kader böyle zorunluluk olarak anlaşılırsa elbette buna itiraz edilebilecektir, insanlar kendi tercihlerini kader diye baş­kalarına sunup onlara boyun eğdirebilir mi? Dikkat edelim: Ağamn, kızı zorla almak istemesine kader deniliyor. Oysa bu, ağanın tercihidir. Ağanın tercihi neden kader olsun ki?! Haklı bir tepki! Peki o zaman kader ne? Tamam, bir kader var. Değiş­tirilmesi mümkün değil. Peki değiştirilmesi mümkün olmayan şey ne? Burada yanlış ve doğru kader anlayışı meselesi ortaya çıkıyor. Yanlış olanı yukarıdaki. Doğru olan sanırım şöyledir:

Değiştirilmesi mümkün olmayan kader Allah’ın ilmidir. Biz “kader değişmez” derken kastettiğimiz Allah’ın kullabına dair bilgisidir. Allah’ın ilmi değişmez. Allah, bir şey öğreniyor da bilgisini ona göre değiştiriyor değildir. Allah her şeyi ezelde bilir diyoruz. Allah’ın ilminde değişiklik olmaz. Alınyazı de­diğimiz de bu ilimdir. Kader Allahın bilgisidir, ezelidir, zaman ve mekân dışıdır. Kader bilgisi evren doğmadan da, kıyamette de sonsuzlukta da aynen var olacak. Kaderden kastımız, evre­nin yaradılışından cennet cehennem yolculuğuna kadar tüm za- man-mekân akışını içeren olacaklar bilgisidir. Kader, yani Al­lah’ın bilgisi değişmez. Allah sonradan düşünmemiş, sonradan algılamamış, sonradan öğrenmemiştir. Tüm sonradanlıklar ek­siklikten doğar ki, Allah’ın bilgisi, kudreti, iradesi mutlaktır.

Bu ilimle ilgili iki durum var:

1.Allah’ın bu bilgisine biz muttali değiliz. Muttali olsak, hani orada ne yazdığını bilsek belki kendimizi zorunlu hisse- deceğizdir. Ama bu sınırsız ilmin ne ve nasıl olduğunu bilmi­yoruz. Bize düşen eylemlerimizin sorumluluğunu almak için tercihte bulunmaktır. Bu tercihlere zorunluluk anlamında de­ğil ama ilim anlamında kader demek mümkündür.

2.Allah’ın ilmi insanı mecbur kılmaz. Bir şeyi bilmek o şe­yin vukuunu zorlamaz. İlim, maluma tabiidir. Vakıada olacaklar şeylerin bilgisi vardır, ama bu bilgi o olayın olmasını zorunlu kılmaz. Örneğin, otuz sene sonra ay ve güneş tutulmasının ola­cağını bilim adamları bilmektedir. Soru şu: ay veya güneş tu­tulacakları için mi bilim adamları onu bilmektedir yoksa bilim adamları bildiği için mi ay veya güneş tutulmaktadır? Elbette akıl birincisini kabul edecektir. Hiçbir akıl, bilim adamları bil­diği için ay veya güneş tutulmuştur, demez. Allah’ın ilmi de böyledir. Allah her şeyi bili, ama bilgisi zorlamaz.

Şimdi bunu yukarıdaki olaya uygulayalım. Allah o kızın istemediği biriyle evlendirileceğim biliyordu. Evet, bu kader­dir. Hangi anlamda? Zorunluluk anlamında değil, Allah’ın bil­mesi anlamında. Aynı şekilde o kızın bu evliliğe isyan edece­ğini ve kaçacağını da biliyordu. Evet, bu da kaderdir. Hangi anlamda? Zorunluluk anlamında değil, Allah’ın bilmesi anla­mında. Dolayısıyla kızın zorla evlendirilmesi de ve bu evlilik­ten kaçması da kaderdir. Allah’ın bilgisi dahilinde cereyan eden olaylardır. Allah’ın bilgisi değişmez. Ama biz onu bilmediği­miz için önümüzde sınırsız olasılıklar vardır. Ve bu olasıklar- dan birini sorumluluğumuzu kuşanarak tercih ederiz. Ağa, kızla zorla evlenmeyi tercih etmiş, kız da buna isyan etmeyi seçmiş­tir. Allah’ın ilmi anlamında hepsi kaderdir. Bu anlamıyla ka­der, tercih demektir. Bir şeyi tercih ediyorsan o senin kaderin­dir. Kızla zorla evlenmek tercihtir, kaderdir; buna isyan etmek tercihtir, kaderdir; hatta bunun karşısında susmak, tercihtir ve kaderdir. Bunun kader olması sorumluluktan kurtarmaz. Zira bu kader, bizim tercihlerimizdir. Eğer ağanın tercihine zorun­luluk anlamında kader dersek onu paklamış, temize çıkarmış, sorumluluktan kurtarmış oluruz. Böyle bir şey ise mümkün de­ğildir. Ağanın zorla kızla evlenmesi kader de, ona isyan edip kaderi değiştirmek, tercih falan değildir. Zira tercih de bir ka­derdir. Tercihimiz, bizim kaderimizdir. Biz kaderi değiştirmi­yoruz, sadece tercih yapıyoruz. Buna kaderi değiştirmek den­mez. Zira tercihimiz de bir kaderdir. En genel anlamıyla tüm tercihlerimiz Allah’ın ilmi dahilinde olması itibariyle bizim kaderlerimizdir.

İnceleyin:  Peygamberler Ne Miras Bırakır ?

Demek ki, tercihle yaptığımız her şey de Allah’ın kaderiy- ledir, dediğimizde anlaşılacak olan bunların Allah’ın ezelî bil­gisinde var olduğudur. Örneğin; dua kaderi değiştirir mi, değiş­tirmez mi tartışmasına baktığımızda da aynı şeyi görürüz. Dua kaderi değiştirir, bizim bilgimize göredir. Zira biz ne olduğunu bilmiyoruz. Dua kaderi kaderi değiştirmez, dersek bu da Al­lah’ın ilmine göredir. Zira Allah her şeyi bilir. Tam da bu nokta başta zikrettiğimiz Hz. Ömer olayı ile ilgili, onu destekleyen bir hadis var. Bu hadise göre Resulullah (s.a.v.)’a şöyle sorul­muştur: “Tedavi için kullandığımız ilaçlar, şifa dileğiyle okunan dualar ve (düşmanlardan) korunmak için kullandığımız (kalkan gibi) koruyucu şeyler hakkında ne buyurursun? Bunlar Allah’ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi?” Buna cevaben Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Bunlar da Allah’ın kaderinden olan şeylerdendir.” (Tirmizî, Kader, 12; Ibn Mace,Tıbb, 1)

Evet, tedavi de, dua da, kalkan/zırh da Allah’ın kaderiy- ledir. Allah, yapılan tedavinin, edilen duanın, giyilen kalkanın ne yapacağını ezelî ilmiyle bilmektedir. Tercihlerimiz de kade­rimizdir. Bir olayda elli seçeneğimiz olduğunu düşünelim. Bu elli kaderimiz olduğu anlamına gelir. Hangisini seçersek ka­derimiz odur. A şıkkını seçersek kaderimiz odur, yok c şıkkını seçersek bu sefer kaderimiz odur. “Tercihlerimizin kaderimiz olması” Allah’ın neyi tercih edeceğimizi bilmesiyle alakalıdır. O zaman neyi seçersek seçelim, o kaderimizdir, yani o terci­himizi ezelî ilmiyle Allah bilmektedir. Biz insanoğluna düşen insan olmanın sorumluluğunu kuşanıp akılla hareket ederek doğru tercihlerde bulunmaktır.

Şimdi bunu çokça sorulan bir hususa uygulayalım: Deprem kader midir? Falan kimseyle evlenmem kader midir?

Buna şöyle net cevap verebiliriz: Deprem kaderdir. Dep­reme karşı tedbir alman da kaderdir. Depremde ölmen kader­dir. Kurtulman da kaderdir. Kurtulup hastane de ölmen de ka­derdir. Yüz sene yaşaman da kaderdir.

Deprem bölgesine gitmen kaderdir. Yolda başına bir kaza gelmesi kaderdir. Yolda değil de deprem bölgesinde başına bir hal gelmesi de kaderdir. Yardım yapmaya giderken yardım gö­recek hale gelmen de kaderdir.

Falan kimseyle evlenmen kaderdir. Tam evlenecekken nişan atman da kaderdir. Başkasıyla evlenmen de kaderdir. Evlendi­ğin kimseden boşanman da kaderdir. Boşandıktan sonra başka biriyle evlenmen de kaderdir. Hiç evlenmemen de kaderdir.

Gördüğünüz gibi… Kaderden kaçış mümkün değil. Ama burada asıl soru şu: Kader nedir?

Kader Allah’ın her şeyi bilmesi ve yaratmasıdır. İrade sahibi bir varlık için kader bir şeyi mecburen yapmak değildir. Buna göre tedbir almak da kaderdir, almamak da kaderdir. Çünkü Allah kulun tedbir alıp almayacağım ezeli ilmiyle bilmektedir. Ancak tedbir almayı emrettiği için kul ona muhalif davranmak suretiyle sorumluluk sahibidir. Sağlık da kaderdir hastalık da… Yani sağlık ve hastalığı ezelde bilen ve yaratan Allah’tır. Sağ­lıklı olmayı emretmiştir. İnsan bilerek tedbir almıyorsa sorum­ludur. İman da küfür de Allah’ın takdiridir. Allah ezeli ilmiyle kimin mümin kimin kafir olacağını bilmektedir. Ancak Allah imandan razı, küfürden razı değildir. İmanı emretmiş, küfrü nehyetmiştir. İnsan imana muhalefet ettiği için sorumludur.

Bu durumu en güzel yukarıda geçen Hz. Ömer ile ilgili kıssa ortaya koymaktadır. Ne demişti Hz. Ömer: “Evet, Al­lah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz.”Allah’ın kaderinden, yani bizim bilmediğimiz ama O’nun ezeli olarak bildiği ilimden, yine Allah’ın kaderine yani bizim bilmediği­miz ama onun ezeli olarak bildiği ilme kaçıyoruz.

Burada kader zorunluluk değil tercihtir. Dikkat edilirse, bir kaderden diğerine kaçılıyor. Bu, tercih değil de nedir? An­cak bütün tercihlerimiz neticede Allah’ın ezeli bilgisi dahilinde olan kaderlerimizdir.

Yavuz Köktaş – Akademik Sohbetler 2(Kelam),syf:34-40